menu
İSLAM KARDEŞLİĞİ AÇISINDAN MİSAFİRPERVERLİĞİN ÖNEMİ
İSLAM KARDEŞLİĞİ AÇISINDAN  MİSAFİRPERVERLİĞİN ÖNEMİ
Haftanın Vaazı.. 24.05.2024 tarihli "İslam Kardeşliği Açısından Misafirperverliğin Önemi" konulu Haftanın Vaazı sitemize yüklenmiştir.

İslam Kardeşliği Açısından Misafirperverliğin Önemi

وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِهٖ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاكٖينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّبٖيلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ 

Allah’a kulluk edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi asla sevmez. (Nisa,36)

         Yüce dinimiz İslam’ın önem verdiği ahlâkî değerlerden biri de misafire ikramda bulunmaktır. Misafirperverlik, milletimizin en önemli örf ve geleneklerinden biridir. Misafir, “uzak yoldan gelen, herhangi bir ihtiyacı için yollara düşen kimseye denilmekle beraber, akraba, komşu ve tanıdık kimselerden olup da gelenlere de misafir denilmektedir. 

         Misafirlik, insanların kaynaşmasına sebep olan en güzel iletişim sebebidir. Misafirlik sayesinde insanlar birbirlerini daha iyi tanımakta, sevgi ve saygı ortamı oluşmakta, insanın yalnız kendisiyle değil, tüm insanlarla barış içinde olması gibi özel duygular yaşanmaktadır. 

        Misafire ikrâm etmek, müslümanın şiârıdır. Nitekim Rasûlullah (s.a.s.) efendimiz:

مَنْ كَانَ يُؤمِنُ بِاللّهِ وَالْيوْمِ اخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ،

        “Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin!” (Buhârî, Edeb, 85; Müslim, Îmân, 74) buyurarak misafiri ağırlamanın ve ona ikram etmenin önemine değinmiştir.       Peygamber efendimiz, ayrıca misafire ikramda bulunan bir ev halkına hayır ve bereketin çok hızlı bir şekilde ulaştığını bildirerek bizleri misafir ağırlamaya teşvik etmiştir. ( İbn-i Mâce, Eti‘me, 55) İmkanı bulunduğu halde misafir ağırlamayanları ise:

“Misafir ağırlamak istemeyen kimsede hayır yoktur.” (İbn-i Hanbel, IV, 155) meâlindeki buyurarak onları ikaz etmiştir.

          Misafir ağırlamak ve onu memnun etmek; bir incelik, hattâ bir sanattır. Gönül insanı olmayanlar, bu sanatın inceliğini kavrayamaz.

Allah Rasûlü (s.a.s) nezâketleri sebebiyle misafirlerine bizzat kendileri hizmet etmişlerdir.

        Misafir ağırlamak, bazı kişiler tarafından maddi ve manevi bir külfet olarak algılanır. Çünkü bu insanlar misafir ağırlamayı, Yüce Allah'ın rızasını kazanmaya ve güzel ahlak sergilemeye vesile olacak bir ortam olarak algılamazlar. Toplumsal bir gelenek ya da sosyal bir zorunluluk olarak görürler. Oysa Kuran ahlakını benimsemiş bir mümin için misafir ağırlamak değerli bir ibadet ve güzel ahlakın ortaya konulabileceği bir vesiledir. 

       Peygamberler Allah'ın insanlara ahlak ve tavır güzelliğinde örnek olarak yarattığı çok değerli insanlardır. Bizler din ahlakının nasıl yaşanması gerektiğini peygamberlerimizin kıssalarından öğrenebiliriz. Bu kıssalardan biri de Hz. İbrahim ve konukları ile ilgilidir.   Bir misafirin İslam ahlakına göre nasıl ağırlanması gerektiği Kuran'da Hz. İbrahim örnek verilerek açıklanır. Aşağıdaki ayetlerde hayatı müminlere güzel bir örnek olan Hz. İbrahim'in, yaşadığı olay şöyle haber verilmektedir:

هَلْ اَتَيكَ حَدِيثُ ضَيْفِ اِبْرَهِيمَ الْمُكْرَمِينَ* اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلاَمًا قَالَ سَلاَمٌ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ* فَرَاغَ اِلَى اَهْلِهِ فَجَآءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ* فَقَرَّبَهُ اِلَيْهِمْ قَالَ اَلاَ تَأْكُلُونَ*

  “Ey Muhammed! İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani onlar, İbrahim'in yanına varmışlar ve "Selâm olsun sana!" demişlerdi. O da "Size de selâm olsun." demiş, "Bunlar tanınmamış(yabancı) kimseler" diye düşünmüştü. Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, pişirilmiş semiz bir buzağı getirdi. Onu önlerine koydu. "Yemez misiniz?" dedi.” (Zariyat, 24,27)

