menu
EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL!
EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL!
06 Kasım 2020 Cuma Vaazı Yayınlandı mı? "Emrolunduğun Gibi Dosdoğru Ol!" konulu 06.11.2020 Cuma vaazı sitemize eklenmiştir.

Emrolunduğun Gibi Dosdoğru Ol!

Değerli Müminler, muhterem kardeşlerim,

Düşünen bir varlık olarak insanın, ihtiyaç duyduğu en önemli şey anlamdır, manadır. Açıklama ister insan. Varlık alemiyle alakalı merakının karşılanmasını arzu eder, arayışa girer. 

Kendi yarattığını en iyi bilen Allah, insanın bu fitri arayışına indirdiği vahiyle cevap verir. İnsana kim olduğunu, nereden geldiğini, nereye gideceğini, bu dünyada ne işi olduğunu açıklar. Ayeti kerimede ;

خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ

Allah gökleri ve yeri hikmet ve fayda esasına göre yarattı. Şüphesiz, inananlar için bunda ibret vardır. (Ankebut,44) buyuruluyor. 

Varlık aleminin, ‘hak’ tecellisi olduğu ifade ediliyor. Yani yaratılışın bir amacı, bir manası var. Oyun olsun diye yaratılmadı, öylesine yapılan bir taktir olarak var edilmedi. Yaratılışta bir abeslik, bir çelişki yoktur. 

Yüce Yaratan bu kainatı ve içindeki canlıları boşu boşuna halk etmedi. (Ali İmran,191) İnsan da bu hak tecellisini anlayabilir bir mahiyette, müstesna bir konuk olarak gönderildi dünyaya. İnsan tefekkür ederek, kendisinin sıradan bir canlı olmadığını anlar. ‘Düşünüyorum, öyleyse Allah var’ der. 

Ayeti kerimelerin belirttiğini göre dağların yüklenmekten çekindiği emaneti insanın yüklenmesi,  (Ahzap,72) daha vücuda gelmeden ‘Ben sizin rabbiniz değil miyim ilahi nidasına, bela (evet rabbimizsin)’ (Araf,172) diye karşılık vermesi ve nihayetinde insanın yeryüzünün halifesi tayin edilmesi  (Bakara,30) insanın fıtraten hakkı tanıyan bir şekilde yaratıldığını ortaya koyar. İşte insanın akıl ve iradesiyle kainatta olan bu hak tecellisine şahitlik edip, onu tasdik etmesine sıdk diyoruz. Sıdk, yani doğruluk, kişinin hakka sadakat göstermesidir. Fıtratına uyum göstermesidir. Sıdk, düşüncede imana, amelde dürüstlüğe tekabül eder.

Sıdkın zıddı, kizb’dir, yani yalandır, inkardır, yanlışlıktır, eksikliktir, uyumsuzluktur. Yalan gerçeğe uygun olmayan şeye denir. İnkarcı, varlığın hak üzere yaratılmadığını düşünerek gerçeğe uygun bir inanış belirtmediği için yalancı olur, yani kafir olur. Müşrikse kendi zihninde paralel bir gerçeklik oluşturarak doğruya uyumlu olmadığı için yalancı olur.

Doğru bulma arayışı kişiyi imana ve salih amele götürür, ayeti kerimde geçer.

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ

Müminler ancak, Allah’a ve resulüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihat eden kimselerdir. Sadıklar işte bunlardır. (Hucurat,15)

Değerli Hazırun,

İmanda doğruluk, tevhittir. Dini sadece Allah’a has kılmak, sadece ona kulluk etmek, onu noksan sıfatlardan tenzih edip kamil sıfatlarla muttasıf kılmaktır, tevhit. 

Allah’ın her takdirinde bir hikmet ve maslahat olduğuna inanmaktır. Allah’a güvenmektir. Çünkü o sadıktır, güvenilendir, doğrunun kaynağıdır. O, vaadinden dönmez, kuluna zulmetmez, kulunu yarı yolda bırakmaz, ters köşe yapmaz.

