menu
ALLAH'TAN ÜMİD KESMEMEK...
ALLAH'TAN ÜMİD KESMEMEK...
12 Mart 2021 Cuma Vaazı Yayınlandı mı? "Allah'tan Ümit Kesmemek" konulu 12.03.2021 Cuma vaazı sitemize eklenmiştir.

Allah'tan Ümidi Kesmemek | Mehmet ÇATALLAR

Allah'tan Ümid Kesmemek...

Korku ve Ümit Ne Demektir

Korku ve ümit, müminin Allah karşısındaki ruhi durumunu belirleyen ve davranışlarını etkileyen iki duygudur. Allah’tan korkmayı ve ondan ümit var olmayı ifade eder. Genel anlamda korku, insanın başına gelmesini istemediği bir şeye karşı duyduğu endişeyi, ümit ise, elde edilmek istenen bir şeye karşı kalbin ilgisi ve duyarlılığıdır. Müminler yaşantılarında Allah’tan korkmakta oldukları kadar ümit kesmemekle de yükümlüdürler.

Korku ve Ümidin Kişiyi Yönlendirmesi

Kur’an’da yer alan Allah korkusu, insanı ümitsizliğe ve neticede pasifliğe sevk etmez. Bunun aksine insanı korkunun nedenlerini ortadan kaldıracak tutum ve davranışlara yönlendirir, Allah’ın gazabına, cehenneme girmeye sebep olacak davranış ve yaşayışlardan inananları sakındırır. Bu kontrolle insan Allah’ın emirlerine uymaya, meşru ve güzel bir yaşantıya yönlendirilir.

Aynı zamanda Kur’an, insanların her durumda ümit içinde olmasını da ister. Bunun yanında ümit sahibi olmanın yollarını gösterir, bunun için kulluk görevlerinin tam olarak yerine getirilmesine de işaret eder. Zira ümitsizlik insanı kendini düzeltme ve arındırma çabalarından yoksun bırakır.

Korku ve Ümidin Âlâmetleri

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

De ki (Allah şöyle buyuruyor): "Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir." [Zümer, 53]

Ayeti kerime’de de zikredildiği gibi Allahın kulları ne kadar günah işlerse işlesin, tevbe kapısı daima açıktır. Ama bu ümit, kişiyi asla amelsizliğe de götürmemelidir. Zira amel olmadan ümit etmek, bizi tarlayı ekmeden biçmek isteyen kişinin durumuna benzetir. Ümit ve salih amelin beraber olmasının gereği ayeti kerimede şöyle zikredilmiştir.

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ

Âyetlerimize gerçekten iman edenler ancak o kimselerdir ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.” [Secde, 15]

تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ

Korku ve ümit içinde Rablerine ibadet ve dua etmek üzere vücutları yatak görmez, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah için harcarlar.” [Secde, 16]

Havf ve recâ yani korku ile ümit, gece ve gündüz gibidirler. Gündüzün güzelliği¸ ancak gecenin karanlığı ile anlaşılmaktadır. Recâ ile havf¸ kulu frenleyen iki dizgin gibidirler. Kişiyi her zaman ve her işte doğrulturlar. Recânın alâmeti¸ kulun gücü yettiğince ibadete yönelmesi¸ havfın alâmeti ise¸ kulun bütün aykırı davranışlardan kaçınmasıdır.

Günahlar Ne Kadar Büyük Olursa Olsun Tevbe Kapısı Dâima Açıktır

Kulun haddi aşması, günahlara dalarak Allah’ın hükümlerini çiğnemektir. Günah işleyen kişinin, her şeyden önce kendi ruhunu ve hayatını kirletmiş, kendisine zarar vermiş olacağına dikkat çekilmektedir.

لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا 

Bu âyet, Allah’ın rahmet ve affının asla ümitsizliğe izin vermeyecek derecede geniş olduğunu en açık bir şekilde ortaya koyan ilâhî müjde olarak değerlendirilir. Allah’ın iradesini sınırlayacak hiçbir güç bulunmadığı için O’nun bağışlama yetkisine belli şartlarla sahip olduğu gibi bir görüş de ileri sürülemez.

