menu
MEKKE'NİN FETHİ.. VE FETHİN SONUÇLARI..
MEKKE'NİN FETHİ.. VE FETHİN SONUÇLARI..
01 Ocak 2021 Cuma Vaazı Yayınlandı mı? "Mekkenin Fethi.. Ve Fethin Sonuçları.. " konulu 01.01.2021 Cuma vaazı sitemize eklenmiştir.

Mekke'nin Fethi.. Ve Fethin Sonuçları..

Mekke’nin Fethi (1 Ocak 630 / 20 Ramazan 8 H.)1

1 Ocak 630 İslâm târihinde Mekke’nin fethi gibi önemli bir olaya sahne olmuştur. Şüphesiz böyle önemli bir olaydan alınacak ders ve ibretler hayâtımızı aydınlatacak niteliktedir. 

İslâm târihinin şeref levhalarının gençliğimize yudum yudum içirilmesi ve bu tablolardan alınacak ders ve ibretlerin nesillerden nesillere aktarılması, bizler için her vesîleyle yerine getirilmesi gerekli mânevî bir görevdir.

Cennetle müjdelenen on değerli sahâbîden biri olan Sa’d b. Ebî Vakkas (ra): “Biz evlâdımıza Kur’ân’dan bir sûre öğretir gibi Allah Rasûlü’nün hayâtını ve gazvelerini öğretiyorduk.” derken bu gerçeğe işâret etmektedir.

Hz. İbrâhîm’in (as) en hayırlı torunu Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafâ’nın yerine getireceği en önemli görev, yıllarca hasretini çektiği Kâbe-i Muazzama’yı putlardan temizleyip tevhîd inancını hâkim kılmak idi. Bu ulvî görev, Mekke’nin fethi ile yerine getirilmiş ve Kâbe’de okunan ezanla İslâm’ın hâkimiyeti i’lân edilmiştir.

Mekkenin Fethinden çıkarmamız gereken bir takım dersler vardır.. Bu derslerden biri; “Allah Düşmanlarını Aslâ Dost Edinmemektir!”

Mekke’nin fethinden alınacak ilk ders, Medîneli Müslümanlardan Hatıb b. Ebî Beltea’nın Mekkelilere yazdığı gizli mektubun akabinde gerçekleşir. Bu önemli olay kaynaklarda şu şekilde yer almaktadır:2

Peygamberimiz (sav), Mekke’nin fethi için yapılan hazırlıkların gizli tutulmasını emretmiş, Medîne’nin çıkış noktalarına koyduğu nöbetçiler vâsıtasıyla Medîne’den Mekke’ye haber sızmaması için gerekli bütün tedbirleri almıştı.

Buna rağmen Hatıb b. Ebî Beltea, Mekke’nin fethi için yapılan hazırlıkları Mekkelilere mektupla haber vermiş, bu durum Cebrâil (as) tarafından Peygamberimiz’e bildirilmişti.

Bu mektubu almak üzere sahâbe-i kiramdan Hz. Ali, Mikdad b. Esved ve Zübeyr b. Avvam (r.anhüm) görevlendirildi. Bu gizli mektubu bir câriye taşıyordu. Bu ekip Cebrâil (as)’ın târif ettiği Hah bahçesinde Sâre isimli bu kadını buldular. Kadından mektubu istediler. Kadın önce inkâr etti. Kararlı ve tehditkâr ifâdeler karşısında saç örgülerinin arasına gizlediği mektubu çıkarıp verdi.

Mektup, Efendimiz’in (sav) huzûrunda açıldı. Hatıb b. Ebî Beltea tarafından yazılan mektupta Peygamberimiz’in Mekke’nin fethi için hazırlık yaptığı Mekkelilere bildiriliyordu. Hatıb b. Ebî Beltea kendini savundu. Dinden dönmediğini, sâdece Kureyşlilerin Mekke’deki yakınlarına eziyet etmemeleri için bu mektubu yazdığını söyledi. Hz. Ömer (ra) dayanamadı. Her zaman olduğu gibi o meşhur ifâdesiyle açık tepkisini ortaya koyarak:

– “Müsâade et yâ Rasûlallah! Bu münafığın boynunu vurayım!” dedi. Ancak mektubu yazan Hatıb b. Ebî Beltea, Bedir Savaşı’na katılmış değerli bir sahâbî idi. Bedir mücâhidleri ilâhî af ve mağfirete nâil olmuşlardı. Dolayısıyla mektubu yazan Hatıb, Bedir mücâhidlerinden olması sebebiyle bu defa affedildi. Ancak bu olayın benzerinin bir daha tekrarlanmaması için şu âyet nâzil oldu: 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءكُم مِّنَ الْحَقِّ

“Ey îmân edenler! Benim düşmanımı ve sizin düşmanınızı dost edinmeyin. Onlar size gelen hakkı inkâr etmişken siz onlara sevgi gösteriyorsunuz.”3

Böylece İslâm devletinin gizli sırlarının düşmanlara verilmesi yasaklanıyor, Allah düşmanlarının dost edinilmemesi emri bir kez daha vurgulanıyordu. Müslüman, haklı gibi görünen sebepler de olsa Allah düşmanlarını ve Müslümanların düşmanlarını dost edinmemelidir. Mekke fetih harekâtından alınacak ilk ders budur.

Mekkenin Fethinde Ulvî Prensip vardır. Oda: “Fetih Harekâtında Kan Dökülmeyecek!” gayesidir..

Fetih, gönüllerin İslâm’a açılması demekti. Fetih, yepyeni ufukların açılmasıydı. Bu harekât mümkün olduğu kadar kan dökülmeden gerçekleştirilmeliydi. Bunun için özellikle uyarı yapıldı. Mekke’ye kansız girilecekti. Gerçekten de büyük ölçüde bu tâlimâta uyuldu. Bir-iki münferid savunma olayı dışında kan dökülmedi. Kureyş’in ayak takımıyla karşılaşan Halid b. Velid birliği Handeme’de müşriklerle çarpıştı. Müşriklerden on iki kişi öldürüldü.

Ensar’ın sancağı Sa’d b. Ebade’nin elinde idi. Sa’d, vâdide Hz. Abbas’la birlikte İslâm ordusunu seyreden Ebu Süfyan’ın yanından geçerken:

– “Bugün kan dökme günüdür. Bugün Harem bölgesinde kan dökme halâl olacaktır. Bugün Allah Kureyş’i zelîl kılacaktır.” dedi. Bu sözler Peygamberimiz’e (sav) nakledilince Efendimiz (sav), sancağın Sa’d’den alınarak oğlu Kays b. Sa’d’e verilmesini emretti.

– “Hayır, bugün merhamet günüdür. Bugün Kâbe’nin ta’zim edileceği gündür. Bugün Allâh’ın Kureyşlileri İslâm’la şerefli kılacağı gündür.”4

Fetih, Mütevâzı Liderlere İlâhî Bir İhsandır

Peygamberimiz (sav); önünde, arkasında ve yanlarındaki Muhacirler ve Ensarla birlikte (bugün Hz. Hatîce vâlidemizin kabrinin bulunduğu) Hucûn tepesinden Mekke’ye girdi. Allah Resûlü (sav), zafer kazanmış bir komutan, gösterişli bir kahraman, bir fâtih edâsıyla değil, kendisine Allah tarafından fetih ihsân edilen bir Nebiyy-i Zîşân olarak devesinin üzerinde son derece alçak gönüllü, mütevâzı bir tavırla, şükür duâlarıyla Mekke’ye giriyordu. Tevâzuu sebebiyle o sırada başını o kadar eğmişti ki mübârek sakalı neredeyse deveye dokunacaktı. O sırada tatlı bir nağme ile Fetih sûresini okuyordu.5

Fetih ordusu Mekke’ye Hicretin sekizinci yılı 27 Ramazan Çarşamba günü girdi. Halid b. Velid Peygamberimiz (sav) ile Safa tepesinde buluştu. Mekke’de yeni bir dönem başlıyordu. Küfür ve tuğyânın sona erdiği, îman ve ihsânın hâkim olduğu yeni bir dönem… Genel af (umûmî eman) çıkarıldı. Peygamberimiz (sav):

– “Kim kendi evinin içinde durursa emniyettedir. Kim Ebu Süfyan’ın evine girerse emniyettedir. Kim Mescid-i Haram’a girerse emniyettedir.” buyurdu.

