menu
ALLAH'IN ADIYLA OKU VE YAŞA!
ALLAH'IN ADIYLA OKU VE YAŞA!
Haftanın Vaazı.. 22.11.2024 tarihli; "Allah'ın Adıyla Oku ve Yaşa!" konulu Haftanın Vaazı sitemize yüklenmiştir.

Allah'ın Adıyla Oku ve Yaşa!

Değerli kardeşlerim..

Müminlerin annesi Hz. Âişe (r.anhe) anlatıyor: “Allah Resûlü’nün (sav) ilk vahiy almaya başlaması uykuda doğru rüya görmekle olmuştur. Onun istisnasız bütün rüyaları gün gibi gerçek çıkardı. Sonra ona yalnızlık sevdirildi. Artık Nur dağındaki Hira mağarasında yalnızlığa çekiliyor, orada geceler boyu, ailesine dönmeden tek başına ibadet ediyordu. Bunun için yanında yiyecek de götürürdü. Sonra yine Hz. Hatice’nin yanına döner, bir o kadar zaman için tekrar yiyecek alırdı.

Nihayet bir gün, Hira mağarasındayken ona hak (vahiy) geldi.

Melek اقْرَأْ Oku!” dedi. O, مَا أَنَا بِقَارِئٍBen okuma bilmem.” dedi.

فَأَخَذَنِى فَغَطَّنِى حَتَّى بَلَغَ مِنِّى الْجَهْدَ، ثُمَّ أَرْسَلَنِى

Beni tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı. Sonra bırakıp tekrar, “Oku!” dedi. “Ben okuma bilmem.” dedim.

İkinci defa tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı. Bırakıp tekrar, “Oku!” dedi. “Ben okuma bilmem.” diye cevap verdim.

Üçüncü defa tutup gücüm tükeninceye kadar sıktı ve bırakıp şöyle söyledi:

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ

O insanı rahim duvarına tutunan aşılanmış bir hücreden (embriyo) yarattı.

اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ

Oku! Rabbin sonsuz lütuf ve kerem sahibidir.

الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ

Kalemle yazmayı öğreten O’dur.

عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ

İnsana bilmediği her şeyi öğreten O’dur. (Alak, 96/1-5; Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1)

Kardeşlerim!

İnsanın canlılar arasında farklı ve üstün yönü, öğrenme, öğretme, kalemle yazma, nesneler arasında bağ kurarak olayları anlama yeteneğine sahip olmasıdır.

Bu özellikleri sayesinde bilgiler, kalemle gelecek nesillere aktarılmış, bu sayede bilgiler birikerek yeni icatların, yeni keşiflerin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur.

İlk vahyin “oku” emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Âyet-i kerimeler ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şahsında tüm Müslümanlardan yararlı olacak her şey üzerinde inceleme yaparak bilgi edinmeleri, hakikatini anlayıp kavramaları ve ibret almaları istenmektedir.

Yaratan Rabbinin adıyla oku! (Alak, 96/1) âyetinde, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e emredilen okumanın konusu/nesnesi belirtilmemiştir.

Bu okuma, araştırma başta makro âlem olan kâinat kitabının âyetlerini/sünnetüllahı/Allah’ın âlemde cari olan kanunlarını okumak (güneş, ay, dünya, gezegen, yıldız, galaksi), sonra da mikro âlem olan insanı okumak, tanımaktır.

Yine mü’minlerden, kendilerine indirilen Kur’an’ı Kerim’i ve kıssalarını, tarihi olayları, tecrübeleri okuyarak ders çıkarmaları, ibret almaları istenmektedir.

Özetle söyleyecek olursak okunması gereken 4 kitap vardır. Tenzili kitap Kur’an’ı Kerim, tekvini kitap (tabiat/kâinat/sünnetüllah), olaylar kitabı, insan kitabı. Kim ki ilim yapmak istiyorsa bu 4 kitabı birlikte okuması gerekir.

