SEVGİYLE YOĞRULAN BİR İLİŞKİ: PEYGAMBER ve ASHABI

Haftanın Vaazı.. 05.09.2025 tarihli: "Sevgiyle Yoğrulan Bir İlişki: Peygamber ve Ashabı" konulu haftanın Vaazı sitemize yüklenmiştir..

Sevgiyle Yoğrulan Bir İlişki: Peygamber ve Ashabı

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Ol Rasulu’s Sakaleyn Muhammed Mustafa’ya Salavat…
Ol İmamu’l Harameyn Muhammed Mustafa’ya Salavat…
Ol Seyyid’ül Kevneyn Muhammed Mustafa’ya Salavat…
Ol Cedd’ül Hasaneyn Muhammed Mustafa’ya Salavat…

Değerli Müminler! Şu bir hakikat ki beşeri muhabbet derecelerinde ulaşılabilecek en yüce zirve, Rasulullah (s.a.v)’e duyulan sevgi ve muhabbettir. İnsanlığın muhabbet temayülune O’ndan daha layık bir insan tasavvur olunamaz. Zira denilir ki:

-Bütün mahlukat varlığını, Allah Teâlâ’nın O’na olan muhabbetine borçludur.

-Allah Rasûlü, cinler ve insanlar âlemini ezeli ve ebedi hakikatle tanıştırarak onların, ahiretteki sonsuz azaptan kurtulmalarına vesile olmuştur.

-Allah Teâlâ Kur’an ve İslam nimetlerini kullarına, O’nun kalbî pakinde sergilemiştir.

-O ümmeti için hiçbir beşerin uğramadığı sıkıntı ve iptilalara mâruz kalmış ve en büyük acılara katlanmıştır.

-O müminlere karşı engin bir şefkat ve merhametle doludur. Bir merhamet ummanıdır. Ümmetine çok düşkündür, herhangi bir sıkıntıya uğramaları ona çok ağır gelir. Nitekim Cenab-ı Hak bu hususta şöyle buyurur:

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ

Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü'minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.”(Tevbe,128)

-O kullukta örnek ve ideal bir şahsiyettir.

-Kulları Allah Teâlâ’nın marifetine ulaştıracak en mühim vasıta yine odur.

- Allah Teâlâ, bütün peygamberler içinde yalnız O’nun hayatı üzerine yemin ederek لَعَمْرُكَ Senin hayatın üzerine yemin olsun ki!”(Hicr,72) buyurmuş ve böylece ümmetinin bütün dikkatini Allah Rasûlü’nün üsve-i hasene olan hayatına teksif etmesini arzu buyurmuştur.

-Allah Teâla, kendi muhabbet ve mağfiretini, Habîb-i Ekrem’ine itaat şartına bağlamıştır. Ayet-i kerimede buyrulur:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."(Âli İmrân, 31)

Değerli Müminler!

-Allah Rasûlü’ne olan muhabbetimiz, azâb-ı ilâhiden kurtuluşumuza bir vesiledir. Zirâ Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ 

Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildir.”(Enfal.33)

Cenâb-Hak O’nu sevmiş ve “Habibim” iltifatına mazhar kılmıştır.(Tirmizi, Menakıb.1). Allah Teâlanın Habibini sevmek ne büyük bir şereftir ki ashab-ı kîram efendilerimizde bunun idrak ve şuuru içinde ona gönülden bağlı idiler.

Onlar derin ve gönülden muhabbetleri sebebiyle Allah Rasûlü’nün etrafında pervane olur, her sözüne her emrine ve hattâ en küçük bir îmasına dahi:

Anam, babam, malım ve canım sana fedâ olsun, yâ Rasûlallah! derlerdi. O’nun mübarek tenine dokunabilenler bundan büyük bir iftihar duyar:

işte şu iki elimle Rasûlullâh’a beyat ettim” diyerek ellerini gösterirlerdi.(İbn Sad, 4)

