okunma
İletişimde Dinleme ve Anlamanın Nezaket Örnekleri
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَى اللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَى فَبَشِّرْ عِبَادِ الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُوْلَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
“Sahte tanrılara kulluk etmekten kaçınan, yüzünü ve özünü Allah’a çevirenlere müjdeler olsun! Söylenenleri dinleyip de en güzeline uyan kullarımı müjdele! İşte Allah’ın doğru yolu buldurduğu kimseler onlardır, asıl akıl iz‘an sahipleri de onlardır.” (Zümer,39/17-18)
Kıymetli Kardeşlerim!
Duymak; insana yaratılışında verilen bir nimettir. Yeni doğan bir çocuk anne, baba ya da çevresinde konuşanları duyarak konuşmayı öğrenir. Ancak dinlemek ise bir meziyettir. Beceri isteyen bir sanattır. Çalışmayla geliştirilen ve öğrenmemiz gereken bir yetenektir.
Karşısındakini dinleme ve anlama çok büyük bir erdemdir. Sağlıklı bir iletişimin en büyük anahtarıdır. Bakmak ve görmek nasıl birbirinden farklı şeyler ise duymak ve dinlemek de farklı şeylerdir. 'Dinlemek' sanıldığı gibi basit ve kolay bir iş değildir elbette! Dinlemek ve anlamak için sabırlı olmak, anlamaya çalışmak, dinlerken başka şeyler ile meşgul olmamak gerekir.
Nitekim Cenâb-ı Hak insana bir dil verdiği halde iki kulak ihsan etmiştir. İnsan için dinleme becerisini geliştirmek, dil becerisini geliştirmekten önce gelmelidir. İşte o taktirde insanın konuşmaktan çok duymaya ve işittiğini hazmedip zararlıyı zararsızdan ayırarak insani ilişkilerde en az sorun çıkmasına vesile olacak ve gıybet, iftira, yalan gibi birçok haramdan uzak durmasına yardımcı olacaktır.
Zira bir insanın olgunluğunun alametlerinden birisi de karşısındakini can kulağı ile dinlemesi ve ona değer vermesi ile anlaşılır. Bu hususa dikkat edildiği taktirde gerek trafikte, gerek aile hayatında, gerek iş hayatında çok basit olayların, büyük olaylara dönüşmesinin önüne geçilmiş olacak ve mesele uzamadan tatlıya bağlanmış olacaktır.
Maalesef günlük hayatımızda karşılaştığımız anlaşmazlıkların, tartışmaların, kavgaların temelinde karşısındakini dinlemeden, anlamadan hüküm vermek, fevrî davranmak gibi sorunlar yatmaktadır.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
"Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır." (A'râf,7/179)
Bu âyet-i kerîmede dikkatlerinizi bir yere çekmek istiyorum. Cenab-ı Hak cehennemlikleri anlatırken, "kulakları var duymazlar" diyor. Yani hakkı, hakikati, vaaz ve nasihatleri anlamak ve hayata tatbik etmek amacıyla dinlemezlerdi. Dinleme niyetleri yalnızca alaya almaktı. Bu yüzden o duymanın aslında hiç duymamak mesâbesinde olduğuna işaret edilmiştir. Dolayısı ile bizlerde gerek insanlarla olan konuşmalarımızda gerekse vaaz-ı nasihat dinlerken sadece dinlemiş olmak için değil anlayabilmek için dinlemeliyiz.
Değerli Kardeşlerim!
Âlimlerimizin sözlerine baktığımız zaman öğrencilerine yaptıkları tavsiyelerin başında “edep” gelmektedir. Hatta birçok âlim, ilimden önce edep öğrenilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Çünkü edeple öğrenilen ilim ömrümüze bereket katar, karşılaştığımız her türlü olayda bizim için yol gösterici bir ışık ve nur olur, önümüzü aydınlatır. Hem edep hem de ilim öğrenmenin yolu ise güzel dinlemekten geçer.
