menu
HZ. HUD (a.s.) KISSASININ MESAJI : DÜNYAYA DALMAMAK..
HZ. HUD (a.s.) KISSASININ MESAJI  : DÜNYAYA DALMAMAK..
29 Ocak 2021 Cuma Vaazı Yayınlandı mı? "HZ. HUD (a.s.) KISSASININ MESAJI : DÜNYAYA DALMAMAK " konulu 29.01.2021 Cuma vaazı sitemize eklenmiştir.

Hud Kıssasının Çağımıza Mesajları | Veysel ARAN [Haftanın Sohbeti]

Hz. Hud (a.s.) Kıssasının Mesajı: Dünyaya Dalmamak..

Hz. Âdem (a.s.) ile başlayan tevhîd mücadelesinin mâhiyeti, Kur'an-ı Kerim'de kıssalar yoluyla insanlara tebliğ edilmiştir. Esasen kıssaların nakledilmesinin sebeblerinden birisi de onlardan ibret alınmasıdır. Meydana gelen olayların sebeblerini iyi tesbit etmek ve aynı hataları tekrarlamamak esastır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:

لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿١١١﴾  

 "Andolsun onların kıssalarını açıklamada selîm akıl sahipleri için birer ibret vardır. Bu (Kur'an) uydurulacak bir söz değildir. Ancak kendinden evvel indirilen kitap'ların tasdîki, (Dine ait) her şeyin tafsilidir" (Yusuf, 12/111) hükmü beyan buyurulmuştur.  İnsanlar, Tufan felâketinden sonra yine azıtmışlar, yollarını sapıtmışlar, Allah'ın dinine aykırı işlere sarılmışlardı. Sapıtmış ve şaşırmış olan bu topluluklardan biri de "Ad" kavmi idi. 

 Âd kavmi, birçok nimetlere ve kuvvetlere kavuşmuş ,muhteşem binalar yapmış; fakat Yüce Allah'ın birliğini inkâr ederek putlara tapınmakta bulunmuşlardı. 

Hz. HUD (A.S)

Yüce Allah, Hz. Hûd (a.s)'ı, Amalika kavminden "Âd Kabilesi" adı verilen büyük bir kabileye Peygamber olarak göndermiştir. 

وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ﴿.5﴾

"Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (Peygamber olarak gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz."  (Hûd; 50)

Hz. Hûd (a.s)'ın ismi, Kur'an'ı Kerim'in çeşitli surelerinin yedi yerinde geçmektedir. 

Yine Kur'an'da, "Hûd Suresi" diye isimlendirilmiş tam bir sure de vardır..

Hud Aleyhisselâm; orta boylu, esmer tenli, çok saçlı, güzel yüzlü idi. Âdem Aleyhisselâma benzerdi . Güçlü, kuvvetli idi. Zühd'ü takva ve ibâdet ehli idi. Çok cömerd ve şefkatli idi. Yoksullara bol bol Sadaka verirdi. (Hud Aleyhisselâm M.Asım Köksal Peygamberler Tarihi Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1/117 )

Kur'ân-ı Kerim'de ismi yedi defa geçen Hûd peygamberin kıssası, Kureyş liderlerinin servetleri ve dünyevî iktidarları dolayısıyla gururlanmaları üzerine nazil olan âyetlerde anlatılmış, bu kavim müşriklerinin başlarına gelen felâket hatırlatılarak Mekkelilerin onlardan ibret almaları istenmiştir. Çünkü bu kavim Arabistan'da yaşamış en güçlü kavim olarak biliniyordu, buna rağmen ilâhî cezadan kurtulamamıştı. 

وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِنْ مَكَّنَّاكُمْ فِيهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَأَبْصَارًا وَأَفْئِدَةً فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ

(Ey Mekke halkı) andolsun ki, size vermediğimiz kudret ve serveti onlara (Âd kavmine) vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri, kendilerine bir fayda sağlamadı. Zîrâ onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi. (Ahkâf sûresi, 46/26.) 

Hz. Hûd(a.s.), Hz. Nuh (a.s.)'dan sonraki ilk peygamber olduğundan, Hûd kıssasıyla ilgili âyetler, genellikle Nuh kıssasının anlatıldığı âyetlerin peşinden gelmektedir. Bu iki toplumun halef selef olduğuna şöyle işaret edilmektedir:

ثُمَّ أَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا آخَرِينَ {31} فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ أَفَلَا تَتَّقُونَ

Sonra onların (Nuh kavminin) ardından başka bir nesil (Âd kavmini) getirdik. Bunun üzerine, onların arasından kendilerine, 'Allah'a kulluk edin; çünkü sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ Allah'tan korkmaz mısınız?' mesajını ileten bir Resul gönderdik. (Müminun, 23/31-32.) 

