okunma
Ticaret Ahlakı ve Ahilik
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَيْلٌ لِلْمُطَفِّفِينَ الَّذِينَ إِذَا اكْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ وَإِذَا كَالُوهُمْ أَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ
1) Eksik ölçüp tartanların vay haline! 2) Onlar ki insanlardan ölçerek aldıklarında tam almak isterler. 3) Ama kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler. (Mutaffifin Suresi, 1-3)
Muhterem Kardeşlerim;
Dinimiz İslam, insanı madde ve mana, beden ve ruh, inanç ve ahlâk, dünya ve ahiret ile bir bütün olarak ele alır. Kur’an’da inanç, ibadet, ahlâk, iş ve ticaret (sosyal-ekonomik) hukukunu hep birbiriyle iç içe olarak görürsünüz.
İslâm’ın bir din olarak tevhîd akidesinden (tek Allah inancı) sonra hedeflediği en önemli gaye, kişinin ruh ve ahlâkını ıslah etmek, düzeltmek, onu hayır, iyilik, dürüstlük gibi erdemlerle donatarak ahlâkî özü korumasını sağlamak böylece kişiyi arzu ve ihtiraslarının, bayağı zevklerinin hâkimiyetinden kurtarmaktır.
Size göre dindarlığımızın temel ölçüleri neler olmalıdır? Diye sorulsa iman ve ahlak ekseninde farklı cevaplar verilebilir.
Dindarlığımızın en temel ölçülerinden biri, güzel ahlâka sahip olup olmadığımızda aranmalıdır. Esasen imanın ve ibadetlerin en temel fonksiyonlarından birisi de bu ahlâkı kazandırmak değil midir?
Bir toplumun varlığını ve devamını koruyan en değerli disiplin ahlâktır. Ahlak toplumun ortak aklı ve vicdanıdır. Bu sebeple ahlâkî çöküntünün egemen olduğu bir toplumda yaşamak çok zor olsa gerektir.
Muhterem Müslümanlar;
Hz. Peygamber, hem bireysel hem de toplumsal hayatta İslâm’ın en ideal ve örnek şahsiyetidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, yüce bir ahlak üzere olduğunu belirttiği;
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ Şüphesiz ki sen muazzam bir ahlak üzeresin. (Kalem Suresi, 4)
Resûlullah’ın hayatı ve kişiliğini, لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا “And olsun ki, Allah’ın Resulünde sizin yani, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok zikreden kimseler için en güzel örnek vardır”(Ahzab Suresi, 21) ayeti ile Müslümanlar için en güzel model olarak göstermiştir.
Sevgili Peygamberimizin, ahlaki bir prensibi ortaya koyarken tamamen hayatın gerçeklerinden hareket ettiğini görüyoruz. Olay ne ise ona göre ve o durumda doğru olan hareket tarzının ne olması gerektiğini ortaya koymuştur. O, hiçbir zaman bir hayal âleminde yaşamamış, uygulanması mümkün olmayan kurallar getirmemiştir. O gün getirilen kurallar ne ise günümüzde de aynen geçerliliğini korumaktadır.
Muhterem kardeşlerim;
Ticaret ve ahlak! Birbirine çok yakışan, birbiriyle adeta et ve tırnak olmuş iki kavram! İslam’ın pek çok ahlaki prensibiyle iç içe olan ticaret ahlakı aslında tüm hayatımızı ilgilendiren ahlaki prensipler manzumesidir.
Gerekli Tedbirlerin alınmaması halinde çürümeye varan yozlaşmanın başladığı temel alanlardan biri de ticari hayattır. Hz. Peygamber’in İslâm toplumunu inşa etmek üzere gittiği Medîne-i Münevvere’de Mescid-i Nebevi’nin inşasından sonra ilk yaptığı işlerden biri bu ahlâk üzerine Medine Pazarını, ticaret merkezini kurmak olmuştur. Bu da şunu gösterir: İslâm toplumu bir ahlâk toplumudur, İslâm medeniyeti bir ahlâk medeniyetidir ve bunun ilk adımının atıldığı yer çarşı-pazarlardır. Bir diğer anlamı da meşru ticaret alanları ibadet alanları gibi kutsaldır, değerlidir.
Günümüzde çevremize baktığımızda gördüğümüz şeylerden birinin ahlaki değerlerden yoksun bir ticaret anlayışı olduğunu üzülerek müşahede ediyoruz. Zedelenen doğruluk, dürüstlük, adalet, merhamet gibi insanî ve İslami değerlerin, günümüz insanının duygularına, düşüncelerine, davranışlarına, çalışma hayatına ve ticaret ahlakına hükmedebilmesi için bir duyarlılık oluşturmak gerektiğini hepimiz dillendiriyoruz. Ama bu nasıl gerçekleştirilecek? İşte tam bu noktada tarihimizde sanatla ilmi, ticareti ve ahlakı birleştiren, temel referanslarını Kur’an ve Sünnetten alan AHİLİK teşkilatı ve örnek hayatlarından kesitler sunmak istiyoruz.
Nasruddin Ahi Mahmut Evran (ö.1280) rehberliğinde kurulup geliştirilen, kelime anlamı “kardeşlik” olan Ahîlik, 13. yüzyıldan 19. yüzyıla dek Anadolu’da, Balkanlar’da ve Türkistan’da yaşamış olan Türklerin sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlaki yönden gelişmelerini sağlayan esnaf ve sanatkâr örgütlenmesidir. Anadolu’nun İslam yurdu olmasıyla başlayan imar ve ihya çalışmalarının temel unsurlarından biri Ahiliktir. Ahilik, Anadolu’nun vatan edinilmesine, bu toprakların şefkat ve merhamet diyarı olmasına en büyük katkıyı veren kurumlardan biridir.