Peygamberimiz (sav), yanındaki Muhacirler ve Ensarla birlikte Mescid-i Haram’a girince önce Hacer-i Esved’e giderek Hacer-i Esved’i öptü, Beytullâh’ı tavâf etti. Efendimiz (sav), bu ilk tavâfını binek üzerinde yapmıştı. O gün ihramlı değildi. Başında miğfer vardı.

Fetih Şiarı: “Hak Geldi, Bâtıl Yok Oldu!”

Kâbe’nin etrafında sıralanmış 360 put vardı. En büyükleri Kâbe’nin içindeki Hübel putu idi. İnsan şeklindeki bu put, kırmızı yâkuttan yapılmıştı. Rasûlullah (sav), elindeki asâsı ile putları birer birer indiriyor, putlar yere düşüp kırılırken şöyle diyordu: 

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا

“Hak geldi, bâtıl yok oldu. Bâtıl yok olmaya mahkûmdur.”6

Peygamberimiz (sav), yanına Hz. Ali ve Üsame’yi alarak Kâbe’nin içine girdi. Önce Kâbe’nin içindeki putlar temizlendi. Efendimiz (sav) Kâbe’nin kapısını içeriden kapattı. Tekbir getirip hamd etti. Kâbe içinde namaz kıldı.

Kureyş saflar hâlinde Mescid-i Haram’ı doldurmuş, Allah Rasûlü ne yapacak diye bekliyorlardı. O, rahmet peygamberi idi Sallallâhu Aleyhi ve-Sellem. O’nun hayâtı, af ve müsâmaha örnekleriyle doluydu. Dün kendisine en büyük eziyetleri revâ gören, kendisini öldürmeye teşebbüs eden, savaş açan Mekkelilerle bugün yüzyüze idi. Kısas yapabilir, cezâ verebilirdi. Ama o af ve hoşgörü yolunu tercîh etti. Affedilenler af karşılığında İslâm’a girmek zorunda değillerdi. Ama Mekkeliler bu şefkatli muameleye anlayışla karşılık verdiler. Tereddütsüz İslâm’ı tercîh ettiler.

Peygamberimiz (sav), o gün Mekkelilere hitâben:

– “Ey Kureyşliler! Benim size ne şekilde davranacağımı bekliyorsunuz?” diye dordu. Mekkeliler:

– “Sen değerli bir kardeşimizsin. Değerli bir kardeşimizin oğlusun, dediler. Efendimiz:

– “Hepiniz serbestsiniz. Ben size Yûsuf’un kardeşlerine söylediği sözü söylerim:

قَالَ لاَ تَثْرَيبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ يَغْفِرُ اللّهُ لَكُمْ وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

"Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.”7

Allah Rasûlü (sav), sevgi ve şefkat peygamberi idi. O’nun ümmeti rahmet ümmeti idi. O, insanlığa sevgi ve rahmeti aşılamak için görevlendirilmişti. Allah Rasûlü, bu eşsiz davranışıyla sâdece Mekkelilere değil bütün insanlığa insanlık ders veriyordu. Acımasız düşmanlarını bile affederek insanlığa sevgi ve rahmet, şefkat ve hoşgörü dersi veriyordu.

Fetih Günü, İyilik ve Vefâkârlık Günüdür

Peygamberimiz (sav), Kâbe kapısının önündeki konuşmasından sonra Mescid-i Haram’da oturdu. Hz. Ali (ra), elinde Kâbe’nin anahtarı olduğu halde geldi. Kâbe’ye ücretsiz hizmet etme (rifâde) ve hacılara ücretsiz su dağıtma (sikâye) işinin kendilerine verilmesi talebinde bulundu. Peygamberimiz, bu talebi kabûl etmedi. O güne kadar Kâbe’ye hizmet eden ve Kâbe’nin anahtarını elinde bulunduran Osman b. Talha’yı çağırdı. Osman b. Talha henüz İslâm’ı kabûl etmemişti. Buna rağmen ona:

“Anahtarı al yâ Osman! Bugün iyilik ve vefâkârlık günüdür.” dedi. Böylece Allah Rasûlü emâneti ehline vererek insanlığa emânet ve vefâkârlık dersi veriyordu.