Tarihçiler, Nuh kavmi gibi putperest bir toplum olan Âd kavminin, Darrâ, Damur ve Heba isimlerini taşıyan üç puta taptığını bildirmişlerdir. İbn Kesir, Nuh tufanından sonra, putlara tapan ilk toplumun, bu kavim olduğunu söyler. Âd kavmi putperestleri, Kur'ân'da bildirildiğine göre ölümden sonraki hayatı da inkâr ediyor ve şöyle diyorlardı:

اَيَعِدُكُمْ اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَاباً وَعِظَاماً اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَۖ ﴿٣٥﴾ هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَۖ ﴿٣٦﴾

« (Bu adam) , size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (kabirden) çıkarılacağınızı mı vâdediyor?» 36«Bu size vaâdedilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzak!» 

  اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَۖ ﴿٣٧﴾

«Hayat, şu dünya hayatımızdan ibarettir. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; bir daha diriltilecek de değiliz.» 

  اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌۨ افْـتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِن۪ينَ ﴿٣٨﴾

«O, Allah hakkında yalnızca yalan uyduran bir adamdır; biz ona inanmıyoruz.» 

قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ ﴿٣٩﴾  قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ ﴿٤٠﴾  

O peygamber: Rabbim! dedi, beni yalanlamalarına karşılık bana yardımcı ol!  Allah şöyle buyurdu: Pek yakında onlar mutlaka pişman olacaklar! (. Mü'minûn Sûresi  , 23/35-40) 

Kendi İçlerinden Birinin Peygamber Olarak Gönderilmesi:

Allah Teâlâ, Âd kavmini kurtuluşa çağırması için, içlerinden birini yani Hz. Hûd’u peygamber olarak görevlendirdi. Peygamberlik görevine getirilen Hz. Hûd, Allah Teâlâ'nın mesajını kavmine ulaştırmaya çalıştı. Diğer peygamberler gibi o da, kavmini, Allah'a şirk koşmayı ve putlara tapmayı terk ederek, sâdece Allah'a tapmaya ve hiç bir şeyi O'na ortak koşmamaya çağırdı. 

Allah'tan başka ilâh olmadığını söyleyerek, O'na inanmayıp putlara tapmaya devam ettikleri takdirde, dünya ve âhirette şiddetli bir azaba çarptırılacaklarını haber vererek onları uyardı:

وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ﴿٥٠﴾ يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ﴿٥١﴾ وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراً وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِم۪ينَ ﴿٥٢﴾ 

Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz. 51. Ey kavmim! Ben, ona (peygamberliğe) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?   52. Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah'tan) yüz çevirmeyin.  (Hûd Sûresi,  11/50-52.) 

Kavminin Hz. Hud’u Yalanlaması:

Ne var ki, Hz. Hûd’un bu öğütleri de Âd kavminin doğru yolu bulmalarına yetmedi. Diğer müşrik toplumlar gibi, Âd kavmi müşrikleri de, peygamberlerini yalanladı. Kavmin ileri gelenleri, onu hakir görüp küçümsediler, davasını alaya aldılar, onu akılsızlık, sapıklık ve yalancılıkla suçlama yoluna gittiler.

Hz. Hûd’un karşısına dikilenlerin başında da, toplumun zengin ve müreffeh kesimi geliyordu. Mevcut durumun değişmesini dünyevî imkânlarının büyük kısmını kaybetmek olarak gören ileri gelenler, inanmamakla kalmıyor, diğer insanları da Hz. Hûd'dan uzaklaştırmanın yollarına başvuruyorlardı:

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ ﴿٣٣﴾ وَلَئِنْ اَطَعْتُمْ بَشَراً مِثْلَكُمْ اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ ﴿٣٤﴾  

"Onun kavminden, kâfir olup âhirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler, 'Bu şahıs, sâdece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer; gerçekten kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyana uğrarsınız.' dediler. (Mü'minûn Sûresi  ,33 - 34) 

Değer yargıları alt-üst olmuş Âd kavmi müşrikleri de, hak ve hakikate uymayı ve kendilerine her iki dünya saadetini garanti edecek prensipleri anlatan bir peygambere itaat etmeyi, ziyana uğramak olarak gördüler. İçlerinden biri olan o peygambere uymakla, şahsiyet ve değerlerini kaybedeceklerini zannettiler. 

Haktan sapmış olan her hâkim sınıf, tıpkı Kureyş eşrafı gibi, Allah'ın kullarına hükmetme hakkının sâdece kendilerinde olduğuna inanmış, dolayısıyla hâkimiyet ve liderlik sıfatlarının başkalarına verilemeyeceğini iddia etmiştir.

Her defasında peygamberlere karşı çıkan ve sonuna kadar direnen bu sınıf, âyette sayıldığı gibi, üç ortak özelliğe sahiptir:

a. Kavimlerinin liderleri olmak,   b. Zengin olmak,   c. Ahireti inkâr etmek,

Peygamberlerin karşısına dikilen bu insanlar, kendilerine zenginlik ve liderlik kazandıran hayat tarzlarının yanlış olabileceğini değil kabul etmek, böyle bir şeyi düşünmek dahi istememişlerdir.

