menu
TÜM İNSANLIĞA ÇAĞRI: VEDA HUTBESİ
TÜM İNSANLIĞA ÇAĞRI: VEDA HUTBESİ
Haftanın Vaazı.. "Tüm İnsanlığa Çağrı: Veda Hutbesi" konulu, 13.01.2023 tarihli Cuma vaazı sitemize yüklenmiştir.

Tüm İnsanlığa Çağrı: Veda Hutbesi

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Mekke’de 610 yılı Ramazan Ayı'nda ilk vahyi almasıyla hayatında yeni bir dönem başlamıştı. O günden itibaren onun hayatının akışını kendisine vahyedilen âyetler belirlemeye başlamış, konuşmaları, davranışları ve hedefleri âyetlerle ihata edilmişti.

Peygamberlik görevi genel anlamda, Allah’ın muradını insanlara duyurmak ve buna göre doğru yaşam şeklini insanlara model olarak göstermektir.

Hz. Muhammed (s.a.s.) de bu görevi ifa edebilmek için, hem kendisine vahyedilen âyetleri tebliğ ve tebyin etmiş, hem de söz, davranış, düşünüş, tavır, hâl ve hareket olarak bu âyetlerin gereklerini en mükemmel şekilde yaşamış ve göstermiştir.

İslâmiyet’in geldiği dönemdeki yaşam tarzı, Kur’ân-ı Kerîm ve Müslümanlar tarafından ‘câhiliye’ sıfatı ile anılırken, bahsedilen döneme de ‘câhiliye çağı’ denilmiştir.

Öyle ki, bu dönem insanın, insan olarak değerinin yok sayıldığı, en önemli ve hatta tek değerin, ekonomik ve sosyal anlamda güç sahibi olmaktan geçtiği bir zaman dilimidir.

Hz. Muhammed, (s.a.v.) câhiliye toplumundaki insanlara yeni bir ruh, yaşam şekli ve hedef göstermiş; onun davetinin kabulüyle Hicaz bölgesinde yeni bir hayat ve yeni bir toplumsal yapı inşa edilmiştir.

Artık insanların davranış sınırlarını vahiy kaynaklı kurallar ve ilkeler belirlemiş; bunun da ötesinde onlara bütün zamanlara, mekânlara ve insanlara yönelik hedefler gösterilmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.v.) vefatından (11/632) yaklaşık üç ay kadar önce hac ibadetini edâ etmek için Mekke’ye gitmişti. Onun Müslümanları da hacca daveti üzerine on binlerce Müslüman da o yıl hac mevsiminde Mekke’ye akın etmişlerdi.

Resulullah’ın bu haccı için Vedâ haccı, burada yüz bin kişi civarında Müslümana yaptığı konuşmaya da Vedâ hutbesi denilmiştir.

Peygamber efendimiz (s.a.s.), Vedâ hutbesinde âdeta 23 yıllık tebliğinde ortaya koyduğu temel prensipleri ana hatlarıyla özetlemiştir.

Aslında onun burada ortaya koyduğu her prensip, daha önce kendisine vahyedilen âyetlerin gereği olarak tebliğ ettiği ve hayata geçirdiği ilkelerden başka bir şey değildir.

Hz. Muhammed, (s.a.v.) Allah’ın Kur’ân’da kendisine bildirdiklerini eksiksiz olarak duyurmuş ve gereğini yerine getirmiştir.

Onun uygulamalarına Sünnet denilir. Sünnet ise; sözlü ve fiilî olarak hayatın her alanında Kur’ân’ın pratiğe, yaşam biçimine aktarılmış şeklinden başka bir şey değildir.

Çünkü Peygamberimizin söz ve fiilleri ya doğrudan doğruya, ya da anlam olarak Kur’ân’a dayanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında onun söz ve fiilleri Kur’ân’ın açıklaması mahiyetindedir.

VEDA HUTBESİ

Resulullah (s.a.v.), Vedâ haccı esnasında Mekke’de Mina, Arafat gibi farklı yerlerde birden fazla konuşmalar yapmıştı.

Özellikle Arafat’ta zilhicce ayının dokuzu Cuma günü yaptığı konuşma temel alınarak, bu hac esnasında yaptığı diğer konuşmaların da bir araya getirilmesiyle veda hutbesi oluşmuştur.

