menu
İSLAM’DA FETİH BİLİNCİ ve GÜNÜMÜZE YANSIMALARI
İSLAM’DA FETİH BİLİNCİ ve GÜNÜMÜZE YANSIMALARI
Haftanın Vaazı.. "İslam'da Fetih Bilinci ve Günümüze Yansımaları" konulu 27.05.2022 tarihli Cuma Vaazı sitemize eklenmiştir.

İslamda Fetih Bilinci ve Günümüze Yansımaları

            يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ

“Ey inananlar! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), o da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhamed, 47/7)

لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْاَمِيرُ اَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ 

“İstanbul mutlaka fetholunacaktır. O’nu fetheden komutan ne güzel komutan ve O’nu fetheden asker ne güzel askerdir!” (Müsned, IV,225)

Muhterem Müslümanlar!

İslam dini hayat veren bir dindir. Yaratılmışların en şereflisi olarak var edilen insan, Rabbimiz tarafından muazzez ve mükerrem kılınmıştır. Rabbimiz, kuluna verdiği bu değeri diğer kullarının da vermesini istemektedir:

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًاۜ

“Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Maide 5/32)

Bu ayet, İslam’ın “cana” verdiği değeri gözler önüne sermektedir. Demek ki bir can, ancak haksız yere kıyılan bir can ve fesat çıkarmaya karşılık alınır. Aslında İslam’ın fetih anlayışı da budur.

Fetih, lafız olarak “açma, yol gösterme, hüküm verme, galibiyet ve zafere ulaştırma” anlamlarına gelir. Terim olarak ise İslâm’da meşrû görülen savaşlar hakkında cihad kelimesine benzer şekilde, müslümanların gayri müslimlerden gerçekleştirdikleri toprak kazançlarını tarihte ve günümüzde bilinen diğer istilâ ve sömürü savaşlarından ayırmak amacıyla kullanılmıştır. 

Fetih kavramının anlam bulduğu yer Kur’an ve sünnettir. Kur’an-Kerim’de Fetih suresinde Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamber (s.a.s)’in ve Müslümanların geçmiş ve gelecekteki maddî-mânevî zaferlerini “fetih” olarak adlandırmıştır. Sünnette ise İslâm sancağı altında Hz. Peygamber ile sahâbîler tarafından gerçekleştirilen zaferlerle dolu sefer ve savaşlar için kaynaklarda sık sık bu terime yer verildiği görülür. 

Dolayısıyla Fetih, maddi olarak, bir beldeyi veya bir şehri harp veya sulh yoluyla ele geçirmek veya kapılarını İslam’a açmak anlamına gelmektedir. 

Ancak manevi olarak fetih kavramı, öncelikle ve daha çok, kalbi ve aklı İslâm gerçeğine açmak, İslâm mesajının önündeki engelleri kaldırmak, insanın kalbine ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamı hazırlamak anlamına gelir. Fetih kelimesinin bu yorumu Hz. Peygamber’in hadislerinden ve Kur’ân-ı Kerîm’den açıkça anlaşılmaktadır. Medine’nin savaşsız fethedilmesi ve İslâm’a kazandırılması hakkında Resûlullah’ın, “Ülkeler ve şehirler zorla alınır; Medine ise Kur’an ile fethedilmiştir” dediği kaydedilir (Belâzürî, I, 6). Bu mecazi kullanımı gösteren Kur’ânî delil ise Feth sûresinin, اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًا “Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik” ilk âyetidir. Çünkü bu âyet ve daha sonra gelen âyetler askerî bir zaferin değil Mekkelilerle 628 yılında yapılan Hudeybiye Antlaşması’nın arkasından inmiştir. Birçok sahâbî bu antlaşmayı kendilerini, Hz. Peygamber’i ve İslâmiyet’i küçük düşürücü mahiyette bulmuş ve bu durum onları hoşnutsuzluğa ve hatta itaatsizliğe sevk etmişti. Halbuki Resûl-i Ekrem, insanların Allah’ın davetine en çok barış ortamında kulak vereceğini bildiği için Mekkeliler’in önerilerini kabul etmişti. Nitekim vahiy onun bu görüşünü desteklemiş ve Hudeybiye Antlaşması’nı “feth-i mübîn” (apaçık bir fetih) olarak nitelendirmiştir.

