menu
KOMŞULUKTA GÜVEN
KOMŞULUKTA GÜVEN
Haftanın Vaazı.. "Komşulukta Güven" konulu 18.02.2022 tarihli Cuma vaazı sitemize eklenmiştir..

Komşulukta Güven

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا 

“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi asla sevmez.”  (Nisâ, 4/36)

Kıymetli Kardeşlerim..

Güven; inanmak, emin olmak, endişelerden sıyrılmak, korkuları bir kenara bırakmaktır. 

 İslam’da iman ile güven arasında çok güçlü bir ilişki vardır. İslam’a göre, güvenin yegâne kaynağı Cenâb-ı Hak’tır. Yüce Rabbimizin esma-i hüsna’sından biri olan “el-Mümin”, emniyet ve esenlik veren, huzur veren, korkuları giderendir.

Mü’min ise, Yüce Allah’ın kudretine teslim olan, zihnini ve yüreğini en sağlam, bâki, değişmez mesnede yaslayan böylelikle huzura kavuşan kimse demektir.

 Onun için Allah’ın varlığına ve birliğine inanan mü’min, hem güven içinde, hem de başkalarına güven verendir.

Mümin, dünyada ve âhirette huzur ve mutluğa ancak bu güven sayesinde kavuşabileceğini bilir. 

Nitekim istiklal şairimiz Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936), bu hakikati şöyle dile getirmiştir: 

 “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol 

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” 

Bütün peygamberlerin ortak niteliği “doğruluk ve güvenilirlik” anlamına gelen “sıdk ve emanet” vasfına sahip olmalarıdır. Çünkü tebliğ ve davetin başarıya ulaşması için doğruluk, dürüstlük ve güvenirlik şarttır. 

Şiddetin, zulmün, talanın, istismarın had safhada yaşandığı Cahiliye döneminde Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) “Muhammedü’l-Emin” olarak anılmıştır.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.), hayatının her döneminde sadece müminlerin değil, düşmanlarının da kendisinden emin olduğu yüce bir şahsiyettir. Hz. Peygamber (s.a.v.), her şeyden önce güvenilir bir insan, güvenilir bir baba, güvenilir bir eş, güvenilir bir arkadaş, güvenilir bir dosttur. Akrabaya, komşuya, ticarette muhatap olduğu insanlara, idaresi altındaki Müslümanlara güven veren, özü sözü bir, sadık insandır. Hâkimliği, komutanlığı, imamlığı, risaleti güven üzerine kuruludur. 

Kur’an-ı Kerim’i Peygamberimiz (s.a.v.)’e getiren vahiy meleği nasıl “el-Rûhu’l-Emin” ise (Şuara, 26/193), Mekke, Kâbe nasıl “el-Beledü’l-Emin” ise (Tin, 95/3), Resûl-i Ekrem (s.a.s.) de öylece dosdoğru, öylece emindir. 

Peygamberimiz (s.a.v.), güvenilir olmayı, kendisini model, örnek alan bütün müminlerin ayrılmaz vasfı olduğunu şöyle belirtmiştir: 

اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ، وَالْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ عَلَى دِمَائِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ

“Müslüman, dilinden ve elinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir; Mümin, insanların canlarına ve mallarına zarar vermeyeceğinden emin oldukları kimsedir.” (Tirmizî, Îmân, 12) 

Komşulukta Güven

Emin elçimiz Muhammed Mustafa (s.a.v)’in ulaştırdığı son mesaj olan İslam, ortaya koyduğu ilkeleriyle “güvenilir bir toplum” meydana getirmeyi amaçlamıştır. Bunun için de getirdiği tüm hükümlerinin temel amacı; canın, malın, aklın, dinin ve neslin güvence altına alınması olmuştur. Güvence altına alınması zorunlu olan bu beş esasa, terim olarak ‘zarûrât-ı hamse’ denir. Şayet bu değerler yitirilirse hayatın düzeni yok olur, anarşi kol gezer, bozgunculuk ve kötülükler her tarafa yayılır ve âhiretteki ebedî saadet de yitirilmiş olur. 