         İbn-i Abbâs'tan nakledildiğine göre İbrâhim (a.s.) gelen bu misafirler Cebrâil ile birlikte İsrâfil ve Mîkâil (a.s.) idi. (Kurtubî, XVII, 44) Misafir ağırlamayı çok seven Hz. İbrâhim ise yakışıklı delikanlılar kıyafetinde gelen konuklarının melek olduklarını önce anlayamamış, onları içeri buyur ettikten sonra bir ara yavaşça dışarı çıkıp hanımı Sâre'nin de yardımıyla hemen bir dana kesip kızartmış ve misafirlerine ikram etmişti. Âyetlerin devamından öğrendiğimize göre İbrahim (a.s.) meleklerin yemeğe el uzatmadığını görünce onlardan şüphelenmiş; onlar da bu azîz Peygamberi daha fazla merakta bırakmamak için kendilerini tanıtmışlardı.

                               Bu ayetlerden bizler şu manaları çıkarabiliriz:

                                        Misafir Güzellikle Karşılanmalıdır.

        Hz.İbrahim(a.s.) kıssasında olduğu gibi müminler, ağırlayacağı kimselere öncelikle saygı, sevgi, huzur ve güleryüz sunar. Bunlar olmadan yalnızca ikrama dayalı bir ağırlama hoşnut edici olmaz. Nitekim Hz İbrahim de konuklarını selam diyerek karşılamaktadır. Çünkü Yüce Allah

وَاِذَا حُيِّيتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَا اَوْ رُدُّوهَا اِنَّ اللهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ حَسِيبًا

 Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır.” (Nisa Suresi, 86) ayetinde selam verildiğinde en güzel şekilde karşılık vermenin önemine dikkat çekmiştir. Kuran ahlakında güzel davranışlarda bulunma konusunda bir yarış söz konusudur. Müminin daha misafiri karşılarken verdiği selam da bunun bir örneğidir.

                                         Misafir Rahat Ettirilmelidir.

Kuran ahlakına sahip müminler, misafirin olabilecek tüm ihtiyaçlarını, özenle düşünür, onun söylemesine ve hissettirmesine gerek kalmadan bu ihtiyaçlarını karşılarlar.

                                         İkram, Sezdirmeden Hazırlanmalıdır.

Ayette bildirildiği gibi Hz.İbrahim(a.s.) gelen misafirlere sunacağı ikramı sezdirmeden yapmıştır. Çünkü misafir olan kişi, çoğu zaman nezaketinden dolayı karşı tarafa ihtiyaçlarını hissettirmez. Hatta çoğu zaman da ince düşünceli davranarak kendisine yapılacak olan ikramları engellemeye çalışır. Böyle bir kişiye örneğin bir ihtiyacı olup olmadığı sorulacak olsa büyük olasılıkla olmadığını söyleyecek ve teşekkürle karşılık verecektir. Bu durumda da Kuran ahlakına göre gösterilecek olan en uygun tavır, ikramın sezdirilmeden yapılması, kesinlikle konuğun kendisine sorulmadan, her şeyin ince- ince düşünülerek hazırlanıp sunulmasıdır.

                                         

                                            İkram, Gecikmeden Yapılmalıdır.

        Yine bu ayetlerde işaret edilen bir başka güzel tavır da, söz konusu ikramın gecikmeden yapılmasına yöneliktir. Böyle bir tavır, her şeyden önce kişinin, misafirin varlığından duyduğu memnuniyeti ifade eder. Çünkü ikramın ayette de haber verildiği gibi “hemen”, “çok geçmeden” yapılmış olması, kişinin karşı tarafa hizmet etme ve ağırlama konusundaki tevazusunu ve şevkini ortaya koyar.

                                             İkramın En İyisi Seçilmelidir.

        Misafir ağırlama adabında uygun tavırlardan biri de bu ayetlerde haber verildiği gibi ikram edilebilecek en iyi yiyeceklerin seçilmesidir. Hz.İbrahim evine gelen konukları tanımadığı halde yapabileceği ikramın en iyisini yapmaya çalışmış ve hemen giderek بِعِجْلٍ سَمِينٍ “semiz bir buzağı” ile geri dönmüştür. Etin en lezzetlisi, en sağlıklısı ve en besleyicisi de en “semiz” olanıdır. Hz.İbrahim'in bu ahlakını örnek alan müminler de misafir ağırlarken imkânları nisbetinde malzemelerin en tazesini, en temizini ve en lezzetlisini seçmeli ve özenli bir biçimde hazırlamalıdır. 

         Misafir ağırlamak ve misafire izzet-i ikramda bulunmak, dinimizin önemle üzerinde durduğu ehemmiyetli mes’elelerdendir.