Bununla birlikte âyette geçen إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا Allah bütün günahları bağışlar” cümlesi, O’nun bir taahhüdü olarak anlayıp, inanan inanmayan, tövbe eden etmeyen, kendisine yönelen yönelmeyen herkesi bağışlayacağını düşünmek, kaçınılmaz olarak dinî ve ahlâkî gevşekliğe hatta anarşiye yol açar. Öte yandan kural olarak Kur’an’ın bir âyetini bütününden kopararak tek başına değerlendirmek ciddi yanlışlar doğurabilir. Nitekim âyette “Allah bütün günahları bağışlar” buyurulurken, Nisâ sûresinin 48 ve 116. âyetlerinde aynı ifadelerle,

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا

Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar” buyurulmuştur.

Görüldüğü üzere burada Allah’a ortak koşanların bağışlanmayacağı açıkça belirtildiği gibi bunların dışında kalanları bağışlaması da mutlak olarak ifade edilmeyip Allah’ın dilemesi şartına bağlanmıştır. Esasen aşağıda zikrettiğimiz bir sonraki âyet de Allah’ın affına lâyık olabilmek için her şeyden önce O’na yönelip teslim olmak gerektiğine işaret etmektedir.

Allah’ın Affetmesinin Şartı, Ümit ve Korkunun Davranışlarımıza Yansımasıdır.

Rabbimiz şöyle buyurur:

وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ

Azap size gelip çatmadan önce Rabbinize yönelip O’na teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz.”

Allah’ın yardımını kazanarak affına ve rahmetine nâil olmanın, böylece ebedî kurtuluşa ermenin temel şartı, Allah’a yönelip teslim olmak yani O’na gerektiği şekilde iman edip hükümlerine boyun eğmektir. Buradaki, “Allah’a yönelme ve O’na teslim olma” buyruğunun anlam olarak tövbeden farkı yoktur. Zira tövbe de sonuç itibariyle kulun günahlarından pişmanlık duyup vazgeçerek Allah’a yönelip O’n ateslim olmaya karar vermesi ve bu kararını eyleme dönüştürmesidir.

وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ العَذَابُ بَغْتَةً وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ

Zümer Suresi 55. âyetteki “Rabbinizden size indirilen en güzel hükümlere uyun” buyruğu da bunu göstermektedir.

وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ

Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz Allah’ın rahmeti, ihsan sahiplerine çok yakındır.” [Araf; 56]

İhsan kavramının manasını, bizzat Hz. Peygamber’in (s.a.v) Cibrîl hadisinde yaptığı tanımda bulmaktayız. “İhsan nedir?” sorusuna Hz. Peygamber (sav); “ İhsan, Allah’ı görür gibi O’na ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir” şeklinde cevap vermiştir. [Buhari, İman, 37]

Havf ve Reca’yı Kalpte Bir Araya Toplamak

İnsanın çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurup fesattan korunması iyi bir kullukla mümkün olacağı için kullardan, hem korku hem de ümit duygularıyla dua edilmesi istenmiş; nihayetinde de “Muhakkak ki ihsan sahiplerine Allah’ın rahmeti çok yakındır” buyrulmuştur. Burada ki “iyilik edenler” (muhsinîn) kelimesi hem Allah’a kulluk ve dua ödevini yerine getirmeyi, her türlü bozgunculuktan uzak durmayı, hem de iyi bir insan, iyi bir kız, iyi bir oğul, iyi komşu, iyi ana-baba, iyi arkadaş, iyi teyze, iyi hala, iyi dayı, iyi amca, iyi bir torun ya da iyi bir dede ve nine olarak kullara karşı yükümlülüklerini yerine getirenleri kapsayacaktır.