Öyleyse, toplumda ailemizden sonra en çok içli dışlı olduğumuz komşularımızla aramızda güvene dayalı huzur ve mutluluğu nasıl sağlayabiliriz? Elbette ahlâkı Kur’an olan Emin Rehberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in söz ve davranışlarını örnek alarak gerçekleştirebiliriz.

Çünkü “Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için Allah’ın Resûlünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فٖي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَثٖيراًؕ

Şu bir gerçek ki birbirine karşı güven problemi yaşayan insanların mekân yönünden yakınlıkları olsa bile birbirlerine karşı mesafeli durmaları kaçınılmazdır. 

Bundan dolayı komşularımızla aramızda güven ve samimiyetin oluşması için onlara iyi davranmak, maddî-mânevî yardımda bulunmak, mutluluğunu ve kederini paylaşmak, onları himaye etmek ve onlara eziyet etmemek gibi Mü’mine, Müslümana yakışır şekilde davranmalıyız. 

Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de, başta anne-baba olmak üzere akraba, komşu ve dostlarımızla münasebetlerimizde ihsan şuuru ile muamele etmemizi emretmektedir. 

İslâm âlimleri tarafından Kur’an-ı Kerim’den sonra en güvenir kaynak olarak gösterilen İmam Buhârî’nin (ö.256/870) sahih hadisleri topladığı eseri “el-Câmiu’s-Sahîh”inde Ömer İbnü’l-Hattab (r.a.)’den (ö. 23/644) rivayet ettiği hadis-i şerifte,  Rahmet Peygamberi Muhammed’ül-Emin  (s.a.v.), ‘ihsan’ın tarifini şöyle yapmıştır: 

اَلْإِحْسَانُ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ

“Allah’ı görüyor gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O seni görmektedir.” (Buhari, iman, 36)

Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de komşularımız ile ilgili şöyle buyurmaktadır:

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا 

“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın.”  (Nisâ, 4/36) 

Kimler komşu sayılır? Bu konuda Hz. Ali (r.a.)’den gelen rivayete göre, birbirlerinin sesini duyacak kadar yakın olan kimseler komşu sayılır. 

Hz. Âişe (r.anhe) meseleye daha geniş bakmış ve evin her cephesinden kırkar hânenin komşuluk hakkı bulunduğunu söylemiştir. 

• Okuduğum âyet-i kerîmede mü’minlere on görev verilmektedir. 

Bunlardan biri de, yakın komşuya iyilik etmek. Evi bize yakın olan komşu veya hem akraba, hem de din kardeşi olan kimselere el uzatmak Allah Teâlâ’yı hoşnut eder. 

Diğeri ise, uzak komşuya iyilik etmek. Evi uzak olan komşu veya akrabalık bağı bulunmayan ya da Müslüman olmayan kimselere de yardım etmeyi dinimiz tavsiye etmiştir.

Âyet ve hadislerde “komşu” ifadesi mutlak olarak zikredilmekte olup dili, ırkı, dini ne olursa olsun her türlü komşuyu kapsamaktadır. Bundan dolayı komşunun Yahudi, Hristiyan veya hiçbir dine inanmayan bir müşrik olması bir Müslümana, ona karşı komşuluk hakkını gözetmeme yetkisini vermez.

Hadis âlimleri İmam Buhârî (ö. 256/870) ve İmam Müslim (ö. 261/875) ‘el-Câmi’s-Sahih/Sahîhayn’ adlı hadis kitaplarında Abdullah İbni Ömer (ö. 73/693) ve Hz. Âişe (ö.58/678) (r.anhume)’den şu hadis-i şerifi rivayet etmişlerdir: Abdullah İbni Amr İbni Âs (ö. 65/684-85) bir koyun kestirmişti. Hizmetçisine: “Yahudi komşumuza verdin mi? şeklinde birkaç defa telaşla sorduktan sonra, Hz. Peygamber’den duyduğu şu hadîs-i şerîfi söylemiştir:

مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حتَّى ظَنَنتُ أَنَّهُ سيُوَرِّثُهُ 

 “Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” (Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141) 

Hadîs-i şerîfteki “Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım” ifadesinin anlamı, Cebrâil bu konuda Allah Teâlâ’dan bir emir getirecek ve miras taksiminde tıpkı akraba gibi komşuya da hak tanıyacak sandım demektir.