Ahilik teşkilatında meslek, iş ve ticaret ahlâkı yakından incelendiğinde, organizasyonun bütün ilişkilerinde Ahiler tarafından İslam dininin güzel, iyi ahlâkî ilkelerine uyulmaya çalışıldığı, dolayısıyla Ahiliğin iş ve ticaret ahlâkının Kur’an ve Sünnet ekseninde olduğu anlaşılır. Ahilik baştan sona edeb yolculuğudur, bir ahlak organizasyonudur.
Mü’min olarak aslında hayatımızın tümünde imani ve ahlaki davranmak, Müslüman duruşu sergilemek durumundayız.
وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا "Allah, alışverişi helal, ribayı haram kıldı." (Bakara Suresi, 275)
“Alış verişi/ticareti helal, ribâyı, faizi haram kılan” dinimiz, kişilere manevî ve sosyal sorumluluklar getirerek ticaret hayatını belli ahlakî ve hukukî kurallara göre düzenlemiştir. Bir toplumda din, ahlâk ve hukuk arasında birbirini tamamlayan önemli bir ilişki vardır. Din değer koyar, ahlâk onu bir yaşam biçimine dönüştürür, hukuk da onu yazılı kural haline getirir.
Saygıdeğer cemaatimiz;
Aslında alış veriş yapmaya başladığımız yaşlardan itibaren hepimiz ticaretle iç içeyiz. Bazen alıcı tarafında bazen de satıcı tarafındayız. Şehirli, köylü, işçi, memur; günlük hayatımızın kaçınılmaz işlerinden biri alışveriş… Sonuçta hepimiz kenarından köşesinden ticaretle ilgileniyoruz.
İslam, ibadetin kurallarını belirlediği gibi ticaretin de kurallarını belirlemiştir. Bugünkü sohbetimizde İslam’ın ticari hayata getirdiği kuralları dile getirmeye çalışacağız. Sohbetimizi üç ana başlıkta değerlendireceğiz;
1- Ticaret öncesi Müslüman
2- Ticaret sırasında Müslüman
3- Ticaret sonrası Müslüman
TİCARET ÖNCESİ MÜSLÜMAN
TİCÂRET İÇİN GÜVENLİ ORTAM, GÜVENİLİR MÜSLÜMAN
İster ticari amaçlı olsun ister hayatımızı idame ettirmek amaçlı olsun öncelikli düşündüğümüz şeylerden birisi güvenli bir ortamda yaşamak ve çalışmaktır.
Hz. İbrahim’in (a.s.) aile efradını Mekke’ye yerleştirdiğinde ilk aradığı ve Allah Te‘âlâ’dan istediği şey güven idi:
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَنْ نَعْبُدَ الْأَصْنَامَ (İbrahim şöyle dua etmişti: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan uzak tut! (İbrahim Suresi, 35)
Güvenin ekonomik hayatın en önemli zemini olduğunu ifade etmek gerekir ve bunun da sadece pazardaki tâcir-müşteri ilişkileri ile sınırlı olmadığını ortamın da güvenli olması gerektiğini söylemek icap eder.
İslam ahlâkçısı Mâverdî (ö.450/1058) dünyanın huzurunu, refahını ve salahını altı şeye bağlar:
Davranışa dönüşmüş dinî inanç (içselleştirilmiş / ahlâk haline gelmiş dinî hayat)
Güçlü lider, yönetici
Kapsamlı adalet
Tam anlamıyla güvenli ortam
Üretkenlik, verimlilik ve berekette süreklilik
Yüksek ideal ve büyük hedef (vizyon).
Bu 6 maddede yer alan güven ortamının önemini şöyle izah eder: “İnsanlar onunla huzur bulurlar, gayretler harekete geçer, temiz insanlar onun bulunduğu yerde ikamet eder, zayıflar onunla rahatlık hissederler. Çünkü korku içinde olanın rahatı; kaygısı, tasası olanın huzuru olmaz.” (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 142.)
Bizler Müslümanız Elhamdülillah! Hayatımızın belli bölümlerinde değil, tamamında güvenilen bir Mü’min olmak zorundayız. Çünkü rehberimiz, önderimiz Hz Muhammed (sav), hayatının tüm aşamalarında güvenilir olmasıyla tanınmış, düşmanları bile güvenilir insan olduğuna tanıklık etmiş, (Muhammed’ül-Emin) vasfıyla kıyamete kadar insanlığa örnek teşkil etmiştir.
Kendisi de ticaretle uğraşan ve ticareti teşvik eden Hz. Peygamber, ticaretin temelini doğruluk ve dürüstlükle birey ve topluma hizmet anlayışı üzerine kurmuştur.
Şunu unutmamak gerekir ki güvenilir olabilmek, uzun bir zaman içinde elde edilebilen, ancak çok kısa sürede yitirilebilen bir değerdir. Güvenilirliği kazanabilmek sözlerin ötesinde davranışların da tutarlılığı ile mümkün olabilir. Bir esnaf kardeşimize sorulacak, en önemli sermayen nedir? Sorusuna vereceği cevap, doğruluktur.
Ecdadımızın iş hayatındaki doğruluk ve dürüstlüğüne yabancı yazar ve seyyahlar da şahittir. Doğruluk ve dürüstlük Ahiler sayesinde toplumda o derecede yaygınlaşmıştır ki, H. A., Munro Butler Johnstone'nin "Onların arasında senet alıp vermek gibi bir adet yoktur. Türk'ün sözü onun senedidir. Borcunu red etme ve sahtekârlık onlar arasında bilinmeyen bir şeydir" tarzındaki tespiti bunu açıklamaya yeter. (Erken, Veysi, Ahilik Teşkilatının Vizyonu, II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 1999, Kırşehir, s. 130.)
