menu
ZULME KARŞI TOPLUMSAL DUYARLILIK
ZULME KARŞI TOPLUMSAL DUYARLILIK
Haftanın vaazı.. 12.09.2025 tarihli: "Zulme Karşı Toplumsal Duyarlılık" konulu Haftanın vaazı sitemize yüklenmiştir..

Zulme Karşı Toplumsal Duyarlılık

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ
“Ve asla zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hud, 113)

إِنَّ الظُّلْمَ ظُلْمَةٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
Hz. Cebir (r.a) rivayet eder: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Zulümden sakının. Çünkü zulüm, kıyamet gününde (zalime) zifiri karanlık olacaktır.” (Müslim, 2578)

Bugün sizlerle insanlık tarihi kadar eski olan zulüm ve ona karşı duruşumuz hakkında konuşmak istiyorum. Zulüm, toplumun bünyesini saran bir virüs gibidir. Elinde gücü olanlar zayıf olanları ezmektedir. İşte bu zulmün bir yönüdür. Diğer yönü ise kişinin Allah’ın emirlerinin dışına çıkmasıdır.

إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de en büyük zulmün şirk olduğu ifade edilmektedir. (Lokman, 13)

Zulmün Tanımı ve Boyutları

Zulüm; hak yemek, eziyet etmek, işkence uygulamak, baskı yapmak, adaletsizlik etmek, haddi aşmak ve söz ile fiilde aşırı gitmek demektir...
Zulmü artık kanıksamaya başladık. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ، وَذَلِكَ أَضْعَفُ الْإِيمَانِ
“Ey insanlar! Şüphesiz siz şu ayeti okuyorsunuz: ‘Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez.’
Oysa ben Rasulullah’ı (s.a.v) şöyle buyururken işittim:
‘Şüphesiz ki insanlar zalimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği azabı hepsine umumileştirmesi yakındır.’” (Tirmizî, 2168)

Zulme Karşı Toplumsal Duyarlılığı Kaybettik

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا...
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle buğz etsin; bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78)

إِنَّ اللَّـهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاءِ ذِي الْقُرْبَىٰ
Her Cuma hutbesinde Allah’ın adaleti emreden ayetini okuyoruz.
“Şüphesiz Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya vermeyi emreder...” (Nahl, 90)

Zulmü Kabul Etmeyeceğiz

Gazze’deki zulüm karşısında duyarsız kalışımız ve dünya ile kıyaslamamız...
Zalimin zulmüne sessiz kalan bir toplum, onunla beraber helake yaklaşır.

Zulümün Çeşitleri

Zulüm, adaletten sapmaktır. Şirk, faiz, iftira, zinaya yaklaşmak, kul hakkı yemek... Bütün bunlar zülümdür.. İnn’e şirke le zulmün azîm — Şirk en büyük zulümdür. (Lokman, 13)

Ülkenin Çöküşü Nereden Başlar?

Zulüm yaygınlaşır ve âlimler buna ses çıkarmazsa o ülke bozulur ve yıkılır. Din adamları suskun kalırsa toplum felakete sürüklenir.

Zulme Karşı Nasıl Mücadele Edeceğiz?

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ ۚ وَأُوْلَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Al-i İmran, 104)

Ümmetin Sorumluluğu

أَفْضَلُ الْجِهَادِ قَوْلُ الْحَقِّ لَدَىٰ سُلْطَانٍ جَائِرٍ
Peygamberimiz (s.a.v) buyurmuştur:
“En faziletli cihat, zalim sultanın yanında adaleti söylemektir.” (Tirmizî, Ebu Davud)

Zulüm Karşısında Sessiz Kalmayalım

Sevdiklerimiz yapsa da zulme karşı sesimizi çıkarmazsak, Allah’ın dediği gibi zalimlere meyletmiş oluruz. Müslüman ahlakı, yanlış gördüğünde bunu dile getirmektir.

Biz ise ne yapıyoruz? Bizden ise susuyoruz ya da “Bir bildikleri vardır” diyoruz. Ne hale geldik biz? Zulüm kimden gelirse gelsin zulümdür. Biz yapsak zalim oluruz, sevdiklerimiz yapsa onlar zalim olur. Sevdiklerimizin yaptıklarına ses çıkarmazsak, Allah’ın Hud Suresi’nde buyurduğu üzere zalimlere meyletmiş oluruz.

Müslüman ahlakı nerede? Yanlış bir şey gördüklerinde düşüncelerini belirtmiyorlar. Neyden korkuyoruz?

Biz sesimizi kısmaya alıştıkça, başkaları zulmetmeye alışır ve zulmünü artırır. Zalimin zulmüne sustukça, çöküş başlar.