Hele ölümden sonra bir hayatın varlığından ve dünyada yapılanlar dolayısıyla hesaba çekilmekten bahseden peygamberlere asla tahammül edememişlerdir. Bunun neticesinde de Allahın cezalandırmasıyla karşı karşıya kalmışlardır. Nitekim bu durum Kur’an’da şöyle dile getirilmektedir:

وَاِذَٓا اَرَدْنَٓا اَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً اَمَرْنَا مُتْرَف۪يهَا فَفَسَقُوا ف۪يهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْم۪يراً ﴿١٦﴾  وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِنْ بَعْدِ نُوحٍۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً ﴿١٧﴾  

Bir toplumu helak etmeyi istediğimiz zaman, o toplumun lüks ve refaha dalmış seçkinlerine son uyanlarımızı yaparız ve eğer onlar buna rağmen günahkârca yaşamaya devam ederlerse, azap hükmü artık o toplum için kaçınılmaz olur ve biz de onu darmadağın ederiz. Nuh'tan bu yana, biz, böyle nice toplumları yok ettik! Çünkü kullarının günahlarını bütünüyle görüp haberdar olmakta Rabbin gibisi yoktur. (İsra, 17/16.) (Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 153-158.).

Âd Kavmine Verilen Nimetler:

Hz. Hûd (a.s.), kavminin ileri gelenlerinin kendisini yalanlamaları ve peygamber olarak görevlendirilmesini yadırgamaları üzerine, Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlatarak davetini devam ettirdi. Allah Teâlâ'nın kendilerini Nuh kavminin ardından yeryüzünün varisleri kıldığını, vücut yapılan ve hâkimiyetleri bakımından onlardan üstün hâle getirdiğini söyledi. Nuh kavminin başına gelen felâketten ibret almaları ve kurtuluşa ulaşmak için Allah'a iman edip O'nun verdiği nimetlere şükretmeleri gerektiğini belirtti. Dünya ve âhiret saadetinin buna bağlı olduğunu açıkladı. O, şöyle diyordu:

Sizi uyarmak için, içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir haber gelmesini yadırgıyor musunuz? Düşünün ki, O, Nuh kavminden sonra onların yerine sizi hükümran yaptı ve yaradılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde, Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz. (A'râf, 7/69.)

Âd kavmi mensupları, sanki yeryüzünde ebedî kalacaklarmış gibi yüksek ve oldukça ihtişamlı binalar, köşkler yaptırıyor ve bunlarla gururlanıyorlardı. Hak ve adaletten uzaklaşmış yöneticiler, halka zulmediyor ve bu zorbalığı hüner sayıyordu. Hz. Hûd ise, onları bu kötülüklerden sakındırıyor, kendisine inanmaya ve Allah'tan korkmaya çağırıyordu. Kur'ân-ı Kerim, onun bu uyarılarını şöyle aktarmıştır:

كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ {123} إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ {124} إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ {125} فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ {126} وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ {127} 

 Âd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.  Kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?   Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.   Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.  Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. 

أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ {128} وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ {129} وَإِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ {130} فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ {131} وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَ {132} أَمَدَّكُمْ بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ {133}

Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz?  Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz? Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?  Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.  Bildiğiniz şeyleri size bol bol veren, Allah‘tan korkun.   ''O size verdi: davarlar, oğullar". 

وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ {134} إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ{135} قَالُوا سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظِينَ {136} إِنْ هَذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ {137} وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ {138} فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ {139} وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ {140}

"Bahçeler çeşmeler." (Allah'a karşı gelmek) den sakının.  Doğrusu sizin hakkınızda muazzam bir günün azabından endişe ediyorum.   (Onlar) şöyle dediler: Sen öğüt versen de, vermesen de bizce birdir.   Bu, öncekilerin geleneğinden başka bir şey değildir.  Biz azaba uğratılacak da değiliz.  Böylece onu yalancılıkla suçladılar; biz de kendilerini helâk ettik. Doğrusu bunda büyük bir ibret vardır; ama çokları iman etmezler.  Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. (Şuarâ, 26/123-140) 

Râzî, Allah'ın Hz. Hûd’un kavmini üç özelliğiyle tanıttığını belirtir:

a) Gösteriş ve debdebe için yüksek binalar yapmak;

b) Sağlam köşk ve kaleler inşâ etmek;

c) Zorbalık yapmak,  ( Tefsir, XXIV, 157). Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 159-161.)

DÜNYEVİLEŞME

Görüldüğü gibi insanoğlu, çarçabuk geçen dünya hayatını seviyor. Dünya hayatına önem veriyor.  Ancak ahireti ihmal ediyor, inkar ediyor veya erteliyor. Allahü Teala Kur’an-ı Kerim’de bu hususlarda şöyle buyurmaktadır. 

كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ {20} وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ {21}

“Hayır, hayır! Sizler, çabuk elde edeceğiniz dünya nimetlerini seversiniz. Ahireti bırakırsınız.” (Kıyame, 75/20-21)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ ﴿٥﴾  

 “Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın va’di haktır, öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatır  süresi ,5)

Bu ayet-i kerimede de görüldüğü gibi ; Dünya hayatının cazibesine aldanan insanlar , ölümü unutuyorlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılıyorlar. Böylece dünyevileşiyorlar..