Vedâ Hutbesini, irad edilmesinden (okunmasından) üç ay gibi kısa zaman sonra vefat edecek olan Hz. Peygamberin bir vasiyeti olarak da düşünmek mümkündür.

Peygamberimiz, (s.a.v) bu hutbeyle en genel ifadeyle temel İslâmî/dinî kuralları, hak ve görevleri etkili ve veciz bir şekilde orada bulunan Müslümanlara ve onların şahsında aslında bütün ümmetine tekrar hatırlatmıştır.

Bizler de bugünkü vaazımızda Peygamberimizin veda hutbesini ve bu hutbede temas ettiği konuları ele alacağız inşallah.

Peygamberimiz Hz. Muhammed, (s.a.v.) Allah’a hamd ve senâdan sonra şöyle buyurdu: 

Ey insanlar! Bilmiyorum, belki de bugünden sonra burada sizinle bir daha buluşamayacağım. Allah’ın rahmeti bugün sözümü işitip onu iyice kavrayanların üzerine olsun! Benim bu sözlerimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse burada bulunandan daha iyi anlar ve itaat eder.

Ey insanlar! Biliniz ki rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem’den gelmiş, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ iledir.

Kıymetli Kardeşlerim..

Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyette insanın yaratılışı kıssasına yer verilmiş, insanların atasının ve özünün aynı olduğu ifade edilmiştir.

Allah katında insanlar eşittir ve aralarındaki tek üstünlük sebebi ise sadece insanların Allah’a olan saygısı ve Allah’ı hesaba katarak hareket etme konusundaki hassasiyetidir.

Bu konuyu oldukça açık bir şekilde ifade eden bir âyeti kerimede şöyle buyurulur:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurat 13)

Kur’ân’da insanların bir tek candan ve aynı özden yaratıldığını ifade eden bir çok ayet bulunmaktadır. (Nisâ, 4/1; En’âm, 6/2.)

Ancak insanlar imtihan edilmek için farklı farklı yapıda ve konumda yaratılmışlardır. İnsanların ceza ve mükâfatla muhatap olmalarının tek şartı yaptıkları iyi ya da kötü işlerdir.

Kur’ân, iyilik yapanları müjdelerken, kötülük yapanların ise cezalandırılacağını bildirmiştir. (İnsan, 1-22; Fecr, 1-30.)

Kur’ân’da hiçbir âyette insanların soylarından, cinsiyetlerinden, yaşadıkları yerlerden ya da zamanlardan dolayı iyi ya da kötü olması gibi bir durum söz konusu değildir.

Kur’ân-ı Kerîm'e göre iyi ya da kötü olmak, tamamen insanların tercihleri ve amelleriyle ortaya çıkmaktadır. Bu prensip, o gün olduğu gibi bugün de insanların en çok muhtaç oldukları temel insani ihtiyaçlardan dır.

Bu prensibe uyulmayıp insanları renklerine, ırklarına, cinsiyetlerine göre ayırıma tabi tutarak iyi ya da kötü ilan etmek, tarihte ve günümüzde felaketlere sebep olmuş ve olmaya da devam etmektedir.

İşte Hz. Muhammed’de (s.a.s.) Vedâ hutbesinde Kur’ân’daki bu temel prensibi bir kez daha dile getirmiştir.

Yine veda hutbesinde Peygamberimiz;

“Ey İnsanlar! Biliniz ki bu şehriniz Mekke, bugününüz arefe ve bu ayınız zilhicce nasıl mukaddes ve dokunulmaz ise mallarınız, canlarınız, namus ve şerefleriniz de aynı şekilde dokunulmazdır.” Buyurmaktadır..

Kur’ân-ı Kerîm, yerde ve gökte ne varsa insanların emrine verildiğini, her şeyin onlar için yaratıldığını bildirmiştir. Varlıkların en şereflisi insandır. Dolayısıyla insanların aşağılanması, onların hakarete uğraması kabul edilemez.

Peygamberimiz de, insanların kanlarını, mallarını, şeref ve onurunu; Mekke’nin, hac ibadetinin yapıldığı zamanı, Kâbe’nin ve Haccın yapıldığı günün kutsallığı (dokunulmazlığı, saygıdeğerliği) gibi kutsal (dokunulmaz) olduğunu hatırlatmıştır.