Bir İslâm Âlimi olan ibnu’l-Mukaffa(ö. 142/759) şöyle demiştir.
تَعلَّمْ حُسنَ الاِسْتِمَاعِ كَمَا تَتَعَلَّمُ حُسْنَ الْكَلَامِ
"Güzel konuşmayı öğrendiğin gibi güzel dinlemeyi de öğren!"
Güzel dinlemeyi ve anlamayı hakkıyla başarabilen bir kimse gerek ilim gerekse edep noktasında çok yüksek mertebelere erişebilir.
Günümüzde güzel ve etkili konuşma üzerine çokça yazılar yazıldığını ancak güzel ve etkili dinlemeye dair çok fazla bir şey yazılmadığını görüyoruz. Hâlbuki konuşmadaki usûl kadar dinlemedeki usûl de önemlidir.
Abdullah b. Abbâs’ın talebelerinden ünlü müfessir Dahhâk’tan (ö. 105/723) gelen bir rivâyete göre ilim öğrenmenin birinci kuralı susmak, ikinci kuralı ise dinlemektir. üçüncü kural öğrendiğiyle amel etmek, dördüncüsü ise onu yaymak ve öğretmektir.
Muhterem Müslümanlar!
Dinleme ve anlama nezaketi ile ilgili olmazsa olmaz diyebileceğimiz iki kuraldan bahsetmek istiyorum.
1-Konuşan Kimseye Dönmek
Dinlemenin ilk adımı karşımızdaki kişi, bize seslendiğinde ya da bizimle konuşurken ona bütün bedenimizle dönmektir. Bu, Peygamber Efendimizin(s.a.v.) sünnetidir. Çünkü birisi Efendimize(s.a.v.) seslendiğinde, ona sadece başını çevirerek bakmaz, bütün vücuduyla dönüp bakardı. Biz davranışlarımızda Efendimizin(s.a.v.) sünnetini takip edersek hem birçok insanın gönlünü kazanmış oluruz hem de manevî hayırlara ulaşırız.
2-Sözü Kesmemek
Dinlemek insana iki fayda sağlar. Hem konuşmadığı için hatadan korunmuş olur hem de yeni bir şey öğrenme imkânı bulur. Özellikle de âlimleri dinlemek bize birçok hayır kapısını açar. Bu konuda Hz. Hasan, oğluna şu tavsiyede bulunmuştur:
“Oğlum! Âlimlerle oturduğun zaman konuşmaktan ziyade dinlemeye istekli ol. Güzelce susmayı öğrendiğin gibi güzelce dinlemeyi de öğren. Konuşmasını bitirene kadar, velev ki uzasa, kimsenin sözünü kesme.”
Bu konuda dikkat edilecek bir husus da bir hocamız ya da bir başkası insanlara konuşurken bizim bildiğimiz bir şeyi dahi anlatsa dinleme nezaketini göstermeli, sözünü kesmemeliyiz.
Bu konuda belâgatiyle ünlü hatip Hâlid b. Safvân (ö. 135/752) şöyle diyerek bizi uyarmıştır:
“Bir hadis âliminin senin duyduğun bir hadisi rivâyet ettiğini ya da duyduğun bir sözü anlattığını gördüğünde, orada bulunanlara kendinin de bunları bildiğini göstermek amacıyla, sakın o kimsenin sözünü kesme. Çünkü bu, hafifliktir ve edebe aykırıdır.”
Tâbiîn âlimlerinden Atâ b. Ebî Rabâh (ö. 114/732) da şöyle der:
“Bir genç hadis rivâyet eder. Ben de onu sanki o hadisi daha önce hiç duymamış gibi dinlerim. Hâlbuki ben o hadisi o genç daha doğmadan duymuşumdur.”
Özellikle de hocalarımızı ve ilim ehli kimseleri dinlerken istifade etme niyetiyle dinleyelim. Yoksa sırf onlara cevap yetiştirmek vb. bir gayeyle dinlersek işin bereketini kaçırmış oluruz.