İnen ilk beş âyette (رَبُّ) ismi ve عَلَّمَ (öğretti) fiili de iki defa geçmektedir.

Rab (رَبُّ); besleyen, büyüten, terbiye eden, aşama aşama kemale ulaştıran, maddi-manevi cihazlarla donatan manasında olup Allah Teâlâ’nın isimlerindedir.

Alleme (عَلَّمَ- öğretti) fiilinin faili, her şeyin yegâne muallimi olan Allah Teâlâ’dır.

İnsan, muallim olan Rabbimizin öğretmesiyle, meleklerden üstün kılınmıştır.

وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bunları meleklere gösterip “Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin” dedi. (Bakara, 2/31)

قَالُواْ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin” cevabını verdiler.” (Bakara, 2/32)

Âyette “Yaratan rabbinin adıyla oku!” buyurularak özellikle yaratma sıfatına vurgu yapılmıştır. Çünkü hem insandaki okuma yeteneğini, hem de onun okuduğu, incelediği, anlamaya ve kavramaya çalıştığı nesneleri yaratan Allah’tır.

İnsanın varlık âlemini incelerken, bütün bu lütufları görmezlikten gelerek Allah’a şükretmemesi, O’nu tanımaması, üstelik bunu bilim adına yapması büyük bir nankörlüktür.

Bizde de maalesef başkalarının yazdığı kitaplardan nakleden ancak ortaya koyduğu hiçbir icadı olmayan, bilim adamı diye anılan nice inkârcı insanlar vardır. Hâlbuki geçmişte ve bugün nice bilim adamları vardır ki inançlıdırlar.

Mesela, 1885 tarihinde kuduz aşısını bulan Fransız mikrobiyolog ve kimyager Louis Pasteur (Pastör, 1822-1895), bunlardan biridir. Pastör, Fransa’da Hristiyan din adamlarına verilen unvandır, kilisenin başıdır. Bu başarı sayesinde Pasteur, Fransa’da kahraman ilan edilmiştir.

1875 tarihinde telefonu icat eden bilim insanı Alexander Graham Bell (1847-1922), inançlıdır.

Sadece “oku” ile başlayan bir eğitim değil, “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku.” diye başlayan bir eğitime havadan, sudan daha muhtaç olduğumuz inkâr edilemez.

Rabbinden ilham almayan bir okuma, dünyayı kana bulamaktan çekinmemektedir. Bugün Filistin’de, Gazze’de dünya müstekbirlerinin “okumuş” çirkin yüzlerini görmekteyiz.

İsrail, 7 Ekim 2023’ten bu yana (14 Kasım 2024) Gazze’ye 70 bin ton bomba atmıştır. Bu bombaların gücü, 1945’te İkinci Dünya Savaşı’nda Hiroşima’ya atılan bombanın yaklaşık 4,6 katıdır. İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki saldırılarında en az 43 binden fazla Filistinli kardeşimizi şehit etmiş ve 103 binden fazla Filistinli kardeşimizi yaralamıştır. Bunların 11 bin 242’si kadın, 17 bin 210’u çocuk olmak üzere öldürülenlerin yüzde 70’ini kadın ve çocuklar oluşturmaktadır.

İşte bu medeniyetin adı tek dişi kalmış canavardır.

İstiklal şairimiz Mehmet Âkif’in dediği gibi:

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın...

Ne irfânın kalır te’sîri kat’iyyen, ne vicdânın.

Hayat artık behîmîdir ... Hayır, ondan da alçaktır;

Bununla beraber biz Müslümanlar, “Hikmet ve ilim, mü’minin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.” (Tirmîzî, İlim, 19) hadis-i şerifi gereğince Avrupa’nın diğer yüzü olan insani, İslami, ilmî değerlerine hiç çekinmeden de alırız.

Kardeşlerim!

İslâm dini; imanı bilgi olan bir dindir.