Kur’ân’da müminlerin birbirini kasten öldürmesi;

وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا

“Kim bir mü'mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” Ayetiyle kesinlikle yasaklanmıştır. (Nisa 93)

Yine,

مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا

"Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür.” Ayetiyle de; haksız yere bir insanı öldürmenin bütün insanları öldürmek kadar korkunç bir eylem olduğu vurgulanmıştır. (Maide 32)

Veda hutbesinde de temas edildiği üzere; İslâm, kişilerin mal mülk sahibi olmalarını yasaklamamış, bilakis mülkiyet hakkını korumak için tedbirler almıştır.

Bu anlamda hırsızlık ve gasp;

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُواْ أَيْدِيَهُمَا جَزَاء بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

“Yaptıklarına bir karşılık ve Allah'tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Maide 38) ayetiyle yasaklanmış,

..yine başkalarının mallarına, meşru olmayan, rızasına dayanmayan yollarla el uzatarak elde edilen haksız kazançlar (Nisa 29,30) ve rüşvet;

وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُواْ بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُواْ فَرِيقًا مِّنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالإِثْمِ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ

“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin.” (Bakara 188) Ayetiyle haram sayılmıştır.

İnsanların can ve mal güvenliğini tehdit etmek (yeryüzünde bozgunculuk yapmak), en ağır cezaları gerektiren bir suç olarak kabul edilmiştir. (Maide 33)

Kur’ân’da;

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.” (İsra, 70)

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin, 4) ayetleriyle insanın onurlu bir varlık olduğu ve en güzel, en mükemmel şekilde yaratıldığı ifade edilmiştir.

Yine insanların ırz, namus, şeref, onur ve haysiyetlerine saygılı olunması emredilmiş, (Nur, 4) onların onurlarını zedeleyici alay, küfür ve hakaret, gıybet, haset, iftira, işkence, baskı gibi her türlü tutum ve davranış da;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 12) Ayetiyle yasaklanmıştır.

Peygamberimiz (s.a.v.) veda hutbesine şöyle devam etti;

Ey İnsanlar! Câhiliye devrindeki her türlü ribâ (faiz) kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat ana paranız sizindir. Ne haksızlık edin ne de haksızlığa uğrayın. Kaldırdığım ilk faiz amcam Abbas b. Abdülmuttalib’in faizidir. Buyurmaktadır..

Kıymetli kardeşlerim..

Câhiliye döneminden kalma faiz uygulamaları kaldırılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm faizi en sert ifadelerle yasaklamış;

الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ

ayetinde faiz yiyen kişileri ‘şeytan tarafından çarpılmış gibi hareket edenler’ olarak tarif etmiştir. (Bakara, 275)

Aynı âyette faiz yiyenlerin yaptıklarını meşrulaştırmak için faiz ile alışverişin aynı olduğu iddiasının doğru olmadığı belirtilmiş,

وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا buyurularak Allah’ın alışverişi helâl, faizi ise haram kıldığı vurgulanmıştır.

Faizde ısrar edenler için ise;

وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ Allah, hiçbir günahkar nankörü sevmez buyrulmuştur.

Yine faizden elde edilen gelirin Allah tarafından mahvedileceği, malını bereketlendirmek (artırmak) isteyenlerin sadaka vermeleri gerektiği bildirilmiş,

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِهٖۚ ayetiyle de, (Bakara, 279) mümin olan kişilerin faizden vazgeçmesi gerektiği ve faiz almaya devam etmenin Allah ve Resulüne savaş açmak olduğu ifade edilmiştir.

Hz. Peygamber, Vedâ hutbesinde Kur’ân’da bildirilen bu yasağı tekrar hatırlatarak, faizden kesinlikle vazgeçilmesini emretmiş, O, (s.a.v.) her konuda olduğu gibi bu konudaki uygulamayı da önce kendisinden ve kendi yakınlarından başlattığını ilan etmiştir.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) faiz ile ilgili bu sözlerinin ardından;

“Ey Ashabım! Câhiliye devrinin kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası akrabalarımdan Rebîa b. Hâris b. Abdülmuttalib’in oğlu Âmir’in kan davasıdır.” Buyurmuştur..