Elbette ki bu muhabbet O’nun âlemlere rahmet elçisi, وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ yüce bir ahlaka وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ ve edebe sâhib olmasından ileri geliyordu. Onlar Rasûlullah efendimizin üstün ahlakına, müstesnâ edebine, engin tevazusuna, davranışındaki nezaketine, kalbi rikkatine, duruşundaki zerafetine, varlığa olan hilmine, sözündeki letafetine, insanlara karşı musahamasına, iffetine ve onlarla olan sıcak, samimi ve üstün iletişimine hayrandılar. Allah Rasûlü (s.a.v) onlarla bütün bu hasletlerle yaklaşım ve iletişim kurmuş ve onların üzerine çok titremiş hatta onlar için çok meşakketler çekmiştir. Nitekim Cenab-ı Hak O’nun sahabe efendilerimize olan düşkünlüğünü şöyle ifade buyurur: ...sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü'minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.”(Tevbe,128)

Hz. Peygamber (sav) toplumdaki kimselerin konumuna bakmaksızın herkese kıymet verir, itibar gösterirdi:

-Ashâbına çok düşkün olan Rahmet Elçisi toplum içindeki yerine bakmaksızın hemen herkese karşı son derece ince ruhlu, edep ve tevazu sahibi idi. Nitekim bir defasında şefkatli merhametli bir baba samimiyeti içerisinde Medine cariyelerinden (hizmetçi kız çocuklarından) biri Hz. Peygamber’in elinden tutar, kendisini götürmek istediği yere götürünceye dek elini bırakmaz oda elini ondan çekmezdi. Nitekim onun bu mütevazi hali Adî b. Hâtim’i derinden etkilemişti. İlk defa huzuruna çıktığında Hz. Peygamber’in hanımlar ve çocuklarla birlikte oturmasından haraketle, onun bir kral olmadığı sonucuna varmış ve bu durumdan etkilenerek derhal müslüman olmuştu.

Herkese karşı samimi ve müsamahalı yaklaşırdı:

Rasûlullah (sav) efendimizin ashabına olan samimi ve müsamahasını ifade sadedinde Cerir b. Abdullah (r.a) şöyle buyurur: “Müslüman olduğum günden beri Resûlullah (s.a.v.) beni hiçbir zaman kapıdan çevirmedi. Beni her gördüğünde mutlaka gülümserdi.”

Yine Huzeyfe b. Yemân’ın ifadesine göre O ashabından biriyle karşılaştığında onunla musâfaha yapar ve onun için hayır duasında bulunurdu.

Rasulullah (sav) efendimizin yukarıdaki bu iki güzel davranışları bugün sıcak, samimi iletişimini ve tebessüm etmeyi dahi kaybetmiş topluma ve tüm toplumlara ne güzel örnektir.

Ashabı kiramla daima selamlaşırdı:

İnsanlarla iletişimde selamlaşmak çok önemli bir davranıştır. Bu konuda çok titiz olan peygamber efendimiz (s.a.v) Ashabı kiramın küçüklerine dahi selam verim onlarla hayranlık veren bir iletişim kurardı. Nitekin O (s.a.v) oynamakta olan çocuklara dahi mutlaka selam verirdi. Zaman zaman çocuklarla oynar onların oyunlarıyla da yakından ilgilenirdi. Özellikle kız çocuklarına özel ilgi ve şefkat gösterirdi. O (s.a.v) çocuklarla çocukların dili ile konuşur, onların dünyalarına girer, onlara karşı sevgi dolu bir yaklaşım sergilerdi. Evet Peygamberimizin çocukları okşayıp sırtına alması, bağrına basması, onlarla şakalaşması onun ashabın çocuklarına karşı nasıl bir tutum sergilediği hususu, bugünde çocuklarla dahi iletişimde sorun yaşayan toplumların küçük ferdlerine karşı nasıl bir yaklaşım sergilememiz gerektiği hususunde bize en güzel bir fikir ve misal vermektedir. Enes b. Malik’in kardeşi Ebû Umeyr’in bir serçe yavrusu vardı. Allah Resûlü, onunka konuşur ve ona, “Ey Ebu Umeyr! Ne yaptı Nuğayr?”diyerek ona ilgi ve alakasını gösterirdi.

Yine evinde ve elinde yetişen sevgili Enes (r.a)’ın O’nun kendisine olan sıcak ilgisini anlatır:”Ben Hz. Peygamber’e on sene hizmet ettim. Bana bir kere bile “Öf “ demedi, “niçin böyle yaptın” ve “neden şöyle yapmadın” da demedi.