Doğruyu bilerek gerçekleşen iman, aklı mukni, kalbi mutmain eder, kişiye huzur verir. Doğruya dayanan imanla yalana dayanan küfür aynı yerde bulunmayan iki kutup gibidir. Nitekim peygamberimiz;

لَا يَجْتَمِعُ الْإِيمَانُ وَالْكُفْرُ فِي قَلْبِ امْرِئٍ وَلَا يَجْتَمِعُ الصِّدْقُ وَالْكَذِبُ جَمِيعًا وَلَا تَجْتَمِعُ الْخِيَانَةُ وَالْأَمَانَةُ جَمِيعًا

Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz, (İbn Hanbel, II, 349)

buyurmaktadır. İmandaki doğruluk zafiyetleri, Allah’ı layıkıyla tanıyamamaktan kaynaklanır. (Hac,74) Bilgisizce Allah’a yalan isnatta bulunmak, (Hud,11) onu şahit tuttuktan sonra sözü yerine getirmemek bunların başında gelir. Nitekim Efendimiz, kıyamet gününde Allah adına yemin ettikten sonra sözünde durmayanların hasmı olacağını ifade eder.  (Buhârî, Büyû’, 106.)   

Yine müşterilerin ilgisini çekmek ve güvenini kazanmak için Allah adına yemin ederek mallarını satanlar zemmedilir. Efendimiz buyuruyor;

الْحَلِفُ مَنْفَقَةٌ لِلسِّلْعَةِ مَمْحَقَةٌ لِلْبَرَكَةِ

Yemin, alışverişte kâr getirir (ama) bereketi götürür. (Dâvûd, Büyû’, 6)

Değerli Kardeşlerim,

Doğruluk Allah’a verilen sözün yerine getirilmesidir. Hukukullaha riayet etmektir. İnanılan şekilde yaşamaktır. İman iddiasının ispatıdır, doğruluk. İyi bir ressam olduğu iddiasında bulunan bir adam, hiç resim yapmazsa bu iddiasının bir ehemmiyeti olur mu? Kuru bir çıkıştan öteye geçmez yaptığı. İşte sadece iman ettiğini söyleyip ameli ihmal eden kişinin durumu da böyledir. 

Amel, imanın yeşermesini sağlayan sudur, parlamasını sağlayan ciladır. Amelle beslenmeyen iman solar. İman ettiğini söyleyen ve iman üzere yaşamak isteyen kişiden öncelikle doğru ve dürüst olması beklenir. 

Nitekim tarih boyunca insanlığa rehber olarak gönderilen peygamberlerin ortak özelliği ‘sıdk’ sahibi olmaları yani doğru ve dürüst olmalarıdır. 

Doğruluk islam binasının öyle vazgeçilmez bir harcıdır ki, hiçbir peygamber bundan en ufak bir taviz vermemiştir. Hz. Yahya ve Hz. Zekeriya gibi gerekirse ser verilmiş, ama Allah’a verdileri sözden dönülmemiştir. Sıdk üzere yaşayanlar Allah’ın nimet verdikleri arasına ‘altın harflerle’ yazılmaya hak kazanmış olurlar. Rabbimiz buyuruyor;

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا

Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır! (Nisa,69)

Rabbim bizi nimet verdiklerinin yoluna iletsin. (Amin)

Değerli Kardeşlerim,

Doğruluğun imani boyutunu anlattıktan sonra ahlakı boyutuna geçebiliriz. İman sebep, ahlak neticedir. İmana dayanmayan ahlak yalancı emzik gibidir. Çiğnenir, oyalar ama gıdalandırmaz. 