İnsan ne kadar günah işlemiş olursa olsun, Allah’ın merhametinin genişliğini ve günah yükünü henüz yaşarken sırtından indirilmesi gerektiğini unutmamalıdır. Dünyada iken tevbe etmeden ahirette affedilmeyi beklemek İslam’ın ruhuna uygun bir davranış değildir. Nitekim ayeti kerimede;

أَفَأَمِنُواْ مَكْرَ اللّهِ فَلاَ يَأْمَنُ مَكْرَ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ

Allah’ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah’ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz.” [A’raf, 98]

O’nun günahkârlara mühlet vermesi ve onları farkında olmadan, beklenmedik bir anda cezalandırması” veya bu şekilde “ansızın gelen ceza” mânasında kullanılmaktadır. Müminler, inkârcıların aksine, yüce Allah’ın rahmeti gibi azabının da hak olduğuna inandıkları için, daima O’nun gazabına ve azabına uğrama endişesi içinde yaşarlar ki alınması gereken tavır budur.

يَا بَنِيَّ اذْهَبُواْ فَتَحَسَّسُواْ مِن يُوسُفَ وَأَخِيهِ وَلاَ تَيْأَسُواْمِن رَّوْحِ اللّهِ إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

Ey oğullarım! ... Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” [Yusuf, 87]

Müminin sahip olduğu korku da ümit de onu salih amele sevk edebilmelidir. Allah’tan korktuğunu iddia ettiği halde, bu hal kişiyi “salih amellere” sevk etmiyorsa kişi tekrar tekrar kendi ruh halini ölçüp, biçip, tartmalıdır. Zira Allah;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ

Ey iman edenler! Siz kendinize bakınız.” [Maide, 105] buyurmuştur.

Müminler bilirler ki; Allah’ın iyi dediği kullar cennete, kötü dediği kullar da cehenneme gideceklerdir.

إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ:وَإِنَّ الْفُجَّارَ لَفِي جَحِيمٍ

İyiler muhakkak cennettedirler, Kötüler de cehennemdedirler.” [İnfitar, 13, 14]

İyilerden olma ümidi ve kötülerden olma korkusu, müminlerin kalbinde her daim yer bulmalıdır.

Kur’ân, ümîdi iman ve onun gereklerini yerine getirmeyle ilişkilendirir. Müminlerin ümîdini canlı tutan şeyin iman olduğuna işaret eder. Gerçek mânâda ümîdin imanla birlikte var olabileceğine vurgu yapar.

اِنَّ الَّذِينَ اَمَنُوا وَالَّذِينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِى سَبِيلِ اللهِ اُولَئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَةَ اللهِ وَاللهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah, (onlara karşı) Gafûr ve Rahîm’dir.” [Bakara, 218]

Kur’ân, Allah’ın rahmetini umabilmenin koşulu olarak, ibadetlerin yerine getirilmesini, âhiret hesabını da dikkate almayı gösterir.

اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اَنَآءَ اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَآئِمًا يَحْذَرُ اْلاَخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُولُوا اْلاَلْبَابِ

Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, âhiretten sakınan ve Rabb’inin rahmetini uman gibi midir? De ki: “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Doğrusu ancak sağduyu sahipleri öğüt alır.” [Zümer, 9]

İşte Kur’ân, Allah’ın rahmetini umabilmenin asgari koşulları arasında, ilâhî değerlerin bilgisinin kaynağı olan Kur’ân’ı okumayı, namaz ibadeti aracılığıyla Allah ile irtibata geçmeyi, Allah’ın rızasını umarak sahip olunan maddî imkanlardan başkalarını da yararlandırmayı sayar.

اِنَّ الَّذِينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللهِ وَاَقَامُوا الصَّلَوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ

Allah’ın Kitab’ını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah için gizli ve açık sarfedenler, asla batmayacak bir ticaret umarlar.” [Fatır, 29]

Ümitli Olmak Güven ve Cesaret Verir

Allah’a inanmak ve O’na ümit bağlamak, bir mümin için sonsuz güven kaynağıdır. Bu güven müminin zorluklar karşısında cesur ve dayanıklı olmasını sağlar.

