menu
KARUN KISSASINDAKİ İBRETLER
KARUN KISSASINDAKİ İBRETLER
Haftanın Vaazı.. "Karun kıssasındaki İbretler ve Alınacak Dersler" konulu 26.11.2021 tarihli Cuma Vaazı sitemize eklenmiştir.

Karun Kıssasındaki İbretler

 إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِن قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ“ 

"Kārûn Mûsâ’nın kavmindendi. O, gücüne dayanarak onlara haksızlık etmekteydi. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını güçlü kuvvetli bir ekip bile zor taşırdı. Halkı ona şöyle demişti: “Sakın şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.”

(Kasas, 76)

Muhterem Mü’minler

Yüce kitabımız Kur’anı Kerim insana; Allah’a, kendisine, diğer insanlara, canlılara, çevreye, ve eşyaya olan sorumluluğunu bildirmek, anlatmak ve onu sırat-ı müstakime ulaştırmak için çeşitli metotlara başvurmuştur. Kur’an’ı Kerimdeki kıssalarda bu yöntemlerden biridir.

  Kıssa olarak bazen peygamberlere ve peygamberlerin risâlet görevini ifa ederken uyguladıkları yöntemlere, onların karşılaştıkları problemlere, muhatap oldukları kitlenin tavır ve davranışlarına dikkat çeker. Bazen daha önce vukua gelmiş önemli bir olaya (Ashabı Kehf, Bahçe Sahibi vs.) isim ve tarih belirtmeksizin dikkat çeker. Tabi şüphesiz Kur’an’da anlatılan kıssaların hedefi, sadece hikaye olsun diye tarihi olayları anlatmak ve geçmişten bir takım bilgiler vermek değil, bizzat ilahi mesajların muhatapların zihninde daha etkin bir şekilde yer etmesi ve ibret alınmasıdır.

Kur’an bu kıssaları tarihi derinliklerden insanın aklına, vicdanına, gönlüne adeta bir projeksiyon gibi yansıtması, onun ibret almasını, aynı hataya düşmemesini, içe dönük olarak kapsamlı bir muhasebe yapmasını sağlar. İşte bu kıssalardan biride Karun kıssasıdır.

 KARUN  KİMDİR ?

Hz. Musa (a.s) döneminde yaşamış, rivayetlere göre  Hz. Mûsa (a.s)’ ın amcasının oğlu idi. Buna delil olarak bazı tefsirlerin bildirdiğine göre “Kârun, Musa’nın kavminden idi” ifadesi onun Hz. Musa (s.a)’a yakın bir kimse olduğuna işaret eder.

Kârun, Tevrat’ta da adı Korah diye anılmaktadır. Musa ve Haruna karşı başlatılan isyan hadisesinde öncülük ettiği tevrat’ta da geçmektedir.

 İman etmeden önce Fravun’un yanında israiloğulları’nın temsilcisi olmuş, Hz. Musa’ya İman ettikten sonra kendisini ilme, hikmete ve ibadete verdiği, ayrıca Tevrat’ı en güzel okuyanlardan biri olduğu, Musa ve Harun’dan sonra israiloğulları’nın en bilgini ve üstün olduğu söylenir.  Hz. Musa (a.s)’dan simya ilmi öğrenmiş bu sayede çok büyük servet kazanmıştır. Fakat hırsı ve kıskançlığı yüzünden münafıklığa yeltenmiştir.

Kur’an’da Karun’un adı ve onunla alakalı kıssa farklı ayetlerde zikredilmiştir. Karûn da Fravun ve haman gibi son derece azmış ki Musa (a.s) ona da tebliğci olarak gönderilmiştir. Ayeti kerimde de şöyle buyrulur;

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ

إِلَى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ

“Andolsun biz Mûsâ’yı âyetlerimizle ve apaçık bir kanıtla Firavun, Hâmân ve Kārûn’a gönderdik; ama onlar, “O bir yalancı, bir sihirbaz!” dediler.”

 Ayrıca bu üçlünün ismi şu ayeti kerimede de geçmektedir ki akıbetlerini haber verir; 

وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَاءهُم مُّوسَى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِقِينَ

فَكُلًّا أَخَذْنَا بِذَنبِهِ فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

“ Kārûn, Firavun ve Hâmân’ın âkıbeti de aynı oldu. Gerçekte Mûsâ onlara açık seçik deliller getirmişti; ama onlar yeryüzünde ululuk tasladılar. Oysa kaçıp kurtulmaya güçleri de yoktu.  Her birini günahından dolayı cezalandırdık; kiminin üzerine taşları savuran fırtınalar gönderdik, kimini o korkunç ses yakaladı, kimini yerin dibine gömdük, kimini sularda boğduk. Allah’ın muradı onlara kötülük etmek değildi, fakat onlar kendi kendilerine kötülük ediyorlardı.” [Ankebut, 39, 40]

Allah Teala Kuran-ı Kerimde onu “beğa” kavramıyla tanıtıyor;

“Beğâ” ; Haddi aşmak, kibirlenmek, şımarmak, zulmetmek, bozgonculuk etmek gibi anlamlara gelir. 