Ahlak, müminin vitrinindir. Diğer insanları imanına şahit tutmanın yoludur. Diğer bütün güzel ahlakı vasıflarda olduğu gibi doğruluk konusunda da peygamberlerimiz bizim için en güzel ahlaki örnekliği ortaya koyar. Onun doğruluğu ve dürüstlüğü dost-düşman herkes tarafından tasdik edilmiştir. Hatta diyebilir ki, bir kişi ile başlayan iman hamlesinin başarıya ulaşmasındaki en önemli etken davayı üstlenenlerin şaşmaz dürüstlükleridir. Bu ilahi kanun bugün için de geçerlidir. Girişilen bir işi, planı yada hareketi kalıcı bir şekilde başarıya ulaştırmanın yolu doğruluktan geçer.

İlk Müslümanların İslam’ı tercih etmelerinin sebebi, aralarında ömrünü geçiren kişinin dürüstlüğüne şahit olmalarıdır. İlk yıllarda islama düşmanlık besleyen Mekke liderlerinden Ebu sufyan dahi peygamberimizin dürüstlüğünü itiraf etmez zorunda kalmıştır. Ebu Süfyan ticaret için gittiği Şam’da Rum kayserinin huzuruna çıkarılır. Kayserin kulağına Mekke peygamberliğini ilan eden birisinin bilgisi gelmiştir ve kim olduğunu merak eder. Aralarında şu konuşma geçer

  • Ondan hiç yalan söz duydunuz mu ?

  • Hayır

  • Sözünde durmazlık eder miydi?

  • Hayır                (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.)

Burada bir hususa dikkat çekelim. Müslümanlarla mücadele içinde olan Ebu Süfyan yalan söyleyip politik olarak Rum Kayserinin nazarında peygamberi itibarsızlaştırabilir, şirin gözükerek kralın desteğini alabilirdi. Ancak yanındaki heyet tarafından yalancı konumuna düşmemek için zoraki doğruyu söylemek durumunda kalır.

Peygamberimiz, müslümanların güçsüz ve sayısının az olduğu durumda dahi doğruluk ve dürüstlükten en ufak bir tavizde bulunmamıştır. Müşriklerin davasından vazgeçmesi için makam, para ve kadın gibi cazibedar dünyalık tekliflerine asla pirim vermemiş, ‘bir gün biz senin, bir gün siz bizim tanrımıza ibadet’ edin gibi müslümanların ihlasını kırmaya yönelik sinsi tekliflerini itibara almamıştır.

Değerli cemaat, Dikkat buyurun! Burası önemli

‘Başarıya ulaşmak için her yol mubahtır’ yöntemini, İslam reddeder. İslam’da önemli olan temiz başarı elde etmektir. Amaç kadar amaca ulaştıran yolun doğruluğu da önemlidir. Pis suyla temizlik yapılmaz. Kem aletle kemalat olmaz. 

Efendimiz bir lider olarak kendisine tabi olanlara hiçbir dünyalık vadetmemesinin yanında çektikleri sıkıntılara sabır tavsiyesinden başka elinden bir şey de gelmiyordu. Başarı odaklı düşünen bir lider olsa az önce müşriklerin saydığı teklifleri geçici de olsa değerlendirebilirdi. Yine adaletsizliğin olduğu bir ortamda sosyal sınıfları örgütleyip halkın destek vereceği bir hareket başlatabilir yada elit sınıfla işleri sıkı tutup maddi ve siyasi destek elde edebilirdi. Ama İslam, dünyalık her türlü hedefin üstünde, herkese her çağda hitap eden bir iman hamlesidir. İslamın bu izzetine leke düşürmeme adına sadece Allah’a güvenerek hiçbir dünyalık hedefi istemedi Efendimiz. Peygamberimizin önderliğindeki müslümanların başarısı tertemiz bir başarıdır. 

Tarihi hakikatli okuyan hiç kimse peygamberimiz için ‘sadece bir devlet yöneticisiydi, sadece arapları teşkilatlandırdı, döneminin konjonktürü çerçevesinde bir siyaset yürüttü’ diyemez. O hırsın ve keyfin esir alamadığı bir şahsiyetti.