Değerli Müslümanlar!
Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde bütün insanlara şu şekilde hitap etmektedir.
أَفَلَا تَعۡقِلُونَ
Aklınızı kullanmayacak mısınız? (Bakara,2/44)
أَفَلَا یَتَدَبَّرُونَ ٱلۡقُرۡءَانَۚ
Hâlâ Kur'an'ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? (Nisâ,4/82)
أَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ
Siz hiç düşünmez misiniz? (En'âm,6/50)
أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız? (En'âm,6/80)
Her bir insan muhatabının kendisini iyi bir şekilde dinlemesini ve anlamasını ister. Bir baba, çocuğundan sadece kendisini dinlemesini değil, aynı zamanda anlamasını da bekler. Eşler de birbirlerinden aynı şeyleri beklerler. Bir hoca, bir öğretmen de öğrencilerinden kendisini anlamalarını bekler.
Üzülerek ifade etmek gerekir ki, herkes aynı beklenti içerisinde muhatabının kendisini anlamasını umarken, karşısındakini dinleme ve anlama nezaketini en başta kendisi çiğneyebiliyor. Birbirini anlamayan ve dinlemeyen insanlar ise zamanla yıpranmaya başlar. Ve daha da ileri giderek günlük hayatını etkilemeye kadar varır. Hatta çarşıda, pazarda iş yerinde v.s. kavgalar, tartışmalar çıkmasına zemin hazırlamış olur.
İşte insanlar nasıl anlaşılmayı ve dinlenilmeyi arzu ediyorsa Allah(c.c.)' da bu ayetlerde bizleri sadece ayetleri duymaya ve işitmeye değil, dinlemeye ve özellikle ayetler üzerinde tefekkür ederek anlamaya davet etmektedir.
Unutmayalım ki karşımızdakini anlamanın önemli unsurlarından biri de muhatabımızı tanımaktır. Kişi, muhatabını ne kadar çok tanır, onun hakkında ne kadar çok bilgisi olursa o kadar iyi dinleyebilir ve anlayabilir. Dinlediğimiz kişiye hemen ön yargılı bir tavır ile yaklaşmak yerine, onu tanımalı ve hakkında bilgi sahibi olunmalıdır. Kesinlikle kılık, kıyafet ve dış görünüşünden yola çıkarak o kişi hakkında hüküm verilmemelidir. Müslümanlar olarak her konuda olduğu gibi bu konuda da Peygamber Efendimizi örnek almak zorundayız.
Nitekim; Peygamberimiz Bizans ve Sasani imparatorlukları gibi çeşitli devletlerin liderlerine, İslam'a davet mektupları göndermiş, gönderdiği elçilere bu mektubu teslim ederken gideceği toplum ile ilgili bilgiler vererek orada karşılaşabileceği durumlar hakkında daha dikkatli davranmalarını tavsiye etmiştir.
Aziz Müslümanlar!
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُواْ لَهُ وَأَنصِتُواْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Kur'an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin. (A’râf,7/204)
Dinleme ve anlamanın önemi camilerimizde de öne çıkmaktadır. Konu ile ilgili olarak Resûl-i Ekrem (s.a.s.); “Cuma günü, imam hutbe okurken arkadaşına (yalnızca) 'dinle' desen (bile yine) boş, lüzumsuz konuşmuş olursun.” (Buhârî, Cum'a, 36 [934]; Müslim, Cum'a, 11-12 [851]) buyurarak hutbenin dinlenmesi hususundaki hassasiyeti dile getirmiştir. Bu nedenle hutbeleri, vaazları dinlerken anlamaya gayret etmeli ve cami âdâbına uymayacak şekilde konuşmak, telefonla oynamak gibi davranışlardan uzak durmalıyız.
Kıymetli Müslümanlar!
Dinleme ve anlama ile ilgili sizlere Sevgili Peygamberimizin hayatından iki örnek vermek istiyorum.