Karun kavmine karşı maddi gücüne dayandı, kavmini  servetine istinaden küçük ve hakir gördü, kendini herkese karşı müstağni bildi ve böylece kibirlenerek haddini Hem hakka hemde halka karşı aşmış oldu.

KURAN’DA KARÛN’UN İBRETLİK HALLERİ

1-) İmandan sonra küfre yönelmesi

 فَبَغَى عَلَيْهِمْ

Daha önce Hz.Musa’ya iman etmiş olan Karun servet hırsı ile mubtela oldu. Çok büyük bir nimet içindeydi lakin hırsı, kibri ve kıskançlığı onu hak olan Musa’nın safından batıl olan firavunlar safına taşıdı ve bu durum asıl sahibi olan Rabbisini dahi kendisine unutturdu. Demek ki şiddetli mal hırsı bir mümine Rabbisini unutturabiliyor. Bu husustan her mümin ders çıkarmalıdır. Hangi servete, makama, mevkiye sahip olursan ol “Akıbet muttakilerindir”

2-)Nasihatlere aldırmaması ve gururlanması

إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِن قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ

 Kavminden iyi niyetli kimseler ona “şımarma” diye ikazda bulununca onları küçümsedi, kibirlendi, uyarıları hiçbir şekilde dikkate almadı. ”Şımarma Allah şımaranları sevmez” şeklinde uyarılara karşı dahi haddini aşacak tavırlar sergiledi. Servet ve zenginlik o kadar gözünü boyamış ki nimet ve zenginliğin Allah'tan olduğunu bilmedi, şükretmedi, kibirlendi. 

Seyyid Kutup “Fi Zilalil Kuran” adlı tefsirinde yukarıdaki ayeti şöyle yorumlar: “Malınla gururlanarak, servetine güvenerek, hazinene dayanarak, gücüne ve kudretine aşırı sevinme ve şımarma. Kendine o malı veren gerçek nimetin sahibini ve O’nun verdiği nimeti unutma.”

 Bu ayeti kerime günümüzde malıyla övünüp güçlü olduklarını ve diğerlerine göre servetiyle daha değerli olma kompleksine kapılanlara aynı şekilde hitap etmeyi sürdürmektedir.

Kıymetli Müminler 

Yukarıdaki bu ayeti kerimeden şunu da çıkarabiliriz; günümüzde Kârûnlaşan insanlara böyle bir uyarıyı yapan bireylerin ve toplumların bulunması gerekmektedir. Yani her devirde azan, şımaran, nimete nankörlük eden, insanlara karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen kişileri irşad edecek bireylere, toplumlara veya müesseselere ihtiyaç vardır. Mümin olarak bizler zaten iyiliği emretmek, kötülükten de sakındırmakla mükellefiz.

3-) Servet ve Kazanımlarını kendi bilgi ve becerisine nispet etmesi

Karun kendisine uyarılarda bulunan, malını yoksullar yolunda harcaması  ve asla şımarmaması gerektiğini kendisine duyuranlara karşı; “O (servet bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi” diyerek zenginliğin, onca kazanımların asıl sahibini unutarak kibirlendi ve bu sözüyle serveti üzerinde kimsenin söz ve hak sahibi olamayacağını ortaya koydu. Aslında bu algı inkarcıların ve ahireti unutup dünyevileşmenin tuzağına düşenlerin ortak özelliğidir.

Nitekim Zümer sûresinin 49. ayetinde bu hususa şöyle vurgu yapılır:

İnsan bir sıkıntıya düştüğünde bize yalvarıp yakarır. Ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde ise: “Bunu bilgim ve becerim sayesinde elde ettim” deyiverir. Halbuki o bir imtihandır; fakat insanların çoğu bunu bilmez.”

  Yukarıdaki ayet iki yüzlü insan karakterini ortaya koymaktadır, bir zarar ve sıkıntıya maruz kaldıklarında Allah’a yalvaran, nimete ve refaha ulaşınca söz konusu sıkıntı ve yakarışları unutarak nankörlük eden, sahip olduğu maddi değerleri kendi bilgisi sayesinde kazandığını sanan bir insan profili tasvir eder. Karun’da aynı tavrı sergiledi.