Değerli Müminler!

Buradan şunu anlıyoruz: demek ki fetih, İslam ile aralarına engeller konulan insanlara karşı bir sorumluluk ve bu engelleri ortadan kaldırma vazifesidir. Fetih, toprak kazanmak için değil, o toprak parçasında yaşayan gönülleri İslam’a kazandırmak için yapılır. Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashâbı bu şiarla hareket etmiş ve “gönüller fethine” inanan Müslümanlar da bu şiarı rehber edinmişlerdir.

Muhterem Müslümanlar!

İslam tarihinde Fetih amaçlı cihatlarda iki gaye birlikte takip edilmiştir. Birincisi, insanların İslâm dinini tanımalarını sağlamak, İslam’ın güzelliklerini onlara anlatmak ve fiilen yaşayarak da göstermek. İkincisi ise, İslam’ı kabul etmeyen devlet ve ülkelere İslâm devletinin gücünü göstermek ve onları barışa zorlayarak, düşmanca saldırı ve tecavüzlerden caydırmak. Cihadın içinde savaş, en son alternatiftir. Düşman İslam’ı kabule yanaşmadığı gibi, İslâm devletine boyun eğerek barışa da razı olmazsa, onlara karşı kuvvet kullanımı kaçınılmaz hale geliyordu. Bu durumda savaş sonucu elde edilen ülkeler, İslâm topraklarına katılıyor, savaş sırasında düşmandan ele geçen eşya ve mallar da ganimet sayılıyordu.

Savaş demek şiddet demektir. Savaş demek can kaybı, ölüm demektir. Ancak, İslam’ın fetih ve cihad anlayışında, savaştaki şiddete ve öfkeye büyük sınırlamalar getirildiği görülmektedir. İnsan kanı akıtmayı en asgari seviyeye düşürecek tedbirlere büyük yer verilmiştir.

Bu tedbirlerin başında; savaşta çocukların, kadınların, yaşlıların, din adamlarının kesinlikle öldürülmesinin yasaklanması gelir. İslam sadece savaşa katılan askerlerin öldürülmesine izin verir. Bir insanı esir almak mümkün iken, onun öldürülme cihetine gidilmesi de doğru bulunmaz.

Allah Resûlünün, savaşta insan kaybını iyice azaltmak için başvurduğu taktiklerden biri de üzerine yürünecek düşmanı, savaş hazırlığına girişmeden gafil yakalamaktı. Çünkü düşmanın savaş hazırlıklarını yapması demek, savaşın çok kanlı geçmesi, uzun sürmesi ve sonuçta pek çok insanın ölmesi demekti. Allah Resûlünün bu taktiğinin ne derece işe yaradığını; Mekke’nin fethi gibi büyük bir savaşın, çok az sayıda insanın ölümüyle neticelenmesinde görmekteyiz.

O halde İslam’ın fetih ve cihad anlayışında, gayeye en az insan kaybı ile ulaşmanın esas alındığını bilmemiz gerekir. Zaten İslam’ın ana hedefi, gönderiliş gayesi, insanları yok etmek, hayatları ve ocakları söndürmek değildir. İslâm, insanlara sonsuz bir hayatı ve ebedî mutluluğu kazandırmak için gelmiştir. Allah Resûlü’nün, “Ben insanlara rahmet için geldim, azap için değil” sözünden de bu manayı çıkarmak mümkündür.