İbrahim Aleyhisselâm'ın misafirperverliği meşhurdur. "Allah'ın dostu" manasında “Halilullah” diye yâd edilen Hz.İbrahim misafir olmadan sofraya oturmaz, yola çıkar misafir gözetlerdi.     Hz. İbrâhim'in misafirleri de tanıdık bildik kimseler değillerdi. Zaten misafirperverlikte önemli olan hiç tanımadığı belki de bir daha karşılaşmayacağı insanları “tanrı misafiri” kabul edip karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek ikramda bulunabilmektir.

          Yoksa câhiliyede döneminde ve günümüzde de devam eden örnekleri bulunduğu gibi eş, dost ve akrabalar arasında gösteriş yapmak, egosunu tatmin etmek ve insanların hayranlığını ve saygısını kazanmak için yapmak değildir.

          Atası İbrâhim (a.s.) geleneğini devam ettiren Hz. Peygamber de câhiliyedeki anlayışın aksine misafire ikramın sadece Allah rızasını kazanmak için yapılmasını tavsiye etmiş, misafirperverlik ile Allah'a iman arasında güçlü bir bağ kurmuştur.

                                            Misafirliğe gideni Rabbimiz sever

              Peygamber efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur:

“Bir adam başka bir şehirde bulunan kardeşini ziyaret etmişti. Allah, o adamın geçeceği yol üzerine bir meleği gözcü olarak göndermiştir. Melek ona şöyle dedi:

-Nereye gitmek istiyorsun?

Adam cevap verdi:

-Şu şehirdeki kardeşime gidiyorum.

Melek şöyle dedi:

-Onu, kendisine bir iyilik borcun olduğu için mi ziyaret ediyorsun?

Adam şöyle cevap verdi:

-Hayır, ben onu Allah için seviyorum.

Bu cevap üzerine Melek şöyle dedi:

-Ben Allah’ın sana gönderdiği elçiyim. Senin o kardeşini sevdiğin gibi Allah da seni sevmiştir.” (Müslim,1) buyurdu.

        Bizler de zaman zaman birbirimizi, çıkar ve menfeat için değil de sırf Allah rızası için ziyaret etmeliyiz. Ben kimsenin evine gitmeyeyim, insanlar benim evime gelsin anlayışı doğru değildir. Aksine karşılıklı olarak birbirimizi ziyaret etmeliyiz.

                    Peygamber efendimiz bazen kendisi misafirliğe giderdi

Allah Resûlü bazen de kendisi sahâbîlere misafir oluyordu. Nitekim bir gece dışarı çıktığında birden Hz. Ebû Bekir'le Hz. Ömer'e rastladı ve “Sizi bu saatte evlerinizden çıkaran nedir?” diye sordu. Onlar da, “Açlık yâ Resûlallah!” dediler. Peygamber Efendimiz, “Varlığım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, beni de sizi çıkaran (sebep evden) çıkardı, hadi gidelim!” dedi. Hemen onunla birlikte kalktılar ve ensardan Ebu'l-Heysem'in evine vardılar. Fakat evinde yoktu. Evin hanımı Efendimizi görünce, “Merhaba, hoş geldiniz!” dedi. Allah Resûlü ona eşinin nerede olduğunu sordu. Hanım, “Bize tatlı su getirmeye gitti.” dedi. O sırada kocası geldi. Kutlu Nebî ile iki arkadaşını gördü ve çok sevindi, “Allah'a hamdolsun, bugün misafirleri benimkinden daha şerefli olan kimse yoktur.” diyerek mutluluğunu dile getirdi. Hemen gidip onlara bir hurma salkımı getirdi ki, içinde ham, kuru ve taze hurmalar vardı. “Bundan yiyin!” dedi ve bıçağı aldı. Bunun üzerine Rahmet Peygamberi ona, “Sakın sağmal koyuna dokunma.” buyurdu. Ebu'l-Heysem kendilerine ikram etmek üzere bir koyun kesti. Hem koyundan, hem o hurma salkımından yediler.

                                       Peygamber efendimiz misafir ağırlamayı severdi

        Hz. Peygamber'in misafiri hiç eksik olmazdı. Suffe ashâbı onun daimî misafirleri arasında idi. Bunlar fakir insanlardı. Aynı zamanda Hz. Peygamber'in ilk yatılı öğrencileri idi. Onların iaşesini başta Peygamberimiz olmak üzere diğer Müslümanlar karşılıyordu. O dönemde ashâbın da maddî durumları pek iyi değildi. Fakat Efendimiz daha fazla misafir kabul etmeleri için Müslümanları teşvik ediyor ve kendisi de onlara örnek oluyordu.

