
okunma
İslami Sorumluluk: Hakkı Yaymak, Batıla Set Olmak
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلْتَكُن مِّنكُم أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُون
Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. ( Al-i İmran, 104 )
Kıymetli Müslümanlar!
Gününüz, Cumanız mübarek olsun. Ömrünüz hayır ve bereketle dolsun!
Yüce Allah'ın Hak din olarak göndermiş olduğu İslam'a gönülden iman etmiş olan biz Müslümanlara özgü birçok tabir vardır. Her birisinin manası ve derinliği birbirinden farklı olan bu tabirlerden biri de "El-emr bil-maruf ve'n-nehy ani'l-münker" cümlesidir. Türkçemize kısaca " İyiliği emir kötülükten nehiy" diye aktarılan bu ifade toplumların huzuru ve ayakta sapasağlam kalabilmesinin başlıca teminatıdır. Bugünkü vaazımızda sizlere bu tabiri şu başlıklar altında anlatmaya çalışacağım:
1) TARİFİ:
Önce, emredilen marufun ve nehyedilen münkerin ne anlama geldiğini kısaca izah edelim. Bu iki kelimeyi alimler birçok şekilde açıklamışlardır. Biz özetle şu şekilde söyleyebiliriz:
Maruf: İslam'ın iyi olarak kabul ettiği ve Allah'a taatin içinde saydığı her şeydir.
Münker ise bunun tam zıddı olup İslam'ın iyi saymadığı, dinin emirlerine aykırı bulduğu ve Allah'a karşı masiyet olarak gördüğü şeylerdir.
Bu tariften anlıyoruz ki her bir müslüman maruf olan şeyleri yapmalı ve başkalarına da tavsiye etmelidir. Münker olan şeylerden da kaçınmalı ve başkalarını da uzak tutmaya çalışmalıdır. Burada aklımıza şu soru gelmektedir;
Peki bir sözün veya işin maruf veya münker olduğuna kim karar verecek?
Elbette ki bunun ölçüsü Kur'an ve Sünnettir. Allah'ın kelamı ve Peygamber efendimizin mübarek hadisleri bu konuda bizlere öncülük edecektir. Aksi takdirde her insana göre iyi veya kötünün farklı tarifleri ve uygulamaları olacaktır ki bu da toplumda kargaşaya sebebiyet verir. Burada dikkat edilmesi gereken bir konu da şudur ki: Maruf kelimesinin bir anlamı da örfen yani genel halk kitlesi tarafından bir hususun iyi kabul edilmesi ve Münkerin de halk tarafından hoş görülmeyen şeyler olarak tarif edilmesidir. Tabii ki İslam toplumunda bu böyle olmalıdır. Ama örf ve adetleri İslami usullere göre teşekkül etmemiş olan bir toplumun bir şeyi iyi veya kötü görmesi o şeyin dinen de iyi veya kötü kabul edildiği anlamına kesinlikle gelmez.
2) KUR'ANIN KONUYU İZAHI NASILDIR?
Vaazımızın başında serlevha olarak okuduğumuz ayeti kerimede Yüce Rabbimiz biz müminlerden hayra davet eden , iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk çıkmasını emrediyor. İslam alimleri bu ayeti kerimeyi delil getirerek marufu emretmek ve münkeri nehyetmek vazifesi Müslümanlar üzerine bir farzı kifayedir diye hükmetmişlerdir. Kur'anı Kerimde dokuz yerde geçen ve manası genel olarak bırakılıp belli söz veya fiille sınırlandırılmamış olan bu görevi kim yapacak. Elbette ki bu vazifeyi en iyi İslam alimleri yapar. Ama bütün ümmete böyle bir alimler gurubunu yetiştirme sorumluluğu da verilmiştir. Aksi takdirde her Müslüman bu vazifenin ihmalinden dolayı sorumlu olacaktır. Çünkü İslam fert olarak değil cemaat olarak yaşanan bir dindir. Bu cemaatin bütün İslami kuralları uygulaması ve sağlam bir toplum olarak kalabilmesi için de yanlış konuşan ve yanlış yapanların uyarılması ve engellenmesi gereklidir. Yüce Allah cc. bu görevi ifa edenleri Kur'anda şöyle övmektedir.
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir. ( Al-i İmran, 110 )
Bu ayeti kerimede ümmetler içinde en hayırlı ümmet olmanın üç tane belirgin özelliğinden bahsedilmiştir; İyiliği emir, Kötülüğü nehiy ve Yüce Allah'a sapasağlam bir iman ile inanmak.......Cenabı Hakk cümlemizi bu hayırlı ümmete dahil olanlardan eylesin.