Bugün, bazı Müslümanlar, ne yazık ki cihadı çok yanlış şekilde anlayıp uygulamaktadırlar. Cihad etmeyi; adam kesmek, insan doğramak, yeryüzünde canlı tek bir kafir bırakmamak şeklinde uygulayan, inanları canlı bombalar haline getiren cihad anlayışları, İslam’a en büyük zararı vermektedir. İnsanların İslam’ı tanımalarının önündeki engellerin kaldırmak demek olan cihad kavramı, ne yazık ki günümüzde insanların İslam’ı kabul etmelerinin önündeki en büyük engel haline getirilmiştir.

İstanbul’un Fethi

İslam tarihinde özellikle iki beldenin fethine işaret edilmiştir; birincisi, İslam’ın kalbi ve merkezi olan Mekke’nin fethine, Kur’an-ı Kerim’de Fetih Suresi’nin işaret etmesidir. İkincisi ise, Allah Resûlü (s.a.s)’in beyan buyurdukları “İstanbul’un fethi” dir. Bu iki fetihten birincisi Allah’ın, Peygamber’ine; İkincisi Hz. Peygamber’in ümmetine müjdesidir. Her ikisi de gerçekleşmeden önce haber verildiği için, istikbâlden haber veren birer mucizedir.

Muhterem Müslümanlar!

İstanbul, 29 Mayıs 1453 Salı günü Sultan II. Muhammed Fatih’in fethiyle Kustantiniyye’l Uzmâ (Constantinople), Osmanlı Devleti’nin payitahtı olarak İslam dünyasına kazandırıldı. İstanbul, fetihten 1123 yıl önce, yine bir mayıs günü, Roma imparatorluğunun yeni başkenti ilan olunmuş ve bütün orta çağ boyunca dünya tarihindeki üstün mevkiini korumuştu. Selçuklular zamanında Istinbul ismi Constantine Şehri için kullanılıyordu. Hicri dördüncü (miladî 10.) yüzyıla kadar o dönemin Rumları bu şehre yerel dilde "Şehire doğru" anlamına gelen ees ten polin’m bir ifâdesi olarak Bulin ve Stanbulin diyorlardı. Müslümanlar da bu şehre aynı zamanda Rûmiyya el Kubrâ, Taht-ı Rûm, Gulgule- i Rûm, el-Mahmiyya ve (iyi korunan anlamında) el-Mahrusa diyorlardı. Sultan Muhammed Fatih, şehre Islam-bol ’İslam Şehri’ adını verdi.

İstanbul, coğrafî konumunun özelliği dolayısıyla yüzyıllarca siyasî, askerî ve ticarî açıdan hep önem taşımıştı. Jeo-politik önemi yanında, sahip olduğu tabiî güzellikler, İstanbul’un cazibesini daha da arttırmış, ona "Şehirlerin kraliçesi" unvanını kazandırmıştı.

Hz. Peygamber’in, İstanbul’a sahip olmanın sağlayacağı üstünlüğü anlatmak gayesiyle, İstanbul’un fethini tebşir için îrad buyurduğu:

لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْاَمِيرُ اَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ

“İstanbul mutlaka fetholunacaktır. O’nu fetheden komutan ne güzel komutan ve O’nu fetheden asker ne güzel askerdir!” (Müsned, IV,225) hadis-i şerifi duyan Müslüman hükümdarlar, İstanbul’u alabilmek için pek çok kuşatmalar yapmışlardır. İstanbul, tarih boyunca, birçok kez kuşatılmış fakat alınamamıştır.

Sahabeden itibaren Müslümanların burayı fethe yönelik seferlere olan iştiyakını, bir bölge fethi, ganimet hırsı vb. dünyevî kazanımlarla izahın akıllıca olmadığı, İstanbul’a yönelik seferlerde motivasyonu sağlayan en önemli amillerin “İslam ile insanlar arasındaki engelleri kaldırmak ve Hz. Peygamber’in bu fethe katılanlar hakkındaki müjdesine nail olmak” olduğu anlaşılmaktadır.