Taberânî’nin (d.873-ö.971) rivayet ettiği bir hadîse göre Peygamber Efendimiz, üzerimizdeki haklarına göre komşuları üçe ayırmıştır:

Bir hakkı olan komşular: Gayr-i Müslimler gibi ki, bunların sadece komşuluk hakkı vardır.

İki hakkı olan komşular: Müslümanlar gibi ki, bunların hem komşuluk, hem de din kardeşliği hakkı vardır.

Üç hakkı olan komşular: Akraba olan Müslümanlar gibi ki, bunların hem komşuluk, hem din kardeşliği, hem de akrabalık hakkı vardır (İbni Hacer, Fethü’l-bârî, X, 456).

Gerek hediye, gerek sadaka, gerekse zekât verirken kapısı bize en yakın komşularımıza öncelik tanınması Kur’an’ımızın ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bize tavsiyesidir. 

Bununla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’den sonra en sahih kaynağımız olan İmam Buhârî’nin  (ö. 256/870) “el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ” adlı hadis kitabında Hz. Âişe (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

- Yâ Resûlallah! İki komşum var. Hangisine hediye vereyim? diye sordum.

- “Kapısı sana daha yakın olana ver” buyurdu.  (Buhârî, Şüf`a, 3)

Rehberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.):

مَنْ كَانَ يُؤمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ، فَلْيُحْسِنْ إلِىَ جَارِهِ

 “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusuna iyilik etsin.” buyurmuştur.

Bu hadis-i şerif’e göre ihsan şuuruyla yapılan iyilik, kişinin imanının göstergesi olarak ifade edilmiştir.

Komşularımız, ev halkımızdan sonra yüzlerini en çok gördüğümüz kimselerdir. Bu sebeple onların dindar ve iyi ahlâklı kimseler olması arzu edilir. Fakat kendilerini seçmek elimizde olmadığı için komşularımızın gayri müslim ve kötü ahlâklı olmaları da mümkündür.

Kötü komşulara karşı sabır ve tahammül göstermek, duruma göre münasip bir dille uyarmak, hatta onlara da iyilik yapmak ve ıslahları için dua etmek gerekir. 

Sahih kaynaklarımızdan olan Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) ‘Müsned’ adlı hadis kitabında rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisine faziletli amellerden bahsetmesini isteyen Ukbe bin Âmir’e (ö. 58/678):

“Seninle ilgisini kesenle sen ilgini kesme! Sana vermeyene sen ver, sana kötülük edeni sen bağışla!” (İbn-i Hanbel, IV, 148) tavsiyesinde bulunmuştur. 

• Komşuların en hayırlısı, komşusuna faydalı olandır. 

Komşusu için iyi şeyler düşünen ve her fırsatta ona faydalı olmaya çalışan, komşusuna zarar vermediği gibi, onun uğrayacağı fenalıkları elinden geldiği ölçüde uzaklaştırmaya çalışan kimse, hayırlı komşudur.

Hz. Peygamber (s.a.v.), iyi komşu olmanın ölçüsü olarak yakınında bulunan insanlara hayırlı ve faydalı olmaya bağlamıştır. Zira en yakınındaki komşusuna bile iyiliği dokunmayan bir insanın çoğu zaman başkalarına faydalı olması söz konusu değildir.

Bu konuyla ilgili olarak hadis âlimi İmam Tirmizî’nin (ö. 279/892)  hadis kitabı olan Sünenü’t-Tirmizî’sinde veya el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ diye bilinen eserinde Abdullah İbni Ömer (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Rahmet Peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

خَيْرُ الأَصْحَابِ عِنْدَ اللَّهِ تَعَالَى خَيْرُهُمْ لِصَـاحِبِهِ ، وَخَيْرُ الجِيرَانِ عِنْدَ اللَّهِ تَعَالَى خَيْرُهُمْ لِجَارِهِ 

 “Allah Teâlâ’ya göre arkadaşların hayırlısı, arkadaşına faydalı olandır. Yine Allah Teâlâ’ya göre komşuların hayırlısı, komşusuna faydalı olandır.”  (Tirmizî, Birr, 28)

Komşuya yapılacak iyilik ve ikramların neler olduğu Peygamber Efendimiz’e nisbet edilen bazı rivayetlerde tafsilatlı şekilde belirtilmektedir. Efendimiz (s.a.v.)’in bu tavsiyeleri şüphesiz komşularımızla aramızda güven ve huzuru sağlayacaktır. Bu davranışlar şunlardır:

• Borç veya ödünç bir şey isteyince vermek. 