Yaşadığımız çağda haksızlıklar o kadar çoğaldı ki, biz sesimizi çıkarmayarak, karşı durmayarak zulümlere adeta onay vermiş olduk. Zaman geldi, zulüm yapmayı kendimizde bir hak olarak görmeye başladık. Rüşvete, torpile, adaletsizliğe, yalana alıştık. Bunları da normal karşılar olduk. Bu sessizlik imanımızı da zedeliyor.

Bugün bir haksızlığı dile getirdiğinde, “Karışma! Başın belaya girer” diyorlar. Neden? Çünkü toplumun geneli çürümüş. Kimse başını belaya sokmak istemiyor. Zulme karşı toplumsal hassasiyeti kaybettik. Toplumsal bir felaketle karşı karşıyayız.

Adalet yok olduğunda insanlar konuşamaz hale gelir. İnsanlar konuşamadığında kötülük kök salar. Konuşmayan, zulme tepki göstermeyen halklar önce onurunu, sonra özgürlüğünü kaybederler.

Ümmet olarak iyi imtihan vermiyoruz. Bugün Gazze bizim aynamız olmuştur. Kur’an “Müminler ancak kardeştirler” (Hucurat/10) derken; ümmetin büyük kısmı kardeşlerini yalnız bırakmaktadır. Kur’an “Zulme meyletmeyin, yoksa ateş size dokunur” (Hud/113) diye uyarırken; bazı Müslüman ülkeler zalimlerle aynı masaya oturmakta, çıkar ilişkileri uğruna kardeşlerini gözden çıkarmaktadır.

Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
"المسلم أخو المسلم، لا يظلمه ولا يسلمه، ومن كان في حاجة أخيه كان الله في حاجته، ومن فرج عن مسلم كربة، فرج الله عنه كربة من كرب يوم القيامة، ومن ستر مسلما ستره الله يوم القيامة"
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim kardeşinin ihtiyacındaysa Allah da onun ihtiyacındadır. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da Kıyamet Günü onun sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanı gizlerse, Allah da Kıyamet Günü onu gizler.” (Buhari, Mezalim, 3) [Muttefekun aleyh]

Sevgili Peygamberimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
"انصر أخاك ظالما أو مظلوما"
Sahâbe-i kirâm, “يا رسول الله، أنصره مظلوما، أفرأيت إن كان ظالما كيف أنصره؟” diye sordular.
O da:
"تحجزه أو تمنعه من الظلم، فإن ذلك نصره" buyurdu.
“Zâlim de olsa, mazlûm da olsa kardeşinize yardım ediniz.” Sahâbe-i kirâm, “Yâ Resûlallah! Mazlûma yardım edelim, ama zalime nasıl yardım edeceğiz?” diye sordular. O da, “Zâlimin zulmüne mâni olursunuz; bu da ona yardımdır” buyurdu. (Buhârî)

Yüce Allah mühlet ve fırsat verir, fakat asla ihmâl etmez. Nitekim bir ayette:
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
“Zâlimler asla felah bulmazlar” (En’âm, 21) buyurulmuştur.

Bir hadîs-i şerifte de buyuruldu ki:
"إن الله ليملي للظالم حتى إذا أخذه لم يفلته"
“Hiç şüphesiz Allah zâlime mühlet verir, yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.” (Müslim, Sahîh, Kitâbu’l-Birr 61)

Enfal Suresi 25. ayet çerçevesinde durumumuza bakalım:

وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
“Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak bir azaptan sakının ve bilin ki Allah azabı çetin olandır.” (Enfâl, 25)

Kur’an mehcur bırakılınca, ciddiye alınmayınca, kulluk bilinci yitirilince, ahiret ertelenince, cehd ve gayret unutulunca, peygamberlerin elçiliği ıskalanınca başka söze ne hacet?

Baştan aşağıya çürüdük. Hem de sessiz kalarak. Toplumların çürümesi, bizim elimizle; abdestli, namazlı dediğimiz zümrenin eliyle gerçekleşiyor.

Kötülük sıradanlaştığında herkes “Ya bu ne ki, herkes bunu yapıyor” der. İnsanlar bir kötülük yaptığında, başkaları da kötülük yaptığında kendini rahatlatır, tatmin eder. Kötülükleri umursamazsanız, normalleşir, sıradanlaşır ve devam eder.

Bugün yaşadığımız toplumsal savrulmanın temelinde, hayatın merkezine Allah’ın rızasını değil, dünyanın geçici zevklerini yerleştirmemiz yatmaktadır.

İlahi ölçüleri bir kenara itip, insan eliyle kurulmuş sistemlerin sunduğu sahte özgürlük ve mutluluk vaatlerine sarıldığımız sürece; haz, hız ve hırs girdabında yok olmaya mahkûmuz.

Bugün bir karar vermeliyiz:
Ya iyiliği yeniden ayağa kaldıracağız,
Ya da kötülüğün ve zulmün sıradanlaştığı bir dünyada sessizce kendi çöküşümüzü izlemeye devam edeceğiz.