Bu cümleleri okuyunca “ah nerede o günler” dediğinizi duyar gibiyim.
HELÂL KAZANCI HEDEFLEMEK
Bir Müslümanın bu hayattaki en büyük hedeflerinden birisi helal kazançtır. Kur’ân-ı Kerîm’de bütün peygamberlere, bütün insanlara ve bütün mü’minlere hitaben şöyle buyurulur: يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ
“Ey Peygamberler! Temiz ve helal olan şeylerden yiyin; güzel amel ve hareketlerde bulunun. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim.”(Mu’minun Suresi, 51)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَـلَالاً طَـيِّباًۘ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
“Ey insanlar! Yeryüzündeki nimetlerden helal olmak, temiz olmak şartıyla yiyin. Fakat şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size belli bir düşmandır. (Bakara Suresi, 168)
Abdullah b. Mes‘ûd’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Helal peşinde koşmak farz üstüne farzdır.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. M. Abdülkadir Atâ), Beyrut 1414/1994, VI, 128.)
Nasıl ki ibadetlerimiz riya ve gösterişten uzak, sadece Allâh’a has kılınarak, sırf O’nun rızasını elde etmek amacıyla yapılmalı ise, Ticaretimiz ve kazancımız da kumar, rüşvet, faiz, hile, yetim malına el koyma vb. batıl yollara tevessül edilmeden tertemiz, helal yollardan olmalıdır. Müslüman “haram helal ver Allah bizim fakir yer Allah” mantığında olamaz.
Maalesef haram olan şeyler nefsimize cazip geliyor ve yasağa karşı zaafımız oluşuyor. Belki de bu zafiyet haram- helal hassasiyeti imtihanının doğal bir sonucudur.
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لَا يُبَالِي الْمَرْءُ مَا أَخَذَ مِنْهُ أَمِنَ الْحَلَالِ أَمْ مِنْ الْحَرَامِ
“Öyle bir zaman gelecek ki kişi malını helalden mi haramdan mı elde edindiğini önemsemeyecek” (Buhari, Ticaret, 58, Buyu, 7)) buyurmuş Efendimiz. Ne dersiniz, acaba o devirde mi yaşıyoruz?
Ahilikle ilgili eserlerin (Fütüvvetnamelerin) en başında ilk verilen derslerde “Ahî helâl kesb kılsa gerek.” ve “Ahîlere helâl para kazanmak gerektir ve hem vaciptir ve hem sünnettir.” Prensibi öğretilmekteydi. Gölpınarlı, Abdülbâki, Burgâzi ve Fütüvvetnâmesi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, c. XV, Nu:1-4, İstanbul, 1953-1954, s. 125.
Yine bu eserlerde geçen aşağıdaki kıssa helal kazanç ve çalışmanın önemine işaret etmektedir: İmam-ı Azam'a birisi gelip, “Ey İmam! Bana yirmi dört saatte nasıl ibadetler yapacağımı bildirir bir liste vermeni rica ediyorum” der. Büyük imam o kimseye İslam'ın ticaret hakkındaki emir ve öğütlerini içeren bir liste sunar. Adam “Ya imam ben mi yanlış söyledim, yoksa siz mi yanlış anladınız? Ben sizden ibadet listesi istedim, siz ise bana ticaret listesi verdiniz” der. İmam, dünyalar durdukça geçerli olacak can simidini muhatabına giydirir: "Aşı helal olmayanın işi helal olmaz" (Vahit Göktaş, Ahîlik ve Tasavvuftaki Bazı Müşterek Ahlaki Ögeler, Ahîlik Uluslararası Sempozyum, "Kalite Merkezli Bir Yaşam", Kayseri, 2001, s. 121-122;)
EVDEN DUA İLE ÇIKMAK
Kulu değerli kılan şeylerden biri belki de en önemlisi duadır. Mü’minin hayatında önemli bir yer tutan dua, kulun acziyetinin farkında olarak inandığı, güvendiği, kâinatın yaratıcısı ve maliki Rabbine iltica ve yakarışı ifade eder. Aslında hayatımızın nerdeyse tamamı dua değil mi?
Rabbimiz; وَقَالَ رَبُّكُمْ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.(Mümin Suresi, 60) buyurur.
Özellikle ticaretin hassas tarafları, farklı yönleri dikkate alınırsa duanın ticaretle meşgul olan kardeşlerimiz için önemi daha iyi anlaşılır. Kişi evden çıktığında birçok şeyle karşılaşabilir. Farkında olarak veya olmayarak haksızlık yapabilir, haksızlığa maruz kalabilir, işini tam yapamaması sebebiyle kazancına haram bulaşabilir. Bu sebeple dua ederek kendisini işine hazırlaması ve Allâh’ın yardımını talep etmesi çok önemlidir. Çünkü dualı insan rabbi ile iletişim kanallarını sürekli açık tutma gayreti içinde olan insandır.
Evimizden hangi sebeple dışarıya çıkıyor olursak olalım aşağıdaki duayı dilimiz döndüğünce sürekli tekrar etmeye çalışalım.
“Mü’minlerin annesi Ümmü Seleme’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) gözlerini semaya çevirip şu duayı okumadan evinden çıkmazdı: “Allahım! Şaşırmaktan, haktan sapmaktan, başkaları tarafından saptırılmaktan, hataya düşmekten, başkalarınca hataya düşürülmekten, haksızlık etmekten, başkalarının bana haksızlık etmesinden, cahillik etmekten, cahilce muameleye maruz kalmaktan sana sığınırım.” ( Ebû Dâvûd, Edeb, 103; İbn Mâce, Duâ, 18; Ahmed b. Hanbel, VI, 222.)