  O şöyle buyuruyordu:

مَنْ كَانَ عِنْدَهُ طَعَامُ اثْنَيْنِ فَلْيَذْهَبْ بِثَالِثٍ ، وَإِنْ أَرْبَعٌ فَخَامِسٌ أَوْ سَادِسٌ 

“Kimin yanında iki kişilik yemek varsa üçüncü bir kişiyi, dört kişilik yiyeceği olan beşinci ya da altıncı bir kişiyi misafir etsin!”(Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 41.)

        Allah Resûlü'nün sünnetinde misafirperverlik sadece bir âdet ve bir gelenek değil, aynı zamanda erdemli bir davranış ve bir ibadet idi. Hem Allah katında hem de halk katında muteber ahlâkî bir değerdi. Rahmet Elçisi'nin hicrette Medine'ye ayak basar basmaz verdiği ilk mesajlar arasında, “Yemek yedirin!” vurgusunu yapması da manidardı:

أَيُّهَا النَّاسُ أَفْشُوا السَّلاَمَ وَأَطْعِمُوا الطَّعَامَ وَصَلُّوا وَالنَّاسُ نِيَامٌ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ بِسَلاَمٍ 

“Ey insanlar! Selâmı yaygınlaştırın, yemek yedirin ve insanlar uykudayken (gece) namaz kılın ki, esenlik içinde cennete giresiniz. ”(Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 42.)

Bu hadise göre cennete girme vesilesi olan misafire ikram, bazı zarurî hâllerde, isteğe bağlı bir iyilikten de öte ifa edilmesi gereken bir misafir hakkı ve toplumsal bir görev olur.

   Peygamber efendimiz misafirleri ağırlayacak imkanı olmadığında sahabenin evine gönderirdi

    Sözlü beyanlarıyla ashâbını misafir ağırlamaya teşvik eden Efendimiz (s.a.s.), aynı zamanda imkânları nisbetinde misafirlerine izzet-ü ikramda bulunarak bize örnek olmuştur. Hatta Resûl-i Ekrem (s.a.s.) bu yüzden karnını doyurmayıp kimi zaman günlerini aç geçirmiştir. (İbn-i Sa'd, I, 409) Öte yandan evinde ikram edilecek bir şeylerin bulunmadığı zamanlarda misafirleri, imkânı olan ashabının ağırlamasını tavsiye etmiştir.

 Ebû Hureyre (r.a.) naklettiği şu haber konumuz açısından oldukça dikkat çekicidir: O diyor ki:

Bir adam Peygamber (s.a.s.) geldi ve:

- Ben açım, dedi.

Allah'ın Resûlü hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şey göndermesini istedi.

O da: - Seni peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, dedi. Fahr-i Kainat (s.a.s.) bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Efendimiz ashâbına dönerek:

“- Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sordu . Ensar'dan biri:

 - Ben misafir ederim, yâ Resûlallah, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca hanımına:

- Resûlullah (s.a.s.) misafirini ağırla, dedi ve:

    - Evde yiyecek bir şey var mı, diye sordu. Hanımı:

- Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var, dedi.

Sahâbî:

- Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım, dedi.

Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar.

Sabahleyin bu sahâbî Peygamber (s.a.s.) yanına gitti. Onu gören Resûl-i Ekrem:

“- Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan  Allah Teâlâ memnun ve hoşnut oldu” buyurdu. ( Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 10, Tefsîr, 59/6; Müslim, Eşribe, 172)

        Görüldüğü üzere bilhassa yokluk durumlarında misafir ağırlamak ve onu memnun etmek bir incelik, bir zerafet gerektirir. Evlerinde sadece bir kişiye yetecek kadar yemek bulunan bu misafir-perver karı koca misafirlerinin rahat bir şekilde karnını doyurması için kazârâ sönmüş gibi lambayı karartmışlar, neticede ona her şeyin tabiî bir şekilde gerçekleştiğini ve yetecek kadar yiyeceklerinin bulunduğu hissini vermişler ve Allah (c.c) onların bu davranışında çok hoşnut olmuştur.

Peygamber Efendimiz(s.a.v)  bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Misafir Rızkı ile birlikte gelir. Giderken de Ev sahibinin bağışlanmasına vesile olur.”(Kenzül-irfan, sh.65)

                                            Takva sahibi müslümanlara yemek yedirmeliyiz

Karşılıklı olarak yenilen yemeklerle insanların birbirini etkileyeceği, dostlukların pekişeceği bir gerçektir. Bu hakikati bilen Allah Resûlü,

لاَ تُصَاحِبْ إِلاَّ مُؤْمِنًا وَلاَ يَأْكُلْ طَعَامَكَ إِلاَّ تَقِىٌّ

“Müminden başkasıyla arkadaşlık yapma, yemeğini de takva sahibi insanlar dışında kimse yemesin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 16.)  buyurmuştur.