Doğrularımızı çoğaltacak, yanlışlarımıza ‘dur’ diyecek bir davetçi kimliği geliştireceğiz!
Bu nasıl olacak?

Bu, mücadele azmi ister, kararlılık ister, çaba ister, bedel ister, fedakârlık ister, feragat ister, samimiyet ister, liyakat ister, teslimiyet ister, temsiliyet ister, birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma ister. İhmal ve ihlallerin bedeli ağır olur. Yılların emekleriyle, tırnaklarla kazılarak meydana getirilen hasıla bir kibrit çakımıyla heba olabilir; o sebeple itina, devamlılık, muhasebe, murakabe ve muavenet ister.

Evet, hesabımızı kendimiz vereceğiz, ama o hesap sadece kendimizle de ilgili olmayacak!

Süfyan Sevri’ye, çölde susuzluktan ölmek üzere olan bir zalime su verilip verilemeyeceği sorulduğunda, “Hayır, verilemez” demiş. Tekrar sorulduğunda ise, “Bırakın ölürse ölsün” demiş.

Unutmayalım ki zulme karşı durmak sadece bir erdem değil, aynı zamanda imani bir sorumluluktur. Sessiz kalmak, zulmü onaylamak gibidir. Gelin adaletin sesi olalım, mazlumun yanında duralım, zalim karşısında dimdik duralım. Çünkü Allah adil olanları sever; zalimleri asla sevmez.

İbn Mes’ud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"إن أول ما دخل النقص على بني إسرائيل أن الرجل كان يلقى الرجل فيقول: يا هذا! اتق الله ودع ما تصنع، فإنه لا يحل لك، ثم يلقاه من الغد، فلا يمنعه ذلك أن يكون أكيله وشريبه وقعيده، فلما فعلوا ذلك، ضرب الله قلوب بعضهم ببعض"

“İsrailoğulları arasında dinden sapma ilk defa şöyle başladı:
Bir adam bir başka adama rastlar ve ‘Bana baksana! Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et. Çünkü bu sana helâl değildir’ derdi. Ertesi gün aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve onu kötü işinden nehy etmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalplerini birbirine benzetti.”

Sonra Resûl-i Ekrem şu ayeti okudu:

لُعِنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى لِسَانِ دَاوُودَ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ
كَانُواْ لاَ يَتَنَاهَوْنَ عَن مُّنكَرٍ فَعَلُوهُ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ

تَرَى كَثِيرًا مِّنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ أَنفُسُهُمْ أَن سَخِطَ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ

وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِالله والنَّبِيِّ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ أَوْلِيَاء وَلَكِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ

“İsrailoğullarından kâfir olanlar, Hz. Davut’un ve Meryem oğlu İsa (a.s.)’ın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, başkaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara ahiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir, onlar azap içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Mâide sûresi, 77-81)

Hz. Peygamber bu ayetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu:

"كَلَّا وَاللَّهِ لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، وَلَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ، وَلَتَأْطُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْرًا، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللَّهُ بِقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، ثُمَّ لَيَلْعَنَنَّكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ"

“Hayır, Allah’a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülükten nehy eder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrailoğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”
(Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7)

Bu rivayet, toplumun nasıl bozulmaya başladığını, niçin lânetlendiğini, yani Allah’ın rahmetinden mahrum bırakıldığını ve akıbetlerinin ne olduğunu gözler önüne sermektedir.
Şayet halkta başlayan bozulmaya âlimler ve yöneticiler engel olmaz, ma’rûfu emir ve münkerden nehiy vazifesini yerine getirmezler; aksine kötülüklere göz yumar ve kötülerle beraber düşer kalkarlarsa, onlarla yiyip içerlerse; Allah da kalplerini birbirine benzetir. Günah işlemeyenlerin kalpleri, günah işleyenlerin kötülükleri yüzünden karartılır. Çünkü onlar, günah işleyenleri günahlarından vazgeçirmemiş, aksine hoş görmüşlerdir. Böylece hepsinin kalpleri katılaşmış, hakkı ve hayrı kabul etmekten uzaklaşmış, isyanları sebebiyle rahmetten de mahrum bırakılmışlardır.

Bir millette pislikler ve hoş olmayan hareketler yaygınlaşır, bunları kınayıp protesto edecek kimse bulunmazsa ve bu rezillikler herkes tarafından görülürse; o zaman nefislerdeki heybet, kalplerdeki hayâ duygusu kaybolur. Bu kepazelikler, insanlar için alışkanlık haline gelir. İşlenen kötülüklere aldırmamak, özellikle din adamları ve âlimler için büyük bir suçtur.