• Yardım isteyince yardımına koşmak. 

• Mutlu günlerinde sevincine, kederli günlerinde üzüntüsüne ortak olmak. 

• Hastalanınca ziyaret etmek.

• Ölünce kabre götürüp defnetmek.

• Hediye etmek 

• İzni olmadan evinin bitişiğine rüzgârını kesecek şekilde bina yapmamak.

• Yemek yapınca komşumuza da bir miktar göndermek. (İbn Hacer, Fethü’l-bârî, X, 460 (Edeb 31); Ali el-Kârî, Mirkât, IV, 391)

Mü’min’in çevresine zarar vermesi, kötülük yapması, dolayısıyla insanların ondan uzaklaşmaları düşünülemez. Zira peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 

إِنَّ مِنْ شَرِّ النَّاسِ مَنْ تَرَكَهُ النَّاسُ أَوْ وَدَعَهُ النَّاسُ اتِّقَاءَ فُحْشِهِ

“İnsanların en şerlisi, kötülüklerinden korunmak için insanların kendisini terk ettiği kişidir.” (Tirmizî, Birr, 59) buyurmuş ve Ebû Zerr (r.a.)’ye şu nasihatte bulunmuştur: 

 اتَّقِ اللَّهَ حَيْثُمَا كُنْتَ وَأَتْبِعِ السَّيِّئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ

“Nerede olursan ol, Allah’tan kork. Kötülüğün ardından bir iyilik yap ki onu silsin ve insanlara güzel ahlâkla muamele et.” (Tirmizî, Birr, 55).

İnsanlarla güzel geçinmek, ahlâkî olgunluğun ve murâkabe şuurunun (kişinin her zaman ve mekânda Allah’ın kendisini gördüğünü hatırda tutması) günlük hayattaki ve beşerî ilişkilerdeki sonucu olmaktadır. Bu uygulamanın ölçüsü de  Peygamber Efendimiz tarafından, başkalarının kendisine yapılmasını istemediğini onlara yapmamak şeklinde belirtilmiştir. Böylece Hz. Peygamber mü’minleri, şu âyetin mânâsına uygun  davranmaya çağırmış olmaktadır:

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يبًا

 “Gerçekten Allah, üzerinizde gözetleyicidir (Nisâ, 4/ 1) 

• Komşularımızı rahatsız etmemek imandandır. 

İnsanın, hem Allah’a hem de yakın ve uzak çevresine, bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında ihsan şuuruyla hareket etmesi kişinin imanın güzelliğindendir. 

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَاٖيتَٓائِ۬ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ 

“Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.” (Nahl, 16/90)

 İhsan, “hayırlı bir işi bilerek ve en iyi şekilde yapma, Allah’a ihlâsla ibadet etme, başkalarına hak ettiklerinden daha fazlasını verme” gibi anlamlarda kullanılır. (Kur’an Yolu)

Fahşâ kelimesi, edep, hayâ ve iffete aykırı her türlü söz ve davranışı ifade eder. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “fhş” md.).

 Münker (Kötülük) ise genellikle mâruf kavramının zıddı olarak “aklın ve sağduyunun çirkin bulduğu, erdemli toplumun yadırgadığı tutum ve davranışlar” anlamına gelir. Öfkeyi tahrik eder, red edilir ve hoş karşılanmaz. Yani hakkı olmayan şeyi istemek, başkasının haklarına tecavüz etmektir ki, adaletin zıddı, yani zulümdür.

 Bağy ayette azgınlık, kibir, zulüm, haddi aşma ve insan haklarına saldırı anlamındadır. 

“Azgınlık  ve  zulüm”; insanın kendisine, insanlara ve diğer canlılara  karşı  olur. İnsanın  kendisine zulmü; inkâr ederek veya dinî görevlerini terk ederek dünya ve âhirette kendisini ilâhî cezaya maruz bırakacak  davranışlarda  bulunmasıdır. 