      Hz. Peygamber bu uyarısı ile dostluk kuracağımız kişileri iman etmiş ve Allah karşısındaki sorumluluğunun bilincinde olan salih kişiler arasından seçmemizi istemiştir.

      Nitekim Rahmet Elçisi evine misafir olduğu Sa'd b. Ubâde'ye de,

أَفْطَرَ عِنْدَكُمُ الصَّائِمُونَ وَأَكَلَ طَعَامَكُمُ الأَبْرَارُ وَصَلَّتْ عَلَيْكُمُ الْمَلاَئِكَةُ 

“Yanınızda oruçlular iftar etsin. Yemeğinizi iyi insanlar yesin. Melekler de size dua etsin. ” diye dua ederken aynı noktaya işaret etmiştir. (Ebû Dâvûd, Et’ıme)

                                           Misafirden hizmet yapması beklenmemelidir.

       Ev sahibi misafirin yiyeceğini ve sofrayı kendi hazırlamalı, misafirden yardım beklememelidir.

                                           Misafiri bir müddet yalnız bırakmalıdır.

Misafir bir müddet dinlenip, gerekli ihtiyaçlarını giderdikten sonra yemek veya diğer ikramları getirmelidir.

Misafir ağırlarken, aşırı külfete girerek, pahalı ve çok çeşitli ikramlardan sakınılmalıdır.

Bu hususta sahabelerin tatbikatı örnek alınıp, hiç zorlanmadan elindeki ve evindeki imkânları kullanmak ve aşırı masraftan kaçınıp ilâve bir külfete girmemektir.

Hazreti Ali(r.a) bu konuda:

 “Arkadaşın en kötüsü, külfete giren, kendisinin idare edilmesine seni mecbur kılan, seni özür dileyici işlere itendir.” buyurmuştur.

Hz. Enes b. Malik(r.a) bir ara hasta iken birkaç kişi ona uğramıştı. Hz.Enes (r.a) cariyesine şöyle dedi: "Bak evde ne varsa arkadaşlara bir yemek hazırla. Ekmek parçaları bile olsa.” (Hayâtü's Sahabe, c.2/300)

                                           Misafir, nimet ve ganimet bilinmeli

       Efendimiz(s.a.v) cömertliği ve misafirperverliği övmektedir. Misafirler bir kimsenin evinde bir şeyler yediği sürece, melekler ev sahibi için Allah’tan bağışlanmasını dilerler.

Meleklerin duası makbul olduğuna göre, misafir ağırlamanın ev sahibinin günahlarının bağışlanmasına büyük bir vesile olduğunu göstermektedir.

Bu cömertlik, evle sınırlı olmamakla birlikte, dışarıda, lokantada da olabilir. Mühim olan ev sahipliğini yapmak ve misafirleri ağırlamaktır.

Hz.Âişe (r.a) Peygamber efendimizin: "Melekler, sofranız kurulu oldukça size dua eder" (Tergib ve Terhib, c.5/211-13)buyurduğunu rivayet etmiştir.

İmkânı bulunduğu halde, misafir ağırlamak istemeyenleri ise: “Misafir ağırlamak istemeyen kimsede hayır yoktur.”(İbn-i Hanbel, c.IV 155) hadisleriyle kınamıştır.

                  Yemekte misafirle ilgilenip sohbet etmeli, yemek yemesi için teşvik edilmelidir.

Misafiri rahat ettirmek, rahatça, çekinmeden gönül huzuru ile yemek yemesini sağlamak, ev sahibinin görevlerinden olmakla birlikte, devamlı bir surette, "ye! Ye!" demekte uygun bir hareket tarzı değildir.

      Ev sahibi, misafire hizmet etmeli, yolcu edeceği zaman da onu kapıya kadar geçirmelidir.

Allah Resulü(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Misafirle birlikte hareket etmen ve onu kapıya kadar uğurlaman, misafirin senin üzerindeki haklarındandır.” (Buhari, c.77, s.84)

Misafir ağırlamanın diğer bir adabı; ev sahibinin, misafirin önüne bıraktığı yemekleri az görmemesi ve size göre değil, naçizdir…” gibi ifadeler kullanmamasıdır.

       Zira Allah’ın nimetleri tahkir edilmemelidir. Nitekim İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur: “İnsan için, din kardeşlerinin huzuruna koyduğu yemekleri az ve değersiz görmesi, günah olarak yeterdir.” (Buhari, c.75, s.453)

                                         Habersiz misafirliğe gidilmemeli

      Bir yere gidileceği zaman, önceden randevu alınmalıdır. Davet edilen kişi veya kişiler, yanlarına ilâve olarak bir veya birkaç kişiyi de alacaklarsa; bu durumu ev sahibine bildirmeleri gerekir. Zira ev sahibi ona göre hazırlık yapmıştır. Ev sahibini mahcup duruma düşürmek doğru değildir.