Değerli Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz Peygamber efendimize
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ
"Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir." ( A'raf süresi, 199 ) buyuruyor. Her türlü hayır ve güzellikte örnek olan efendimize bu konuda da en başat vazife düştüğü bildiriliyor.
İmam Cafer es-Sadık diyor ki: Allah Teala Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e en üstün ahlakı emretti. Kur'anı Kerimde üstün ahlakı, böylesine güzel toplayan bir başka ayet yoktur.
Peygamberimize bu görevi yaparken nasıl davranması gerektiğini başka bir ayette şu şekilde emrediyor:
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ
Ey Muhammed! Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah'a ortak koşanlara aldırış etme. ( Hicr süresi, 94 )
Her zaman tebliğinde yumuşak söz ve üslub kullanan peygamberimiz Allahın emrini tebliğ hususunda gayet açık ve net bir tavır sergilerdi.
Kur'anı Kerim emri bilmaruf ile alakalı genel olarak iman edenler için şöyle der:
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler. Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. ( Tevbe süresi,71)
Bu ayeti kerimede de birbirlerinin dostu olan mümin erkek ve kadınların diğer din kardeşlerinin iyiliğini ve hayrını istedikleri ve kötülüklerden uzak olmalarını sağlamaya çalıştıkları anlatılmaktadır.
3) PEYGAMBERİMİZİN KONUYLA İLGİLİ SÖZLERİ
عن أَبي سعيدٍ الخُدْريِّ رضي اللَّه عنه قال : سمِعْتُ رسُولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقُولُ « مَنْ رَأَى مِنْكُم مُنْكراً فَلْيغيِّرْهُ بِيَدهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطعْ فبِلِسَانِهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبقَلبهِ وَذَلَكَ أَضْعَفُ الإِيمانِ » رواه مسلم
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim dedi:
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17
Peygamberimiz bu hadisiyle herhangi bir çirkinliği gören müslümanın onu düzeltme görevi olduğunu bildirmiştir. Tebliğ vazifesi genel olarak her müslümanın yapabileceği bir görev olmakla birlikte alimlerimiz el ile bir münkeri değiştirmenin sorumluluğu yönetici kadrolarda, dil ile bir kötülüğü değiştirmenin mesuliyeti alimlerde, kalp ile bir kötülüğe karşı koymanın da avam halkın görevi olduğunu söylemişlerdir. Bu vazifeyi üstlenen kimselerin tebliğ metodunu da çok iyi bilmeleri, nezaket ve yumuşak davranış kurallarına dikkat etmeleri istenir. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkarma ile karşı karşıya gelebiliriz. Bu konuda İmam Şafiinin şöyle güzel bir sözü var: "Din kardeşine gizlice öğüt veren kimse, gerçekten nasihat etmiş ve onu süsleyip sevindirmiş olur. Fakat aleni ve herkesin gözü önünde ona öğüt veren kimse, din kardeşini son derece küçültür ve batırır".
Mü’minlerin annesi, Ümmü Seleme Hint Binti Ebû Ümeyye Huzeyfe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu:
“Sizin üzerinize birtakım emirler, yöneticiler tayin olunacaktır. Onların dine uygun olan işlerini iyi bulur, uygun olmayanlarını ise hoş karşılamaz, tenkit edersiniz. Kim hoş karşılamaz, kerih görürse günahdan korunmuş olur. Kim de tenkit eder, onların kötülüklerine engel olmaya çalışırsa, kurtuluşa erer. Fakat kim de razı ve hoşnut olur, onlara uyarsa isyan etmiş olur.”Bunun üzerine sahâbe-i kirâm:
–Ya Resûlallah! Onlarla savaşmayalım mı? dediler.
Peygamber Efendimiz:
–“Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır”buyurdu. (Müslim, İmâre 63)
Bazı hadislerinde sevgili Peygamberimiz gelecekle alakalı bir takım bilgiler vermektedir. Bu hadislere FİTEN veya MELAHİM hadisleri denir. zikrettiğimiz bu hadis de bu guruba giren bir hadistir. Hazreti Peygamber bu hadisinde gelecekte bir takım kimselerin değişik vesilelerle müslümanların başına geçecekleri ve bu olumsuz insanlara karşı ne yapılması gerektiğini bu hadisiyle anlatmaktadır. Ayrıca sahabei kiramın en faziletli cihad'ın ne olduğunu sormalarına karşı onlara şu cevabı vermiştir: “Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.”
Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 37; İbni Mâce, Fiten 20
Hatta Tirmizinin bir rivayetinde" ....İyiliği emredip/teşvik edip kötülükten sakındırmayan bizden değildir." ( Tirmize, Birr, 15 ) buyurarak bu görevin ehemmiyetine dikkat çekmiştir.
4) ÖNCEKİ PEYGAMBERLERİN BU KONUDAKİ MÜCADELELERİ
Kur'anı Kerimin muhtelif yerlerinde Peygamber efendilerimizin Hakkı hakim kılmak için kavimleri içinde ne büyük mücadeleler verdiklerini görmekteyiz. Özellikle toplumları içine yerleşmiş olan şirk hastalığı, Putçuluk, Ticarette sahtekarlık , ölçü ve tartıda noksan yapma, Eşcinsellik, İnsan öldürme ve her türlü zulüm Allahın elçileri tarafından açıkca nehyedilmiş ve insanlar Her daim Hak yoluna davet edilmişlerdir. Bu Hakk elçileri icra ettikleri vazifeden dolayı da insanlardan herhangi bir menfaat istemediklerini açıkça beyan etmişlerdir.
5) PEYGAMBER EFENDİMİZDEN BİR ÖRNEK
İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir adamın elinde altın bir yüzük gördü, onu çıkardı ve attı. Sonra da şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz ateşten bir köze yönelip, onu eline mi alıyor?”Hz. Peygamber gittikten sonra o adama:
– Yüzüğünü al da ondan uygun bir şekilde faydalan, denildi. Bu kişi ise:
– Hayır Allah’a yemin ederim ki, Allah Resûlü onu attıktan sonra onu ebediyyen almayacağım, dedi. ( Müslim, Libâs 52 )
Allah rasülü efendimiz müslüman erkeklerin altın zinet eşyası takmalarını ve ipek elbise giymelerini yasaklamıştı. Bunların müminlerin kadınlarına helal ama erkeklerine haram olduğunu bildirmişti. Muhtemel ki hadisimizde zikri geçen sahabi henüz bu yasağı duymamıştı. Öğrenir öğrenmez hemen bu yasakla amel ediyor ve yere atılan yüzüğü alıp başka türlü ondan istifade etmesinde bir mahzur olmasa da o Peygamberimizin attığı şeyi almayı bile doğru bulmamıştır. İşte bu örnek bile sahabei kiramın büyüklüğünü bize en bariz bir şekilde anlatmaktadır.
6) ASHABI KİRAMIN BU KONUDAKİ YAKLAŞIMLARI
Ebü’l-Velid Ubâde İbni Sâmit radıyallahu anhşöyle dedi:
Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e zorlukta ve kolaylıkta, sevinçli ve kederli anlarda, başkaları bize tercih edildiği zamanlarda kendisini dinleyip itaat etmeye, açıkça küfür sayılan bir şey yapmadıkları sürece devleti yönetenlerin işlerine karışmamaya, nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize ve Allah hakkı için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza dair bey’at ettik.
Buhârî, Ahkâm 42; Müslim, İmâre 41. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 1, 2, 3; İbn Mâce, Cihâd 41
Bu hadisimizin ravisi Ensardan Hazrec kabilesine mensub çok değerli bir sahabidir. Rasüli Ekrem zamanında Kuranın tamamını ezbere bilen Medineli beş hafızdan biridir. Hazreti Ömer onu Suriye ve Filistinde Kuran öğretmesi ve İslamı tebliğ etmesi için görevlendirdi. Bir ara Suriye valisi Hz. Muaviye ona ağır sözler söyledi. Bunun üzerine Ubade hazretleri de:
- Ebediyen seninle bir yerde yerleşip oturmayacağım,dedi. Sonra da Medineye göç etti. Bunun üzerine hazreti Ömer. Seni getiren sebeb ne? diye sordu o da olup biteni kendisine haber verdi. Hz. Ömer:
- Yerine dön! Allah cc, senin ve benzerlerinin olmadığı bir yeri hayırsız kılar beğenmez, dedi. Muaviyeye bir mektub yazarak.
- Senin Ubade üzerine emirliğin yoktur, diye emretti. Bu olay bize bir toplum içinde taviz vermeden her daim hakkı söyleyen ve haykıran böyle sağlam karakterli insanların olması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Ne mutlu Hakkın rızasını başka hiçbir menfaat ile değiştirmeyenlere....