Müminlerin Allah’tan gelecek iyiliğe karşı umut beslemeleri, ölüm sonrası hayat için ümitli olmaları, onlara pek çok avantaj sağlar. Sahip oldukları ümit, müminleri başta zor koşullar olmak üzere her durumda cesur, gayretli, sabırlı ve mücadeleci yapar:

وَلاَ تَهِنُوا فِى ابْتِغَاءِ الْقَوْمِ اِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ فَاِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمُونَ وَتَرْجُونَ مِنَ اللهِ مَا لاَ يَرْجُونَ وَكَانَ اللهُ عَلِيمًا حَكِيمًا

O topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin! Eğer siz acı çekiyorsanız, onlar da sizin acı çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah’tan, onların ummadıkları şeyleri ummaktasınız. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

İnsanda ölüm sonrasında yaşanacak olan hayata imanın ve güzel bir âkıbete kavuşma ümîdinin vârolması ölüm korkusunu hafifleten faktörler arasında yer alır. Ölüm ötesi hayatın varlığı, birey için umut ve teselli kaynağı olur. Genel olarak din, ölüm korkusunu hafifleterek ümitsizliğin yol açabileceği olumsuz durumlar karşısında insana destek sağlar. Ebedî âlemin sonsuz haz ve mutluluğuna ulaşma arzusu ve ümîdi, insanı boşlukta kalmaktan, yok olup gitme endişesinden kurtarır. Yapılan araştırmalarda, ahiret inancının ümitsizlik gibi durumlarda insanlara ümit aşıladığı, kaygıları giderdiği, korkuları yatıştırdığı tespit edilmiştir.

Ümit, günah işlediği için bağışlanma isteğinin bir işe yaramayacağını düşünen kimseler için tedavi edici bir özelliğe sahiptir. Ümit sadece dünya hayatının maddi gerçekliğiyle sınırlı değildir. Yaşanan her şey ölümle son bulsa da, ümit ölüm sonrasına ve maddi dünyanın sınırlarının dışına uzanır. Âhirete inanan kimse, insanın dünyada hak ettiği şeylerin karşılığını alamamasından dolayı ümitsizliğe kapılmaz. Çünkü ödül ve ceza türünden hak edilen her şeyin âhirette teslim edileceği inancını taşır.

İnsanın, öldükten sonraki hayata ilişkin olumlu beklentileri, sevap ve ödül kazanma ümîdi olabilmesi için belli şartlar vardır. Bunların başında, ortak koşmadan Allah’a inanmak, O’nun meleklerine, O’nun gönderdiği tüm peygamberlere ve kitaplara iman edip, son peygamber Hz.Muhammed’in (sav) koyduğu değerlere uygun davranmak, kadere ve öldükten sonra dirilmeyi, sonrasında da yaşanacak olan âhiret yaşamını doğrulamak vardır:

قُلْ اِنَّمَا اَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى اِلَىَّ اَنَّمَا اِلَهُكُمْ اِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحًا وَلاَ يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ اَحَدًا

...Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın. ”

Dünya hayatından sonra Rabbiyle buluşmayı uman/inanan, öldükten sonra dirilmeyi ve âhiret hayatını doğrulayan, sevap ve ödül beklentisi içerisinde olan, O’nun manevi huzuruna çıkmayı temenni eden kimse; ilâhî değerlere uygun, iyi işler yapmalı, Allah’a inanmalı, O’nu bırakıp başka varlıklara tapmamalı, O’ndan başkasından medet ummamalıdır.

Şirk koşmadan Allah’a iman etmek ve O’nun koyduğu değerlere uygun davranışta bulunmak O’ndan ümit var olmanın koşuludur. Allah’a ortak koşan, davranışlarını ilâhî değerlere göre ayarlamayan kimse Allah’ın rahmetinden nasıl umutlu olabilir. Yalın bir ümitlilik hâli beklentilerin gerçekleşmesi için yeterli değildir. Ümit edilen hedeflere ulaşabilmek için tevbe kapısından geçerek bu yolda çaba göstermek gerekir.