Dünyevîleşme, Allah'ı ve âhireti tamamen inkâr etme neticesinde olabileceği gibi Allah'ın varlığını kabul ettiği hâlde bu inancın kişi üzerindeki etkisini görmezden gelme şeklinde de olabilir. Allah'ın varlığını kabul etmeyen, onu inkâr eden kimselerin pek çoğu âhiret hayatına inanmadıkları için zaten dünyevîleşmişlerdir.

 Öte yandan Allah'a iman etmiş ancak dünya hayatının geçici fırsatlarına aldanmış birçok Müslüman'ın da dünyevîleşmesi söz konusu olabilmektedir. Hiç kuşkusuz insanoğlunun doğasında dünyaya ve onun nimetlerine karşı bir ilgi bulunur. 

Dünya ve ahiret hayatı mukayese edilirken dünyanın kötülenmesi ve değersizliğine vurgu yapılması, insan için süslü kılınan dünya nimetlerine aldanılmasından dolayıdır. Ayet-i kerimelerde dünya nimetlerinin bu özelliğine şöyle vurgu yapılmaktadır:

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ اَمَلاً﴿٤٦﴾

“Mallar ve evlatlar dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan sâlih ameller ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha layıktır.” (Kehf 46)

 “Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insanlara süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmran 14)

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ot çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sararmış, ardından da çer çöp haline gelmiştir. Ahirette ise ya çetin bir azap yahut Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (Hadîd 20)

Kur'an'da anlatılan dünyevîleşmiş insan tiplerinin ortak özelliği dünyadan mal, şöhret ve hükümranlık gibi bir menfaat elde etmiş olmalarıdır. Rabbimiz, 

وَمَا اَرْسَلْنَا في قَرْيَةٍ مِنْ نَذيرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا اِنَّا بِمَا اُرْسِلْتُمْ بِه كَافِرُونَ 

“Biz, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri, 'Biz, sizinle gönderileni inkâr ediyoruz.' demişlerdir.” (Sebe’, 34/34)  buyurarak bu gerçeğe işaret etmektedir. 

Onlar bu dünyada her ne varsa Allah'ın olduğunu unutmuşlar, her şeyin kendilerine ait olduğunu düşünerek kendilerini tanrı yerine koymuş ve dünyanın menfaatlerine esir olmuşlardır. Onlar bu dünyayı âhirete tercih etmişlerdir.   Dünyaya aldanıp da ahireti unutanların mahşer günündeki durumlarını aşağıdaki ayeti celileler şöyle ortaya koymaktadır..

فَاَمَّا مَنْ طَغٰى ﴿37﴾ وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا ﴿38﴾ فَاِنَّ الْجَحيمَ هِيَ الْمَأْوٰى ﴿39﴾

“Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse şüphesiz, cehennem onun varacağı yerdir.”( Nâziât, 79/37-39.) 

DÜNYA SEVGİSİ:

Dünya sevgisine karşı Rasûlullah (s.a.s.) bizleri uyarmaktadır. Dünyevileşen Müslümanların , diğer milletler karşısında ne kadar çaresiz kalacaklarını Peygamber Efendimiz (a.s.) , aşağıdaki hadisi şerifte  gözlerimizin önüne sermektedir.

عَنْ ثَوْبَانَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «يُوشِكُ الْأُمَمُ أَنْ تَدَاعَى عَلَيْكُمْ كَمَا تَدَاعَى الْأَكَلَةُ إِلَى قَصْعَتِهَا»، فَقَالَ قَائِلٌ: وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ؟ قَالَ: «بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ، وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ، وَلَيَنْزَعَنَّ اللَّهُ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُمُ الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ، وَلَيَقْذِفَنَّ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمُ الْوَهْنَ»، فَقَالَ قَائِلٌ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، وَمَا الْوَهْنُ؟ قَالَ: «حُبُّ الدُّنْيَا، وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِ»

Sevban (radiyallahu anh) ‘dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi size karşı (savaşmak için) biribirlerini davet edecekler.”

Birisi:    “Bu, o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ;  “Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de vehn atacak” buyurdu. Yine bir adam:

“Vehn nedir, ya Rasûlullah?” diye sorunca,

“Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir” buyurdu. (Sünen-i Ebu Davud 4297  ,Ebu Davud, Melahim, 5).)

Hz. Hûd’un Yalancılık Ve Bölücülükler Suçlanması:

Putlara bağlılıkta ve onlara tapmakta ısrar eden Âd kavmi ileri gelenleri, Hz. Hûd’un bu uyarılarına ve kendilerinin başlarına gelebilecek korkunç bir azap ile ikazlarına aldırmadılar.

Aksine onu küçümseyerek öğüt vermesinin kendileri için bir değerinin olmadığını söylediler. Onu alaya alarak yalancılıkla suçladılar. Getirdiği bilgilerin, Öncekilerin yalan ve hurafelerin¬den ibaret olduğunu söyleyerek, öldükten sonra dirilmenin ve bu dünyada yapılanlar dolayısıyla hesaba çekilmenin gerçek olma¬dığını iddia ettiler. 