 Keza Fussilet 49. Ayeti kerimesi aynı durumu ortaya koyar:

 “Uğradığı bir sıkıntıdan sonra ona tarafımızdan bir nimet tattırsak mutlaka şöyle diyecektir: “Bu benim hakkımdır; ayrıca kıyametin kopacağını sanmıyorum ama, dönüp rabbime varacak olsam bile, O’nun huzurunda benim için güzel şeyler bulunduğundan eminim.” Biz, inkâra sapanlara neler yaptıklarını mutlaka açık seçik bildireceğiz ve onlara kesinlikle ağır bir ceza tattıracağız!”

  Bir sıkıntıdan sonra nimet ve bolluğa, rahatlığa kavuştuğunda bunu Allah’ın lutfu bilerek O’na şükran ve minnet duygularını arzetmek yerine, “Bu benim hakkımdır; bunu hak ederek kazandım; buna lâyık bir adam olduğum için Allah lutfetti” gibi sözler söylemek veya bu anlama gelebilecek küstahça bir tavır takınmak, açıkca cehâlet zihniyetiyle örtüşen bir iman ve ahlâk yoksulluğu, kendini beğenmişlik ve kendine güven işaretidir.  

 -Bu âyetlerden çıkardığımız derse göre iman ve ahlâkta kemale ermiş olan kişi ise, tam aksine, Allah karşısında kulluğunun bilincinde olur; nimeti O’ndan bilir, sahip olduğunda şükreder, kaybettiğinde sabreder; yoklukta olduğu gibi varlıkta da Allah’a kulluğunu ve niyazını sürdürür; nihayet âhiret konusunda tam bir sorumluluk kaygısı duyar, buna göre yaşar, buna göre konuşur.”

  Kârun da kendi bilgisi ve gayreti sayesinde zengin olduğunu iddia etti, yaşadığı toplumun serveti üzerinde hakkı olmadığını iddia etti. Bu zihniyete göre diğerlerin zenginlerin servetinde hakları yoktur. 

   وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمْ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَن لَّوْ يَشَاء اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ

"Bir başka ayette inkarcıların en temel özelliğinin bu olduğuna  şöyle vurgu yapılır: “Âllah’ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarf ediniz; denildiğinde, kâfirler mü’minlere dediler ki: Allah’ın dilediği taktirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içersindesiniz.” (Yasin, 47)

Yukarıdaki ayet çerçevesinden baktığımızda hakikat şu ki, insana rızkı veren ve onu varlık sahibi, servet sahibi yapan Cenabı-ı Haktır. Bu yüzden infak eden kimse, kendi malından değil, bizzat Allah’ın kendisine rızık olarak ihsan ettiğinden harcadığını düşünmeli, bu şuurla dağıtmalı ve cimrilikten sakınmalıdır. Zira sahip olduğu mal ve servet kendisinin değildir. Kuran bu hususta çok yerde hem ikaz eder hem de Allah yolunda infak etmeye teşvik eder.

4-) Allah’ın verdiği servetle âhiret yurdunu kazanmaya çalışmaması

وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ  

“Allah’ın sana verdiği (servetle) âhiret yurdunu kazanmaya çalış”

Ayeti kerimeye göre dikkat ettiğimizde çevresi Karûn’u dünyanın cazibesinden daha önemli bir gerçeğe yönlendiriyor. Yani halkı Allah’ın ona lütfettiği mal ile asıl hayat olan ahirete yoğunlaşmasını tavsiye etmektedir ki bu önemli bir noktadır. Ancak Karûn bu öğütlere de kulak asmadı, tavsiyeleri dinlemedi.

Bu ayeti kerime de Karun’a yapılan bu tavsiye üzerinden biz şu çıkarımı yapabiliriz; Nimetleri ahiret yurdunu kazandıracak şekilde kullanmak ve harcamak gerekir. Aynı şekilde ahiret hayatını kaybettirecek şekilde tüketmemek, haram yollarda ve şekillerde kullanmamak gerekmektedir.

وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا

“Dünyadan da nasibini unutma”

Halkı Karûna dünya-ahiret ikilemi içinde kalmaması için ona dengeli olmayı tavsiye ediyor. Bu öğüt dünyaya, dünyanın kıymeti kadar, ahirete de ahiretin kıymeti kadar (ki asıl hayat ahiret hayatıdır) değer vermeyi öngörmektedir.