Peygamber’in İzinden Gitmek, İnsandaki Ümidi Canlı Tutar

Âhirette ödül elde etme ümitlerini canlı tutabilmenin yolu, peygamberleri kendilerine örnek almaktan geçer. Nitekim âyet-i kerimede;

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِى رَسُولِ اللهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللهَ وَالْيَوْمَ اْلآخِرَ وَذَكَرَ اللهَ كَثِيرًا

Andolsun, Allah’ın Elçisinde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok anan kimseler için, uyulacak en güzel örnek vardır.” [Ahzab, 21]

Bu ayette, peygamberimizin hayatının örnek olduğu belirtilmiştir. Fakat bu örneklik, Allah’tan ümîdini kesen, kıyâmetin kopacağını beklemeyen kimseler için değil, Allah’ın rahmet ve iyiliğinden ümitli olan, kıyâmet gününün geleceğine inanan, sevap ve kurtuluş uman kimseler içindir. Allah’tan ümitli olmak, O’nu bilmeye ve tanımaya bağlıdır. Âhiret gününden umutlu olmak ise, dinî değerlere uygun olarak yaşamaya bağlıdır.

İman, âhirette ödül ve sevap görecek olmak, her türlü zorluğu kolaylaştırır. Bir yandan âhiret umudu peygamberleri örnek almaya götürürken, öte yandan peygamberlerin örnek alınması, âhiret umudunu da artıracaktır.

Nitekim;

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِيهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللهَ وَالْيَوْمَ اْلاَخِرَ

Andolsun, onlarda sizin için, Allah’ı ve “son günü” ümit edenler için güzel bir örnek vardır.” buyurulmuştur.

Müminler, Allah’ın huzuruna çıkarılacaklarına iman etmek ve ahiretin gerçekleşeceğini tasdik etmek suretiyle ümit içinde yaşarlar.

Müminlerin âhirete ilişkin ümit ve beklentileri zayıf bir duygu değil, samimi ve kesin bir inanışın desteklediği ruh hâlidir. İmanın oluşumunda yeri bulunan ümit olgusu, tasdîk, samimiyet gibi diğer temel unsurlarla birlikte bulunur.

مَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَآءَ اللهِ فَاِنَّ اَجَلَ اللهِ لاَتٍ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Kim Allah ile buluşmayı umarsa; Allah’a kavuşma vakti gelmektedir. O, işitendir, bilendir.” [Ankebut, 5] âyet-i kerimesi Allah’ın emir ve yasaklarına karşı teslimiyet gösterenlerin ahrette karşılaşacağı mükafat ümidini canlı tutacaktır.

Âhirette iyilik görmek ve iyilik gören kimselerle birlikte olabilmek için Allah’a ve O’nun gönderdiği mesajlara inanmak gerekir. Âhirete inanmak ve Cennet’ten ümitli olma eğilimi, insanı Allah’a yakın olmaya, kulluk yapmaya motive edecektir. Zira bu ruh halini yaşayan müminler teslimiyet duygusuyla;

وَمَا لَنَا لاَ نُؤْمِنُ بِاللهِ وَمَا جَاءَ نَا مِنَ الْحَقِّ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِحِينَ

Biz, Rabb’imizin bizi iyiler arasına katmasını umarken, neden Allah’a ve bize gelen gerçeğe (hak peygamber ve getirdiği kitaba) inanmayalım?” [Maide, 84] demektedirler.

Allah-u Teâla, peygamberlerin insanlara her konuda önder, lider, rehber ve yol gösterici olarak göndermiştir. Böyle olduğu için onların ibret ve öğütler ile dolu kıssalarını Kur'an'da bizlere anlatır. Başta, peygamberlik görevini yaparken müşriklerin ağır baskısı ile karşılaşmış bulunan Hz Peygamber (as) olmak üzere Kur'an-ı Kerim'i okuyan herkes için bu kıssalar, ders ve ibret verici niteliktedir.