ALLÂHU EKBER! ALLÂHU EKBER!

Namaz vakti gelince Bilâl (ra), Kâbe’nin üzerine çıkıp namaz için ezan okudu. Dün değer verilmeyen, horlanan, ezâ ve cefâya lâyık görülen köle Bilâl, bugün Mekkelilere hürriyet, adâlet ve eşitliği tatlı ve gür sesle okuduğu ezanla haykırıyordu. Siyahın beyaza, beyazın siyaha hiçbir üstünlüğünün olmadığı, üstünlük ölçüsünün sâdece takvâ olduğu müşahhas bir şekilde duyuruluyordu.

Bu gerçekten muhteşem bir fetih, muazzam bir devrim idi. Mekke’de dünkü köle Bilâl, efendilerine karşı hakîkati haykırıyordu: Allâhu Ekber! (En büyük Allah’tır!) Bu ifâdeyle güç ve kudret sâhibinin sâdece Rabbü’I-Âlemîn olduğu i’lân ediliyordu. Artık hayâta İslâm hâkim olacak, İslâm adâleti, İslâm prensipleri, İslâm ahlâkı yaşanacaktı. Yepyeni bir medeniyet anlayışı gönüllere nakşedilecekti.

Fetih, İşgâl Harekâtı Değildir

Fetih, birilerinin zannettiği ya da bilerek kasıtlı çarpıttıkları gibi bir işgâl ordusu harekâtı, ya da yeni toprak kazanma ve ganîmet elde etme gayreti değildir. Fetihte asıl gâye, yeni toprakların İslâm ülkesine katılması değil, Allâh’ın adının yüceltilmesi, yeni gönüllerin İslâm’a açılmasıdır.

Fetih ordusu, îman ve takvâ ordusudur. Fetih ordusu insan hak ve hürriyetlerinin teminâtıdır. Fetih ordusu, işkence, eziyet, tecâvüz ve yağma çeteleri değil, halkı tevâzu ve rahmet kanatlarıyla kuşatan şefkat ordusudur.

Emperyalist güçlerin, masum insanların kanını döken vampirlerin bugün Filistin, Irak, Afganistan, Çeçenistan ve Doğu Türkistan’da sergiledikleri insanlık dışı vahşî uygulamalarla; Mekke’yi fetheden sahâbe ordusunun ve İstanbul’u fetheden Osmanlı ordusunun sergilediği -düşmanların bile takdirle naklettikleri- insânî ve ahlâkî uygulamalar karşılaştırılamaz.

Yeni Fetihlere Doğru

İlk fetih Mekke’nin fethidir. İlk şanlı fâtih, bütün fâtihlerin önderi, örneği ve lideri Allah Rasûlü’dür. Mekke’den sonra bütün Arabistan yarımadası, ardından Yemen, Suriye, İran, Mısır, Orta Asya, Kuzey Afrika ve Endülüs fethedilmiştir. İstanbul’un fethiyle bir çağ kapanıp yeni bir çağ açılmıştır… Ve nihâyet Allâh’ın izniyle Roma’nın fethi müjdesi gerçekleşecektir.

Abdullah b. Amr b. Âs (ra) anlatıyor: Biz Peygamberimiz’in (sav) etrâfında O’nun hadislerini yazarken bir sahâbî, Allah Rasûlü’ne:

Yâ Rasûlallah! Hangi şehir önce fethedilecek? Kostantiniyye mi, yoksa Roma mı? diye sordu. Allah Rasûlü (sav) şu cevâbı verdi:

“Hayır! Önce Heraklius’un şehri (yâni İstanbul) fethedilecektir.”9

Nebevi– müjde gerçekleşip o güzel komutan ve o güzel ordu ile İstanbul fethedildi. Sıra Roma’nın fethinde… Bu müjdenin de bu sahih hadîs-i şerîfin de aynı şekilde gerçekleşeceğine, Roma’nın feth edileceğine gönülden inanıyoruz. Biz bu fethe lâyık olduğumuz, fetih rûhunu ve şuurunu taşıdığımız anda Rabbimiz bu fethi bize ihsân edecektir, inşâallah.