5-) Allah’ın kendisine verdiği serveti halkından sakındırması

 وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ

“Allahın sana ihsan ettiği gibi sende başkalarına ihsan et”

  Yani Allah sana nasıl iyilikte bulundu, seni nasıl gördü, gözetti ise sende öylece başkalarına iyilikte bulun, başkalarını görüp gözet şeklinde özlü bir tavsiyedir. Aynı zamanda bu diğergamlığa bir çağrıdır. Beklentiye girmeden başkalarının iyiliğini istemek. Karun nezdinde insanlara bir öğüttür.

6-) Toplumda bozgunculuk çıkarması

وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِ       

Halkın Karûn’a verdiği önemli öğütlerden biride ülkede yani yaşadığı çevrede bozgunculuk yapmamasıdır. Peki Karun’un bozgunculuk yapması nasıl olur? Allah’ın kendisini gözettiğini göz ardı ederek. Ahiret hayatını hesaba katmaksızın nimetlerden dilediği gibi sınırsızca israf ederek, azgınlaşıp halka zulmetmesiyle olur. Ayrıca onun bu tutumu insanların içine kin, nefret, kıskançlık ve çekememezlik duygularının dolmasına da sebep olmuştur. Yine servetin sadece bazı kişilerin elinde tekelleşmesi de aynı şekilde toplumu fesada götürür.

7-) Karûn’un kendini beğendirme çabası

فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ

“Kârun, ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı….” ifadesi Karun’un kendisini beğendirme çabası içinde olduğunu gösterir. Başkalarını küçük görenlerin en büyük sıkıntısı kendini beğendirme hastalığıdır. Karun da bu marazi halini davranışıyla açık bir şekilde hissettirmek istedi.

 Kendini beğenmek insanı her türlü gelişmeden alıkoyan kötü bir alışkanlıktır. Böyle bir karaktere sahip olan kimse her şeyde kendi çıkarını önceler. Kendini beğenen insanlar her zaman imtiyazlı bir durum beklerler. Bu eğilim ferdin tutum ve davranışlarında, giyim ve kuşamında, insanlarla olan ilişkilerinde kendini belirgin bir şekilde gösterir.

İnsanların makamı, mevkii, maddi varlığı, kudreti, şan ve şöhreti ile kıymetlendirildiği günümüzde söz konusu özellikler etkin bir şekilde makes bulmaktadır. Kuranı Kerim insanları, mevki makam, servet ve kudreti ile değil, Allah’a bağlılıkları ve takvalarıyla değerlendirmektedir. “….Allah katında en değerli olanınız , O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır.” buyrulmaktadır. Dolayısıyla Karun kıssasında maddi imkanların, insanı değerlendirmede bir ölçü olamayacağına dikkat çeker.

8-) Karûn’un Akıbeti

فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِن فِئَةٍ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ المُنتَصِرِينَ

وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَوْلَا أَن مَّنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ

Dünya hırsı ve zineti, Kârun’u, toplumun üstünde olduğu izlenimine sevk etti. O, sahip olduğu hazinelerle şımararak nimetin asıl sahibini unuttu. Nimetlere şükretmesi ve insanlara ihsan etmesi gerekirken, nankörce bir tavır ortaya koymuş, bu tutum ve davranışlarının neticesinde helak edilmiş ve malı mülkü yerin dibine batırılmıştır. Kur’ân, Kârûn’a uygulanan cezayı şöyle dile getirmiştir: “Nihayet biz, onu malı-mülkünü da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi o, kendisini savunup kurtarabilecek kimselerden değildi.”

Görüldüğü gibi Karûn’un kem kendisi cezaya müstahak oldu, hem de serveti ve sarayı yok edildi. Halkını hakir görmesi, küçümsemesi, onlara haksızlık etmesi, dünya malı ile övünüp durması, Allah yolunda infaktan imtina etmesi, onu felakete getiren amiller oldu.

Şunu da ifade edelim ki Kur’an sadece Kârûn’u değil, nimetlerin şükrünü yerine getirmeyen, servetlerini tek değer vasıtası olarak kabul ederek halkına karşı ekonomik görevlerini ifa etmeyen kimselerin varlıklarının ellerinden alındığını haber verir.

          Karûn’un hususiyetlerini ve alınacak dersleri özetlersek;

  • Karun bilgisiyle ve yeteneğiyle övündü, infaktan kaçındı, kendinden önceki zamanlarda yaşamış güçlü-kuvvetli ve daha fazla servet sahibi olanların helak edilişinden ders çıkarmadı.”Bilmiyor muydu ki Allah ondan önceki kuşaklardan, ondan daha güçlü ve daha çok servet biriktirmiş kimseleri helâk etmişti.” 