İnsanlara   zulmü   ise; mal, can, ırz, namus  ve  benzeri  maddî ve   manevî   haklarını   ihlal   etmek suretiyle  insanlara  eziyet  etmesidir.

 Diğer canlılara zulmü ise; hayvanlara  kötü  davranmak, işkence etmek, suları, ormanları, park, bahçe, cadde, sokak, çevre  ve  ortak   kullanılan   alanları   kirletmek suretiyle ekolojik dengeyi bozmak ve benzeri davranışlardır.

Ebu Hüreyre (ö. 58/678) (r.a.)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ باللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ، فَلا يُؤْذِ جَارَهُ ، وَمَنْ كَان يُؤْمِنُ بِاللَّهِ والْيَوْمِ الآخرِ ، فَلْيكرِمْ ضَيْفهُ ، وَمَنْ كَانَ يُؤْمنُ بِاللَّهِ وَالْيومِ الآخِرِ ، فَلْيَقُلْ خَيْراً أَوْ لِيَسْكُتْ 

 “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!” (Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31; Müslim, Îmân 74) 

Her Müslüman, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa, başkalarına karşı öyle davranırsa, Müslümanlar arası beşeri ilişkiler son derece güzelleşir, herhangi bir tatsızlık söz konusu olmaz. Allah için sevmek kişiye huzur verir, topluma da esenlik getirir.

Muhammed’ül-Emin (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 

لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ

“Sizden biri, kendisi için istediğini (Müslüman) kardeşi için de istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz.” (Buhârî, Îmân,7) ifadesiyle diğerkâm (başkalarını da düşünen) ve fedakâr olmamızı istemektedir.

Başka bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَحَبَّ أَن يُزَحْزَحَ عَنِ النَّارِ ، وَيُدْخَلَ الْجَنَّةَ ، فَلْتَأتِهِ مَنِيَّتُهُ وَهُوَ يُؤمِنُ باللهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ، وَلْيَأتِ إلَى النَّاسِ اَلَّذِي يُحِبُّ أنْ يُؤْتَي إلَيْهِ

“Kim, cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulmayı isterse, ölümünü, Allah’a ve âhirete inanmış olarak karşılasın. Bir de başkalarına karşı, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa öyle davransın.” (Müslim, İmâre, 46)

 “Ölümünü Müslüman olarak karşılasın” cümlesinin anlamı, henüz hayatta iken imandan uzak kalmamaya baksın, hayatını hep imanlı olarak yaşasın ki, ne zaman geleceği belli olmayan ölüm geldiğinde, onu mü’min olarak bulsun, demektir. Hadis-i şerif bize “âhiret mutluluğuna kavuşmak için iman ile ölmek; iman ile ölmek için de Müslümanca yaşamak gerek” fikrini telkin etmektedir.

Yine bu bağlamda Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) şu müjdeyi haber vermiştir:

 “مَنْ نَفَّسَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ الدُّنْيَا نَفَّسَ اللَّهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ 

“Kim bir Müslüman’ın dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. 

وَمَنْ يَسَّرَ عَلَى مُعْسِرٍ يَسَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِ فِى الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ،

Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, Allah da dünya ve âhirette onun işlerini kolaylaştırır.

وَمَنْ سَتَرَ عَلَى مُسْلِمٍ سَتَرَ اللَّهُ عَلَيْهِ فِى الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ، وَاللَّهُ فِى عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِى عَوْنِ أَخِيهِ

 Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da dünya ve âhirette onun ayıplarını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımcısı olur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 60)

• Komşuya zulüm ve fenalık yapmak insana cenneti kaybettirecek kadar büyük bir günahtır. 

Cennete girmek bütün mü’minlerin en büyük arzusudur. Zira Allah Teâlâ’nın iyi kulları için hazırladığı sayısız nimetler oradadır. Bu nimetlerin en üstünü olan Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini seyretmek, ancak cennete girmekle mümkündür. Komşusuna güven vermemek, onu hep şüphe ve tedirginlik içinde bırakmak ve hele ona zulüm ve fenalık yapmak insana cenneti kaybettirecek kadar büyük bir günahtır. 