Değerli Müslümanlar.. İnsanlara en ağır gelen durumlardan biri elbette yakınlarının öldürülmesidir. Bu durumda yakınları öldürülen kişinin kendisi de bu fiili işleyenlerin en ağır şekilde cezalandırılmasını ister ve elinden geliyorsa bu cezayı bizzat kendisi vermek ister.

Ancak cezanın hukuk çerçevesinde verilmesi gerektiğini hatırlatan peygamberimiz, bu konuda da kendi yakınlarından birinin kan davasından vazgeçildiğini belirterek örnek bir davranış sergilemiş ve hukukun herkese eşit uygulandığını bir kez daha göstermiştir.

Ve ardından efendimizin (s.a.v.) konuşması şöyle devam etti..

"Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Onların namus ve iffetini Allah adına söz vererek helâl edindiniz.

Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız iffet ve namuslarını korumalarıdır. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları geleneklere uygun biçimde yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır. Kadınlar hususunda Allah’tan korkun ve onlara en iyi şekilde davranın."

Kıymetli Kardeşlerim..

İslâm dini, insana son derece önem ve değer veren, insanın huzur ve mutluluğunu önemseyen ve göndermiş olduğu kitap ve peygamberlerle ona, ebedi mutluluğunun yollarını gösteren bir dindir.

Hak din olan İslam dininin temel gayesi, en değerli varlık olarak yaratılan insana verilen bu değerin korunması, insanın dünyada mutlu bir hayat yaşaması, ahirette de sonsuz mutluluğu yakalamasıdır.

İnsanın mutlu, huzurlu olması ve neslinin devamı ancak evlilik ile mümkündür. İnsan neslinin devamı, nesebin muhafazası, toplumu meydana getiren ve toplumun temel taşı olan aile müessesesinin kurulması ancak meşru bir evlilikle mümkün olabilir.

Bununla birlikte kurulan evliliklerde, aile hayatının da mutlu bir şekilde devam ettirilmesi, aile bireylerinin birbirlerinin hak ve hukukuna riayet etmeleriyle mümkündür.

Eşlerin birbirleri üzerinde hakları vardır. Bir aile birlikteliği oluşturan erkek ve kadının riayet etmesi gereken ortak haklar vardır..

Bunlardan ilki namus’tur. Namus sadece tek tarafa özellikle de kadın tarafına yüklenilmesi gereken bir husus değildir.

Erkek ve kadın birbirleri üzerine örtü olmuş bireylerdir ve birbirlerinin namusunu koruma ve gözetmede ortaktırlar. Kadının yanlış yapması halinde namusun zedeleneceği, erkeğin yanlış yapması halinde ise “erkek adam yapar” diyerek işin içinden çıkılacağı gibi bir düşünce islamda yer almaz. Her iki taraf da birbirlerini aldattıkları zaman namuslarını zedelemiş demektir.

Kur’an-ı Kerim’de bu husus;

قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler.” (Nur, 30,31) ayetleriyle ifade edilmiştir.

Bir başka ortak hak ise, eşlerin birbirine kaba davranmamaları, birbirini incitecek söz ve yanlışlıklardan kaçınmalarıdır. Ayrıca sırlar açığa çıkarılmamalı, aile mahremiyeti ortaya atılmamalı, insanların önünde aile meseleleri tartışılmamalıdır.

Aile hayatımızda mutluluğun kaybedilmemesi için yumuşak davranmak, affedici olabilmek ve birlikte müşavere etmek en güzel ahlaki prensiplerdendir. Unutmayalım ki, insanları etrafımızdan kaçıran kabalık, aile huzurunu en temelden sarsan unsurlardan biridir.

Bu sebeple erkek olsun kadın olsun nezaket bizlerin elimizde sımsıkı tutmaya çalışacağımız ahlaki ilkelerden olmalıdır.

İslam Dini kocaya evlenmiş olduğu kadının geçimliliğini (nafakasını) yüklemiştir. Bu sebeple erkek eşinin meşru isteklerine gücü nispetinde cevap vermeli, o’nun yeme-içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarını karşılamalıdır.