Yeni fetihler; yeni bir ruh, yeni bir şuur, yeni bir şahlanışla gerçekleşir. İslâm düşmanlarını bizden daha güçlü, bizden daha üstün sandığımız takdirde mindere çıkmadan yenilgiyi kabûllenmiş oluruz.

وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

Gevşemeyin. Üzülmeyin. İnanıyorsanız en üstün sizsiniz.”10 hitâbının muhâtabı olarak mânen en üstün olduğumuzu bilecek ve maddeten de en üstün olmamız gerektiği şuuruna sâhip olacağız ki bu müjde gerçekleşsin.

İslâm dünyâsında yaşanan zulüm ve haksızlıklara seyirci kalan, Filistin’de zâlim siyonistlerin akıttığı kanın durdurulması için kılını bile kıpırdatmayan, hattâ vahşî Amerikan zulmünü bir Haçlı Zaferi olarak niteleyen, dolayısıyla zulme ortak olan Vatikan ve Roma fethedilecek, bütün dünyâ bu muazzam fethe tanık olacaktır, Allâh’ın izniyle.

Yaşadığımız karanlık geceler sona erecek, akan Müslüman kanı duracak, mâsumların gözyaşları dinecek; İslâm medeniyeti adâleti, rahmeti ve şefkatiyle, kısacası bütün güzellikleriyle yeniden yeryüzüne hâkim olacaktır.

Bu inanç ve azmi taşıyan şuurlu nesil, Allâh’ın lütfuyla yeni fetihlere koşacaktır.


Kıymetli kardeşlerim.. Vaazımızı toparlayacak olursak..

Şüphe yok ki, 01 Ocak 630 târihinde “Mekke-i Mükerreme’nin Fethi”, “İslâm Târihi”nin en önemli kilometre taşlarından biridir.

Bilindiği üzere, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma Peygamberliği bildirilip insanları şirkten, putlara tapmaktan vazgeçmeye ve Allahü teâlâya îmân etmeye da’vete başladığı günden i’tibâren müşrikler O’na karşı çıkmışlardır. Mekke’li müşrikler; sevgili Peygamberimize de, diğer müslümânlara da çok şiddetli düşmânlık göstermişlerdir. İlk müslümânlara envâ-ı çeşit ezâ ve cefâ yapmışlardır.

Peygamber Efendimize ve Eshâbına her türlü işkenceyi revâ görmüşler; boyunlarına ip bağlayıp yerlerde sürüklemişler; ateşe atıp yakmaya çalışmışlardır. Kızgın kayaları göğüslerine koyup bayılıncaya kadar işkence yapmışlar; ateşte kızartılmış şişleri vücutlarına sokmuşlar, kızgın demirlerle bedenlerini dağlamışlardır. Üç sene, bir mahalleye, aç-susuz olarak hapsedip bu boykotla onları her şeyden mahrûm bırakmışlardır. Ayaklarından develere bağlayıp ayrı yönlere çekmek sûretiyle parçalamışlardır. Peygamberimize kaç defa sûikast yapmak istemişler; hepsinden öte yurtlarından çıkarmışlar; bu yetmiyormuş gibi, onların hicretinden sonra da, tamâmen ortadan kaldırmak için kaç defa harbe gitmişlerdir.

İşi başından i’tibâren ele alacak olursak, Allahü teâlâ, müslümânların hicret etmelerine izin verdi. Sayıca az olan ilk müslümânlar, müşriklerin hücûmları karşısında, îmânlarını korumak ve yaymak maksadıyla, Mekke-i mükerreme’de mallarını-mülklerini bırakarak, Medîne-i münevvere’ye hicret etmişlerdir. Ama sekiz yıl sonra güçlü ve kalabalık bir ordu hâlinde geri dönüp orayı fethetmişlerdir.

Peygamberimizin, Mekke’li müşriklerle biri sulh, diğeri de harp devri olmak üzere iki şekilde münâsebeti olmuştur. Sulh devrinde müşriklerin alay, hakâret, işkence, bütün münâsebetleri kesme ve şiddete başvurma gibi çeşitli safhalarda sürdürdükleri düşmânlık, hicretin ikinci yılında harp şekline dönüşmüştür.