Hâtemü’l-Enbiyâ (peygamberlerin sonuncusu) (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:

واللَّهِ لَا يُؤْمِنُ ، وَاللَّهِ لَا يُؤْمِنُ ، قِيلَ : مَنْ يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟ قَالَ : اَلَّذي : لَا يَأْمَنُ جَارُهُ بَوَائِقَهُ 

- “Vallâhi imân etmiş olmaz. Vallâhi imân etmiş olmaz. Vallâhi imân etmiş olmaz” buyurdu.

Sahâbîler:

- Kim imân etmiş olmaz, yâ Resûlallah? diye sordular.

- “Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse!” buyurdu. (Buhârî, Edeb 29)

Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, komşuya eziyet eden kimse doğrudan cennete giremeyecektir. Herkes cennete girmeye başladığı zaman, onun girmesi engellenecektir. 

Bu yüzden gerçek mümin, imanının gereği olarak bütün komşularına başta can, mal, akıl ve namus dokunulmazlığı olmak üzere her türlü güveni verebilen emniyet insanıdır.

Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre bir adam Resûlullah’a:

– Ey Allah’ın Resûlü! Falan kadının nâfile olarak çok namaz kıldığından, çok sadaka verdiğinden, çok oruç tuttuğundan, ancak diliyle komşusuna eziyet ettiğinden söz ediliyor, (ne buyurursunuz) dedi. Efendimiz:

“– O cehennemde olacaktır” buyurdu. Adam tekrar dedi ki:

– Ey Allah’ın Resûlü! Bir kadının da nâfile olarak az oruç tuttuğundan, az namaz kıldığından, az sadaka verdiğinden, sadece yağsız peynir (keş) gibi şeylerden tasadduk ettiğinden, ancak diliyle komşusunu rahatsız etmediğinden söz ediliyor (bunun hakkında ne dersiniz?)

Peygamberimiz (s.a.v.):

“– O da cennette olacaktır” buyurdu. (İbn-i Hanbel, II, 440)

Karşılıklı muhabbet ve merhamet üzerine kurulan bu ilişki ağında, güven esastır. Müslüman, çevresine güven vermek ve güvenilir olmak zorundadır. 

Zira Hâtemü’l-Enbiya (peygamberlerin sonuncusu) Hz. Muhammed (s.a.v.): 

لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ لاَ يَأْمَنُ جَارُهُ بَوَائِقَهُ

“Komşularının kötülüğünden emin olmadığı kimse cennete giremez” buyurmuş (Müslim, Îmân, 73) ve kendisiyle ülfet edilemeyen, dostluk kurulamayan insanlarda da hayır olmadığını ifade etmiştir. (İbn Hanbel, II, 400)  

Yine her Müslüman, Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in “...Müslüman kardeşini küçük görmesi kişiye kötülük olarak yeter.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35) hadisini daima hatırında tutmalı, hiçbir şekilde çevresindekileri küçümsememeli, onları hakir görmemeli, güveni zedeleyecek bir davranışta bulunmamalı, haksızlık yapmamalı ve kimseye hakaret etmemelidir. 

Müslüman’ın, kardeşine karşı nasıl davranması gerektiği Resûlullah’ın şu sözlerinde ifadesini bulmaktadır: “Kardeşinle tartışmaya girme, onunla kırıcı şekilde şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme.” (Tirmizî, Birr, 58)

Ayrıca Resûlüllah (s.a.v.),   güven duygusunu zayıflatacak, toplum fertleri arasında husumet ve nefret tohumları saçacak davranışlardan kaçınmamızı da şu sözleri ile ikaz etmektedir:

“Zandan sakının! Zira zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin sözlerine kulak kabartmayın. Birbirinizin özel hâllerini araştırmayın. Birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!” (Müslim, Birr, 28)

Komşuluk ilişkileri hakkında birçok nebevî beyan incelendiğinde, insanı yalnızlığa ve bireyselliğe iten bencil (egoist), menfaatçi ve çıkarcı bir tutumdan bizleri uzak tuttuğu görülmektedir. Zira ben duygusunun hâkim olduğu bir ortamda paylaşma ve dayanışma duyguları oldukça zayıftır ve bu sorun günümüz şartlarında acıyla tecrübe edilmektedir. Bu sorunu bertaraf etmek için İslâm, en yakın çevreden başlayarak uzak halkadaki diğer insanlarla hayatı paylaşarak “biz” duygusuna sahip olmayı; huzurlu, mutlu ve güvenli bir toplum inşa etmeyi bizlere sunmaktadır. 