Bir gün ashaptan Muaviye El-kuşeyri Peygamber Efendimize “Ya Rasûlullah, bizim birimizin üzerinde, zevcesinin hakkı ne’dir?" diye sormuş, Efendimizde, “Yediğin zaman ona da yedirmen, elbise aldığın zaman ona da almandır. (Sakın) yüze vurma, (onu) kötüleme evin dışında (onu) terk etme.” diye cevap vermiştir. (Ebu Davut, Nikah, 40)

Kadın ise, kocasının evine getirdiği şeyleri küçümsememeli, başa kakmak yerine latif bir tavır sergilemeli, israf etmemeli, kocasından maddi gücünü zorlayıcı ve kendisini harama sevk edici şeyler talep etmemelidir.

Aile hayatında yapmış olduğumuz hayırlı şeylerin faydasını, hataların ve inatlaşmaların zararını görmekteyiz. Bu sebeple mutlu bir dünya hayatı ve huzurlu bir ahiret hayatı istiyorsak aile hayatımızda her daim Yüce Rabbimizin emrettiği, Sevgili Peygamberimizin hayatına aktardığı en güzel davranış modellerini bizlerde hayatımıza aktarmalıyız.

Resulullah (s.a.v.) yine veda hutbesinde;

“Ashabım! Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden saltanat ve nüfuz kurma ümidini ebediyen kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım şeyler dışında küçük gördüğünüz şeylerde şeytana uyarsanız bu da onu sevindirir ve cesaret verir.

Sözümü iyi dinleyin ve belleyin. Müslüman müslümanın kardeşidir. Bir müslümanın malı rızası olmadan diğer bir müslümana helâl olmaz. Sakın zulmetmeyin. Herkes ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Baba oğlunun, oğul da babasının suçundan sorumlu tutulamaz.” Buyurmuştur.

Kıymetli Kardeşlerim..

Müminler birbirinin kardeşidir, birbirinin mallarına haksız yere sahip olmaya çalışmaları helâl değildir. (Tirmizî, Sünen,)

Kur’ân’da müminlerin birbirinin kardeşi olduğu ifade edilmiş, aralarındaki ilişkileri doğruluk ve hakikat üzere inşa etmeleri gerektiği vurgulanmıştır. Müslümanlara birbirlerinin mallarını aralarında haksız yollarla elde etmeleri yasaklanmıştır.

Bu anlamda gasp, rüşvet, faiz gibi haksızlıklar ve mağduriyetlere sebep olacak işler en ağır ifadelerle menedilmiştir. (Hucurât, 10; Bakara, 188; Nisâ, 29, 161; Mâide, 38; En’âm, 152.)

Kur’ân, dünya hayatı ve burada insanlara sunulan nimetlerin imtihan için verildiğini, Müslümanların bunun bilincinde olmaları, terk edip gidecekleri dünyada başkalarına haksızlıklar yaparak mal elde etmeye kalkışmamaları anlayışını vurgulamıştır. (Kehf, 46; Âl-i İmran, 14; Yûnus, 7, 8; Mü’minûn, 112-114; Ankebût, 64; Rûm, 55; Rahmân, 26, 27.)

Çünkü dünya hayatı sonunda, duruma göre korkunç bir azap ya da Allah’tan bir bağışlanma ve rıza söz konusudur. Burada şu âyeti hatırlayalım:

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışıdır. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur yağar, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Derken, bir de bakarsın ki sararıp solmuş, kuru ot, çer çöp olmuş. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap veya Allah’ın mağfi ret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir hazdan başka bir şey değildir.”114

Veda hutbesinin devamında efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurdu;

“Ey! Ashabım! Allah her vârisin mirastan payını tayin etmiştir. Artık bir vârisin diğer mirasçıları mahrum edecek şekilde vasiyette bulunulması helâl değildir. Çocuklar babalarından başkasına nisbet edilemez. Ödünç alınan şeyler sahibine geri verilmelidir. Yararlanılmak üzere alınan şeyler de sahiplerine iade edilmelidir. Borçlar ödenmelidir. Birinin borcunu üstlenen kefil de o borcu ödemelidir. Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine iade etsin.”