Allah Teâlâ, Kur’an’ı Kerim’de “Şunu iyi biliniz ki Allah’tan başka ilah yoktur” diyerek bilgi ile imanı eşleştirmiştir.

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ

Bil ki ki Allah’tan başka ilah yoktur.” (Muhammed, 47/19)

İman eşittir bilgi, bilgi eşittir iman. Bunun manası “bilmiyorsanız, inanmıyorsunuz.” demektir.

Müslümanlar, kendi zihinlerine dolan ideolojilerden, dünyevi sapmalardan kurtulup din ile tanışmak, onun ile yoğrulmak zorundadırlar. La İlahe İllallah, bunun adıdır.

İslam dini, itikat (iman), ibadet, sosyal hayattaki muamelat ve bunların hepsini kuşatan ahlâktan oluşmaktadır.

İslam dünyasındaki büyük çoğunluğun “Elhamdülillah Müslümanım” dediğini görmekteyiz.

Fakat ibadetlere sıra gelince bir dökülme baş göstermektedir. Namazsız, oruçsuz hayat adeta özenilir hale gelmiştir.

İtikat (iman) noktasında büyük bir cehalet göze çarpmaktadır. Sosyal hayat da İslamî kurallardan uzak, ibadette laubalilik, ahlâkta yozlaşma, İslam dünyasını kasıp kavurmaktadır; çünkü bilgisizlik had safhadadır.

Batı’da genellikle kilise, sermaye kesimi ve aydınlar kendi kültürlerine, uygarlıklarına bağlıdır; çünkü okulları buna göre kurulmuş, öyle yetişmişlerdir. En azından halkın değerlerine karşı saygılıdır.

Evet, İslâm dünyasının kendi öz değerlerine dönerek köklü bir eğitimden geçmesi gerekmektedir. Bu fıtri eğitim olmadıkça gün yüzünü görebilmemiz pek mümkün değildir.

Kardeşlerim!

Kuşku yok ki en başta yaratanı tanımak, dinin de ilmin de temel gayesidir.

Rabbimizi tanıtan üç büyük tarif edici (muarrif) vardır. Bunlar; şu gördüğümüz büyük kâinat kitabı, Resulullah (s.a.v.) ve Kur’ân’ı Azîm’üş-şan’dır.

Kâinatın muarrif olması: Yıldızlar, direksiz durmalarıyla, gezegenler, birbirine çarpmadan intizamlı hareket etmeleriyle Allah’ın kudretini tanıttığı gibi meyveler ve sebzeler de bütün canlıların rızık ihtiyaçlarını karşılamalarıyla Rabbimizin Rezzak sıfatını ve sonsuz rahmetini tanıttırırlar.

Bütün gözler ve kulaklar âlemi, Allah’ın Basir ve Semi’ isimlerini, bütün çekirdekler âlemi, Allah Teâlâ’nın hafîz ve Fettah sıfatlarını ilan ederler. Kısacası bu kâinat, Rabbimizin isimlerinin tecellilerini göstermekle Allah Teâla’yı tanıtırlar.

Hâtemü’l-Enbiyâ (s.a.v.) ve Kur’ân-ı Azîmüşşan da Cenab-ı Hakk’ı bütün isim ve sıfatlarıyla tanıtmaları, bütün emir ve yasaklarını beyan ve izah etmeleri yönüyle muallim olmuşlardır.

Kur’ân’ı Kerim’deki Âyetü’l-Kürsi, baştan sona kadar Allah’ı tanıttığı gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) de hayatı boyunca Kur’ân-ı Kerim vasıtasıyla bütün insanlara Allah’ı tanıtmış, kâinat kitabının ve ondaki hadiselerin nasıl okunacağını ders vermiştir.