Müslümânların Mekkemükerreme’den Medîne-i münevvere’ye hicret etmesinden sonra da düşmânlıklarını devâm ettiren müşrikler, ordu hazırlayıp Medîne’de bulunan müslümânların üzerine yürümüşlerdir. Bedir, Uhud, Hendek….. gibi kanlı savaşlar yapılmıştır. Bu savaşlarda müslümânlar karşısında tutunamayıp perişân olmuşlardır. Nihâyet hicretin altıncı yılında Peygamberimizle sulh yapmayı kabûl ettiler ve “Hudeybiye Antlaşması”nı imzâladılar.

On yıl süre için imzâlanan bu antlaşmanın bir maddesine göre, Kureyş kabîlesi dışında kalan diğer Arap kabîleleri, müslümânlardan veya müşriklerden istedikleri tarafın himâyesine girebileceklerdi. Bu antlaşma gereğince, Huzâa kabîlesi Peygamberimizin; Benî Bekr kabîlesi de müşriklerin himâyesine girmişti. Bu iki kabîle arasında eskiden beri süregelen bir düşmânlık vardı. Bahâneler arayarak hâdise çıkarmak isteniyordu. Mekke’li müşrikler, iki yıl sonra bu antlaşmayı bozdular. Sulhun devâmı için müslümânlarca yapılan yeni teklîflere de uymadılar.

Özet olarak söyliyecek olursak: Peygamber Efendimiz ve hâzırladığı İslâm ordusu, hicretin 8. yılında, 01 Ocak 630 târihinde, Medîne-i münevvere’den 12.000 kişilik bir ordu ile gelerek, harp etmeden ve kan dökmeden Mekke-i mükerreme’yi teslîm aldı. Düşmânlarına da; “Sizin hiçbirinizi, sorguya çekecek değilim. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” buyurdu.

Ka’be-i muazzama’yı putlardan temizledi ve Hazret-i Bilâl, Ka’be-i şerîfe’nin damına çıkarak Mekke’de ilk ezânı okudu. Müslümânlar; göç ederek ayrıldıkları Mekke-i mükerreme’ye, Ka’be-i şerîfe’ye ve vatanlarına, böylece yeniden kavuşmuş oldular.

Değerli kardeşlerim..

Mekke’nin fethi, sâdece İslâm târihinde değil, bütün cihân târihinde eşi ve benzeri bulunmayan bir hâdisedir. Bu fetih, îmânları-İslâmlıkları sebebiyle yurtlarından ayrılan Sevgili Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâma, Allahü teâlânın en büyük lütuflarından biridir.

Cenâb-ı Hak, bu konuda, Fetih sûresinin (48) 1-7. âyet-i kerîmelerinde şöyle buyurmaktadır:

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا

“Doğrusu Biz, sana apaçık bir fetih, zafer ihsân ettik.” [Fetih, 1]

لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا

“Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günâhını/kusûrlarını bağışlar (ya’nî bütün tasalarını giderir. [Bilindiği gibi, Peygamberler ma’sûmdurlar]). Sana olan ni’metini tamâmlar ve seni doğru bir yola iletir/eriştirir.” [2]

وَيَنصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا

“Ve sana kimsenin güç yetiremiyeceği bir şekilde, eşsiz bir şanlı zaferle yardım eder.” [3]

هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا

“Îmânlarını bir kat daha arttırsınlar, îmânlarına îmân katsınlar diye mü’minlerin kalplerine huzûr/güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları/ askerleri Allah'ındır. Allah bilendir, Hakîm olandır/hüküm ve hikmet sâhibidir/her şeyi hikmetle yapandır.” [4]

لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَكَانَ ذَلِكَ عِندَ اللَّهِ فَوْزًا عَظِيمًا

“(Bütün bu lutuflar) mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedî/temelli kalacakları, içlerinden [zemininden, altından] ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını/kötülüklerini örtmesi/silip bağışlaması içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.” [5]

وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكِينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّانِّينَ بِاللَّهِ ظَنَّ السَّوْءِ عَلَيْهِمْ دَائِرَةُ السَّوْءِ وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيرًا

“(Bir de bunlar) Allah hakkında, (inananlara yardım etmez diye) kötü zanda bulunan münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, müşrik (Allah'a ortak koşan) erkeklere ve müşrik (ortak koşan) kadınlara azâp etmesi içindir. Müslümânlar için bekledikleri kötülük girdâbı/çemberi/kötü olaylar başlarına gelsin! Allah onlara gazap etmiş, onları la’netlemiş ve kendilerine cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!” [6]

وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا

“Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah azîzdir, güçlüdür/güçlü olandır. 
hakîmdir/hikmet sahibidir/hakîm olandır.” 
[7]

Aynı sûrenin 27-28. âyet-i kerîmelerinde de şöyle buyurulmuştur:

لَقَدْ صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا بِالْحَقِّ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ إِن شَاء اللَّهُ آمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُؤُوسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لَا تَخَافُونَ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِن دُونِ ذَلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا

“Andolsun ki Allah, gerçekten peygamberinin/elçisinin rüyâsını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz, güven/güvenlik içinde, başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka/bundan önce size yakın zamanda bir zafer/bir fetih verecektir.” [Fetih/48, 27]

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا

 “Bütün dînlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidâyet, doğruluk rehberi Kur’ân ve hak dîn ile gönderen O'dur. Şâhit olarak Allah yeter.” [Fetih/48, 28]

Bu fetihle Arabistân Yarımadası’nda şirkin (Allah’a ortak koşmanın) cemiyet ve güç hâlindeki varlığı sona ermiş, Ka’be ve civârı putlardan temizlenmiş, tevhîd inancının kesin hâkimiyeti i’lân edilmiştir.

Mekke’nin fethi ile Arabistân Yarımadasında ilk İslâm Devleti kuruluşunu tamâmlamış, bundan sonra İslâmiyet üç kıtaya hızla yayılmaya başlamıştır.

Kıymetli Kardeşlerim.. “İslâm’ın zuhûru, neredeyse insanlık tarihinde kaydolunan en büyük hâdisedir.  İslâm, daha evvel şahsiyet bakımından zayıf olan bir millet ve değer bakımından kıymetsiz bir ülkede zuhûr etti. Daha yirmi-otuz sene geçmeden, uçsuz-bucaksız geniş mülk ve saltanatları parçalayarak, asırlar ve nesiller boyu devâm edegelen eski dînleri yıkarak, millet ve kavimlerin içindekilerini değiştirerek, sağlam bünyeli bir âlem (İslâm Âlemi) kurarak yeryüzünün yarısına yayıldı. 

Rabbim bizleri islama hizmet eden kullarından  eylesin.. 

Bütün cihanı islamla buluşturabilmenin azmini ve şevkini yüreklerimize yerleştirsin..

Cumanız mübarek olsun.. Allah'a emanet olun..


Dipnotlar:
1 Geniş bilgi için İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, 4/31; Ebu’l-Hasen en-Nedvî, es-Sîretü’n-Nebeviyye, s.276; Münîr Gadban, Fıkhu’s-Sîre, s.180; Safiyyurrahman Mübârekfûri, Peygamber Efendimiz Hayâtı ve Dâveti, s.447; Muhammed Gazalî, Fıkhu’s-Sîre, s.367; İmam Şiblî, Peygamberimizin Hayâtı, s.393.
2 İbn Kesîr, Tefsir: Mümtehıne: 1.
3 Mümtehıne: 60/1.
4 Buhârî: Megazî 48 Hadis No: 4280; İbn Hacer, Fethu’l-Barî: 8/6.
5 İbn Kesîr, es-Sîretü’n-Nebeviyye 3/554; Buharî: Megazî 48 Hadis No: 4281.
6 İsrâ: 17/81; bkz. Buhârî: Megazî 48, Hadis No: 4287; İbn Kayyim, Zadü’l-Mead: 1/424.
7 Yûsuf: 12/92.
8 İbn Hacer, Fethu’l-Barî: 8/11.
9 Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/176; Hakim, Müstedrek: 4/422-508. Hadis sahihtir.
10 Âl-i İmrân: 3/139.

Kaynaklar:

Doç. Dr. Halil İbrâhîm Kutlay / assam.org

Facebook Yorumları