İstanbul’u Hz. Muaviye döneminde, Emevîler beş sene müddetle muhasara etmişlerdir. Bu muhasara sırasında büyük sahabelerden Hâlid b Zeyd (Ebû Eyyûb el-Ensârî) burada şehit düşmüştür. Ayrıca, Abdullah ibn Abbas, Abdullah ibn Ömer ve Abdullah ibn Zubeyr gibi birçok sahabe de aynı ordu içinde bulunmuştur. İstanbul’un manevi fatihlerinden Ebû Eyyûb el-Ensârî, İstanbul surları önünde son nefeslerini verirken ordu komutanları, “Ey Allah’ın Peygamber’inin sahabesi, bir isteğin var mı, yerine getirelim?” diye sorarlar. Ebu Eyyûb el-Ensârî Hazretleri de: “Beni alın götürebildiğiniz kadar ileriye götürün. Hatta imkân varsa surların içine girin ve beni oraya gömün! Biz İstanbul’u fethetmek için geldik, ama bana nasip değil. Ne var ki bir gün Efendimizin bu haberi mutlaka çıkacak ve bu müjdesi mutlaka tahakkuk edecektir. Ben burada gömülü olayım. Yani başımdan geçen İslam süvarilerinin kılıçlarının, kalkanlarının şakırtılarını işitmek hoşuma gider. Bırakın hiç olmazsa o leventlerin seslerini duyayım.” diye cevap verir.

Yine Hz. Muaviye döneminde (674-680) İstanbul ikinci kez kuşatılmış, fakat fetih nasip olmamıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s)’in müjdesi Sultan Muhammed Fatih’e ve ordusuna nasip olacaktı. Hz. Peygamber (s.a.s) bir müjde verdi. Genç bir hükümdar karar verdi, “Ya İstanbul onun olmalıydı ya da o İstanbul’un.!”  Bir Mehmet karar verdi. Çünkü karar vermek bir işin yarısıydı. Yüce Rabbimiz de öyle buyurmuştu:

فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ     

“Bir kerede karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmran, 3/159) İşte bir işe azmetmenin azmettikten sonra tevekkül etmenin en güzel göstergesidir İstanbul’un fethi. Nasıl azmetmek gerekir? Nasıl tevekkül etmek gerekir? Sorusuna cevap arayanların cevabı İstanbul’un fethinde saklıdır.                                                                                                          

Fetih, ifade ettiğimiz üzere, insan ile İslam’ın arasındaki engelleri kaldırmanın adıdır. Amaç, insan ile İslam arasında bir yol açmaktır. İstanbul’u fetheden Fatih de onun aziz ordusu da bu amaçla yola çıkmıştı. Onun için “Ehl-i İslam’ın mücerret gayretidir gayretim’’ diyordu Sultan Fatih.  29 Mayıs 1453… Asırlar süren bir hasretin vuslat günü oldu. O gün tarihin yaldızlı sayfalarına bir not düştü Fatih: “Fetih muhabbetle başlar’” ve “Aslolan gönüllerin fethidir!’’ Aslında onun dünyaya açılması, askeri bir fetih değil, bir insanlık mesajı ve gönülleri Allah’la buluşturma gayretiydi.

Değerli Kardeşlerim!

Tarih kitaplarımızda, İstanbul’un fethinin nasıl gerçekleştiği, komutanların dirayeti, askerlerin cesareti ve Allah rızası uğruna şehadet şerbetini içmek için nasıl çarpıştıkları kıvançla anlatılmaktadır. Bu fetih, imanın inkâra, ilmin cehalete, birlik ve beraberliğin düzensizliğe olan üstünlüğünün bir göstergesidir. İman ile teknik, askerî bilgi ve güç birleşince, Allah’ın yardımıyla zafer yolu açılmıştır.