Abdullah b. Amr’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Hz. Peyamber (s.a.v.), kendisinin muallim olarak gönderildiğini şöyle beyan etmiştir:

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- مَرَّ بِمَجْلِسَيْنِ فِى مَسْجِدِهِ فَقَالَ : كِلاَهُمَا عَلَى خَيْرٍ وَأَحَدُهُمَا أَفْضَلُ مِنْ صَاحِبِهِ ، أَمَّا هَؤُلاَءِ فَيَدْعُونَ اللَّهَ وَيُرَغِّبُونَ إِلَيْهِ فَإِنْ شَاءَ أَعْطَاهُمْ وَإِنْ شَاءَ مَنَعَهُمْ ، وَأَمَّا هَؤُلاَءِ فَيَتَعَلَّمُونَ الْفِقْهَ وَالْعِلْمَ وَيُعَلِّمُونَ الْجَاهِلَ فَهُمْ أَفْضَلُ ، وَإِنَّمَا بُعِثْتُ مُعَلِّماً قَالَ ثُمَّ جَلَسَ فِيهِمْ

Bir gün evinden çıkıp mescide giden Hz. Peygamber (s.a.s.), orada halka olmuş iki toplulukla karşılaşmıştı. Bunların birinde Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlardı, diğerinde ise ilim öğreniyor ve öğretiyorlardı. Sevgi ve rahmet dolu bakışlarıyla onlara ilgi gösteren Resûl-i Ekrem: “Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’an okuyor ve Allah’a dua ediyorlar; Allah dilerse onlara verir, dilerse vermez.

Bunlar ise ilim öğreniyor ve ilim öğretiyorlar. Ben de muallim olarak gönderildim.” buyurdu ve onların halkasına katıldı. (İbn Mâce, Sünnet, 17; Dârimî, Mukaddime, 32: Hadislerle İslâm, c., 6, s. 579)

Kardeşlerim!

İlim, âlemde var olan şeylere ait olan bilgidir. Ama ilim, sahipsiz bir bilgi değildir. İlim, sahibi Allah olan bir bilgidir. Ve biz, ilimden konuşurken sahibi Allah olan bir şeyden konuşuyoruz. Çünkü Allah, el-Alîm’dir yani bilginin sahibidir. El-Alîm’den bilgi akar âlemlere, âlimlerse bu bilgiyi, âlemden toplayanlardır.

Varlıkta, âlemde ne varsa, bu var edenin de görülmesi gerekir.

Şayet bu irtibat kurulmazsa ilim değil veri, data yahut mâlûmat olur. Çünkü bu işi, şuursuz, ruhsuz olan bilgisayarlar, usb, hardisler de yapmaktadır. İşte ilim, Allah’ın insana bahşettiği ruh, akıl, irade, kudret, hayal gibi cihazlarla bu bağı kurmaktır. Âlim de bu bağı kuran insandır.

İlim, el-Alîm olan Allah’a yapılan bir atıftır. Sen yarattın, ben buldum Allah’ım. Kâinata da bunun için âlem denilmiştir. El-Alîm’in âlemi. Çünkü onun sahibi O’dur.

Kardeşlerim!

Kişi, kıyamet günü ilmini nasıl kullandığından hesaba çekilecektir. Bu nedenle İslâm dini, Allah’ın âyetlerini ucuz bir dünya menfaati için tahrif ederek hem sapan hem de saptıran, başkasına iyiliği emredip kendisi yapmayan, hakikati gizleyen âlimlerin varacağı yerin cehennem olduğunu haber vermiştir.

Kişinin başkasına iyiliği emredip kendisini unutması, başkasını kurtarıp kendisini ateşe atması aklın kabul edeceği bir şey değildir. Onun için ilim ehlinin Allah katında değerli olması ve insanlara tesir edebilmesi için ilmiyle amel eden samimi kimseler olması gerekmektedir. Bilinmelidir ki kendisini ıslah etmeyenin başkasını ıslah etmesi mümkün değildir.