Yüce Allah, onların cevabı ve bu yüzden çarp¬tırıldıkları azap hakkında şöyle buyurmaktadır:   "Onlar şöyle dediler: 'Sen öğüt versen de, vermesen de bizce birdir. Bu, öncekilerin geleneğinden başka bir şey değildir. Biz azaba uğratılacak da değiliz.' Böylece onu yalanladılar. Biz de, onları helak ettik. Doğrusu, bunda, büyük bir ibret vardır; ama çokları iman etmezler. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak gâlib ve engin hikmet sahibidir. " (Şuarâ süresi, 26/136-140.)

Hz. Hûd (a.s.)'in gayret ve çabalan, müşrikleri ikna etmeye yetmiyordu. İleri gelen müşrikler, ona, davet ettiği şeylerin doğruluğunu ispat hususunda kendilerine açık bir mucize getirmediğini söylüyorlar ve bunu yapmadığı sürece onun sözlerine uymayacaklarını ve tanrılarını terk etmeyeceklerini açıklıyorlardi. 

Ayrıca, onun tanrılarından biri tarafından çarpılarak cezalandırıldığını ve bu yüzden aklını yitirdiğini ileri sürüyorlardı.  

Hz. Hûd (a.s.) ise, onların tapmakta olduğu putlardan tamamen uzak olduğunu, ne putlarından ne de kendilerinden asla korkmadığını, kendisine istedikleri kötülükleri yapabileceklerini söyleyerek müşriklere meydan okuyor, hem kendisinin hem de müşriklerin Rabbi olan Allah'a güvendiğini, her şeyin O'nun emri ve kontrolü altında cereyan ettiğini ve sâdece O'nun gösterdiği yolun doğru olduğunu bildiriyordu. 

 Görevinin Allah'ın emirlerini insanlara ulaştırmak olduğunu ve yalnızca bu görevini yerine getirdiğini açıklayarak, davetten yüz çevirdikleri takdirde, büyük bir cezaya çarptırılarak helak edileceklerini ve yerlerine başka bir  kavmin  getirileceğini  söylüyordu.   

Ancak  onlar  inkârlarını devam ettirdiler. Peygamberlerine isyan ederek başlarındaki zâlim zorbalara bağlı kaldılar. Bu tutumları yüzünden hak etmiş oldukları ilâhî cezaya çarptırılıncaya kadar tavırlarını değiştirmediler. . (Hûd süresi, 11/53-58.) 

Atalarının Dinine Uyacaklarını Söylemeleri:

Müşriklerin geleneksel tavrını takınan Âd kavmi ileri gelenleri, dinlerinin doğruluğu hususunda, çok meşhur, gerekçeye sığındılar. Yani benzeri durumlarda devamlı gördüğümüz gibi onlar, atalarının da aynı dinde olduklarını ileri sürerek, Hz. Hûd’u, atalarının dinini değiştirmeye çalışmak ve bölücülük yapmakla itham ettiler. Kuranda bu durum şöyle anlatılır.

Dediler ki: Sen bize tek Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir. 

(Hûd) dedi ki: «Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!». ) A'raf, 7/70-71.( 

TEVBEYE DAVET, SON İKAZLAR VE HÛD (Âd )KAVMİNİN HELAKİ

Hz. Hûd’u yalanlayıp davetini reddetmelerinden sonraki yıllarda Âd toplumunun yurdunda şiddetli bir kuraklık başlamış, uzun süre hiç yağmur yağmamıştı. Aslında bu kuraklık, tehdit edildikleri ilâhî azabın yaklaştığına dair bir ihtardı. Ne var ki, müşriklerde bu ihtarı anlayamadılar. Hz. Hûd, bu günlerde de davetini bıkıp usanmadan sürdürüyor, onları yaklaşan azaptan kurtarabilmek için, bu uyarıdan ibret almaya çağırıyordu.

Kendisine iman edip önceden yaptıkları kötülükler dolayısıyla tevbe ettikleri ve Allah'tan bağışlanma diledikleri takdirde bol yağmurlara kavuşacaklarını söylüyordu:

وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ وَلاَ تَتَوَلَّوْا مُجْرِمِينَ

Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü bol bol göndersin ve kuvvetinize kuv¬vet katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin. (Hûd, 52.)

Ad kavmi, Allah'ın peygamberi Hz. Hûd (a.s)'a karşı taşkınlık edip isyan ettiği, onlara ikaz ve uyarma fayda sağlamayıp sapıklıklarına devam edince, Allah, üç yıl boyunca onların üzerine yağmur yağdırmadı. Bela ve musibet artınca, yağmur duasına çıkıp yardım dilediler. Allah'ta, onlara, gökten koyu bir bulut gönderdi.