İŞE BESMELE İLE BAŞLAMAK
Bir Müslümanın herhangi bir işe başlarken -hayvan kesme gibi bazı özel durumların hükmü istisna edilirse— besmele çekmesi sünnettir. Hz. Peygamber işe başlarken besmeleyi aksatmamıştır. Hz. Peygamberin bir Müslümanın hayırlı olan bütün işlerine besmelesiz başlamasını eksiklik olarak belirtmesi konunun önemine işaret eder.
İşine Allâh’ın adıyla başlayan mü’min sadece O’nun izniyle işe başladığına dair inancını dile getirmektedir. Bu sebeple içki içmek, kumar oynamak, zina etmek gibi haram kılınan fiillere besmele ile başlamak haramdır ve kasıtlı yapılması halinde –Allah korusun- küfre götürebilecek bir eylemdir. Değerli ve hayırlı işlere besmele çekmek o işten Allâh’ın lütuf ve ihsanını, feyz ve bereketini istemek anlamına gelir. Haramda ise böyle bir şeyin istenmesi Allâh’ı alaya almanın ifadesi olur.
Hz. Peygamber besmelenin önemini şu hadisinde vurgulamıştır:
كُلُّ أَمْرٍ ذِي بَالٍ لَا يُبْدَأُ فِيهِ بِذِكْرِ اللهِ وَبِبِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ فَهُوَ أَقْطَعُ
“Besmele ile başlanmayan her önemli iş sonuçsuz kalır” yine benzer bir hadis-i şerifte;
كُلُّ كَلَامٍ أَوْ أَمْرٍ ذِي بَالٍ لَا يُفْتَحُ بِذِكْرِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَهُوَ أَبْتَرُ، أَوْ قَالَ أَقْطَعُ Yüce besmele ile (Allah’ı anarak) başlanmayan her anlamlı söz veya iş, bereketsizdir / sonuçsuzdur. (İbn Hanbel, Müsned, 2/360)
Besmele, ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’ ifadesinin kısa söylenişidir ki Rahman ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla başlıyorum demektir. Bu ifadede şuna vurgu vardır. Herhangi bir hayırlı işe Allah’ın zikriyle yani O’nun adıyla başlanmaktadır. Besmele çeken bununla başladığı işte Allah’ın çizdiği sınırlarda kalacağına, onun rızasını gözeteceğine, Allah ve Rasülünün öğütlerini hatırda tutarak iş yapacağına söz vermektedir. Allah’ın adıyla başlayıp O’nun rızasına uygun hareket etmek ise bereket kaynağıdır.
Bütün bunlardan anlaşıldığı kadarıyla ticarethaneyi açarken besmele çekmek, kazanca haram karışmaması için Allah Teâlâ’dan dua ile yardım istemek, kazancını bereketli kılmasını talep etmek bir Müslüman hassasiyetidir.
Ecdadımız iş yerlerine şöyle tabela asarlardı;
“Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız. Hakk’a iman ederiz, Müslüman’dır şanımız. Eğrisi varsa bizden, doğrusu elbet sizin. Hilesi hurdası yok, helalinden malımız.”
Berber dükkânında “Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız, Hazreti Şeyh Selman Pak’tır pîrimiz üstadımız.”
Ne dersiniz? Ne kadar güzel bir tablo değil mi?
İŞE ERKEN BAŞLAMAK
Bereket; ilahi feyiz ve ihsan, lütuf ve hayrı ifade eden bir kavramdır. İşe erken başlamak adaptandır ve erken başlangıç berekete kapı aralamak demektir. Bu diğer zamanlarda bereket olmadığı anlamına gelmez. Ancak bu konuda Hz. Peygamberin duası vardır; اَللَّهُمَّ بَارِكْ لِأُمَّتِي فِي بُكُورِهَا Allâhım! Ümmetimden işe erken başlayanların faaliyetlerini bereketli kıl.” ((Ebû Dâvûd, Cihâd, 78; Tirmizî, Büyû, 6) Hadisi açıklayan İslâm âlimlerine göre “bereketli olan erken zaman” fecr ile güneşin doğumu arasındaki kısımdır. Yani sabah namazına kalkılacak ve hemen akabinde işe başlanacaktır.
RIZKI VERENİN ALLÂH OLDUĞU BİLİNCİYLE TEVEKKÜL ETMEK
Yegâne rızık veren Allah Teâla’dır. Kur'an'da, وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ "Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir.” (Hud Suresi, 6) buyurularak, tüm canlıların rızkını verenin Allah olduğu bildirilmiştir.
Rızkı yaratan ve veren Allahtır. Kul, Allah'ın evrende geçerli tabii kanunlarını gözeterek çalışır, çabalar, sebeplere sarılır ve rızkı kazanmak için tercihlerde bulunur. Allah da onun bu tercihine ve çabasına göre rızkını yaratır. Allah'ın yegâne rızık veren olması, tembellik yapmayı çalışmamayı, yanlış bir tevekkül anlayışına sahip olmayı gerektirmez. Kazanç için, meşru yollardan gerekli girişimde bulunmak kuldan, rızkı yaratmak ise Allah'tandır.
Tevekkül, bir mü’minin üzerine düşeni yapıp gerekli tedbirleri aldıktan sonra sonucunu Allah Teâlâ’ya havale etmesidir. Kula düşen sebeplere sarılmaktır. Sonuç Allah Teâlâ’ya aittir.
Tevekkül aynı zamanda hırs, şükürsüzlük gibi manevi rahatsızlıkları da bertaraf eder.