İstanbul’u fethederek Rasûlullah’ın övgüsünü hak eden büyük hükümdar Fatih Sultan Mehmet, çıkardığı bir fermanla, özünü dinimizden alan Fetih anlayışını/ruhunu bir insanlık dersi olarak tüm dünyaya yeniden duyurmuştur. Mekke’nin fethinde ilk örneklerini gördüğümüz gibi, İslâm tarihi boyunca fethedilen yerlerde sergilenmiş olan örnek davranışların en güzellerinden birine İstanbul’un fethinde şahit olmaktayız. Muzaffer komutan Fatih Sultan Mehmet, zaferi müteakip, Ayasofya’ya doğru geçmiş, burada toplanan ve kendilerine ne yapılacağını tedirginlikle bekleyen ve kendisini gördüklerinde yerlere kadar kapanan din adamlarına ve halka, insanlık tarihinde hayranlıkla kayda geçen şu tarihi sözleri söyledi:

“Ayağa kalkın! Ben Sultan Mehmet! Hepinize söylüyorum ki, bugünden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda, benim gazabımdan korkmayınız!”

Sultan Fatih, kendisiyle savaşmış olan herkesi kayıtsız şartsız affetmiş, ayrıca, çıkarmış olduğu fermanla Bizans halkının hasret kaldığı can, mal, ırz ve namus güvenliğini teminat altına alarak, günümüze örnek olacak şekilde, sevgi, saygı ve hoşgörüye dayanan inanç ve ibadet hürriyeti tanımıştır. O, bu hareketiyle kendisini öven Yüce Peygamber (s.a.s.)’in izinden yürüdüğünü ve onun övgüsünü gerçekten hak ettiğini gösteriyordu. Bilindiği gibi Rasûllullah (s.a.s.) Mekke’yi fethedince, “Bize ne ceza verecek?” diye bekleşen halka, “Bugün kınama günü değildir. Ben de size Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi, “Bugün size geçmişten dolayı azarlama yok!” diyorum. Hepiniz hürsünüz ve serbestsiniz!” buyurmuş ve şehrin valiliğini, daha kısa süre önce kendisine diş bilemekte iken, bu eşsiz davranış karşısında Müslüman olan Attâb ibn Esid’e vermişti. (M. Hamidullah, Islâm Peygamberi, I, 292-293) 

Fatih Sultan da Hz. Peygamber gibi davranarak, onun gösterdiği fetih anlayışını takip ettiğini gösteriyordu. Malazgirt meydan muharebesini kazanmış olan Sultan Alpaslan da aynı şekilde davranmış, mağlup etmiş olduğu düşman kumandanını misafir gibi karşılamış, onu serbest bırakarak ülkesine kadar emniyet içerisinde gitmesini sağlamıştı. Görüldüğü gibi İslâm kültüründeki fetih anlayışı, fethedilen yerlere huzur ve hürriyet bahşediyor, halkını gerçek kurtuluşa ulaştırıyordu.

İstanbul’un Fethi’ni müteakip hiçbir ayrım yapılmadan şehirde yaşayan herkese yardım eli uzatılmış, yoksullar gözetilip sosyal adalet yerleştirilmiş ve örnek yönetim anlayışıyla Bizans halkının öteden beri yaşamakta olduğu zulme son verilmiştir. Bu erdemli davranışla İstanbul’un fethine gönüllerin fethi de eklenmiştir. İstanbul’u geri almak için harekete geçen kuvvetlere, öncelikle kilise önderleri ve şehrin yerli halkının karşı koymuş olması, bu fethin, Müslümanlara sadece Bizans topraklarını değil, Bizans insanının gönüllerini de açtığını net bir şekilde göstermiştir. Netice itibariyle, Fatih’in bir armağanı ve İslâm’ın fetih anlayışının bir yansıması olarak, güzel yurdumuzda mevcut olan diğer ırk ve din mensupları, asırlar boyu hiçbir rahatsızlık duymadan yaşaya gelmişlerdir. Bütün bunlar dinimizin ve milletimizin her türlü inanca ve ırka gösterdiği üstün hoşgörüyü aksettiren tarihi belgelerdendir.

Günümüzde Fetih Anlayışı ve Bize Düşenler

Kardeşlerim!