 Bulutu gördüklerinde, o gelen bulutun, yağmur dolu bir bulut olduğunu zannedip sevindiler ve birbirlerini müjdelediler. Çünkü yağmur duasına çıktıklarında, Allah'ın, dualarını kabul ederek rahmetiyle imdatlarına ulaştığını zannettiler. Fakat bulut, onları gölgelediğinde

O bulutun simsiyah olduğunu görünce, korktular. Daha sonra onların üzerine kuru bir rüzgar esti. Allah, bu rüzgarı, onların üzerine yedi, gece sekiz gün korkunç bir şekilde estirdi. Bunun üzerine de Allah, onları helak etti... Sanki vücutları, kökünden sökülmüş kuru hurma kütükleri gibi olmuştu. (Hakka: 69/7; Kamer: 54/19 (ç)) (Zariyât: 51/41-42)

 Âd kavminden helak olanlar, başka yerde helak olmuşlar gibi kendilerinden ve beldelerinden geriye bir kalıntı ve karaltı gölge bile kalmamıştı. Çünkü rüzgar, her şeyi yerle bir etmişti. Bundan dolayı da rüzgar, onlardan geriye hiçbir şey bırakmayıp her şeyi alıp götürdü.   Bu rüzgar, "kasıp kavuran bir rüzgar" diye Adlandırılmıştır. 

İbn Abbas'tan nakledilen bir rivayete göre, ilk defa Ad kavmine gönderilen bu rüzgâr, insanları ve hayvanları saman gibi savurarak onları yerden yere vuruyordu. Kâfirler bundan kurtulmak için evlerine kaçıp kapılarını kapattılar. Ancak, rüzgâr kapıları kırıp evlere gizlenenleri de helak etti. Yedi gece sekiz gündüz üzerlerine kum seli akıtan rüzgâr, geride ıssız evlerinden ve boş yurtlarından başka bir şey bırakmadı. Bugün ise, onlardan ibret olarak kalan bu yurt harabeleri de kaybolmuş, yaşadıkları Ahkâf bölgesi büyük ölçüde çöle dönüşmüştür.

فَلَمَّا رَاَوْهُ عَارِضاً مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ قَالُوا هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَاۜ بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُمْ بِه۪ۜ ر۪يحٌ ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ ﴿٢٤﴾  تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا فَاَصْبَحُوا لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ  كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ ﴿٢٥﴾  

Nihayet onu, vâdilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce: Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur, dediler. Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde acı azap bulunan bir rüzgârdır! O (rüzgâr), Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder. Nitekim (o kasırga gelince) onların evlerinden başka bir şey görülmez oldu. İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız. (Ahkâf Sûresi ,24 - 25) 

Âd kavminin cezalandırıldığı korkunç rüzgâr, Fussilet sûresinde sâika/kasırga/yıldırım olarak ifade edilmiştir. 

Bu âyette Allah Teâlâ, Sevgili Peygamberimiz'e hitaben şöyle buyurmaktadır:

فَإِنْ أَعْرَضُوا فَقُلْ أَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَ

"Eğer onlar (Mekke müşrikleri) yine yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Âd ve Semûd'un başına gelen sâika'ya/yıldırıma benzer bir yıldırıma karşı uyardım." ( Fussilet, 13)

Aynı sûrenin 16. âyetinde ise, rîhan sarsaran/soğuk ve şiddetli rüzgâr şeklinde tanımlanmıştır. Dilbilimciler, bu tâbirin, yakıcı sıcak, dondurucu soğuk, korkunç gürültü çıkaran rüzgâr anlamlarına geldiğine dair farklı görüşler beyan etmişlerdir. 

Kamer sûresinin 18-22. âyetlerinde aynı isimle verilen şiddetli fırtınanın, insanları hurma kütüklerini yerinden söküp devirir gibi nasıl yere serdiği açıklanmıştır:

كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ {18} إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ {19} تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ {20} فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ {21} وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ{22}

"Âd kavmi, peygamberleri Hûd'u yalanladı da, uyarım ve azabım nasıl oldu?! Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgâr (rîhan sarsaran) gönderdik. O rüzgâr, insanları, yerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu. Nasılmış, benim azabım ve uyarılarım?! Andolsun ki biz, Kur'ân'ı düşünüp öğüt alınması için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?"

İnkarcılara verilen bu ceza Ad kavminin isminin de zikredildiği bir başka âyette de şöyle dile getirilir:

"Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Ad kavmine; ülkelerde benzeri yaratılmamış olan sütunlar sahibi İrem'e, o vadide kayaları yontan Semûd'a, kazıklar sahibi Firavun'a! Bunların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler? Oralarda kötülüğü çoğalttılar. Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı. Şüphesiz Rabbin her an gözetlemektedir." (Fecr sûresi, 89/6-14)

(Yedinci âyette   "İrame   zâtül-ımâd" ifadesi ile sağlam sütunlarla   inşa   edilmiş   yüksek   binalara   sahip   İrem   halkı,   yani   Hüd   kavmi kasdedilmiştir. Müfessirlerden bâzıları İkinci Âd kavminin kasdedildiğini   söylemiş olsalar da çoğunluk birinci görüştedir ( Elmalılı, IX, 192).  