Çokça duymuş olabileceğiniz şu tarihi olayı burada nakletmek isterim:
Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethetmeye hazırlandığı sıralarda halkının durumunu görme maksatlı tebdil-i kıyafetle bir gün çarşıya indi. Sabah erken saatlerde yanına aldığı veziriyle çarşıda olan Fatih, girdiği ilk dükkândan birkaç şey almak istedi. Dükkân sahibi kendisini tanımamakla beraber, arzu ettiği şeylerden sadece birini hazırlayıp verdi. Bunun üzerine Sultan diğer istediği şeylerinde hazırlanmasını söyledi. Dükkân sahibi; “Efendim ben sabah siftahımı yaptım, komşumda dükkânını yeni açtı. Diğer isteklerinizi de ondan alınız.” Dedi. Sultan yan dükkâna girdi, bu sefer de yeni girdiği dükkânın sahibi istediklerinden yine sadece birini hazırladı ve yan dükkâna gitmesini, çünkü komşusunun bu sabah siftah yapmadığını, diğer alacaklarını da ondan almasını istedi. Bu durum böyle devam etti. Alış-verişi bitiren Fatih Sultan Mehmed’in ağzından şu cümle döküldü: “Allah’ım, değil bu milletle İstanbul’u, dünyayı bile fethederim.” (Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi, s. 67.)
Şimdi bize masal gibi geliyor değil mi?
TİCARETTE ORTAK OLANLARIN DİĞER ORTAĞININ ALLÂH TEÂLÂ OLDUĞUNUN BİLİNCİNDE OLMALARI
Ticaret tek kişinin söz hakkının olduğu bir usulle yapılabileceği gibi, birden fazla kişinin ortak olduğu şirketler şeklinde de yapılabilir. Dünya ticareti günümüzde artık uluslararası şirketler eliyle kontrol edilmektedir. Hal böyle olunca Müslümanların dünya ticaretinde söz sahibi olabilmeleri de ancak bir araya gelerek şirketleşmeleri ile mümkündür.
Dinimiz islam güven esasına dayalı ortaklıkları teşvik etmiştir. Bir hadis-i şerifte Ebû Hureyre, Hz. Peygamber’den Allah’ın şöyle buyurduğunu nakletti: “Biri diğerine hıyanet etmedikçe iki ortağın üçüncüsü benim. Eğer ona hıyanet ederse, ben onların aralarından çekilirim” (Ebû Dâvud, Büyû, 26.)
2) TİCARET SIRASINDA MÜSLÜMAN
Şimdi de Ticaret yapılırken Müslümanların dikkat etmesi gereken hususlara bakalım; bu konuda pek çok madde söylenebilir. Ancak biz belli başlı olanlara değinelim.
DÜNYA- AHİRET DENGESİNİ KORUMAK
İçinde yaşadığımız hayat şartları ve teknolojik gelişmelerin, akıllara durgunluk verecek derecede ve şekillerde ticaret usulleri geliştirdiği hepinizin malumudur. Bu durumun cazibesi, nefsin tahriki dünya-ahiret dengesini bozabilir. Bunun sonunda kazanca, dünyaya dalıp ahlâkî değerleri ve Allah’a karşı vazifeleri ihmal etmekle karşı karşıya kalınabilir. Nitekim Rabbimiz bizi uyararak;
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
"Allah'ın sana verdikleri ile ahiret yurdunu elde etmeye çalış. Ve dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana iyilikte bulunduğu gibi, sen de insanlara iyilikte bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuk yapma. Allah, bozguncuları sevmez." (Kasas Suresi, 77) buyurmaktadır.
ÖLÇÜ VE TARTIYI DÜZGÜN TUTMAK
Ölçme ve tartı konusunda dürüst davranmak, hile yapmamak, eksik ölçü ve tartı ile satış yapmaktan sakınmak ve adil, adaletli olma hususları Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde ve peygamberlerin diliyle müminlere emredilmektedir.
Şuayb peygamber gönderildiği topluma;
أوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنْ الْمُخْسِرِينَ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْض مُفْسِدِين
Ölçüyü tastamam yapın, (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. (Şuara Suresi, 181-183) diyerek uyarıda bulunmuştu. Bu uyarıları dinlemeyen, tebliğe kulak asmayan Eyke (Medyen) halkının helak olduğunun bildirilmesi bizi düşündürmelidir.
Sohbetimizin başında okuduğumuz Mutaffifin Suresinin ilk ayetlerinde de; Allah Teâla Kur'an-ı Kerim'de bunlarla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
وَيْلٌ لِّلْمُطَفِّفِينَ . الَّذِينَ إِذَا اكْتَالُواْ عَلَىالنَّاسِ يَسْتَوْفُونَ . وَإِذَاكَالُوهُمْ أَووَّزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ . أَلَا يَظُنُّ أُولَئِكَ أَنَّهُم مَّبْعُوثُونَ
1- Eksik ölçüp tartanların vay haline! 2- Onlar insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçerler. 3- Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar.4- Onlar tekrar diriltileceklerini zannetmiyorlar mı? (Mutaffifin, Suresi, 1-6)
Konu hakkında ahilikten iki güzel örnek vermek isterim;
Ahilikte ustanın çırağına nasihati !!! “Oğul hak al, hak ver Kimseye dediğinden eksik verme ki Yüce Allah kazancına ve ömrüne bereket vere… Her ne zaman teraziyi eline alınca, Ahiret terazisini hatırlayasın… İyi bil ki helalin hesabı, şüphelinin itabı, haramın azabı vardır. Haydi oğul, ona göre dirlik işin olsun!