Mümin olmak bir anlamda emin, güvenilir kişi olmak demektir. Allah’ın elçilerinin en önemli özelliklerinden biri ve belki de birincisinin emin (güvenilir) kişiler olmaları olduğu vurgulanmıştır. Güvenilir olmamak, sözünde durmamak şeytani bir davranıştır. (İbrahim, 22)

Kur’an’a göre Müslümanlar, kendilerine örnek olan peygamberleri gibi emin olmalı hiçbir şekilde emanete ihanet etmemeli, emaneti ehline teslim etmelidirler. (Nisâ, 58; Enfâl, 27; Mü’minûn, 8; Meâric, 32. )

Kur’ân’da güvenilirliği zedeleyen en kötü huylardan olan yalan yasaklanmıştır. (Hac, 30; Furkân, 77; Câsiye, 7.)

Kur’ân-ı Kerîm, hiçbir şekilde haksızlığı kabul etmemiştir. Yine müminlere;

فَإِنْ أَمِنَ بَعْضُكُم بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ أَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ

“Eğer birbirinize güvenirseniz kendisine güvenilen kimse emanetini (borcunu) ödesin ve Rabbi Allah'tan sakınsın.” (Bakara, 283) Ayetiyle emanetleri sahiplerine iade etmeleri gerektiği bildirilmiştir.

Ayetlerden de anlaşılacağı gibi Kur’ân-ı Kerîm bu konuya dikkat çekmiş ve Müslümanların güvenilir, sözüne sadık, yalandan ve ihanetten uzak olmaları gerektiğini bildirmiş, Hz. Muhammed’de (s.a.s.), Vedâ hutbesi’nde emanetler konusunda ümmetini son bir kez daha uyarmıştır.

Burada ifade edilen toplumu ayakta tutan, birlikte yaşamanın en önemli gereklerinden olan güvenilirlik erdeminin/ görevinin yeniden hatırlatılmasıdır.

Veda hutbesinin devamında Peygamberimiz; (s.a.v.)

"Ey! Ashabım! Rabbiniz olan Allah’tan sakının, O’na kulluk edin. Beş vakit namazınızı kılın. Ramazan ayında oruç tutun, hac ibadetini yerine getirin, mallarınızın zekatını gönül hoşluğuyla verin.

Yöneticilerinize Allah’ın kitabına uydukları sürece itaat edin ve böylece rabbinizin cennetine girin. Benden sonra küfre ve sapkınlığa düşüp birbirinizin boynunu vurmayın. Benden sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir." Buyurmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamberin de ölümlü bir insan olduğu ve onun ölmesi durumunda da yalnız Allah’a kulluğun devam etmesi gerektiği, İslâm’dan vazgeçilip şirke sapılmasının kabul edilemez olduğu bildirilmiştir. (Âl-i İmrân, 144.)

Yine daha önce de belirtildiği gibi Kur’ân’da müminlerin birbirlerini öldürmeleri yasaklanmış, kasten bir mümini öldürmek ebedi cehennem ile cezalandırılacak en büyük günahlardan sayılmıştır. (Nisâ, 92, 93)

Bir âyette Müslümanlar Ehl-i Kitap'tan Yahudiler üzerinden uyarılmış, Yahudilerin, peygamberlerinin kendilerine yasak olduğunu bildirdiği halde birbirlerine düşmanlık ederek bazı toplulukları yurtlarından sürgün etmeleri ve içlerinden bir topluluğa düşmanlık üzerinde birleşmeleri en ağır şekilde eleştirilmiştir. Onların bu hallerinin inkara ve hak yoldan sapmaya götüreceği uyarısı yapılmıştır. (Bakara, 2/85.) Tabii buradaki ifadeler her ne kadar Yahudilerle ilgili olsa da asıl uyarı Müslümanlaradır.

İşte Hz. Muhammed’de (s.a.s.) Vedâ hutbesinde, Kur’ân’da belirtilen bu hususlarda biz Müslümanları yeniden uyarmıştır.

Veda hutbesinin son nasihatı olarak hz. Peygamber; (s.a.v.)

“Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız takdirde bir daha asla yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı Kur’an’la peygamberinin sünnetidir.” buyurmuştur.