Yüce Allah, hangi şart altında olursa olsun kendisine güvenip dayanmamızı, kendisinden yardım talep etmemiz gerektiğini bizlere öğretmektedir ki bu İslam literatüründe “tevekkül” olarak bilinmektedir. Tevekkül insanın üzerine düşen vazife sorumluluğu ihmal etmesi demek değildir. Aksine bu sorumluluğun gereklerini elimden geldiğince yapması, ardından da Allah'tan yardım istemesi anlamına gelir ki, işte ümit burada başlamalıdır.

Korku ve Ümidin Gereği; Dua’dır.

Ümit ve korku ile yapılan dualar, müminlerin kalkanıdır. Kul, Allah rızası için çaba gösterdiği ve kulluk şuurunu sürdürdüğü müddetçe, Allah onun yardımcısıdır. Üstelik dua sadece bir şey istemek için yapılan, yapılmak zorunda ondan şey de değildir. Mümin, sırf Allah'ın rızasını kazanmak onun nimetlerine şükretmek onun Yüce zatına Hamd-ü Sena'da bulunmak için de dua eder ve etmelidir. Bunun dışında yaşam içerisinde karşılaşılan her türlü zorluk karşısında müminin Allah'a el açıp yalvarması ve yakarması onun kulunun bir gereğidir.

Nitekim ayeti kerimede

قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي

وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي

Rabbim gönlüme ferahlık ver işimi bana kolaylaştır” şeklinde dua ettiği bildirilen Hz Musa (as), vazifelerini ihmal etmiş değildir. Aksine onun Allah'ın mesajını insanları anlatmak için Firavun gibi bir kişi karşısında verdiği mücadele, tarihte yerini almıştır. Bu manada ümitsizlik asla müminin sıfatı olamaz. Mümin elinden geleni yapar ve sonrasında Allah'a dua eder ayet-i kerimede de;

قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً

Eğer duanız olmasa Rabbim size niye değer versin ki [Furkan, 77] buyrulmuştur.

Hz Peygamber (as) İslam davetinin daha ilk günlerinde bu yolda yapayalnız iken dahi hiç sarsılmadan tebliğ vazifesine koyulmuştu. Aradan geçen uzun yıllar boyunca gördüğü kötü muamelelere en yakın akrabaları başta olmak üzere hemşehrilerinin pek çoğu tarafından karşılaştığı hakaret, alay, iftira, şiddet ve işkencelere sabır ve metanetle göğüs gelmişti. Çevresindeki müminleri korumak imana sabit tutmak için muazzam bir çaba göstermişti. Nihayet Mekke halkanın şirkten vazgeçip Tevhid inancını benimsemesi konusundaki ümitleri zayıflayınca çevre şehirlerinden olan Taif kentine yönelmiş ancak orada da tıpkı Mekke'dekine benzer şekilde kötü tepkiye maruz kalmıştı. Olan bunca hadiseye rağmen kendisini taşlayanlardan korunmak için sığındığı bir bahçede ellerini açıp Allah'a yalvarırken, “Ey Allah'ım ey merhametlilerin en merhametlisi, gücümün zayıflığını, çarelerimin azlığını ve insanlar karşısındaki güçsüzlüğümü Sana arz ediyorum Sen merhametlilerin en merhametlisisin, diyerek "Ümit ediyorum ki, Allah onların (Taif’lilerin) soyundan tek olan Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil çıkartacaktır." [Buhârî, Bed’ü’l-halk, 7.] diyerek durumunu her şeyi bilen Allah’a arz etmiş ve Allah’ta bu durumdaki peygamberine Medine'ye hicretin kapılarını açmış sonrasında da Uzun yıllar sonra Taif’teki yeni nesil İslam’ın hizmetkârı olmuştu. Hicretle beraber müminlerin imtihanı bitmemiş, Medine'ye giden peygamber, müşriklerden sonra entrikalar çeviren münafıklarla karşılaşmıştı. Yani bu da demek oluyor ki, imtihan her süreçte farklı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Dertler karşısında yapmamız gereken ise ümit ile hareket etmek, elimizden gelen bütün gayreti göstermektir. Zira bilinmelidir ki, ne kadar ferah içinde yaşarsak yaşayalım, “Dünyada rahat yoktur.”