Bir terzi çırağının kalfalığa yükseltilmesi töreninde, şeyhi genç terziye bir makas, arşın ve iplik geçirilmiş bir de iğne vererek şu şekilde nasihatte bulunurdu; “Oğlum, bundan sonra verdiğim bu aletlerle helal işler gör, haramdan kaçın, kimsenin malına göz dikme. Gerçeği söylemekte bu makas gibi keskin ol. Seni gerçeğe gitmekte alıkoyan engeli bu makasla kes. Allah’ı her yerde hazır ve nazır bilip ona göre dirlik et. Arşını eline aldıkça sırat-ı müstakimi an. Kanun ve töre dışına çıkma. Namahreme bakma ve dünyaya fazla bağlanma.”
HİLE YAPMAMAK, MÜŞTERİYİ ALDATMAMAK, MALIN AYIBINI VE KUSURUNU GİZLEMEMEK
Günümüz ticaret hayatının maalesef en önemli konusu bu madde desek yanılmış olmayız. Müşterinin bilgisizliğinden veya gafletinden faydalanıp, sağlam ve kullanışlı olmayan veya özürlü bir malı ona satmak İslâm ahlakıyla bağdaşmayan bir harekettir.
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صعلم) مَرَّ عَلَى صُبْرَةِ طَعَامٍ فَأَدْخَلَ يَدَهُ فِيهَا فَنَالَتْ أَصَابِعُهُ بَلَلاً فَقَالَ مَا هَذَا يَا صَاحِبَ الطَّعَامِ " . قَالَ أَصَابَتْهُ السَّمَاءُ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ " أَفَلاَ جَعَلْتَهُ فَوْقَ الطَّعَامِ كَىْ يَرَاهُ النَّاسُ مَنْ غَشَّنا فَلَيْسَ مِنِّا .
Ebu Hureyre (r.a) den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz bir defa ekin pazarına uğramış, hoşuna giden bir buğdayı eli ile yoklayınca eline ıslaklık isabet etmişti. Buğday sahibine:
- Ey ekin sahibi, bu ne? diye sordu. Ekin sahibi:
- Ey Allah'ın Resûlü, yağmur altında kaldı ve ıslandı, deyince Peygamberimiz:
"O ıslak kısmı insanların görmesi için ekinin üstüne koysaydın ya. Bizi aldatan bizden değildir" buyurdu. (Müslim, İman, 43,164, 295, Ebû Dâvûd, Büyü, 50)
Hadisin burada geçen مَنْ غَشَّنا فَلَيْسَ مِنِّا ifadesi çok ağır ve dehşetli bir uyarıdır. Peygamberimizin “bizden değildir” İkazına muhatap olmak bir Müslüman için ne dehşetli bir durumdur! Kısa ama çarpıcı bir cümle bu.
وعن عُقْبَة بن عامر رضى اللّه عنه قال: ﻻ يَحِلُّ ِﻹمْرئٍ مُسْلمٍ يبيعُ سِلعةً يَعْلَمُ أنَّ بِهَا داءً إﻻ أخْبَرَ بِه
Ukbe b. Âmirden rivayet olunduğuna göre efendimiz buyurmuştur ki: "Müslüman bir kimsenin, bir malda kusur olduğunu bildiği halde, müşteriye haber vermeden satması haramdır." (Buhârî, Büyû 19)
Bugün ticari ortamlar konusunda en çok şikâyet edilen konulardan biri bu olsa gerektir. Zira malın kusurunu gizlemek, alışverişin bereketini, insanların birbirine olan güvenini yok ediyor. Satıcı, her ne kadar kâr etmiş gibi gözükse de onun kârının hüsran olduğunu fark edemiyor. Bunun bilincinde olan bir mümin, kâr ve kazanç elde etmek için her yolu mubah göremez, aldatıcı reklam, hile, haksız rekabet ve aşırı kâr gibi yollara tevessül edemez. Bir başkasının kaybı ve zararı üzerinden kazanç ve kâr devşiremez. Bilir ki bir başkasını aldatması aslında bizatihi kendisini aldatmasıdır.
Her şeyin sahtesinin üretildiği, orijinal denilerek satıldığı günümüz şartlarında bu uyarılara ne kadar da çok muhtacız.
O halde Müslüman tüccar, kalitesiz malı, kaliteli malla karıştırmamalı, kötüyü iyiden ayırmalı, malın kusuru varsa açıkça söylemelidir.
Ayet ve hadislerden ilham alan Fütüvvet ve Ahîlik teşkilatlarında helal kazancın önünde en büyük engel olan şu hususlar yasaklanmıştır: 1- Hileli ve çürük mal satma 2- Müşteriden fazla para alma 3- Bir başkasının malını taklit etme 4- Noksan tartma ve bozuk terazi kullanma 5- Sahte ve kalitesiz mal üretme. (Hayrettin İvgin, “Ahîlerde Ahlâkî Değerler ve Bunların Ticarette Uygulanması”, I. Uuslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996, 74;)
MÜŞTERİ KIZIŞTIRMAMAK
Çoğunlukla malın fiyat ve sürümünü arttırmaya yönelik bir hîle şeklinde ortaya çıkan neceş; bu yönüyle haksız rekabet çeşitlerinden biri sayılmaktadır. Şöyle ki, bir pazarlık esnasında satıcı ile anlaşmalı olan üçüncü bir kişi (veya kişiler) sanki alıcıymış gibi devreye girerek gerçek müşterinin verdiğinden daha yüksek bir fiyat teklif etmek suretiyle onu yanıltır. Böylece talip olduğu malı başkasına kaptırmak istemeyen ilk teklif sahibi ister istemez daha yüksek meblağ ödemek zorunda kalabilmektedir. Bu durum pazarlık halindeyken olabileceği gibi akdin kesinleşmesinden sonra da vuku bulabilmektedir.