Başka bir rivayette de şu olay anlatılır:
عَنْ أَبِي سعيدٍ الْحسنِ البصْرِي أَنَّ عَائِذَ بن عمْروٍ رضي اللَّه عنه دخَلَ عَلَى عُبَيْدِ اللَّهِ بن زيَادٍ فَقَالَ : أَيْ بن زيَادٍ فَقَالَ : أَيْ بنيَّ ، إِنِّي سمِعتُ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يَقولُ : « إِنَّ شَرَّ الرِّعاءِ الْحُطَمَةُ » فَإِيَّاكَ أَنْ تَكُونَ مِنْهُمْ . فَقَالَ لَهُ : اجْلِسْ فَإِنَّمَا أَنت مِنْ نُخَالَةِ أَصْحَابِ مُحَمَّدٍ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، فقال : وهَلْ كَانَتْ لَهُمْ نُخَالَةٌ إِنَّمَا كَانَتِ النُّخالَةُ بَعْدَهُمْ وَفي غَيرِهِمْ ، رواه مسلم .
Ebû Saîd Hasan el-Basrî’den rivayet edildiğine göre, Âiz İbni Amr radıyallahu anh Ubeydullah İbni Ziyâd’ın yanına girdi ve:
– Ey oğlum! Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Yöneticilerin en kötüsü, idaresi altındaki insanlara karşı katı ve kaba davrananlardır” buyurduğunu işittim, sakın sen onlardan olma, dedi.
Ubeydullah İbni Ziyâd, Âiz’e:
– Sen otur! Çünkü sen Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının, unun kepeği gibi döküntü takımındansın, dedi. Âiz İbni Amr:
– Onlar arasında unun kepeği gibi döküntü takımından olan mı var ki? Unun kepeği gibi döküntü takımından olanlar onlardan sonra ve onlar dışındakilerin arasından çıktı, dedi.( Müslim, İmâre 23 )
Ebû Bekir es-Sıddîk radıyallahu anh şöyle dedi:
Ey insanlar! Şüphesiz siz şu âyeti okuyorsunuz:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Ey inananlar! Siz kendinize bakın, doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. İşlemekte olduklarınızı size haber verecektir”[Mâide sûresi (5), 105]. Oysa ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:
“Şüphesiz ki insanlar zâlimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsine umumileştirmesi yakındır.”
Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 8; Tefsîru sûre (5), 17. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 20
Hazreti Ebu Bekir efendimiz bu ayetin insanlar tarafından yanlış anlaşıldığını düşünüyor. Zira ayetin zahirine bakan kimse şöyle düşünebilir: Kendi nefsini haramlardan koruyan ve ibadetini yapan, fakat kimseye karışmayan bir insan başkalarının başına gelen musibetlerden etkilenmez....
Ancak bu bakış açısı yanlıştır. Zira insanın yaşamış olduğu çevrede olup bitenlerle de ilgilenmesi, gördüğü yanlışların düzeltilmesi için çaba sarf etmesi de bir kulluk vazifesidir. Eğer bu vazife yapılmazsa topluma inen bela onu da bulur.
7) EMRİ BİLMARUF VE NEHYİ ANİLMÜNKER YAPANLARIN MÜKAFATI
Kur'anı Kerim zaman zaman önceki ümmetlerin hallerinden haber verir ve bizim önümüze de değişik örnekler sunar. Azgınlaşıp emirlere karşı gelen Yahudileri ve onlara nasihatta bulunmaya çalışanları konu alan şu ayeti kerimede bunlardan biridir:
فَلَمَّا نَسُواْ مَا ذُكِّرُواْ بِهِ أَنجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُواْ بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُواْ يَفْسُقُونَ
"Onlar kendilerine hatırlatılanı unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık." ( A'raf, 165 ). Bu ayet Emri bilmaruf yapanların kurtuluşa erdiğini, nasihat dinlemeyenlerin de helak olduğunu bizlere bildiriyor.
Rasüli Ekrem efendimizin verdiği şu örnek de konumuzu çok daha net anlatmaktadır....
Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu:
“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur’a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar:
Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz, dediler.
Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.”( Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12 )
Bu hadisi şerif emri bilmaruf yapanların hem kendilerini hem de başkalarını Allahın azabından uzak tuttuklarını ve ahirette kurtuluşa erenlerden olacaklarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
8) GÖREVİ İHMAL EDENLERİN AKIBETİ
Emri bilmaruf vazifesi sadece ümmeti Muhammede yüklenmiş bir görev değildir. Aynı zamanda bütün ümmetlerin yerine getirmeleri istenen bir yükümlülüktür. İsrail oğullarından bahseden şu ayeti kerime onların niçin lanetli bir millet olduklarını haber veriyor.
لُعِنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى لِسَانِ دَاوُودَ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ
İsrailoğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. ( Maide süresi, 78 )
كَانُواْ لاَ يَتَنَاهَوْنَ عَن مُّنكَرٍ فَعَلُوهُ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ
İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!( Maide süresi, 79 )
İsrail, Yakub Peygamberin bir diğer adıdır. İsrail oğulları dediğimizde de Onun neslinden gelen insanlar kastedilir. Bu ayeti kerime Peygamber neslinden bile gelse Allah'a isyan edenlerin lanetlenebileceğini bizlere apaçık ortaya koymaktadır.
İsrailoğullarının ve onların alimlerinin lanete uğramalarını şu hadisi şerifte çok güzel izah ediyor:
İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu:
“İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı:
Bir adam bir başka adama rastlar ve:
Bana baksana! Allah’dan kork ve yapmakta olduğun şeyi terket. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti. Sonra Resûl-i Ekrem şu âyeti okudu:
“İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, baş kaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir”[Mâide sûresi (5), 77-81].
Hz. Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu:
“Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”
Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7
Yukarıdaki tercüme Ebû Dâvûd’un metnine aittir. Tirmizî’nin metninin tercümesi ise şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu:
“İsrâiloğulları günahlara daldıklarında, âlimleri onları nehyettiyse de onlar işledikleri günahları terketmediler. Bu defa âlimleri de onlarla birlikte oturdular, beraberce yediler, içtiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ da onların kalblerini birbirine benzetti. Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle onlara lânet etti. Bu onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyle idi.”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemyaslandığı yerden doğrulup oturarak:
“Hayır! Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, onları hakka boyun eğdirinceye kadar bu böyle devam edecektir” buyurdular.
İyiliği emredip kötülükten menetme vazifesinin ihmal edilmesi durumunda herkesin toptan helak olacağını haber veren efendimiz, Zeyneb binti Cahş annemizin " İçimizde salih kimseler varken de helak olur muyuz" diye sorduğunda " Kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit, evet " buyurdu. ( Buhari, Fiten, 4 )
Değerli Kardeşlerim!
İki cihan önderimiz Hazreti Muhammed aleyhisselam konunun ehemmiyetini daha net anlatmak için sözlerine yeminle başlayıp şöyle diyor:
عَنْ حذيفةَ رضي اللَّه عنه أَنَّ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « والَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَتَأْمُرُنَّ بالْمعرُوفِ ، ولَتَنْهَوُنَّ عَنِ المُنْكَرِ ، أَوْ لَيُوشِكَنَّ اللَّه أَنْ يَبْعثَ عَلَيْكمْ عِقَاباً مِنْهُ ، ثُمَّ تَدْعُونَهُ فَلاَ يُسْتَجابُ لَكُمْ » رواه الترمذي وقال : حديثٌ حسنٌ .
Huzeyfe radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu:
“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.”Tirmizî, Fiten 9
Hadisimiz kişinin kendi halinde hiçbir şeye karışmayan iyi bir insan olmasının yeterli olmadığını, içinde yaşadığı toplumdaki fenalıklarla da mücadele etmesi gerektiği ve iyiliklerin de yayılması ve artması için çaba göstermesi gerektiğini bariz bir şekilde bizlere öğretmektedir. Bu yapılmadığında salih bir insanın bile duasının kabul edilmeyeceği vurgulanmıştır. Zira o salih kişi topluma karşı vazifesini yerine getirmemiştir.
Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerimde:
وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
"Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır." buyurarak gelecek belanın herkesi içine alacağını haber vermiştir.
9) ANLATTIKLARINI YAŞAMAYANLAR
Aziz Kardeşlerim!
Anlattığımız konuda bir gurup insan daha var ki onların hali çok daha vahim. Allah Azimüşşan onların halinden Yüce Kur'anda şöyle bahseder:
أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
Siz Kitab'ı (Tevrat'ı) okuyup durduğunuz halde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?