  • Kabiliyet, zenginlik, güç, iktidar, kendisini ve sarayını helak edilmekten kurtaramadı. “Sonunda biz onu ve evini barkını yerin dibine geçirdik.”

  • Karun kıssası, Allah Teâlâ’nın zengin kıldığı kimseler için ibret levhasıdır ve aynı zamanda bir uyarıdır. Ayrıca zenginlerin mallarına imrenen yeterli ekonomik güce sahip olmayan kimselerinde ders alacağı önemli bir hadisedir.

  • Her başarıyı servet yığmada sananlar bu konuda ciddi murakabe yapmaları gerekir. Rabbimiz böyle bir muhasebenin yapılmasını her kuldan özellikle bu algıya sahip olanlardan istemektedir. Zaten Kur’an kıssalarının temel gayelerinden biri budur.

  • Sahip olduğu sermayesiyle ekonomik güç gösterisi yapanlar ve bununla kendini diğerlerinden üstün görmek, nimeti lütfeden Allah’a nankörlüktür.

  • Serveti ve malıyla kibir ve büyüklük gösterilerinde bulunma basitliği sergileyen, dilimizdeki tabiriyle “görmemiş” tavrı ortaya koyan her insanın Kur’an’daki sembol ismi Kârundur.

Bu yorumlar çerçevesinde diyebiliriz ki; 

 Kendisine lütfedilen nimet ve imkanlardan dolayı şımarmak, aşırı gitmek, nimeti ihsan edeni unutmak, gerekli yerlere infak etmeyerek malın şükrünü yerine getirmemek, dünyevileşerek ahireti unutmak, Karun ve onun gibi hareket edenlerin en belirgin karakteridir. Doğrusu bu gruba sadece inkarcılar girmez. Kendisini Müslüman olarak tanımlayıp Kurân’ın kazanma ve tüketim ahlakı ile ilgili belirlediği ilkelere bağlı kalmayarak dünyevileşen, yoksula, fakire ve yaşadığı çevreye karşı maddi ve manevi sorumluluklarını unutan, lüks ve israf içinde yaşayan kimselerde bu gruba dahildir.   

Sonuç

Kur’an’ı Kerime göre toplumların gerilemesine hatta helakine neden olan zulümlerden biri, ekonomik refahtan kaynaklanan azgınlık ve şımarıklıktır. Kur’an medeniyetlerin çöküş ve helak sürecinde toplumlar üzerinde söz sahibi olan “mütreflerin” yani nimetlerle şımaranların, taşkınlık yapanların etkili olduğunu bildirir. Mesela şu ayeti kerime bu durumu açıkça ifade eder: “Biz nimetleri içinde şımaran nice memleket halkını helâk etmişizdir…” Şımarma noktasına varan sevinme, taşkınlık yapma ve tüketimiyle üstünlük iddiasın da bulunma, fakir ve yoksulları üzdüğü gibi, nimete karşı düşkünlük, bencillik ve kendini beğenme de sebep olmaktadır.

Elmalılı Hamdi Yazır’a göre, “küfrün ve nimetin inkarının azabı, yalnız ahirette değil, dünyada da büyüktür. Nimet ne kadar büyük ne kadar olağanüstü ise, küfür ve inkarın azabı da o ölçüde eşsiz ve o nimetin zevali de o oranda acı olur.” İşte bu ve benzeri açıklamalardan hareketle nimetlere karşı inkar ve nankörlük içerisinde bulunan toplumların, verilen nimetlere orantılı olarak cezalara çarptırıldıklarını anlıyoruz.

Çıkarcı, hazcı, menfaatperest, egoist ve kendini üstün görenlerin akıbeti, Kârun gibi olmaya mahkumdur. Bu durum Allah Teala’nın değişmeyen kanunudur. Karun gibi aynı zihniyeti taşıyanların başına gelebilecek ilahi ceza başka şekillerde de tezahür edebilir. Ürünlerin tabi afetlerle zarar görmesi, küresel ekonomik kriz neticesinde bir anda servetlerin erimesi ve değer kaybına uğraması vs. Kur’an’ın Karun ve benzeri kıssaları örnek olarak takdim etmesi, aslında insanlığın ibret alıp kendisine çeki düzen vermesi açısından fırsattır. Bu çerçevede Kuran bütün insanlığı uyarır ve  لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ “...O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin…” ilkesini getirir ve servetin tekelleşmesini onaylamaz.

 Sakarya Taraklı Vaizi / Tanju REİS

   

       

 

Facebook Yorumları