menu
HAYDİ! VAKİT GELDİ..
HAYDİ! VAKİT GELDİ..
Takvimlere bakıyorum, her ay, her gün ... Sadece kendisiyle gelmiyor. O vakte, bunca yıl neler sığdıysa, hepsi ... Hepsi birlikte geliyor. O zaman yaşanan günler yirmi dört saatten çok fazla oluyor ... Ve bu, her gün oluyor. Mucize değil de nedir?

 Bugün 1442, Rabîü'l-evvel ...

                        1493 yıl önce bu vakitlerde "dünyaya" doğdu.

                        1442 yıl önce bu vakitlerde "Medîne'sine" doğdu.

                        1432 yıl önce bu vakitlerde "âhirete" doğdu.

            O (as) hep doğdu. Geceye doğdu, nûr oldu. Gündüze doğdu, ziyâ oldu ... Doğdu, müjde oldu ...

            *

            Peki ben?

            Ben de doğdum. Yedi sene evvel ben de ilk kez "Medîne'sine" doğdum. Oradayken "kandil" diyemedim, "mevlid" diyemedim. Mühim miydi? Hayır. Yeşil Kubbe'sine bakarken söze gerek var mıydı? "Gözce" konuşmak varken, neden araya kelimeler girsin ki ...

            *

            Şimdi bugün "doğum" vakti gelmişken, dünyaya değil, âhirete de değil, sadece "Medîne'sine" doğumunu hatırlasak ...

            * * *

            Medîne'ye doğmak için yola çıkmak gerekir. Her şeyi, herkesi geride bırakıp yola düşmek gerekir. Yolcu olmak gerekir. Muhâcir olmak ...

            Kolay değil ama, ne yol ne de yolcu olmak ...

            Ata toprağından hasretle ayrılmak kolay değil, her şeye ama her şeye, tanışa-akrabaya, mülke-dünyaya sırt çevirip köksüz, hiçsiz yola çıkmak kolay değil ...

            Kolay olmadığı için, mahsûs vasıfları var. Kolay olmadığı için eşsiz pâyeleri var. Kolay olmadığı için müjdeleri, mükâfâtları var.

            *

            Peki biz, bugün? 1442 yıl sonra, "Medîne'sine" de yol tutamazken ... O pâyeye öykünsek? Olabilir miyiz biz de bir muhâcir? Hakikatte olamayız. Peki hükmen? Evet, olabiliriz ...

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:

“الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ، وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ مَا نَهَى اللَّهُ عَنْهُ.”

Abdullah b. Amr'dan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur: 

“Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların selâmette olduğu (zarar görmediği) kimsedir. Muhâcir de Allah'ın yasakladığını terk eden kimsedir.”

(Buhârî, Îmân, 4)

            Tanımı Efendimiz (as) yapmamış olsaydı, hükmen de muhâcir olamayacaktık. Şimdi ise bir yol var, yolda yürümeye niyet edene ...

            Yasakları terk edince, günâhtan uzaklaşınca, hicret yolunu tutmuş olacağız.

            Peki nedir bu yasaklar?

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:

“اجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ.” قَالُوا: يَا رَسُولَ اللَّهِ، وَمَا هُنَّ؟ قَالَ: “الشِّرْكُ بِاللَّهِ، وَالسِّحْرُ، وَقَتْلُ النَّفْسِ الَّتِى حَرَّمَ اللَّهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ، وَأَكْلُ الرِّبَا، وَأَكْلُ مَالِ الْيَتِيمِ، وَالتَّوَلِّى يَوْمَ الزَّحْفِ، وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ الْغَافِلاَتِ.”

 

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (as), “Helâk edici yedi şeyden kaçınınız!” buyurdu. Sahâbîler, “Yâ Rasûlallah! Bu yedi şey nedir?” diye sordular. Rasûlullah (as) da, “Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, hukukun gerektirdiği dışında Allah'ın (zarar vermeyi) yasakladığı bir cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, (düşmanla karşılaşınca) savaştan kaçmak, zinadan uzak duran ve hiçbir şeyden haberi olmayan mümin kadınlara zina iftirasında bulunmak.” cevabını verdi.(Buhârî, Vesâyâ, 23)

            Gözlerim gördü, dilim söyledi, gönlüm idrâk etti. "Elhamdülillah bunlardan uzak olmuşuz, hicrete yol bulmuşuz." demek istedim. Diyemedim ... Belki diyebilirdim ama bir Allah dostunun sekerât halinde ağladığını yazmış kitaplar ...

         İbnü'l-Münkedir ölürken ağladı. Sebebini soranlara, "Bilerek işlediğim bir büyük günâh için ağlamıyorum. Ağlamamın asıl sebebi, önemsemeyerek yaptığım bir hatanın Allah katında büyük bir günâh olmasından korkmamdır." dedi.