Kur’ân ve Sünnet Doğru Yolda Olmayı Sağlayan Kılavuz, Rehberdir.

Kur’an, Hz. Peygamber'in mucizesi, ümmetine yol gösterici ve rehber olarak bıraktığı mirasıdır.

Kur’an’ın Müslümanlar için rehber ve öğüt kaynağı olduğu, ilk ayetlerden itibaren birçok kez tekrar edilmiş bir konudur.

Peygamberimiz de Kitap’ın hayata geçirilmesi konusundaki ihtilafları ortadan kaldırmaya yönelik olarak ayetlerin nasıl uygulanacağını açıkça göstermiştir. (Nisa, 105)

Bundan dolayı O, (s.a.v.) Kur’an tarafından örnek alınması gereken en güzel numune olarak bildirilmiştir. ( Ahzâb, 21.)

Kur’an ve Peygamber'in rehberliği konusunda şu ayet meallerini hatırlayalım: “Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan müminler için büyük bir mükafat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” (İsrâ, 9.)

“Andolsun, Allah’ın Resulü'nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 21.)

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’da (s.a.v.) Vedâ hutbesinde Müslümanların doğru yolda devam etmeleri, istikametten ayrılmamaları için, Kur’ân ve Sünnet rehberliğinde hareket etmeleri gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştır.

Daha sonra Resûlullah,

“Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. O zaman ne diyeceksiniz?” deyince ashap, “Allah’ın risâletini tebliğ ettin, görevini yaptın, bize nasihatte bulundun diye şahitlik ederiz” dediler. Bunun üzerine Resulullah şehadet parmağını semaya doğru kaldırdı, sonra da insanlara doğru çevirip indirerek, “Şahit ol ya rab, şahit ol ya rab, şahit ol ya rab!” dedi.

Kıymetli Kardeşlerim..

Peygamber efendimiz (s.a.v.) yaptığı ve söylediği her şeyi Allah’ın Kitap'ından hareketle söylemiş ve ortaya koymuştur.

Kur’an’da Hz. Muhammed’in yüce bir ahlaka sahip olduğu belirtilmiş, Hz. Aişe de, Hz. Peygamber'in ahlakının Kur’ân olduğunu söylemiştir.

Bu ifadeyle Hz. Aişe aslında onun tüm hayatının Kur’an tarafından şekillendiğini ifade etmiştir. Çünkü Kur’an onun rehberidir ve hayatına yön veren temel prensipler de Kur’an-ı Kerim tarafından ortaya konulan prensiplerdir.

Resulullahın (s.a.v.) veda hutbesinin başlangıcında kullandığı ifadelerden başlayarak, yalnız Allah’a kulluk, insanların canlarına ve mallarına gereken saygının gösterilmesi, emin kişiler olunması gereği, faiz, kan davası ve cahiliye adet ve uygulamalarının kaldırılması, faiz yasağı, müminlerin kardeşliği, insanların Adem’in çocukları olarak Allah’ın eşit kulları olduğu gerçeği, kadınlar konusundaki hassasiyet vurgusu ve diğer her şey doğrudan doğruya Kur’an’ın bildirdiği hususlardandır.

Hz. Peygamber (s.a.s.), Kur’an’da yer alan ve daha önce tebliğ etmiş olduğu bu hususları, Veda hutbesiyle binlerce Müslümanın şahsında bütün ümmetine ve insanlığa yeniden duyurmuştur.

Yani bu Hutbe, onun 23 yıl boyunca sunduğu Kur’an tebliğinin genel bir özeti mahiyetindeki son mesajı olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.), daha önce ayrıntılı olarak sözlü ve fiili olarak gösterdiği, duyurduğu bu mesajı ile ümmetine veda etmiştir.

Rabbim resulullahın sünnetine sarılabilmeyi, yolundan gidebilmeyi bizlere nasip eylesin..

Kur’an’ın emir ve tavsiyelerini hayatımızın her alanına yansıtabilmeyi, Kur’an-i hayat yaşayabilmeyi bizlere lütfeylesin.

VAAZI İNDİR

Hazırlayan : Ahmet Koç / Sakarya il Vaizi

Kaynakça; Diyanet İlmi Dergi 52 / 3 (Eylül 2016): 81-106 .

Facebook Yorumları