Sevgili Peygamberimiz gençlere seslenirken dikkat çeken bir nezaket dili kullanır, “Ey gençler topluluğu!” hanımlara seslenirken ise “Ey hanımlar topluluğu” gibi farklı hitap tarzlarını kullanırdı.

O (sav) kimseyi rencide etmezdi:

O (s.a.v) ashabından bazılarını uyarmak istediğinde, onları halkın içerisinde utandırmaz ve mahcup etmez, “Bazı kimselere ne oluyor ki…! şeklinde hitap etmeyi tercih ederdi. Yine O (s.a.v) yanında herhangi bir kimse hakkında olumsuz bir şeyler anlatıldığında, “Falan kimseye ne oluyor ki!” demez, “Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle diyorlar” diyerek döküp kırmadan, en güzel uslup ve tarzla işaret ettiği muhatap veya muhatapları ikaz ederdi. Ve şu bir gerçektir ki bugün fertler arası iletişim, büyüklerin küçüklere, küçüklerin büyüklere karşı tutumları ve davranışları hakkında yazılan yüzlerce sayfalık hiçbir pedogojik kitap, dergi, makale gibi akademik çalışmalar, Allah Rasûlü’nün bu konuda ki güzide örnekliği kadar asla etkili ve öğretici olamamaktadır.

O (sav) kimseyi azarlamadan nezaketle talimde bulunurdu:

Ashabı kiram efendilerimizden Muaviye b Hakem bu hususu şöyle buyurur: “Resûlullah (s.a.v) ile namaz kılarken cemaatten biri aksırdı, ben de “yerhamukallah”(Allah sana merhamet eylesin) dedim. İnsanlar bundan rahatsız oldular ve bana ters ters bakmaya başladılar bunu görünce ben “vay başıma gelenler! Ne oldu neden böyle bakıyorsunuz? dedim. Bunun üzerine onlar elleriyle dizlerini dövmeye başladılar. Beni susturmaya çalıştıkları için sustum. Nihayet Rasûlüllah (s.a.v) namazını bitirdi. Annem babam uğruna feda olsun, ne ondan önce ne de ondan sonra daha güzel öğreten birini gördüm. vallahi Resûlullah beni ne azarladı ne bana vurdu ne de hakaret etti. Sadece “bu namazdır namaz kılarken konuşulmaz.namaz ancak tesbih, tekbir, ve Kur’an okum aktır. (müslim, mesacid) dedi.

O (sav) herkesin hâleti rûhiyesini dikkate alarak iletişim kurardı:

Değerli Müminler! Hz. Peygamber (s.a.v) sahabeyle olan ilişkisinde karşısındaki şahsın mutlaka hâlet-i ruhiyesini dikkate alır, farklı sahâbelerden gelen aynı sorulara, soranın durumunu dikkate alarak farklı cevaplar verirdi. En üstün amelin ne olduğunu soran Abdullah b. Mes’ud’a, “Vaktinde kılınan namaz.”derken, Ebu Zerr’e ise “Allah’a iman ve onun yolunda cihad etmek.” şeklinde cevap verdi. Yine efendimizden tavsiye isteyen bir kişiye, “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol” derken, asabiliğini dikkate alarak başka bir sahabeye de kısaca “öfkelenme” diye buyurmuştur.

Yine şu hadise Hz. Peygamber efendimizin sahabeye olan yaklaşım ve samimi davranışını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Enes b.Malik anlatıyor:

Çölden bir bedevinin gelip Allah Resulune soru sorması hoşumuza giderdi. (Ashab-ı kiram peygamberimize çok sorular sorar bazen bu sorular yerinde olmaz, lüzumsuz kaçardı. Bu sıkıntı oluşturmaya başladı. Bunun üzerine hicri altıncı senesinde Maide suresindeki 101.ayeti “Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın” bir ikaz ve uyarı mahiyetinde indi. İşte bu ayetten sonra ashabı-ı kiram soru sormaya çekindiler. Ve bu ayetten henüz haberi olmayan bedevilerin soru sormalarını gözetlerlerdi.) Resûlullah (s.a.v) bir gün kalktı ve halka vaaz ve nasihat etmekteydi. O esnada bir bedevi çıkageldi. Hiç beklemeden gür sesiyle sorusunu sordu : Ey Allah’ın Resûlü! Kıyamet ne zaman kopacak? Bu soruyu işiten Allah Resûlü’nün yüzü asıldı. Biz “ona otur! Bak Allah Resûlü’ne hoşlanmadığı bir şey sordun!” dedik. Adam aynı soruyu tekrar sordu. Peygamberimizin yüz ifadesi daha da değişti. Bunuz üzerine biz adamı oturttuk. Adam üçüncü defa kalktı ve soruyu bir kez daha tekrarladı.tam o sırada namaz vakti geldi ve namaz için kâmet getirildi. Allah Resûlü namazı kıldırdıktan sonra döndü ve “kıyametin ne zaman kopacağını soran kişi nerede?”dedi. Adam, “Benim ey Allahın Resulü buradayım!” dedi. Allah Resulü peki sen onun için ne hazırladın diyerek soruya soruyla karşılık verdi. Adam ben onun için pek fazla nafile namaz, oruç, ve zekat hazırlayamadım. Fakat ben, Allah ve Resûlü’nü çok seviyorum! dedi. Bu cevap üzerine rahmet peygamberi, “kişi sevdiğiyle beraberdir ve sende sevdiklerinle beraber olacaksın”(Müslüm,1)buyurdu. Bu hadise Peygamber (s.a.v) ile ashabı arasındaki iletişimin güzel bir örneğidir. Soruyu soran bir bedevi, sorunun muhatabı ise Allah’ın Resûlü, soru ise bir beşer olan Allah Resûlünü aşan bir mesele idi. Muhataplarının seviyesini, ilgi alanlarını, merak ettikleri hususları öncelikli olan ihtiyaçlarını daima dikkate alan Hz. Peygamber (s.a.v) karşısındaki şahsın çölden geldiğini elbet biliyordu. Sorduğu soruyu doğrudan cevaplamak yerine ona karşı bir soru yöneltti. Adamdan aldığı cevaplardan hareketle aslında onun neyi öğrenmek istediğini anlamaya çalıştı. Zira adam, kıyametin hangi gün hangi ayda kopacağını değil kıyamet sonrasında kendi durumunun nasıl olacağını merak etmekteydi. Peygamber efendimizde adama öyle bir cevap vermişti ki sadece o bedevinin değil bütün dostlarının merakını gidermişti. ”Kişi sevdiğiyle beraberdir.” mesajı yalnızca ashabı değil onu seven herkesi sevinç ve ümide gark etti. Nitekim hadisi şerifi nakleden Enes(r.a) efendimizin sözlerini duyduklarında hissettikleri sevinci şöyle ifade etmektedir:

Biz islama girişimizden sonra Hz. Peygamber’in (sav) bu sözünden daha fazla hiçbir şeye sevinmemiştik” Evet Hz. Peygamber efendimiz karşısında kim olursa olsun onu kırmadan ona ilgi alaka gösteriyor, taleblerine değer veriyor, onlara olan sevgi ve muhabbetini izhar etmekten asla geri durmuyordu.

O (sav) ashâb-ı kiram’a olan muhabbet ve iltifatını zaman zaman açıkça izhar ediyordu:

Bir gün Muaz (r.a)’ın elini tutarak ona sevgisini izhar ederek:

Ey Muaz! Allah’a yemin ederim ki, ben seni gerçekten seviyorum.” buyurdu.

Muaz (r.a) da:“Anam babam size fedâ olsun yâ Rasûlallah! Ben de sizi çok seviyorum!” karşılığını verdi. Daha sonra Peygamber (s.a.v) Efendimiz, ona şöyle buyurdu: “Ey Muâz! Sana kıldığın her namazın sonunda:

Allah’ım! Seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk yapabilmek hususunda bana yardım eyle! duasını hiç bırakmamanı tavsiye ediyorum.” (Ahmed, V, 244)

Ne güzel bir muhabbet tezahürü. Allah Resûlü, bir din kardeşi olarak Hz. Muaz’ı seviyor ve bu muhabbetinin bir alameti olarak da mü’min kardeşinin istifade edeceği bir tavsiyede bulunuyor.