Çoğunluğun kanâatine göre ise burada İrem, Âd kavmine ait büyük bir şehrin ismidir. Rivayete göre bu şehir, Cennetin özelliklerini duymuş olan Şeddad b. Âd tarafından,  Cennete benzetilmek maksadıyla, yeryüzünde eşi ve benzeri olmayan bir şekilde Yemen'de inşâ edilmiştir. Ne var ki, yıllarca uğraşarak yaptırdığı bu şehre girmeden kendisi ve halkı yok edilmiştir. Bu sûretle "İrem Cenneti, İrem Bağı adı dilden dile dolaşır olmuştur.   [Hak Dini, IX, 194).Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 164-170.)

Hz. Hûd ve Mü’minlerin Kurtuluşu

Allah, rahmetiyle, Hz. Hûd (a.s)'ı ve ona inananları bu şiddetli azaptan kurtardı. Bu konuda Allah Teala şöyle buyuruyor:

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ

" Azap emrimiz gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik."  (Hûd süresi; 58)


Hz. Hûd ve beraberindekiler, bu felâketten sonra, bir rivayete göre Mekke'ye giderek oraya yerleşmişlerdir. Diğer bir rivayete göre ise, bulundukları bölgede kalmışlardır. 150 yaşında vefat ettiği söylenen Hz. Hûd’un mezarının yeri hakkında da farklı bilgiler nakledilmiştir. 

Hûd Kıssasından Alınacak Bâzı Dersler vardır..

İlk alınması gereken ders ise  zâlimlere asla itaat edinilmemesi gerektiğidir.

Allahu Teâlâ, bütün peygamberlerine, insanları köleleştiren, üzerlerinde baskı kurarak onlara acılar çektiren ve şahsî zevklerini tatmin için onlardan yararlanan zâlimlerle mücâdele etmelerini emretmiştir. Çünkü bu zâlimler, insanlar üzerindeki tahakkümlerini ellerinden kaçırmamak için, hem peygamberlerin azılı düşmanları olmuşlar, hem de diğer insanları baskı altında tutup peygamberlerle görüşmelerini ve onlara iman etmelerini engellemeye çalışmışlar; bu yolda her türlü şiddeti kullanmaktan çekinmemişlerdir.

Ancak peygamberler ve onlara îman edenler, hiçbir zaman bu zâlimlere boyun eğmemişlerdir. Zirâ onlara boyun eğmek gerçek imanla bağdaşmaz ve zâlimlerin emirlerine itaat edilmesi hususunda, mü'minin geçerli bir mazereti olamaz.

Mü'minler, ancak Allah'ın emirlerine sarılıp, zulmü ve haksızlıkları ortadan kaldırmak için zâlimlere karşı güç birliği ettiklerinde hedeflerine ulaşırlar. Her peygamberin başından geçmiş olan bu serüven, inananlar için en büyük örnektir. Peygamberlere uymak kurtuluşa, zorbalara uymak ise felâkete götürmüştür. Bu hususta Âd kavmiyle ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:

وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ ﴿٥٩﴾  وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ  اَلَٓا اِنَّ عَاداً كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟ ﴿٦٠﴾  

İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; O'nun peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular.   60. Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular. Biliniz ki, Âd (kavmi) Rablerini inkâr ettiler. (Şunu da) bilin ki Hûd'un kavmi Âd, Allah'ın rahmetinden uzak kılındı. (Hûd Sûresi  , 59 - 60)

İkinci alınacak ders ise üstün cesaretin önemi ve faydasıdır..

Peygamberler, din ve îman uğrunda büyük sabır ve cesaret göstererek, bu hususta da ümmetlerine örnek olmuşlardır. Hz. Hûd’un müşriklere meydan okuyarak, kendisine karşı istedikleri tuzağı kurmaya çağırması, bu çarpıcı manzaralardan biridir. O, müşriklerden gelebilecek her türlü tehlikeyi göze almaktan çekinmiyordu. Müşrikler «Tanrılarımızdan biri seni fena çarpmış!» dediklerinde Hz. Hud (a.s.), şöyle diyordu:

....ءٍۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ ﴿٥٤﴾  مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ ﴿٥٥﴾  اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٥٦﴾  

……… (Hûd) dedi ki: «Ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.»   «O'ndan başka (taptıklarınızın hepsinden uzağım). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin!»  

«Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır.» (Hûd Sûresi ,54 - 56)

Üçüncü alınacak derste: Yeryüzünde kibir sahiplerinin  ibretlik sonlarıdır..

Hak yoldan uzaklaşan insanlar, sahip oldukları dünyevî imkânlara aldanarak, Nemrut ve Firavun gibi yeryüzünde ilâhlık taslamaya kadar gitmişlerdir. Menfaatleri uğruna her şeyi göze alan Âd kavmi, "Bizden kuvvetli kim var?" diyecek kadar ileri gidiyordu. Ancak onların sonu, hep hüsran, hep perişanlık olmuştur:

فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ  اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ ﴿١٥﴾  فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ ﴿١٦﴾  

Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: Bizden daha kuvvetli kim var? dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi (mucizelerimizi) inkâr ediyorlardı. 

Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azâbını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok rüsvay edicidir. Onlara yardım da edilmez. (Fussilet Sûresi  , 15 - 16)

Âd kavminin durumu, bütün insanlara büyük bir ibrettir. Politik ve ekonomik güçlerine güvenerek şirki ve zulmü yaymak için gayret sarfeden, bütün müstekbir'lerin zaferleri geçicidir!.. Elbette azâbın en şiddetlisine şahid olacaklardır. Kısacık dünya hayatı için zorbalara boyun eğen ve şirkin hâkimiyetine râzı olanlar , Âd kavmini asla unutmamalıdırlar.

Önemli olan geçici olana aşırı düşkünlük göstererek kalıcı ve daha değerli olanın göz ardı edilmemesidir. Zira Cenâb-ı Hak, 

قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَليلٌ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى 

“Dünya malının (değeri) azdır. Âhiret ise takva ehli için daha hayırlıdır.” (Nisâ, 4/77.) buyurmuş ve 

اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ

“Bu dünya hayatı geçici bir eğlencedir; ama âhiret gerçekten kalınacak yurttur.” ( Mü’min, 40/39). âyetiyle de dünya hayatının ve kazanımlarının geçiciliğini vurgulamıştır.

Dünyaya rağbet, insanoğlunun sahip olduklarına her şeyden daha fazla değer vermesidir. Bu, dünyaya tamahın en tehlikeli boyutudur. Bu boyutta dünyevîleşen kişinin benliğini kuşatacak en büyük korku, sahip olduğu şeyleri kaybetme korkusudur. 

Kişinin tamah ettiği şey mal olunca o, bu malı kaybetme korkusuyla ondan en küçük bir miktarı bile başkasıyla paylaşmaya yanaşmayacaktır. Eğer bu tamah bir mevki ya da makama ise bu kişi elde ettiği makamı kaybetmeme adına her şeyi yapabilecek bir ruh hâline bürünebilecektir. Bu ise sadece o kişiyi değil sonuçları itibariyle tüm toplumu olumsuz yönde etkileyecektir.

Allah Resûlü, dünyada bir yolcu gibi olmayı ashâbına  tavsiye ediyordu. Nitekim bir gün Abdullah b. Ömer'in omuzunu tutarak, 

 كُنْ فِى الدُّنْيَا كَأَنَّكَ غَرِيبٌ ، أَوْ عَابِرُ سَبِيلٍ 

“Dünyada (kimsesiz) bir garip, yahut bir yolcu gibi ol!”( Buhârî, Rikâk, 3).buyurmuştu.

Allah Resûlü (s.a.v.), Kur'ân-ı Kerîm'de gelip geçici olduğu defalarca belirtilen dünya hayatı için  aşırı derecede hırs yapılmasını anlamsız buluyordu. Bir gün Tekâsür sûresini okurken sürenin peşinden şöyle buyurmuştu:

قَالَ: “يَقُولُ ابْنُ آدَمَ: مَالِى، مَالِى، قَالَ: وَهَلْ لَكَ، يَا ابْنَ آدَمَ مِنْ مَالِكَ إِلاَّ مَا أَكَلْتَ فَأَفْنَيْتَ، أَوْ لَبِسْتَ فَأَبْلَيْتَ، أَوْ تَصَدَّقْتَ فَأَمْضَيْتَ؟”

"Âdemoğlu, "Malım, malım!" der. Ey âdemoğlu! Acaba yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sadaka verip (âhirette karşılığını almak üzere) önden gönderdiğinden başkası senin malın mıdır?" ”  (Müslim, Zühd, 3)

Dünya malının ve hayatının değersizliğini  Yunus Emre ne güzel anlatıyor:

"Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?,

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan..."

Allah Teala aşağıdaki ayet-i Kerimelerde; dünya hayatını önemseyip ahireti ihmal veya inkar edenlerle; dünyaya değer vermeyip ahireti önemseyip , oraya hazırlık yapanların mahşer günündeki durumlarını şöyle ortaya koymaktadır:

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَاطْمَاَنُّوا بِهَا وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ اٰيَاتِنَا غَافِلُونَۙ ﴿٧﴾   اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمُ النَّارُ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٨﴾

Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve âyetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir! (Yûnus Sûresi  7-8)  

  اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْد۪يهِمْ رَبُّهُمْ بِا۪يمَانِهِمْۚ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ﴿٩﴾  دَعْوٰيهُمْ ف۪يهَا سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌۚ وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ ﴿١٠﴾  

İman edip güzel işler yapanlara gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt tarafından ırmaklar akan (saraylara) erdirir. 

Onların oradaki duası: «Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!» (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise «selâm» dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. (Yûnus Sûresi  , 9-10)

Veysel ARAN  / Geyve İlçe Vaizi

                

Facebook Yorumları