            Hz. Ali (kv) uyarmıştı aslında, bizi; "Kolay işleyebildiğin her günâh, senin için büyük günâhtır.diyerek ...

            Allah Rasûlü'nün (as) merhameti ile bizlere aktardığı büyük günâhların aksine, Hz. Ali (kv) ziyâdesiyle şahsî ve 'ümitsizliğe düşüren' bir taksîm unsurunu aktarıyor, bize. 'Ümitsizliğe düşüren', fakat tedbîr alıp kaçınmamızı zorunlu kılan bir kıstâs !!

            Tam da bu kıstâsın akabinde, diğer bir günah tarifi düşüyor gönlüme ... Haşyet ile, takvâ ile, verâ ile bütünleşen ...

            "Günah odur ki, Rabbimiz'in hatırının karşısında ola, O'nu incite, O'nu üze !!"

"Küçük günâhı büyük günâh yapan sebeplerden birisi de Allah Teâlâ'nın onu teşhir etmeyip gizlemesine ve kendisine mühlet vermesine ihânet ederek ona dadanmaktır. Bilmiyor ki bu mühlet, Allah'tan bir lütuf değil belki bir mekirdir. Bu, günâhın çoğalmasına sebeptir."

(İmâm Gazzâlî)

            İşte bu tarife göre, büyüğü-küçüğü olur mu günâhın, Ey Benî Âdem, Ey Zübde-i Âlem ve Ey Eşref-i Mahlûkât !?

            Âh âh ...

            Efendimiz (as) tarif etmemiş miydi; bu haşyeti, takvâyı, verâyı ...

"Bir kul günâha girerim korkusuyla, yapılması sakıncalı olmayan bazı şeylerden bile uzak durmadıkça, müttakîler derecesine çıkamaz."

(Tirmizî, Kıyâmet, 19; İbn Mâce, Zühd, 24)

            *

            Çok mu geç oldu, peki? Hayır hayır ...

            Ellerimizi kaldırdığımızdan bize kulak vereceğinden emin olduğumuz Rabbimiz'in kapatmadığı bir kapısı var. Tevbe kapımız ... Nedâmetle aralanan bir kapı.

            Tevbe nedir?

İlimdir, tevbe. Günâhın Rabbimiz'le aramıza girip birlikteliğimize mâni olacağına bilmektir.

Hâldir, tevbe. Günâhı, kusuru hemen terk etmektir.

Fiildir, tevbe. Geçmiş için telâfi, gelecek için bir daha yapmamaya azmetmektir.

Değişimdir, tevbe. Kötü huyları, iyileriyle değiştirmektir.

            Hâle ağlamak, nedâmetle yanmak ... Yangının, gözyaşını beslemesi ...

            "Mü'min günâhını, başı ucunda bir dağ gibi görür ve üzerine yıkılacağından korkar. Münâfık da günâhını, hemen uçurabileceği, burnuna konan bir sinek gibi görür."

            Böyle göremiyoruz ama ... "Rabbimiz affeder, merhametlidir, kulunu bağışlar." diyoruz. Diyelim, yine diyelim de ...

            "Kurtuluşu umar fakat kurtuluş yoluna girmezsin. Halbuki gemi karada yürümez." diyor bir Allah dostu ...

            Kurtulmak için yine yol gerek, yürümek gerek ...

            "Bir günâhın akabinde sekiz hasenât yapıldığı vakit, onun affedileceği umulur:

Dördü kalbin işidir: Tevbe ve tevbeye azim, günâhtan uzaklaşmayı arzulamak, azâb edileceğinden korkmak ve affı ummaktır.

Dördü de azâların işidir: İki rekât namâz kılmak, yetmiş kere istiğfâr etmek, yüz kere "sübhânalli ve bi hamdihî sübhânallâhi'l-azîm" demek, bir gün oruç tutmak ve sadaka çıkarmaktır."

            *

            Bize tevbeyi öğreten Peygamberlerimiz'in kabul olunmuş duâları ...

Hz. Âdem'in (as) Duâsı

رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ

“Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (el-Arâf 7/23)

 

Hz. Yûnus'un (as) Duâsı

أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

“Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum.” (el-Enbiyâ 21/87)

 

Seyyidü'l-İstiğfâr Duâsı

 

            *

            Hicret mi demiştik, işte yolumuz ...

وَالَّذينَ جَاهَدُوا فينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِنينَ

"Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir."

(el-Ankebût, 29/69)

            * * *

                Rabbimiz, her birimizi, yolda, yolunda eylesin ...


               Dr. Ravza CİHAN

Facebook Yorumları