Burada Müslüman için alınacak ders hiçbir dünyevi gaye ya da çıkar için doğruluğumuzdan taviz vermemek olmalıdır. Ayağını sağlam yere basmayan yıkılır, mevzisi olmayanın mevzusu olmaz. Nitekim yüce rabbimiz bizi hakikati dünyalık menfaatlere feda etmememiz konusunda uyarıyor.

وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلاً 

Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın  (Maide,44)

Değerli kardeşlerim

Peygamberimiz en zor zamanlarda bile yalan konuşmamış, verdiği sözü yememiştir. Ahde vefa göstermiştir. 

Yine tarihi bir sahne anlatalım. Müslümanlar, Hayber ve Mekke’de bulunan iki düşman kabile arasında Medine de sıkışıp kalmışlardı. Peygamberimiz bu davanın inkişaf edip bütün yeryüzüne ulaşması için çareler arıyordu. Bu uğurda savaş üzerine değil insanları kazanma adına barış üzerine bir politika yürüttü. Bu yüzden müşriklerle içinde zahiren siyasi tavizler bulunan Hudeybiye anlaşması imzalar. Bu anlaşmaya göre taraflar birbirleriyle on yıl savaşmayacak, bu süre içinde Müslümanlara sığınan bir Mekkeli iade edilecek ama mekkeye giden bir müslüman iade edilmeyecektir. 

Daha anlaşmanın mürekkebi kurumadan Mekkeli müşriklerin işkencelerinden ayakları prangalı bir halde kaçarak Medine’deki iman kardeşlerine sığınmak için Ebu Cendel isminde bir zat çıkagelir. Peygamberimiz, anlaşmayı imzalayan ve aynı zamanda Ebu Cendel’in de babası olan Sühely bin Amr’dan, onun yanlarında kalmasını rica ettiyse de Süheyl anlaşmayı göstererek bunu reddeder. Öylesine trajik ve doğruluğun sınandığı bir sahnedir ki, bir tarafta yalvarır gözlerle kardeşlerinden yardım dileyen biri, diğer tarafta yapılan bir anlaşma vardır. Herkes peygamberin ne yapacağını merak eder. Peygamberimiz böylesine duygusal baskının ağır olduğu anda bile sözünden dönmemiştir. Ebu Cendel’e sabır tavsiyesinde bulunarak teskin etmiş ve onun için duada bulunmuştur.

Yine peygamber efendimiz şaka yollu dahi olsa asla yalana tevessül etmemiştir. Günümüzde yalansız, alaysız ve küfürsüz mizah olamayacağını düşünenlerin alması gereken dersler var burada. 

Peygamber bedduasıdır;

İnsanları güldürmek için yalan söyleyen kimselere yazıklar olsun’ (Ebû Dâvûd, Edeb, 80)

İnsan, duygusuz bir robot değildir. Gülmek, şakalaşmak, hoş sohbet etmek, eğlenmek insani bir ihtiyaçtır. Gülmenin sadaka olduğunu söyleyen bir peygamberin ümmeti asık suratlı olamaz, her zaman mesafeli ve resmi bir tavır sergileyemez. Eğlenmelidir de, ancak ahlaki değerlerden taviz vermeden. Belki de şaka yollu söylenen yalanlar, şeytanın bize süslü ve basit gösterdiği davranışların başında gelir. Meseleye dikkatimizi çeken bir başka örnek;

Peygamberimiz bir sahabenin evini ziyaret eder. Peygamberimiz arkadaşlarıyla birlikte otururken, evin çocuğu oyun oynamak için dışarı çıkmak isteyip huysuzlandığında evin annesi ‘ yanıma gel sana bir şey vereceğim’ diye onu yanına çağırır. Çocuğun, kendilerini rahatsız etmemek için çağırıldığını düşünen peygamberimiz, çocuğun annesine ‘ona ne vereceksin’ diye sorar. Anne ‘hurma verecektim’ deyince Efendimiz,

Eğer çocuğa bir şey vermeseydin, bu söz (amel defterine) bir yalan olarak yazılacaktı. (İbn Hanbel, III, 447)

cevabını verir. Başka bir hadislerin de Müslümanın kartvizitinde yazması gereken önemli bir özelliği dile getirir, Peygamberimiz.