Resûl-i Ekrem (s.a.v): “Yanıbaşında komşusu açken kendisi tok yatan kimse mü’min değildir” (Hâkim, Müstedrek, II, 15) buyurmuştur.

 Efendimiz bu sözüyle âdeta; etrafındaki yoksulların karnı açken senin ağız tadı, damak zevki araman uygun olmaz, sen mü’minsin, zevk peşinde koşacak adam değilsin, açları, yoksulları gözetmelisin, demektedir.

 Güzel dinimiz İslâm, insanları birbiriyle kaynaştıracak her harekete değer vermiş, bunların insana sevap kazandıracağını belirtmiştir. Bundan dolayı insanlara güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa, hiçbir iyiliği küçümsememeliyiz. (Müslim, Birr 144) 

“Çünkü Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez.” (Hud, 11/115) Kitab-ı Kerim’inde rızası için yapılan bir iyiliğe karşılık en az on sevap vadetmektedir:

مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

“Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.” (En’âm, 6/160)

Örneğin güler yüzün, tebessümün gücünü hepimiz biliriz. Soğuk bir tavırla birbirine bakan kimselerden birinin dudağının ucunda beliren hafif bir tebessümün, aradaki mesafeleri bir anda yok ederek onları birbirine nasıl yaklaştırdığını bilmeyen ve yaşamayan yoktur. 

Ne yazık ki çoğumuz, Cenâb-ı Hakk’ın esirgemeden hepimize verdiği bu serveti kullanmakta cimri davranır, aramıza buzdan duvarlar öreriz. Öyleyse hepimiz bu değerli sermayeyi Allah için kullanmaya gayret etmeliyiz.

Yine aç ve yoksul komşularımızı en basit bir yemekle dahi doyurmak ve onun yardımına koşmak, Müslümana düşen görevler arasındadır. Peygamberimiz (s.a.v.), basit bir şey dahi olsa komşuların birbirlerine ikramda bulunmaları gerektiğini ifade ederek hanım sahâbîlere şöyle seslenmiştir:

“Ey Müslüman kadınlar! Komşu hanımlar birbirlerine ikramda bulunmayı küçümsemesin! İkram edilen şey bir koyun paçası bile olsa!” (Buhârî, Edeb 30; Müslim, Zekât, 90)

Peygamber Efendimiz ( s.a.v.), Müslüman hanımlara, ikram edilecek şeyin son derece sade olsa bile “Canım bundan da hediye mi olurmuş!” diye düşünmeden komşuya göndermelerini tavsiye etmektedir. Zira “اَلْجُودُ مِنَ المَوْجُودِ/ el-Cûd mine’l-mevcûd: cömertlik elde olandan yapılır” denilmiştir. 

İzzet ve ikramda önceliği olan komşu, alım ve satımda da “şuf’a hakkı”na yani “komşuluktan kaynaklanan öncelik hakkı”na sahiptir. Zira Sevgili Peygamberimiz, bir kimsenin evini veya tarlasını satın almada komşusunun öncelik hakkına sahip olduğunu belirterek komşusuna teklif etmeksizin bir kimsenin sahip olduğu malı veya hissesini satmaya kalkışmamasını söylemiştir. (Buhârî, Hıyel, 14; İbn Mâce, Şuf’a, 1)

Sonuç:

Komşularımızla aramızda güven oluşturabilmemiz için onlarla güzel geçinmek, birbirimiz hakkında iyi şeyler düşünüp komşularımızın mutlu olmalarını istemek, mallarının ve canlarının zarar görmemesi için gayret etmek, komşumuz hatalı bir iş yapmaya kalktığında veya bir konuda görüşümüzü almak istediğinde ona doğru yolu göstermeye çalışmak başlıca sorumluluklarımızdandır. 