İşte serbest rekabet ortamını zedeleyip haksız rekabete yol açan, kardeşlik ilişkilerini zedeleyen ve bir rantiye sınıfı oluşturarak tüketicinin zarar görmesine zemin hazırlayan bu tür muameleler Hz. Peygamber tarafından yasaklanmış; “Bir malı alıyor görünerek kıymetini (değerini) artırmayınız” (Buhari, Büyu, 60)
“Neceş yapmayın. Bir kimse kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasın” gibi hadislerle Müslüman tüccarın bu tür olumsuz davranışlardan sakınması gerektiği vurgulanmıştır.
KARABORSACILIKTAN UZAK DURMAK
Ticarette malın fiyatının yükselmesi gayesiyle stok veya spekülasyon yapılıp piyasaya arzının azaltılarak geciktirilmesi, fiyatların piyasada suni bir şekilde yükselmesi ve normal piyasa seviyesinin üstüne çıkmasına sebep olmak yasaklanmıştır. Hele bu mal temel ihtiyaç maddesi olursa bu durumda mağduriyetler daha da çok artmaktadır. Bu durum haksız bir kazançtır ve İslam’ın tasvip etmediği bir husustur. Bu karakterdeki kişilere peygamberimizin uyarısı şöyledir;
Karaborsacı ne kötü insandır! Ucuzluk olunca üzülür, pahalılık olunca sevinir." (Mecmau'z-Zevaid, IV/101 (Hadisi Taberanî rivayet etmiştir.)
Hz Ömer (ra) den rivayet edildiğine göre peygamberimiz;
الْجَالِبُ مَرْزُوقٌ وَالْمُحْتَكِرُ مَلْعُونٌ
“Malını satışa arz eden rızka erer, karaborsacı da lanete uğrar.” (İbn Mâce, “Ticârât”, 6)
YEMİNDEN KAÇINMAK
Yemin çok değerli bir sözdür. Bir Müslüman yemin ediyorsa söylediği söze Allah’ı şahit tuttuğunun fakında olmalıdır. Yemin, dinimizde bir delildir, hukukî bir değeri vardır. Bu temel hukukî prensibin bir riski var: İnsanlar yeminle aldatılabilir. Böyle durumların ortaya çıkmaması için dinimiz, hem Kur’ân–ı Kerîm ve hem de peygamberimizin diliyle yemin meselesine müstesna yer vermiştir. Bu cümleden olarak alışverişte yemine yer vermek hoş karşılanmamıştır. Bir Buhari ve Müslim hadisinde Efendimiz (a.s):
اَلْحَلِفُ مَنْفَقَةٌ لِلسَّلْعَةِ مَمْحَقَةٌ لِلْكَسْبِ “Alışverişte fazla yeminden kaçının; zira o, mala talebi artırsa da sonra bereketini giderir.” buyurmuştur. (Buharî, Büyû, 26)
Bu yemin yalan olursa, bu takdirde Rasûlullah’ın üslubu pek şiddetlidir:
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ، عَنْ رَسُولِ اللَّهِ (صعلم) قَالَ مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينِ صَبْرٍ يَقْتَطِعُ بِهَا مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ هُوَ فِيهَا فَاجِرٌ لَقِيَ اللَّهَ وَهُوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ .
“Yalan yeminle malını cazip kılan kimse, Müslüman bir kimsenin malını gasbetmiş olduğu için, kendisine gazap edilmiş olarak Allah’a kavuşur (Müslim, İman, 63/372)
3) TİCARET SONRASI MÜSLÜMAN
TİCARİ İŞLEMİ KAYIT ALTINA ALMAK
Ticaret sırasında veya sonrasında görülen kötü ilişkilerin ve olumsuz sonuçların nedenlerinden biri de tarafların antlaşma maddelerini açıklıkla yazmamalarıdır. Başınıza gelmiştir: akrabanız olması, güvendiğiniz bir yakınınız olması sebebiyle yaptığınız bir iş veya anlaşmanın kaydı olmaması, telafisi zor durumlar meydana getirebiliyor. Borç ve alışverişte anlaşmazlıkları önleyecek, kişileri haksızlığa uğramaktan koruyacak ne önemli uygulamalardan biri yapılan ticari işlemi kayıt altına almaktır. İslam, ölçü ve tartıda dürüst davranılmasını, taraflar arasında iyi niyet ve güvenin kurulmasını istemekle beraber; alış veriş ve borçlanma işlemlerinin yazılmasını da tavsiye etmiştir: Kur’an-ı Kerim’de:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا تَدَايَنتُمْ بِدَيْنٍ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُ “Ey inananlar, belli bir süreye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın” (Bakara Suresi, 282) buyrulması, ticari işlemlerin kayıt altına alınmasının önemine işaret etmektedir.
KAZANCI ZEKÂT, İNFAK VE SADAKA İLE TAÇLANDIRMAK
Allah’ın lutfettiği nimetlerden, ihsan ettiği imkânlardan insanları faydalandıran, infakta bulunanlar bunun karşılığını hem dünyada hem de ahirette kat kat görecektir. İnsan, Allah’a karşı şükrünü eda ederken hem bedenen, hem de malının zekâtını/sadakasını vererek ibadet etmesi gerekir. O bakımdan namaz, oruç ve hac bedeni ibadet olarak kabul edilirken, zekât, sadaka ve diğer yardım türleri de mali ibadet olarak kabul edilmektedir. Diğer taraftan zekât, haset, cimrilik ve bencillik hastalıklarını önleyen çok önemli bir kurumdur.