لاَ غِشَّ بَيْنَ الْمُسْلِمِينَ ، مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا

Müslümanlar arasında aldatma olamaz! Bizi aldatan, bizden değildir! (Dârimî, Büyû’, 10)

Değerli Kardeşlerim,

Yalan, iftira, sözde durmama, aldatma gibi kötü ahlakı eylemlerin temelinde bir iman zafiyeti vardır. Yoksa, yalanın yanlış bir şey olduğuna inanan bir kişi nasıl yalan söyler? Uzmanlar yalanın temel nedenin korku olduğunu ifade ederler. En fazla korkulması gerekenin Allah olduğunu bilen biri, başka korkular için yalan tevessül edebilir mi? 

Yalan, dürüstlüğe cesaret edemeyenlerin, emek vermekten çekinenlerin, kaybetme korkusu yaşayanların, kendini üstün görenlerin silahıdır. Kendini Allah’a adayanların böyle çekinceleri olmaz. Ölümün hak, hayatın geçici olduğu bilen su üzerine bina yapma gafletine düşmez. 

Müslüman, yarın öleceksin denildiğinde programında bir değişiklik yapmayan adamdır. Benim hep dikkatimi çeker, peygamberimiz neden ‘kıyametin kopuyor olduğunu haber alsanız dahi elinizde bir fidanı dikin’  (Buharî, el-Edebül-Müfred s. 168) buyuruyor.  Neticede bu dikilen fidan kıyamet koptuğunda ağaç olamayacak. Çünkü Müslüman dünyalık işlere, sonuç merkezli değil emek merkezli bakar. Nihayetinde her şeyin ‘el-Varis’ olan Allah’a kalacağını bilir. Dolayısıyla yaptığı işlerin değil, işi yaptığı sıradaki niyet ve emeğin ahirette fayda sağlayacağını inanır.

Yalan bir niyet bozukluğudur, bir dil belasıdır. Fıtraten doğruyu isteyen ve arayan insan kendine dürüst olmaması durumudur. Dini bütün olan insanın, kişiliği de bütün olur. Hatta doğruyu bile bile yalan konuşan, olduğundan farklı gözüken insanların çoklu kişilik hastalığına yakalandığını söyleyebiliriz. Bu hastalığın din dilindeki adı münafıklıktır. Efendimiz buyuruyor.

Şu dört özellik kimde bulunursa o, tam bir münafık olur. Kimde bu niteliklerden biri bulunursa onu terk edinceye kadar kendisinde münafıklıktan bir özellik vardır: Kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verdiğinde cayar. Husumet sırasında haktan sapar.(Buhârî, Îmân, 24)

Münafığın inancı ve ameli aldatma üzerinedir. Bir ayakta kırk yalan söyler münafık, aldatmak adeta onun için bir alışkanlık haline, zevk aldığı bir hobi haline gelmiştir. Kendi yanlış inancına da sadık kalmaz. Ki bu yüzden açıktan inkar edenlerden daha tehlikelidir. Sadece kendini düşünür, kendisi için her şeyi feda eder.

Allah bizleri bu sinsi hastalıktan korusun.

Değerli cemaat,

Yalan ve aldatma, matematikteki yutan eleman gibidir. Hangi işle yan yana gelirse onu batıl hale getirir. Değerini düşürür. Peygamberimiz hadisinde buna şöyle işaret eder;

مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِهِ فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِى أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ

Oruçlu olduğu hâlde yalanı terk etmeyen kişinin aç ve susuz kalmalarına Allah’ın ihtiyacı yoktur.

(Buhârî, Savm, 8)

Din bir bütündür, parçalanamaz. Günahla sevap aynı amelde olamaz. İçine pislik atılan su temiz olmaz.