Bu korkunç zamanda, son kertesine varan yaygın kötülükler ancak toplumdaki bireylerin el ve güç birliğiyle fesadın kökünü kazımalarıyla giderilebilir.
İşlenen günahlardan, haramlardan ve kötülüklerden memnun olan kimseler de o günahı, haramı işlemiş gibidirler.
Şöyle rivayet edilmiştir:
Yüce Allah, Yûşâ bin Nûn'a şöyle vahyetti:
“Senin kavminin hayırlılarından kırk bin, şerlilerinden altmış bin kişiyi helak edeceğim.”
Yûşâ: “Peki, hayırlıların kabahati nedir?” deyince, Yüce Allah:
“Çünkü onlar Benim adıma öfkelenmediler. Şerlilerle beraber yiyip içtiler.”
Bundan anlaşılıyor ki, zalimlere karşı Allah için kızmak ve onlara buğz etmek vaciptir.

فَلَمَّا نَسُواْ مَا ذُكِّرُواْ بِهِ أَنجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُواْ بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُواْ يَفْسُقُونَ


“Biz fenalıktan men edenleri kurtardık; zâlimleri de Allah’a karşı gelmekten ötürü şiddetli azâba uğrattık.” (A’râf sûresi, 165)

Bu ayet, önceki açıklamaların neticesi gibidir ve kötülüklere mani olanların kurtuluşa ereceğini müjdeler. Buna karşılık her türlü ikaza, tebliğe ve tehdide rağmen Allah’ın emirlerini dinlemeyenlerin ise şiddetli azaba uğrayacağı haber verilir.

Huzeyfe (radıyallahu anh)’den rivayet edildiğine göre, Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"وَاللَّهِ لَاَأْمُرَنَّكُمْ بِالْخَيْرِ وَلاَآمُرَنَّكُمْ بِالْفَحْشَاءِ إِلَّا فِي قَرِيبٍ مَنْ زِمْنٍ مِنْ أَعْلَا رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَيْكُمْ عَذَابٌ أَقْرَبُ مِمَّا تَحْبُونَ"
“Canımı, gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; ya iyilikleri emreder, kötülüklerden nehy edersiniz ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten 9)

Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dile getirmiştir:

"مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ"
“İnsanlar fenalıkları görüp de onları değiştirmeye çalışmazlarsa, çok geçmeden Allah Teâlâ onların başına umumî bir belâ verir.” (İbni Mâce, Fiten 20)

Kısaca ne yapmalıyız?
• İyiliği emredip kötülükten nehy etmek,
• Zalimin elinden tutup zulmüne engel olmak,
• Zalimi hakka döndürmek.
Şayet bunlar yapılmazsa, Allah kalplerimizi zalimlere benzetir ve sonra da İsrailoğullarının lânetlendiği gibi biz de lânete uğrarız.
Zulüm karşısında tarafsız kalınamaz. Eğer tarafsız kalınıyorsa, o zulüm bir gün herkesi bulacaktır.
Etrafımızda bu kadar zulüm olurken sessiz kalmak bir mümini rahatsız etmelidir; kalben buğz etmelidir. Bu kadar zulümler olurken bir Müslüman “Bana ne! Ben mi dünyayı kurtaracağım?” düşüncesinde olamaz.

Nu’man İbn-i Beşîr (radıyallahu anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"مَثَلُ الَّذِينَ يَتَخَاصَمُونَ فِي الْحَدِّ وَالَّذِينَ يَتَجَاوَزُونَ عَنْهُ كَمَثَلِ أَهْلِ السَّفِينَةِ الَّذِينَ اقْتَسَمُوا فِيهَا أَقْرَاضَهُمْ فَقَعَّتِ الْمَشْيَةُ فِي مَكَانٍ فَأَصَابَهُمْ الْغَرَقُ وَهُمْ يَخْرُجُونَ"
“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla, bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kura çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişti. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar:
‘Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz,’ dediler.
Eğer üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar ve helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.” (Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30; ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12)

Toplumda bir kısım insanların yaptıkları zulümlere, kötülüklere, işledikleri haramlara ve uygunsuz davranışlara göz yumulur, engel olunmazsa, toplu yıkım kaçınılmaz olur. Müslümanların görevi sadece kendileri kötülük yapmamakla sınırlı değildir; aynı zamanda başkalarının kötülüklerine de engel olmaktır.

Sohbetimi Mevlânâ (ks) sözüyle bitirmek istiyorum:
“Zulüm ile abad olanın sonu berbat olur.”
“Ey Rabbimiz! Bizi zalimlerin zulmünden koru. Bize adaletle hükmetmeyi nasip et. Mazlumlara yardım etmeyi, zalimlere karşı cesur olmayı bizlere lütfet. Kalplerimizi duyarlı, vicdanlarımızı uyanık eyle. Âmin.”

VAAZI İNDİR

Hazırlayan: Şaban PEKER / Baş Vaiz

Facebook Yorumları