Zekât ibadeti ve vergi yükümlülükleri dışında kişinin imkânları ölçüsünde ihtiyaç sahiplerine yaptığı maddi ve manevi yardımlara infak diyoruz. İnfak kazancın fiili olarak şükrünü ifade eder. Ancak infak deyince sadece maddi, nakit yardım anlaşılmamalıdır. Meslek erbabının mesela bir hastayı tedavi etmesi, parası olmayan birisini taksici kardeşimizin gideceği yere bırakıvermesi gibi iyilikler hep bir infak çeşididir. Nimetin şükrünün kendi cinsinden olması kuralı gereği bu tür yardımların daha değerli olduğunu söyleyebiliriz. Gösterişten uzak, gerçek bir ihtiyaç sahibinin sıkıntısını giderdiğimizde duyacağımız huzur tarif edilemez. Verebilmek ve paylaşabilmek imanın bir göstergesidir desek abartmış olmayız.
Mekkeli muhacirlerden olan ve hicretten önce de sonra da ticaretle geçimini temin etmiş bulunan Kays bin Ebü Gareze el-Ğıfarî (r.a.), Rasülullah'ın tacirlere yönelik üslubunu ve tavsiyelerini bakınız nasıl anlatıyor: Hicretten önce halk bizi simsarlar diye adlandırırdı. Medine'de bir gün Rasulullah (s.a.) bize uğradı ve bu isimden daha güzel bir isimle hitap ederek şöyle söyledi: "Ey tacirler topluluğu, ticarete genellikle yalan ve yemin karışır, siz de ona sadakayı karıştırın” buyurdu. (Ebu Dâvûd, Büyû’,1 Tirmizî, Büyû’,4) Ne müthiş bir uyarı ve övgü!
HAMD, ŞÜKÜR VE SABIR BİLİNCİ
Hayat yolculuğumuzda çeşitli imtihanlardan geçiyoruz. Varlıkla imtihan oluyoruz, şükrünü eda edip edemeyeceğimiz hususunda.. Yoklukla imtihan oluyoruz, sabredip edemeyeceğimiz hususunda…
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنْ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنْ الْأَمْوَالِ وَالْأَنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرْ الصَّابِرِينَ “Şüphesiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!” (Bakara Suresi, 155)
Sabır hedefe, başarıya giden yolun anahtarı durumundadır. Sabrı bilmeyen insanların özellikle uzun soluklu iş ya da eylemlerde yılgınlık göstermesi muhtemeldir.
Verilen nimete şükredenlere o nimetin arttırılacağı müjdesi var. لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ “Yüceliğim hakkı için şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim Suresi, 7)
Sohbetimizin bu bölümünde Ahiliğin açık tutmak ve kapalı tutmak üzere 6 şartını sizlere nakletmek isterim;
1-Elini açık tut: Cömert olmak, düşkünlere yardım etmek için,
2-Kapını açık tut: Konuksever ve misafirperver olmak için,
3-Sofranı açık tut: Yoksullara, yemek yedirmek, misafire ikramda bulunmak için.
4-Elini bağlı tut: Hırsızlık, zorbalık ve kötülük etmemek için,
5-Dilini bağlı tut: Dedikodu, yalan, iftira ve gıybetten uzak durmak,
6-Belini bağlı tut: Kimsenin namusuna, haysiyet ve şerefine göz dikmemek için.
Ne kadar güzel! İslam ahlakının önemli bir bölümünü ihtiva ediyor.
Muhterem kardeşlerim;
Düşünce tarihimizin önemli şahsiyetlerinden, mütefekkir Nurettin Topçu; “İyi Müslüman caminin içinde değil, dışında belli olur. Ticaret var, para var, pul var. Kasa var, rekabet var. Sen böyle bir ortamda nasılsın. Caminin içinde herkes mübarek! Orada iş kolay, sen dışarıda nasılsın?” Diyerek kıblenin sadece camide değil, bakkalda, markette, manavda, kasapta, tuhafiyecide velhasıl alışveriş yapılan her yerde olduğunu bize hatırlatıyor.
Sohbetimizi, kapitalizmin en vahşi kurallarının işlediği, amaca ulaşmak için her yolun meşru görüldüğü, makyevelist anlayışın beynimize kazındığı, “bu devirde yalansız ticaret mi olur” diye ruhumuzun kirletildiği günümüzde, her şeye rağmen ticaretini dürüst, ahlaklı bir şekilde yürüten tüccar kardeşlerimize peygamberimizin verdiği müjde ile tamamlayalım;
عَنْ أَبِى سَعِيدٍ عَنِ النَّبِىِّ (صعلم) قَالَ التَّاجِرُ الصَّدُوقُ الأَمِينُ مَعَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ.
Ebu Said (r.a)'ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v):
Doğru ve güvenilir tüccar (kıyamet günü) nebilerle, sıddîklarla ve şehitlerle beraberdir. (Tirmizi, Büyu, 1/1252)
Doğru ve dürüst tüccar kardeşlerimiz için ne büyük bir müjde bu!
Son olarak, kana bulaşan mikrop nasıl vücudumuzu halsiz bırakıyor hasta ediyorsa, mala ve bedene bulaşan haram lokma da hem malın bereketini götürüp malı zayıflatıyor, hem de Müslümanın imanını zayıflatmak suretiyle vicdansız, vurdumduymaz, hak ve hukuk dinlemeyen asi bir kul haline getiriyor. Rabbim bizi rızasından uzaklaştıracak olan haram lokmadan ve yanlış davranışlardan muhafaza buyursun. Amin …
Hazırlayan: Feyzullah YILMAZ / Sakarya İl Vaizi
Not: Bu sohbetin planlanmasında Prof. Dr. Saffet KÖSE’nin “İslam İş ve Ticaret Ahlakı” eserinden yararlanıldı.
Facebook Yorumları