Yine Allah’ın tabiata koyduğu kanunları keşfedip icat eden insan, ürettiği bilginin büyüsüne kapılarak yaratıcısını görmeyen kibirli Firavun ve Hâmân gibi olmamalıdır. Ortaya koyduğu icatlar, Allah’a saygılı, insanlara faydalı olmalı ve ilmini, yeryüzünde fesat çıkarmak için kullanmamalıdır. Aksi takdirde Kur’an’ımızın haber verdiği kötü akıbetle karşılaşması kaçınılmaz olacaktır.

Kardeşlerim!

Okulların veya üniversitelerin pek çoğunda “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” yazar. Her bir yerde vardır: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” doğrudur, batı da ilim var, güç var ancak bu güç, ahlâksız bir güçtür.

Bunu geçmişte hep gördüğümüz gibi bugün de görmekteyiz.

İlmin ahlâkının olmadığı yerde ilim, felakete dönüşür. Batı’nın bugün silahlarının yok etme kapasitesi 86 milyar insanı öldürecek büyüklükte.

Japonya’nın Hiroşima’sını gidenler duvarlarda, atılan atom bombasının ısısından buharlaşmış insan figürü görür. O halde bilime de bir mürşit lazımdır: Ahlâk…

Peki, ahlâkı kim tarif edecek? Eğer ahlâkı hepimiz tek başımıza tarif etmeye kalkarsak dünyada 8 milyar ahlâk oluşur ki bunun da adı ahlâk değil ahlâksızlıktır.

O halde; insanın mürşidi ilim, ilmin mürşidi ahlâk, ahlâkın mürşidi de Allah’tır. Allah olmadan ahlâk da ilim de insan da olmaz.

Kareşlerim!

Kuran-ı Kerim, yaratılmış her şeye âyet der. Kur’an’ı Kerim’in âyetlerini inceleyen âlim olduğu gibi hücreyi, taşı, gezegenleri inceleyen de âlimdir. Tıp, fizik, kimya, astronomi, biyoloji gibi ilim adına her ne varsa incelediğimizde hepsi de bir olan Allah’ın vahdaniyetine yani her şeyin tek elden çıktığına gösteren işaretler barındırır.

Kur’an’ı Kerim de, kâinat da Allah’ın kitabıdır. Birincisi kelam sıfatından gelir, diğeri ise kudret sıfatından gelir. Kelam sıfatından gelen Kur’an kitabının kelimeleri olduğu gibi tekvin sıfatından gelen kâinat kitabının da kelimeleri vardır. Her bir mahlûk bu kitabın bir kelimesidir. Kuş, bir kelimedir; çiçek, bir kelimedir; dağ, bir kelimedir; deniz, güneş, yıldızlar ve her ne varsa bu kitabın bir kelimesidir.

Bir soru: Müslümanlar olarak neden modern bilimin tüketicisiyiz, neden birileri keşfediyor da biz tüketiyoruz?

Biz, teknolojiyi çok iyi kullanıyoruz. En son çıkan telefonlar, en son çıkan bilgisayarlar, en son çıkan teknolojiler, yazıcılar, en son ne çıkıyorsa biz onu aynı gün alıp kullanıyoruz. Şu an son çıkan iPhone 16’yı birçok kişi kullanıyor. Niye onu biz üretmiyoruz?

Allah’ın bu tekvini âyetlerini yani tabiat ayetlerini, yani bilimi biz okumuyoruz ama başkaları okuyor. Esasında Müslümanlar olarak bizim okumamız gerekmiyor muydu? Çiçeği, böceği, ayı, güneşi, suyu, nano-biyo teknolojiyi, cyber (siber) teknolojiyi.

Suyun içindeki bir şifreyi çözmekle Kur’an’ı Kerim’deki bir âyeti çözmek arasında fark yoktur. İkisi de bilim, ikisi de âyettir.

Allah’ın münzel ayetlerinin tamamı bitti ama kevni âyetleri yani tabiat ayetleri yani bilim ayetleri aynen devam ediyor. Bu âyetleri, Müslüman evlatları olarak bizim veya bizim evlatlarımızın keşfetmesi gerekmez mi?