      Randevu aldıktan sonra veya davet edildiğinde, davete tam vaktinde gitmelidir. Çok önceden gitmek yahut çok geç kalmak doğru değildir

                                           Eve Girerken İzin İstemek

Cahiliye döneminde Araplar evlere izinsiz olarak saldırırcasına girer, girdikten sonra da “Ben geldim!” derdi. Bu esnada ev sahibinin görülmesini istemediği görüntülerle karşılaşılabilirdi. Bu durum ise İslam’daki ‘özel hayata saygı’ kuralına aykırı bir durumdur. Evler, insanların özel hayatlarını yaşadıkları mekanlar olduğu için, insanlar evlerinde diğer insanların görmesini istemeyecek hal ve durumlarda bulunabilirler. Böyle bir mekana izinsiz ve haber vermeden girmek ev sahibini utandırabileceği gibi, ziyaretçiyi de zor duruma düşürebilir. 

Ensâr’dan bir kadının Hz. Peygamber’e gelerek söylediği şu söz bu durumu en iyi şekilde açıklamaktadır: 

“Ey Allah’ın Resulü, ben evimde öyle bir halde bulunurum ki, o halimle beni hiç kimsenin görmesini istemem.

        Bu konuşmadan sonra Yüce Rabbimiz şu ayeti nazil etti:

يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لاَ تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى اَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ* فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا فِيهَا اَحَدًا فَلاَ تَدْخُلُوهَا حَتَّى يُؤْذَنَ لَكُمْ وَاِنْ قِيلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكَى لَكُمْ وَاللهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ*  

 "Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere, sahipleriyle tanışıklık peyda etmeden ve selâm da vermeden girmeyin. Umulur ki, iyice düşünür, hikmetini hissedersiniz. Eğer orada bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Şayet size geri dönün derlerse hemen dönüp gidiniz. Bu sizin için daha temiz bir davranıştır. Allah, ne yaparsanız hakkıyla bilendir. " (Nur suresi, 27–28)

Bir başkasının evine gidildiğinde, kapıyı çalınca en çok karşılaşılan soru, "Kim o?" dur. Bu soruya cevap verirken, kapıyı kim çalıyorsa, "Ben!" demek yerine, kendi ismini söylemesi gerekir.

        Cabir(r.a) şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber'e(s.a.v) geldim ve kapıyı çaldım. Bunun üzerine Peygamber(s.a.v); "Kim o?" diye sordu. Ben de: "Benim." dedim. Hz. Peygamber (s.a.v) ise: "Ben, ben?" buyurdu. Sanki bu sözü (yani "ben" diye cevap vermeyi) çirkin bulmuştu. (Buhârî, İsti’zân 17; Müslim, Âdâb 38-39)

          Misafirliğe gidilen evin ilk önce kapısı çalınır. Daha sonra kenara çekilip, kapı açıldığında evin içinin görülemeyeceği tarafta durup beklenir ve doğrudan kapıdan evin içerisine bakılmaz.

İçeri girmek için ise evvelâ ev sahibine selâm verilmeli, sonra izin isteyip içeri girilmelidir.

Abdullah Büsr (r.a.) anlatıyor:

"Resulullah (s.a.s.) bir kavmin kapısına gelince, yüzüyle kapıya dönmezdi. Sağ veya sol omuzunu çevirirdi. Sonra da:

"Esselâmü aleyküm, esselâmü aleyküm!" derdi. Böyle yapışı o sıralarda kapılarda örtü olmayışındandı." (Ebû Dâvud, Edeb: 138,)

     Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:

Bir zât Peygamberimizin(a.s.m) huzuruna girmek için izin istedi. Kapıya doğru bakarak önünde duruyordu. Peygamberimiz(a.s.m) “Böyle mi bekliyorsun? İzin istemek, içeriye bakmamak içindir!” (Ebû Dâvud, Edeb: 136) ,buyurdu.

     Misafirliğe giden kişi, ev sahibinin kendisine gösterdiği yere oturmalıdır. Zira ev sahibi, mahremiyeti sağlamak için neresinin daha uygun olduğunu bilen kişidir.

      Misafir, ev içinde gösterilmeyen yerlere bakmamalı, "Şu odayı da göreyim", "Mutfağı da göreyim" gibi taleplerde bulunmamalıdır. Misafirlikte tecessüs, yani araştırma, gözünü odanın içerisinde dolaştırarak her yeri inceleme, gözünü kapıya çevirme doğru davranışlar değildir.