Hz Peygamber (as)’da hicretten kısa bir sonra süre sonra Bedir'de müşriklerle savaşmak zorunda kalmış, ardından Uhud Savaşı ve ardından da Hendek'te kendisini ve İslam dinini yok etmek isteyen putperestlerle tekrar tekrar imtihan olmuştu. Hemen sonrasında Efendimiz (as) evlatlarını kaybetmiş, hanımı ve kendisine destek olan amcasını kaybetmiş ve imtihanı devam etmişti.

İşte bu sebeple bir mümin de peygamberinin çektiği zorlukları da düşünerek, dünyevi dertler karşısında asla pes etmemeli, mücadeleye sonuna kadar devam etmeli ve dua ve namaz ile de Allah’tan yardım talep etmelidir.

Yüce Allah:

اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِراً وَاِمَّا كَـفُوراً

Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredenlerden olur, ister nankörlerden.” buyurarak elçileri aracılığıyla hakikatleri insana iletmiştir.

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ

Kim dine ve dünyaya yararlı bir iş yaparsa kendi iyiliği için yapmış olur; kim de kötülük işlerse kendi aleyhine işlemiş olur. Senin rabbin kullarına asla haksızlık etmez.”

İnsan yaptıklarından sorumludur ve eylemlerinin sonucuna kendisi katlanır. Bilinmelidir ki, kul en çaresiz kaldığı durumlarda dahi Allah kendisini bırakmaz. Ve şöyle buyurur;

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ

İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki alıcı (yaptığını) alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız.”

Kul, yaptığı her iyilikte meleklerin desteğini hissederek gönlü huzurla dolar ve ölüm onu ürkütemez. Çünkü ümit ve korku ile beraber yaşayan kişi meleklerin ölüm anında onu şu sözlerle karşılayacağına inanır:

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

"Rabbimiz Allah’tır" deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: "Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin., “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vaad edilmekte olan cennetle sevinin!”

نَحْنُ اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَشْتَـه۪ٓي اَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَۜ

نُزُلاً مِنْ غَفُورٍ رَح۪يمٍ۟

Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah’tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği istediğiniz her şey var.” [Fussilet, 30-32]

Hz. Peygamberi’in (as) şu Hadisi Şerifi bizlere ne şekilde ümitli olmamız gerektiğini beyan etmektedir.

Hz. Enes (radıyallahu anh) şöyle anlatmıştır: "Rasulullah (as) buyurdular ki: "Allah Teâlâ Hazretleri diyor ki: "Ey âdemoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey âdemoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım." [Tirmizi, Sünen, Daavat, 49, V, 548.]

Rasulullah’ın hayatından bir örnek daha vererek konuyu sonlandıralım.

"Rasûlullah (as) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Ona sordu:"Kendini nasıl buluyorsun?" ölüm döşeğindeki genç "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum" diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (as) da şu açıklamayı yaptı: "Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümit ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar." [Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 8, III, 311; İbn Mace, Sünen, Zühd, 37, II, 1429.]

Sonuç itibarıyle Rabbimizin ve Peygamberimizin hadislerinde bildirildiği şekliyle korku ve ümit içerisinde olan kişi, mümin olmanın temel şartlarından birini yerine getirmenin yanı sıra, dünya hayatında kendisiyle barışık, salih amellerle dolu ve huzurlu bir hayat sürmenin de tadına kavuşacatır.

Ve’l Hamdü lillahi Rabbi’l Alemin..

Mehmet Çatallar
Sakarya İl Vaizi


DOSYAYI İNDİR

Facebook Yorumları