Yine Hz. Sa`d bin Ebî Vakkas, cennetle müjdelenen on Sahabîden biriydi. Allah Resûlü zamanında bütün gazâlara katılmıştı. Uhud Harbinde Fahr-i Kâinat efendimize vücudunu siper etmişti. Müşriklere öylesine ok attı ki, Allah Resûlünün, hiçbir fâniye nasib olmayan şu hitabına mazhar oldu:

"Anam babam, sana fedâ olsun yâ Sa`d, durma at!"(İbn Sa’d, Tabakat)

Ashabıyla iletişiminde az, öz ve hikmetli sözler söylerdi:

Allah Resûlü, her şeyden evvel vahyin ilk muhatabıydı.Yani Kur’an’ın ilk talebesiydi. Dolayısıyla kullandığı dil, uslûp, kelimeler ve kavramlar herşeyden evvel Kur’an vahyinin ürünüydü. Sözü uzatmaz, az, öz ve hşkmetli sözler söylerdi. Genel olarak Ashabı kiramın kolayca anlayabilecekleri bir dil kullanırdı. Konuşması gayet suhuletli ama yorucu değildi. Hz. Aişe (r.anha) ifade ettiği gibi, “Resûlüllah’ın konuşması, işiten herkesin anlayabileceği kadar açık seçikti.” Çevresindekileri eğitmek amacıyla da olsa sürekli konuşmaz, ashâbına uzun uzadıya nutuk çekmezdi. Ancak ihtiyaç duyduğunda ya da kendisine sorulduğunda belli açıklamalarda bulunurdu.

Ashabına karşı eşsiz bir tevazu sahibiydi:

O’nu ilk kez ziyarete gelenler, huzuruna çıktıklarında heyecana kapılabilmekteydi. Nitekim Mekke’nin fethedildiği günlerde, Hz. Peygamber ile konuşurken heyecanlanıp titreyen bir şahsa,’’kendine gel! Ben bir kral değilim. Ben sadece kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!’’ demişti. Temim kabilesinden gelip Hz. Peygamber’in huzuruna çıkınca titreyen Kayle bnt. Mahreme’nin heyecanını da ‘’Ey kadıncağız! Sakin ol!’’ diyerek yatıştırmıştı.

Ashab-ı kiramdan sadır olan hatalara ve kusurlara karşı hikmetle ve öğretici bir yaklaşım sergilerdi:

Peygamberimiz (sav) bir gün ashabıyla beraber bulunuyorken, bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:

"Ya Resulallah! Ben felanca kadın ile arkadaş olmak istiyorum, onunla zina yapmak istiyorum." dedi. Ashab-ı Kiram, bu durumdan çok öfkelendiler. İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve huzuru Resulullah'dan çıkarmak isteyenler oldu. Bazıları bağırıştılar. Çünkü genç çok hayasız konuşmuştu.

Sevgili Peygamberimiz (asm) "Bırakın o genci buyurdu." Resulullah (asm), genci yanına çağırdı, dizinin dibine oturttu. Gencin dizlerini kendi mübarek dizine değdirecek bir şekilde oturttu ve:

"Ey genç, birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi?" diye sordu. Genç hiddetle:

"Hayır Ya Resulallah." diye cevab verdi. Resulallah:

"Öyle ise o çirkin işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan hoşlanmazlar." Sonra:

"Peki, bu çirkin işi senin kız kardeşinle yapmak isteseler, sever misin?" diye sorduklarında genç :

"Hayır, asla!" diyerek hiddetleniyordu.

"Şu halde insanlardan hiç kimse bu işi sevmez buyurdu." Sonra Hz.Peygamber (asm) mübarek elini bu gencin göğsüne/omuzuna koyarak şöyle dua etti:

"Allah'ım! Sen bu gencin kalbini temiz kıl. Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da bağışla."

 Genç, Resulallah (sav)'ın huzurundan ayrıldı. Bir daha günah işlemediği gibi böyle bir kötü düşünce aklından bile geçmeden yaşamış! (Müsned, V, 256-257)

İnsanlara yanlış ve doğruyu öğretmede, iletişimde onun yaklaşım tarzı ne güzel bir örnektir.

İnsanlara rehber olarak gönderilmiş olan Allah Resûlü’nün bütün hayatı Kur’an’ın tabiriyle “üsve-i hasene” yani en güzel örnektir. O. Sadece abdest, namaz oruç ve hac gibi ibadetlerin uygulamasında değil, insanlarla ilişkilerde ve iletişimde de ashâbına, Müslümanlara ve bütün insanlığa hep örnektir.

VAAZI İNDİR

Hazırlayan: Tanju Reis / Taraklı vaizi