Şu böceğin içine bir âyet sıkışmış deyip bu âyeti oradan çıkarmamız gerekmez mi?

Nano âyetleri, atom âyetleri, kuark âyetleri, kalpteki Aschoff (aşof)-Tavara âyetini (kalpteki atrioventriküler düğümün diğer ismi), mağaranın içindeki bir âyeti, fosilin içindeki bir ayeti bulmamız gerekmez mi?

Her tanıştığımız insan, bize nazil olmuş yeni bir âyettir. Âyetlerin kendisine indiği âyet. Onun için her insanı bir âyet gibi değerlendirmeli, onu iyice okumalı, anlamalı, tefsir etmeli ama kesinlikle israf etmemeliyiz. Çünkü o, bir nimettir ve bize emanettir. Her nimet gibi sayısı mahduttur ve ondan hesaba çekileceğiz.

Bir diğer soru buluşu onlar/Avrupalılar yapsın biz alalım ne olacak?

İşte problem de buradadır: Bizim dememiz ile onların/batının demesi arasında fark var. Bilgi, bizim için hikmettir, onlar için kuvvettir.

1945’te ikinci dünya savaşında Hiroşima’ya bir bomba attılar, 150 000 kişi öldü. Nagazakiye, bir bomba attılar, 115. 000 kişi öldü. Bizim için bir âdem bir âlem ama onlar için 150.000 kişi istatistik bir veridir, rakamdır, bir anlam ifade etmiyor.

Saati biz bulduk, saatli bombayı onlar yaptı. Mikrobu biz bulduk, biyolojik savaşı onlar çıkarttılar. Barut önce bize geldi, patlayıcıyı onlar yaptılar.

Sorarım sizlere biz niçin atom bombası yapmadık, yapmayacağız?

Çünkü biz, kimseyi toplu ölüme sürüklemeyiz. Bu bizim İslâmi tasavvurumuzdur.

Bilgiyi biz bulmalıyız, insanlık hayrına biz kullanmalıyız.

Bir örnek: 4. Murat’a (1612-1640) bir bomba yapmışlar getirmişler adı bumbule... Demiş ki bu ne? Bomba... Ne yapar? Patladığı zaman etrafındaki herkesi öldürür. Demiş ki harika! Bunu kullanalım. Aklına gelmiş sormuş. Bu patladığı zaman etrafındaki insanları öldürürken suçlu ile suçsuzu ayırt edebiliyor mu? Edemiyor... O zaman kullanamayız.

Bir geminin içinde 1000 kişi varsa 999 mücrim 1 tanesi iyiyse o gemiye dokunamazsınız.

Bin yıldan beri bu ümmet ve bu millet, dünyaya insanlığa bilim üretmedik. Bunun ezikliğini hissetmiyor muyuz? Hissediyoruz.

Hz. Ömer (r.a)’ya sormuşlar: Ya Ömer! Allah’tan bir tek dua hakkın olsa ve duan mutlaka kabul edilecek olsa ne istersin Hz. Ömer’in cevabı “bir oda dolusu âlim isterim.”

Âlim, sınırı olan, çizgisi olan insandır. Âlim, iz bırakandır, izi olandır ve izlenendir, menkıbeleri olandır. Kur’an’ı Kerim’de kimlerin menkıbeleri var biliyorsunuz: Peygamberlerin…

Peki, Ku’an-ı Kerim’deki kıssaların, menkıbelerin anlatılma gayesi nedir?

Anlatılanlardan ibret alıp ders çıkarmaktır. Muhataplarını, daha önce düşülen hatalara, İlâhî değerlere karşı olumsuz tavır sergileyen fertlerin veya toplumların durumuna karşı uyarmak ve aynı hatalara düşmekten onları kurtarmaktır. Biz o menkıbeleri yaşamayacaksak biz niye varız.

Hz. Nuh örneği: Demişler ki sen niye burada gemi yapıyorsun, burada, dağın tepesinde su mu var? Allah diyor ki sen karada gemini yap, suların Rabbi, denizi ayağına getirir.