Özelde İsrail oğullarından bahsetse de anlamı herkes için ibret olacak bir uyarı ayeti. Diğer bir ayette ise:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ
Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
Bu iki ayette insanlara anlattıkları güzel şeyleri kendi nefisleri için de istemeyen ve sözleriyle davranışları birbirine zıt olan sefil kimselerden bahsedilmiştir. Bu insanların toplum içindeki ağırlığı ve saygınlığı da her geçen gün yok olmaya yüz tutar. Bundan dolayıdır ki Hz. Şuayb aleyhisselam kavmine nasihat ederken onlara şu cümleyi kullanıyor:
وَمَا أُرِيدُ أَنْ أُخَالِفَكُمْ إِلَى مَا أَنْهَاكُمْ عَنْهُ
Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum.
Önceki ümmetlerden örnek veren Allah Rasülü şöyle buyurur:
عن ابنِ مسْعُودٍ رضي اللَّه عنه أَنَّ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : «مَا مِنَ نَبِيٍّ بعَثَهُ اللَّه في أُمَّةٍ قَبْلِي إِلاَّ كان لَه مِن أُمَّتِهِ حواريُّون وأَصْحَابٌ يَأْخذون بِسُنَّتِهِ ويقْتدُون بأَمْرِه، ثُمَّ إِنَّها تَخْلُفُ مِنْ بعْدِهمْ خُلُوفٌ يقُولُون مَالاَ يفْعلُونَ ، ويفْعَلُون مَالاَ يُؤْمَرون ، فَمَنْ جاهدهُم بِيَدهِ فَهُو مُؤْمِنٌ ، وَمَنْ جاهدهم بقَلْبِهِ فَهُو مُؤْمِنٌ ، ومَنْ جَاهَدهُمْ بِلِسانِهِ فَهُو مُؤْمِنٌ ، وليس وراءَ ذلِك مِن الإِيمانِ حبَّةُ خرْدلٍ »رواه مسلم .
İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın benden önceki her bir ümmete gönderdiği peygamberin, kendi ümmeti içinde sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve seçkin yakın çevresi ve ashâbı vardı. Bu samimi çevre ve ashâbından sonra, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler onların yerini aldı. Böyle kimselerle eliyle cihad eden mü’mindir, diliyle cihad eden mü’mindir; kalbiyle cihad eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda hardal tanesi ağırlığında bile iman yoktur.” (Müslim, Îmân 80)
Hadisimizde sonradan gelen kötü nesil anlamında " Half " kelimesinin çoğulu olan " Huluf " kullanılmıştır. Bir de " Halef " kelimesi vardır ki o da sonradan gelen hayırlı nesil anlamındadır. Bu hadisi şerif önceki ümmetlerde de çok hayırlı insanlar ve Peygamber dostları olduğunu, onun izinden gittikleri ama zamanla sonraki nesillerde çok bozulmaların olduğunu anlamaktayız. Bir diğer husus ise Hz. Peygamberin kötülükleri önlemek için eliyle, diliyle veya kalbiyle mücadele edenlerin bu yaptıklarını cihad olarak nitelendirmesidir ki bu da İslamın zirve noktası olarak kabul edilir.
Zaman zaman kıyamet sahnelerinden bahseden Hz. Peygamber bir hadislerinde de şöyle buyurmuşlardır:
Ebû Zeyd Üsâme İbni Zeyd İbni Hârise radıyallahu anhümâşöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:
“Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkeb gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve derler ki:
– Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin? O kişi de:
– Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, münkerden nehyederdim, fakat kendim yapardım, der.”( Buhârî, Bed’ül-halk 10; Müslim, Zühd 51 )
Kıymetli Kardeşlerim!
Bugünkü vaazımızdan şu anlaşılmaktadır. Her bir müslüman Allah'ın emir ve yasaklarına son derece itina göstermeli ve iyi bir kul olmalıdır. Ancak sadece kendi hayatında salih bir insan olması yetmez, aynı zamanda da Muslih yani ıslah edici, başka insanların da ahiretini kurtarıcı olması ondan beklenmektedir. Ben iyi olayım da kimseye karışmayayım ve Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı Yüce Rabbimizin tasvib ettiği bir anlayış değildir.
Yüce Allah cümlemizi Habibinin izinden giden ve son nefese kadar Hak çizgisini bozmayanlardan eylesin. Hakkı Hak bilip ona tabi olmayı, batılı da batıl belleyip ondan uzak durmayı cümlemize ihsan eylesin.
واخر دعوانا أن الحمد لله رب العالمين
Hazırlayan: Erol BEKCİ / Karasu Vaizi
Facebook Yorumları