İslam’ın fetih anlayışını anlamaya çalıştık. Buna göre fetihten maksadın engelleri kaldırmak, gönül kazanmak ve diyarları İslam’ın nuruyla aydınlatmak ve imar etmektir. Bu maksada ulaşmak içinde bugün biz Müslümanlara düşen vazifeler vardır:

1- Niyetlerimizi selim bir çizgide tutmalı, asla niyetlerimize Allah’ın (cc) rızasından başka bir şey bulaştırmamalıyız ki hedefe doğru yürüyebilelim ve o yol üzerine kalabilelim. Bugün ümmeti Muhammed olarak paramparçaysak ve bu kadar sayımıza rağmen bu haldeysek bizim tekrar niyetlerimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Acaba bizler İslam adına konuşurken bile niyetlerimizde Allah’tan gayri bazı hesaplar var mı yok mu? Bunun hesabını yapmamız gerek. Gönüller fatihi olacaksak, diyarları yeniden     İslam’ın nuruyla imar ve ihya edip aydınlatacaksak gönüllerimizi arındırmamız elzemdir. Çünkü “Ameller, niyetlere göre değer kazanır.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy,1.)

2- Asıl olan toprakların fetihleri değil. Topraktan önce gönüller fethedilmeli ki; fethedilen topraklarda Dar’ul İslam’lar inşa edilebilsin. Efendimiz (s.a.s) buyuruyor: “Beldeler, şehirler kılıçla fethedildi ama Medine Kur’an’la fethedildi.” (Belâzürî, I, 6) Bugün de Kur’an’la fethedilmeyi bekleyen binlerce Yesrib’in olduğunu unutmadan bu bilinçle hareket etmek zorundayız.

3- Sabır, cihad ve şehadet sevda olarak yüreklere yerleşmeli ki; Allah’ın (cc) vaad ettiği zaferlere erişilebilsin. Sabır azığımız, cihad sevdamız, şehadet de varabileceğimiz en büyük hedef olursa Allah’ın izniyle Rabbimizin vadettiği zaferlere erişeceğiz.

4- Başarı ve zafer yalnızca Allah’tan (cc) bilinmeli ki; tevhid akidesi zedelenmesin. Biz şahıslara değil Allah’a iman ettik. Başarı ve zafer de ancak Allah’ın (cc) nasip etmesiyle elde edilir.

5- Adaleti, ehliyeti ve liyakati hayatlarımızın esası kılmalıyız ki fethin ruhunu gerçek manada kuşanabilelim. Adaletin olmadığı yerde ülfet yoktur. Ülfetin olmadığı yerde ise düşmanlık vardır. Gönüller fethederek ihya ettiğimiz beldelerimizi ve bu beldelerin insanlarını şayet adalet, ehliyet ve liyakat eksenli bir tasavvurla yetiştirmezsek emek vererek ihya etmeye gayret ettiğimiz bu beldeler başımıza yıkılır.

6- Hedef kitlemiz olan Müslüman toplumu dışındaki insanların ve toplumların bilgi ve birikimini yakalamak, en az onların düzeyinde teknolojik ilerlemeye hâkim olmak da bugün gönüller fethi için elzemdir. Zira Rabbimiz şöyle buyurur:

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.” (Enfal, 8/60)

Bugünün kuvveti karşı tarafın ilmen, fikren ve teknolojik olarak önüne geçmektir. Çünkü güçlü olan yön verir ve örnek alınır. 

Rabbim bizleri ve nesillerimizi gönüller fatihi eylesin. Şehirlere, diyarlara hükmeden bir medeniyetin evlatları olarak yeniden bizlere bu uğurda cehd-ü gayret nasip eylesin.

Hz. Peygamber (s.a.s)’den bugüne İslam sancağını cümle cihanda dalgalandıran tüm geçmişlerimize de rahmet olsun.

VAAZI İNDİR

Bilal POLAT / Adapazarı Vaizi

Facebook Yorumları