Yalan ve aldatma kısa vadede netice verse elinde solunda kişiyi zarara uğratır. Nihayetinde yalancının mumu ancak yatsıya kadar dayanabilir. Gerçeğin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Yalanda mutluluk arayana, mutluluk yalan olur. Yalan bataklık gibidir, gireni içine çeker. Obur bir mide gibidir, yedikçe acıkır. Aldatan insanların zihni, yaşamaya odaklıdır, yaşatmaya değil. Kendisine dokunmayan yılanın yaşamasını arzu eder. Yalancı, kısa yoldan işini gördüğünü düşünse de uzun ve sıkıntılı bir yolu tercih etmiştir. Yani yalanın, söyleyene de zararı vardır. Yalancı, çaldığı malı acaba yakalanır mıyım korkusuyla ağız tadıyla yiyemeyen hırsız gibidir. Hiçbir zaman vicdanını susturamayacaktır.

Yalanın belki de en önemli zararı kişiye şahsiyetini kaybettirmesidir. İnsan sözüyle kendi varlığını ortaya koyar. Fikirleriyle itibar görür. Sözü dinlenmeyen, fikirleri dikkate alınmayan kişi dinlemeye değmeyen sesler çıkaran canlılar gibi olur. İnsan görünümlü burnu uzun bir atom yığınını haline gelir.

İşte dinimizde yalancıların şahitliklerinin kabul edilmemesi tam da buna tekabül eder. Birinin şahitliğinin kabul edilmemesi toplumda güvenoyu kaybıdır. ‘Seni dikkate almaya değer görmüyorum’ demektir.

Değerli kardeşlerim

İmtihanı kazanmak kolay değil, dürüst olmak bedel ister, emek ister. Kimse cennet yolunu elleri ceplerinde gidemeyecek. Elmas olmak istiyorsak yontulmayı göze almalıyız. Her an teyakkuzda olmalı, kendimizi terbiye etmeliyiz. Efendimizin için en sarsıcı ayet hangisidir biliyor musunuz? Şu ayetin kendisini ihtiyarlattığını söylüyor peygamberimiz.

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

O halde seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir. (Hud,112)

Yüce Rabbimiz en dürüst kuluna, ‘emrolunduğun gibi doğru ol, yaptıklarını görüyorum’, diyor. Bu ayet bizim için de sarsıcı olmalı değil midir? Doğruluk, dokuz köyden kovulmayı göze alabilmektir. Belki yalnız olmaktır, ama yanlış olmamaktır. 

Sahabenin üstünlüğü sadakatinden kaynaklanıyordu. Onlar da beşerdiler, hata yaparlardı, günah işlerlerdi, gaflete düştükleri olurdu. Ama onlar hiçbir zaman yaptıklarının doğru olduklarını savunmadılar, hatalarında ısrar etmediler. Günahı önemsiz görmediler. İşlediği günah karşısında uygulanacak cezanın ölüm olduğunu bildiği halde, ‘beni temizle ya rasulallah’ diyen sahabenin dürüstlüğü buna şahittir.  (Müslim, Hudûd, 22)

Dürüstlük ve erdemin en önemli tezahürü hatadan dönebilmektir. Tövbe bir sadakat eylemidir. Şeridinden kayan insanın tekrar şeridine dönme isteğidir. İnsan, çoğu kez yaptığı hatadan dönmeyi gururuna yediremez. İşte kişinin dürüstlüğünün sınandığı er meydanlarından birisi de, burasıdır. 

Hz. Ebu Bekir doğrulukta zirveydi. Sıddıktı o. Miraç hadisesinde efendimizin anlattıklarını mantıklı bulmayan müşriklerin ona gelip peygamberimiz aleyhine söz duymak istediklerinde Hz Ebubekir’in ‘O ne diyorsa doğrudur’ cevabı doğruya kayıtsız teslimiyetinin göstergesidir.