Buna ilave olarak zaman zaman komşuların birbirlerine hediye göndermeleri, karşılaştıkları zaman birbirinin yüzüne gülüp selamlaşmaları, yardıma çağırdıkları zaman hemen gitmeleri, hastalandığında ziyaretine gitmeleri, acı tatlı gününü onlarla paylaşmaları, öldüğünde cenazesinde bulunmaları komşular arasındaki güveni artıracak ahlâkî ve insanî davranışlardır.

Şu halde şu soruları kendi kendimize soralım: İslâm’ın komşularımızla ilgili emir ve tavsiyeleri karşısında gereken titizliği gösterebiliyor muyuz?  Çevremizdeki komşularımıza bizim hakkımızda bu insan nasıldır; doğru, dürüst, güvenilir birisi midir? diye sorsalar acaba, bizim hakkımızda ne derlerdi? Bu insan doğru, dürüst, güvenilir birisi midir yoksa yalancı ve güvenilmez birisi midir derler? O halde biz Müslümanlar, her işimizde dürüst ve güvenilir olmalıyız ki toplum da bizim hakkımızda güzellikle şehadette bulunsun.

Kısacası, güvenin inşası öncelikle insanın kendi nefsinde başlar. Bu yüzden İslam’ın hedeflediği güven toplumunun inşası için önce kendi davranışlarımızı Kur’an ve Sünnet’in ışığında devamlı gözden geçirerek tashih etmek zorundayız. İslam’ın izzetini korumanın da, bütün dünyanın imreneceği bir güven toplumunu inşa etmenin de ilk adımı budur. 

Sohbetimizi, Muhammed’ül-Emîn (s.a.v.)’in bize öğrettiği şu dualarla bitirelim:

سيِّدُ الاسْتِغْفار أَنْ يقُول الْعبْدُ : اَللَّهُمَّ أَنْتَ رَبِّي ، لَا إِلَه إِلاَّ أَنْتَ خَلَقْتَنيِ وَأَنَا عَبْدُكَ ، وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ ، أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صنَعْتُ ، أَبوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَيَّ ، وأَبُوءُ بذَنْبي فَاغْفِرْ ليِ ، فَإِنَّهُ لَا يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ . 

“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. İbadete lâyık senden başka ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Ezelde sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lutfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim.  Beni affet; şüphe yok ki günahları senden başka affedecek yoktur.”  (Buhârî, Daavât 2, 16)

اَللَّهمَّ أَصْلِحْ لِي دِينِي اَلَّذِي هُوَ عِصْمَةُ أَمْرِي ، وَأَصْلِحْ لِي دُنْيَايَ اَلّتِي فِيهَا مَعَاشِي ، وَأَصْلِحْ لِي آخِرَتِي اَلَّتِي فِيهَا مَعَادِي، وَاجْعَلِ الحَيَاةَ زِيَادَةً لِي فِي كُلِّ خَيْرٍ ، وَاجْعَلِ المَوْتَ رَاحَةً لِي مِنْ كُلِّ شَرٍ

“Allahım! Bütün işlerimin başı olan dinim konusunda hataya düşmekten beni koru! Yaşadığım şu dünyadaki işlerimin yolunda gitmesini sağla! Dönüp varacağım âhiretimi kazanmama yardım et! Hayatım boyunca daha çok hayır yapmama imkân ver! Her türlü kötülükten kurtulmamı sağlayacak bir ölüm nasip et!” (Müslim, Zikir, 71)

اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ العَجْزِ وَالكَسَلِ ، وَالْبُخْلِ وَالْهَرَمِ ، وَعَذَابِ الْقَبْرِ ، اَللَّهُمَّ آتِ نَفْسِي تَقْوَاهَا ، وَزَكِّهَا أَنْتَ خَيرُ مَنْ زَكَّاهَا ، أَنْتَ وَلِيُّهَا وَمَوْلاَهَا ، اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عِلْمٍ لَا يَنْفَعُ ، ومِنْ قَلْبٍ لاَ يخْشَعُ ، وَمِنْ نَفْسٍ لَا تَشبَعُ ، وَمِنْ دَعْوَةٍ لَا يُسْتجَابُ لَهَا 

“Allah’ım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allah’ım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allah’ım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73)

Mehmet ABAY  /   Sakarya Hendek Vaizi

Facebook Yorumları