     Davette getirilen yemeği beğenmemezlik ve yapılan ikramları red etmek doğru bir davranış değildir.  Peygamber Efendimiz(s.a.v) hiç bir yemeği beğenmemezlik etmez, yemeğe kusur bulmazdı. Hoşuna giderse yer, hoşuna gitmezse yemezdi.

                                   Davet etmek sünnet olduğu gibi, davete icabet etmekte sünnettir.

    Hatta bazı hallerde (düğün yemeği)gibi vaciptir. Bu bakımdan meşru mazeretler haricinde davete icabet etmek gerektir.

    Şayet meşru bir mazeret varsa, o takdirde gelemeyeceğini önceden bildirip, hem davet edildiği için teşekkür edilmeli, hem de gidemeyeceğinden dolayı özür dilenmelidir.

                                        Misafirlik müddeti üç gündür. 

     Yakın akraba iseler, duruma bakmak lâzım, şayet ev sahibi sıkıntıya düşecekse, zorlanacaksa, o vakit izin alıp gitmek gerekir.

      Muamelatta; evi şereflendiren misafiri bir gün bir gece özenle  ağırlamak, imkânlar ölçüsünde onu memnun etmek, ikinci ve üçüncü günlerde ise sair zamanlarda ne yenip içiliyorsa, misafire onun aynısını ikram etmek, ayrıca ağırlama telâşına düşmemektir.

قالَ رسولُ اللّهِ: اَلضِّيَافَةُ ثَلاثَةُ اَيَّامٍ. فَمَا سِوَى ذَلِكَ فَهُوَ صَدَقَةٌ

Misafir üç günden sonra kalmaya devam ediyorsa, o artık misafir sayılmayacak, yiyip içtiği şeyleri Allah Teâlâ ev sahibinin sadakası olarak kabul edecektir. (Ebû Dâvud, Et'ime: 5, (3749)

Resûlullah(s.a.v.) bu konuda şöyle buyurdular:

« مَنْ كان يؤمِنُ بِاللَّه واليوْمِ الآخِرِ فَلْيُكرمْ ضَيفَهُ جَائِزَتَهُ » قالوا : وما جَائِزَتُهُ يا رسول اللَّه ؟ قال : « يَومُه وَلَيْلَتُهُ . والضِّيَافَةُ ثَلاثَةُ أَيَّامِ ، فما كان وَرَاءَ ذلكَ فهو صَدَقَة عليه » متفقٌ عليه .

Ebû Şüreyh Huveylid İbni Amr el-Huzâ`î (r.a.), Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyururken dinlediğini söyledi:

- “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine câizesini versin”.

Ashâb-ı kirâm:

- Yâ Resûlallah! Misafirin câizesi nedir? diye sordular.

Peygamber aleyhisselâm da:

- “Onu bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır.” (Buhârî, Edeb 31, 85, Rikâk 23; Müslim, Lukata 14.) 

 Müslim'deki rivayet ise şöyledir:

"Bir kimsenin, kardeşinin yanında, onu günaha düşürecek kadar kalması helâl değildir." Oradakiler: “Onu günaha düşürmek nasıl olur?” diye sordular. Buyurdu ki: “Misafire ikram edecek bir şeyi olmadığı halde, onun yanında kalmasıdır.” (Müslim, Lukata 15, 16)

                    Davet edilen şahıs, ev sahibine hem teşekkür etmeli, hem de dua etmelidir.

 Efendimiz(s.a.v),

أنَّ النَّبىَّ  قال: مَنْ َيَشْكُرُ النَّاسَ َ يَشْكُرُ اللّهَ تَعَالى

"İnsanlara teşekkürde bulunmayan, Allah'a da hakiki olarak şükretmez." (Tirmizî, Birr 35, 1955); Ebu Dâvud, Edeb 12, (4811) buyurmuştur.

    Bir defasında sahâbîleri ile birlikte Ebu'l-Heysem b. Teyyihân'ın evine misafir olan Hz. Peygamber, yemek sonrası sahâbîlerine, “Kardeşinizi mükâfatlandırın.” buyurdu. Ashâb bunun üzerine “Yâ Resûlallah onun mükâfatı nedir?” deyince Rahmet Elçisi, 

“Bir adamın evine gidilir, yemeği yenir, içeceği içilir, sonra onun için dua ederlerse işte bu onun mükâfatıdır.” (Ebû Dâvûd, Et’ıme, 54.)  diyerek hoş bir misafirlik âdâbına da işaret etmiştir.

 Rasulullah (s.a.s.) bu konuda yine şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثُ دَعَوَاتٍ مُسْتَجَابَاتٌ لَا شَكَّ فِيهِنَّ: دَعْوَةُ الْوَالِدِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ، وَدَعْوَةُ الْمَظْلُومِ

Üç kişinin duası makbuldür, bunda şüphe yoktur: Babanın evladına duası, misafirin ev sahibine duası ve mazlumun duası. ((Ebû Dâvûd, Vitr, 29; Tirmizî, Deavât, 47).