Değerli Müslümanlar

Kişi diline sahip çıkmalıdır. Ya hak söylemeli ya susmalıdır. Çünkü söz yaydan çıkan ok gibidir, geri dönmez. Çok konuşmak, bilmeden konuşmak kişiyi yalana götürebilir. Efendimiz bu hakikatı şöyle ifade eder.

كَفَى بِالْمَرْءِ إِثْمًا أَنْ يُحَدِّثَ بِكُلِّ مَا سَمِعَ

Her duyduğunu söylemesi kişiye yalan olarak yeter!

(Ebû Dâvûd, Edeb, 80)

Dilin yalana ve aldatmaya alışması zamanla kişinin mizacı haline gelir. O kişi artık kendine de güvenemez olur. Yalancının rüyası doğru çıkmaz. Bu güvensizlik ve yalan lekesi onu tamamen esir alır. Efendimiz buyuruyor;

Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk (insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında "doğru/sıddîk" olarak tescillenir. Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında "yalancı/kezzâb" olarak tescillenir.       (Müslim, Birr, 105)

Müslüman doğruyu söylemekten ve yapmaktan çekinmemelidir. Hakkın hatırı, halkın hatırından üstün tutulmalıdır.

Ne yazık ki, küreselleşen dünyada kapitalist hayat tarzı dürüstlüğe yeterince önem vermiyor. Yalanın yan dalları olan sahtekarlık, dolandırıcılık, aldatma gibi güveni istismar eden kötü huylar, çarpık çağın çarkları haline gelmiş vaziyette. 

Hamasetin revaç bulduğu, rivayetin çok riayetin az olduğu bu asrın telakkisi başarıya ulaşmak için her yolu mubah görüyor. Siyasetten ticarete kadar değişik kulvarda rekabet edenler, rakiplerini itibarsızlaştırarak itibar kazanmaya çalışıyorlar. 

Eşlerin meveddet temeli üzerine inşa etmeleri gereken sadakat bağı git gide hukuksal haklar altında önemini kaybediyor. 

Deprem olan bölgelerdeki Müslüman kardeşlerine yardım elini uzatması beklenenlerin ev kiralarını arttırmaları dürüstlükle nasıl izah edilebilir ? Otobüste unutulan parayı sahibine veren kişi takdir edilmeliyken enayi olarak görülüyorsa üzerinde durulması gereken bir nokta var, muzdarip olduğumuz bir hastalık var demektir. 

Tezgahın önüne parlak meyveleri sergileyip müşteriyi çeken esnaf poşete çürükleri koyuyorsa, bir usta nasıl olsa görünmüyor diye sandalyenin altına çürük tahta yerleştiriyorsa burada doğruluktan söz edebilir miyiz ? Bereketin kaçmasını acaba burda mı aramalıyız. 

Ahlak, kitaplardan öğrenilmez belki ama yaşayarak öğrenilir. TV dizlerinde, magazin programlarında, sinemalarda özgürlük adı altında sadakatsiz ilişkilerin konu edilmesi, günah ve suç işleyenlerin hayatlarına dair ayrıntılı tasvirler yapılması gençlerin körpe dimağlarında iz bırakmaz mı sanıyoruz? 

Müslüman bir noktada isyankar olmalıdır. Bu çarpık düzene karşı eliyle, diliyle, kalbiyle müdahil olmalı, yanlışı tasvip etmemelidir. Doğruyu anlatmaktan, yaşamaktan çekinmemelidir. Ne güzel söylemiş üstad Karakoç;

Nerede bir hata görsem ukde olur içimde

Ahtım var, zülfü yâre dokunsa da yazarım

Eyvallahla işim yok, ben razıyım suçuma

Yeminliyim, canıma okunsa da yazarım

Allah’ım bizleri dostoğru yola, nimet verdiklerinin yoluna ilet, ayağımızı kaydırma, bize güç ver. Bizi yalana, dolana tevessül ettirme, izzetimizi koru, bizi hakka sadakat gösterenlerden eyle.

Hasan EFİLOĞLU / Sakarya İl Vaizi

Facebook Yorumları