Ashabı keyf örneği: Sen imanını yaşamak için mağara kadar bir yer bul, Allah seni o mağarada 309 yıl korur.

وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا

Onlar mağaralarında üç yüz dokuz yıl kaldılar.” (Kehf,18/25)

Ve Musa (a.s.) örneği: Firavunun eli anaların rahmine uzandığı zaman Allah, Musa (a.s.)’ı Firavun’un sarayında prens olarak yetiştirmiştir.

Âvâzeyi/sesi bu âleme Dâvut gibi salmalıyız, kubbede hoş bir seda bırakmalıyız ve Fatih’e seslenmeliyiz: Sen zamana hükmederdin hünkârım, biz zamanın esiri olduk, zamanın sınır taşlarını sen dizerdin hünkârım, bunları biz de dizmeli değil miyiz?

Ya tarihin yatağını yapacağız ya da bu yatakta çöp olacağız. Bugün bilgiyi taşıyan kendisini âlim zannediyor. Hard disk de telefon da bilgiyi taşıyor. Ürettiğiniz bilgi, bilgidir, ilettiğiniz bilgi, bilgi değildir.

Neslimiz üretmeli, iletmeli ancak taklit etmemelidir. Tezin orijinal olması gerekir.

Allah’ın yarattığı her şey orijinaldir. Hiç birbirine benzeyen dünyada canlı görebiliyor musunuz? Bırakın insanı, kuş, kurt, yaprak, böcek, sinek, kar tanesi... Hiç bir şey canlı cansız hiç bir şey birbirini benzemez. Her bir varlığın kendine has bir kimliği vardır.

O halde Türk Milletinin evlatlarına kimlikli olmak yaraşır. Çünkü Müslümanların kitabı Kur’an-ı Kerim, taklidi reddetmişir.

Âlimin kalemi ve kaleminin mürekkebi şehidin kanı ile eşdeğer tutuldu.

Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir.” (Suyûti, el Câmiu’s Sağir, nr 10026; İbn Abdilberr, Câmiu Beyâni’l- İlm)

İlmin şerefi, Allah’ı tanıtma göreviyle paraleldir. Buna göre artar veya eksilir. Tefsir, hadis, fıkıh gibi doğrudan Allah’ın marifetini, hoşnutluğunu, emir ve yasaklarını ders veren ilimlerin bir önceliği vardır.

Bununla beraber, fizik, kimya, astronomi, tıp bilimleri de insanı Allah’a götüren, ona karşı hayranlığı, sevgi ve saygıyı artıran malzemelerle doludur. Bu sebeple, hangi âlim olursa olsun, ilmini Allah’ın hoşnut olduğu bir dairede kullanıyorsa, bu hadisin müjdesine dâhildir.

Bir saatlik tefekkür bir ömürlük nafile ibadetten daha üstün tutulmuştur.

Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Bir saat tefekkür bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır.” (Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310)

Siber savaşçı Hz. Süleyman cinlerden ve insanlardan oluşan bir ordu ile giderken Hz. Süleyman (a.s.) -Şam’da iken-, Sebe Melikesinin (Yemen’den) tahtını birisinin getirmesini istedi.

Bu olay, Kur’an-ı Kerim’de, Neml suresinde şöyle geçiyor:

قَالَ يَا أَيُّهَا المَلَأُ أَيُّكُمْ يَأْتِينِي بِعَرْشِهَا قَبْلَ أَن يَأْتُونِي مُسْلِمِينَ

(Sonra Süleyman, kavminin ileri gelenlerine şöyle) “Ey seçkin topluluk! Onlar boyun eğerek bana gelmeden önce hanginiz o kraliçenin tahtını bana getirebilirsiniz?” diye sordu. (Neml, 27/38)

قَالَ عِفْريتٌ مِّنَ الْجِنِّ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن تَقُومَ مِن مَّقَامِكَ وَإِنِّي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ أَمِينٌ

Cinlerden bir ifrit, “Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter, ben güvenilir biriyim” dedi. (Neml, 27/39)

قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ

(Bu konuya dair) kitaptan bir bilgisi olan ise, “Ben onu sen göz açıp kapayıncaya kadar getiririm” diye cevap verdi.

فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِندَهُ قَالَ هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ

Süleyman, tahtı yanı başına yerleşmiş olarak görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan rabbimin bir lütfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sahibidir.” (Neml, 27/40)

Kendisine vahiyden ve kitaptan bilgi verilen birisi dedi ki ben göz açıp kapayıncaya kadar getiririm, dedi ve tahtı getirdi. Bu bir mücize değil bilgi. O adam, o her kimse hangi kitabı okudu da getirdi. Besbelli tabiat âyetlerini kevni kitabı yani doğa bilimlerini dosdoğru okudu, ama biz okumuyoruz.

Bilim ve inovasyon (farklı, değişik, yeni fikirler geliştirmek ve bunları uygulamak) o kadar gelişti ki Iphone sadece telefonun arkasındaki kamerasını geliştirebilmek için 800 tane nitelikli mühendis çalıştırıyor.

Steven Jobs (Apple Computer, Inc.’ın kurucu ortaklarından biridir) Obama’ya demiş ki bana acil 30 bin üstün nitelikli mühendis lazım.

Devrimler arka arkaya geliyor:

Endüstri 1.0: Mekanikleşme, su ve buhar gücü; Endüstri 2.0: seri üretim, montaj hattı ve elektrik; Endüstri 3.0: bilgisayar ve otomasyon; Endüstri 4.0: siber (bilgisayar ağı, internet, sanal gerçeklik) fiziksel sistemler; Endüstri 5.0: insanların üretici düşüncelerini ve problem çözme becerilerini gelişmiş robotik sistemler ve yapay zekâ ile birleştiren yeni bir sanayi devrimini

Bu teknolojiyi ya yakalayacağız ya da yok olacağız. Bu bir var olma yok olma mücadelesidir.

Türkiye’nin en iyisi olmak bir şey ifade etmiyor, dünyanın en iyisi olmak gerekiyor. Bu vicdansız ve kalpsiz dünyaya vicdanı, kalbi, adamlığı birileri götürmelidir. Bunu götürecek olan da milletimizin imanlı, ahlâklı nesli olsun diye de dua edelim ve büyük arşın Rabbine şöyle niyaz edelim:

اللَّهُمَّ انْفَعْنِى بِمَا عَلَّمْتَنِى وَعَلِّمْنِى مَا يَنْفَعُنِى وَزِدْنِى عِلْمًا

Allah’ım! Bana öğrettiğin ilim ile beni faydalandır, bana fayda verecek ilmi bana öğret ve ilmimi artır…” (Tirmizî, De’avât, 128; Tâhâ, 20/114)

İlim, ilim bilmektir

İlim, kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır

Okumaktan murat ne

Kişi Hak’kı bilmektir

Çün okudun bilmezsin

Ha bir kuru emektir. (Yunus Emre)

مَاذاَ وَجَدَ مَنْ فَقَدَهُ وَمَاذَا فَقَدَ مَنْ وَجَدَهُ

Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi bulur?

(İbn-i Atâillah el-İskenderî, Şerhü’l-Hikemi’l-Atâiye)

O’nu bulan her şeyi bulur. O’nu bulmayan hiçbir şey bulmaz. Bulsa da başına belâ bulur.

Allah’a çağıran, din ve dünya için yararlı iş yapan ve “Ben Müslümanlardanım” diyerek can veren tüm geçmişlerimize, âlimlerimize, öğretmenlerimize, öğrencilerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Duaları da, “Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun” diyerek son bulur.” (Yunus, 10/10)

VAAZI İNDİR

Hazırlayan: Mehmet ABAY / Hendek Vaizi

Facebook Yorumları