 Bundan dolayı misafir, ev sahibini bu makbul duadan mahrum bırakmamalıdır.

Üsâme İbnu Zeyd(r.a.) anlatıyor: Resülullah(s.a.s.) buyurdular ki:

مَنْ صُنِعَ إلَيْهِ مَعْرُوفٌ فقَالَ لِفَاعِلِهِ جَزَاكَ اللّهُ خَيْراً فَقَدْ أبْلَغَ في الثّنَاءِ

"Kim, kendisine yapılan bir iyiliğe karşı, bunu yapana: "Cezâkellâhu hayran kesira (Allah sana hayırlı bol mükâfaat versin!)" derse teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış olur." (Tirmizî, Birr 86)

Hz.Câbir(radıyalahu anh) anlatıyor: Resûlullah (s.a.s.) :

"Kim bir ihsana mazhar olursa, bulduğu takdirde karşılığını hemen versin, bulamazsa, verene senada bulunsun. Zira onu övmekle, teşekkürünü yerine getirmiş olur. Ketmeden (karşılık vermeyen) nankörlük etmiş olur" (Ebu Dâvud, Edeb 12) dedi. 

   - Misafir dinî inanışı, siyasî görüşü farklı olsa da, ev sahibini veya oradakileri üzecek sözler söylememelidir.

   - Ev sahibinden izinsiz veya habersiz evi terk etmemelidir!  

-  Misafir, gereği gibi ikram yapılamamış olsa da, gönül hoşluğu ile ve memnuniyetini ifade edecek şekilde ayrılmalıdır! Giderken ev sahibine duâ etmelidir.

                                     Misafirlikte mahremiyete dikkat edilmelidir

         Kadın ve erkek davetlilerin ayrı ayrı oturmaları ve zaruret olmadan birbirlerini görmemeleri en emin yoldur.

         Ancak kötü duygulara kapılmaktan emin olunduğu zaman, kadının tesettüre riayet ettiği ve tahrik edici davranışların bulunmadığı zamanlarda ve fitneden emin olmak şartıyla bir kadın, kocasının misafirlerine hizmet edebileceğinin caiziyeti söz konusu olur.

           Erkeğin yakın akrabalarının, kadınla bir işleri olduğunda veya kocası evde bulunmadığı zaman eve uğradıklarında, ihtiyaçlarını kapı dışından görmeleri gerekir.

           Evde, hayra şerre aklı eren üçüncü bir kimse yoksa içeri girmelerine izin verilmez. Bu durumda dahi kadının tesettüre tam manâsıyla riayet etmesi gerekir.                         

           SONUÇ:

Sevgili Peygamberimiz gerek davranışları gerekse sözlü beyanlarıyla insanları misafir ağırlamaya teşvik etmiştir. Böylece misafire ikram Müslümanlar için ahlâkî bir değer hâline gelmiştir. Müslümanlar Hz. Peygamber'den sonra bu güzel geleneği sürdürmüşler ve daha da geliştirerek devam ettirmişlerdir.

Bu geleneğin bir tezahürü olarak da geçmişten günümüze, misafirhaneler, konukevleri eksik olmamıştır. Hâlen misafirperverlik, Müslüman toplumların en önemli hasletlerinden biri olarak devam etmektedir.

Modern hayatın etkisiyle islamdan aldığımız referansla misafirperverlik anlayışımızda da ciddi değişiklikler olmuştur.  Misafir ağırlarken aşırı masraf ve gösteriş yapmadan,   her ev sahibi kendi maddi imkanları çerçevesinde misafirine ikramda bulunması gerekirken, lükse ve şatafata özen gösterildği, imkanı olmayanların dahi başkaları ne der endişesiyle maddi sıkıntıya girme uğruna büyük masrafların altına girildiği görülmektedir. 

Günümüzde  maddi imkan ve olanaklar gelişmiştir. Öyleyse İslam’ın müslümanlara  telkin ettiği Allah’a ve ahiret gününe iman eden misafirine ikramda bulunsun” düsturuna uygun davranış ortaya koymamız gerektiği bilincide olmalıyız. Kur’an’dan aldığımız referansla kültürümüze yerleşen islami gelenek ve göreneklerimizin dejenere olmasına ise asla müsaade etmemeliyiz.  

Rabbim evlerimizi misafirlerle şenlendirsin ve evlerimize bereketler ihsan eylesin.

VAAZI İNDİR

Hazırlayan: Erenler Uzman Vaizi: Veysel BAY

Facebook Yorumları