1-Muğîre bin Şu'be'den rivayet edilen bir hadise göre Muğîre şöyle demiştir.
Ben ve Ebu cehil Mekke sokaklarında beraber yürürken bir anda Allah Resûlü ile karşılaştık. Resulullah Ebu cehile " seni Allah'a ve Peygamberine iman etmeye davet ediyorum" diyerek İslam'a davet etti. Ebu cehil:
" Artık ilahlarımız hakkında konuşmayı ne zaman bırakacaksın,
هَلْ تُرِيدُ إِلَّا أَنْ نَشْهَدَ أَنّكَ قَدْ بَلّغْتَ فَنَحْنُ نَشْهَدُ أَنّكَ قَدْ بَلّغْتَ، فَوَاللهِ لَوْ أَنّي أَعْلَمُ أَنّ مَا تَقُولُ حَقّ لَاتّبَعْتُكَ.
Eğer senin tebliğ ettiğine şahitlik etmemizi istiyorsan biz senin tebliğ vazifeni yerine getirdiğine şehadet ederiz. Yemin ederim ki senin söylediklerinin hak olduğunu bilsem mutlaka sana ittibâ ederdim."
Daha sonra Allah Resulü oradan ayrılır. Ebu cehil, Muğîre’ye döner ve şu sözleri söyler:
“Vallahi ben O’nun söylediklerinin hak olduğunu biliyorum ancak O’nu inkar etmemin sebebi şudur; Muhammed’in soyu olan Kusayy oğulları ile bizim aramızda çok çetin bir çekişme oldu. Kâbe’ye gelen hacıları sulama işini (sikâye) onlar yaptı biz de yaptık, sancağı taşıma işini (livâ) onlarda yaptı bizde yaptık, Kâbe'nin bakımı, kapısının ve anahtarlarının muhafazası görevini (hicâbe) onlar da yaptı biz de yaptık. Aramızdaki bu yarış ve çekişme iyice artınca Kusayy oğulları “bizim içimizden peygamber çıktı” deyince biz buna güç yetiremedik. Bundan dolayı tek çaremiz O’nu yalanlamaktı ve öyle de yaptık.”
Allah Resulü kendisi için bir şey istemiyordu, tek gayesi ve maksadı insanları cehennemden kurtarmaktı. Ancak Ebu cehil her ne kadar dinlese bile tam anlamıyla Resûl-i Ekrem Efendimizi idrak edemediği için kıskançlık ve çekememezlik yaparak iman edemedi.
2- Rafi îbni Amr çocukken Ensar'dan birinin hurmalarını taşlar. Sahibi de yakalayıp doğru Peygamber Efendimize getirir. Resul-i Ekrem Efendimiz Rafi'ye son derece şefkatli bir tavırla "Yavrum, niçin hurmaları taşlıyorsun?" diye sorar. Arkasından da "Ağaçları taşlama, dibine düşenleri al, ye!” diyerek bir çıkış yolu gösterir. Bu arada başını okşayarak şöyle bir dua yapar: "Allah’ım onun karnını doyur."
Bu örnekte olduğu gibi Sevgili Peygamberimiz, büyük, küçük, zengin, fakir vs. insanlar arasında ayrım yapmaksızın herkesi can kulağı ile dinler, sözü bitene kadar sözünü kesmezdi.
3- Başöğretmenimiz ve önderimiz Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, devamlı garip gurebayı makamına kabul edip, dertlerini dinlerdi! Kendisi az konuşur, çok dinlerdi!
Bunun için münafıklar, O eşsiz önderimize “Sahibü’l-üzün” (Kulak sahibi) lakabıyla alay ediyorlardı! Bu alaycılara karşı Yaratıcımız, Yaşatıcımız ve Yöneticimiz Allah (c.c), kulak sahibi olmanın, insanlara kulaklarını tıkamaktan daha hayırlı olduğunu hepimize şu ayet-i kerimesiyle duyurmaktadır;
وَمِنْهُمُ الَّذِينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيِقُولُونَ هُوَ أُذُنٌ قُلْ أُذُنُ خَيْرٍ لَّكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِينَ وَرَحْمَةٌ لِّلَّذِينَ آمَنُواْ مِنكُمْ وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“O münafıklardan bazıları da, insanların kabahatlerini yüzlerine vurmayacak derecede nezaket ve incelik sahibi olan Peygamberin, o engin rahmet, şefkat ve müsamahası ile efendi-hizmetçi, soylu-köle, zengin-fakir demeden huzuruna çıkan herkesi ciddiyetle dinlemesini dillerine dolayarak “O her söyleyeni dinleyen saf bir kulaktır!” diyerek peygamberi incitiyorlar! Deki; Evet, O bir kulaktır. Fakat sizin iyiliğiniz için çırpınan, hep doğruları ve güzellikleri duymaya ve duyurmaya çalışan hayırlı bir kulak sahibidir! O Peygamber, Allah’a iman eder. O’nun adıyla edilen yeminlere itibar eder. Herkesi dinler. Fakat sadece mü’minlerin sözlerine inanır ve O içinizden iman edenler için bir rahmet kaynağıdır. Resulullah’ı böyle hakaret ve alay dolu sözlerle incitenler var ya, işte onlar için can yakıcı bir azap vardır!’’ (Tevbe,9/61)
Evet, bu İlahi mesajda belirtilen “Kulak Sahibi” sıfatı, her bir Müslümanda bulunması gereken imânî ve ahlaki bir özelliktir!
Değerli Kardeşlerim!
Son olarak şunu hatırlatarak sözlerimizi tamamlayalım. Bugünkü zamanımız için sürat ve hız çağı deniliyor. Zaman çabuk geçiyor. Bazen bir koşuşturmacadır gidiyor. Bu durum da muhataplarımızı gerektiği gibi dinlememize engel olabiliyor.
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi insanlarla selamlaşırken, tokalaşırken ve konuşurken yüzümüz onlara dönük olmalıdır. Düşünelim bir kere, bir arkadaşımızın ya da bir yetkilinin odasına gittik, onunla konuşuyoruz, o da başka bir işle meşgul, bilgisayarına bakıyor, cep telefonundaki mesajları okuyor, mesaj yazıyor, elindeki gazeteye bakıyor. Böyle bir durum bizi rahatsız etmez mi? Tabi ki eder. Öyleyse rahatsız olduğumuz böyle bir durumu biz başkalarına asla yapmamalıyız. Bazen yanımızda misafirimiz varken acil bir iş sebebiyle telefona bakmak ya da başka bir işle meşgul olmak zorunda kalabiliyoruz. Bu durumda “izninizle” vb. bir cümleyle muhatabımıza durumu izah etme nezaketini göstermeliyiz.
Bu edep bize birçok güzellik kazandırır, davranışlarımızı dolayısıyla içimizi de güzelleştirir. Ayrıca şairin de ifade ettiği gibi bizi görünür görünmez bir çok belâdan da muhâfaza eder.
Şâir Nâbi şu dizeleriyle ne kadar da güzel anlatıyor edebi:
“Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan
Giy ol tâcı, emîn ol her belâdan”
Bir başka şiirde ise edebin insana maddî manevî bir çok şey kazandırdığı şöyle dile getirilmiştir:
مَا نَالَ مَنْ نَالَ إلَّا بِالتَّعْظِيمِ
ومَا حَرُمَ مَنْ حَرُمَ إِلَّا بِتَرْكِ التَّعْظِيمِ
“Maddî manevî bir üstünlük kazanan, bunu ancak edebi sayesinde elde etmiştir Bunu kaybedende, ancak edebi terk ettiği için kaybetmiştir.”
Allah(c.c.) hakkı hak bilip tâbi olmayı, bâtılı bâtıl bilip uzak durabilmeyi her birimize ikrâm eylesin.
Hazırlayan: SEFA ACA / KARASU VAİZİ
Facebook Yorumları