menu
EVRENİN YARATICISI VAR! NEREDEN BİLİYORUZ?
EVRENİN YARATICISI VAR! NEREDEN BİLİYORUZ?
Evrenin bir yaratıcısı olduğunu nereden biliyoruz!?

Evrenin Yaratıcısı Var! Nereden Biliyoruz?

Biz Müslümanlar Allah’ın varlığına ve birliğine, kendisinden başka hiçbir ilah olmadığına iman ediyoruz. Buna karşılık herhangi bir tanrının varlığına inanmadığını belirten milyonlarca insan var. Yine gerek tarihte gerekse günümüzde Allah dışında veya Allah ile birlikte başka varlıkları tanrı olarak kabul eden insanlar bulunmakta. Biz kendi inancımızın doğruluğunu iddia ediyoruz. Karşımızda yer alanlar da kendi inançlarının doğruluğunu iddia ediyor. Bu durumda gerek kendi iç dünyamızda gerekse karşı inanç sahiplerine karşı bu evrenin bir yaratcısı olduğunu nasıl delillendirebiliriz?

“Allah’ın Varlığı ve Birliği” Gayba İmanla İlgilidir.

Bu soruya cevap verirken öncelikli olarak bilmemiz gereken bir husus üzerinde duralım: “Evrenin bir yaratıcısının var olup olmadığı meselesi –tıpkı diğer iman esasları gibi gaybî bir meseledir. Gaybî konular ise bilimsel ispatın konusu olamaz.”

Şimdi bunu biraz açıklayalım:

İmanın şartları olarak bildiğimiz esasların tamamı aslında bizim açımızdan gaybî konulardır. Gayb ise beş duyu ve akıl ötesindeki alandır. Allah’ın varlığı ve birliği gayba ilişkin bir konu olduğu gibi melekler, âhiret, kader gibi konular da böyledir. Burada insanların duyu organlarıyla algılanabilir olduğu gerekçesiyle “peygamberler” ve “kitaplar” bir soru olarak zihnimize takılabilir. Bununla birlikte peygamberler ve kitaplara imanda gaybî olan husus şudur: Biz, peygamberlik iddiasında bulunan kimseye vahyin gelişine şahit olmuyoruz. Öyle olunca onun “ben Allah’ın elçisiyim. Allah bana vahiy aracılığıyla bir kitap gönderdi” şeklindeki ifadeleri bizim açımızdan beş duyuyla doğrulanması, test edilmesi mümkün olmayan konular arasında yer alıyor.

Gayba ilişkin meseleler “bilimsel bilgi”nin konusu olamazlar. Zaten bir şey, bilimsel olarak bilinebiliyor, izah edilebiliyor ise o şey artık gayb olmaktan ve iman konusu olmaktan çıkar. Mesela ay ve güneşin varlığı imanın konusu olamaz; çünkü ay ve güneş gözle görülebilmektedir. Bu sebeple ay ve güneşin varlığını ispat için delillendirme yapmaya da gerek yoktur. Buna karşılık mesela meleklerin varlığı imanın konusu olur; çünkü meleklerin varlığı laboratuvar ortamında deney ve gözlemle anlaşılamaz. Bir şeyin beş duyu ile bilinebilir, aklen izahı yapılabilir olduğunda onun iman nesnesi olmaktan çıktığının en büyük delili Firavun’un boğulma anındaki imanının kabul edilmemesidir. Zira ölüm anı artık kişinin bu dünyadan ayrılmaya başlayıp âhiretin işaretlerini gördüğü andır. O ana kadar kişi için gaybî olan hususlar onun açısından şehadet âlemine dönüştüğü için ölüm anında kişinin iman etmesi geçerli sayılmamıştır.

Bu açıklamalarımızdan şu sonuç çıkmaktadır: Allah’ın varlığı ya da birliğine ilişkin ileri sürülecek delillerin hiçbiri bu konuyu bilimsel olarak “iki kere iki dört eder” şeklinde ispatlayan hususlar değildir. Bu delillerin tümü içinde bir inancı ve yorumu barındırmaktadır. Böyle olduğu içindir ki bu delillerle tatmin olup inancını sağlamlaştıranlar olacağı gibi bu delilleri ikna edici bulmayıp karşı çıkanlar da olacaktır.

Allah’ın Varlığı ve Birliği Konusunda İleri Sürülen Deliller

Tarih boyunca bir tanrının varlığını kabul eden filozoflar ve farklı din mensupları buna dair bir takım deliller zikretmişlerdir. Biz bu deliller içinden en çok zikredilenleri üzerinde duracağız.

1. Evrenin Yaratılmışlığı

Bir tanrının varlığına inanlar ile inanmayanlar arasındaki en büyük tartışma konusunu evrenin varlığı meselesi oluşturur. Bu evren ezelden beri var mıdır yoksa sonradan mı var olmuştur? Şayet sonradan var olmuşsa onu evren dışında var eden bir güç var mıdır, yoksa evren tamamen tesadüf eseri kendiliğinden mi var olmuştur?

Bir tanrının varlığını kabul etmeyen ateistlerin büyük bir kısmı evrenin ezelden beri var olduğu görüşünü savunur. Bunlara göre evren tamamıyla maddeler toplamından ibarettir. Evrende madde ötesi varlıklar (tanrı, melek, cin vb.) yoktur. Varlığı sadece maddeden ibaret sayan ve maddeye de ezeliyet atfeden bu felsefi görüşe “materyalizm” adı verilmektedir.

Bir tanrının varlığını kabul edenler ise evrenin sonradan tanrı tarafından var edildiği görüşünü kabul ederler. Bu görüşte olanlar kimi zaman evrenin yaratılmışlığı fikrinden hareketle tanrının varlığı sonucuna, kimi zaman da tanrının varlığı fikrinden hareketle evrenin yaratılmışlığı sonucuna ulaşırlar.

Evrenin ezelden beri var olamayacağına ilişkin ileri sürülen deliller şunlardır:

a) Biz kendi tecrübelerimizle de biliyoruz ki hiçbir şey kendiliğinden, bir sebebi bulunmaksızın var olmaz. Var olan her şeyin bir sebebi bulunmaktadır. Yağmurun sebebi buluttur, bulutun sebebi su buharıdır. Su buharının sebebi güneşin yeryüzündeki denizler, göller ve akarsulardaki suyu buharlaştırmasıdır. Bütün bu sebepler zincirini geriye doğru sonsuza kadar götürmek mümkün değildir, aksi takdirde bir kısır döngü söz konusu olur. Yolumuz bir anda tren yoluna çıksa ve önümüzden geçip gitmekte olan çok sayıda vagon görmüş olsak derhal bu vagonların en başında onları çeken ama kendisi çekilmeyen bir lokomotif bulunduğunu düşünürüz. Aklımız bize bu vagonların en başında yine bunlar gibi olan bir vagon bulunamayacağını, vagonlar dizisinin sonsuza kadar gidemeyeceğini söyler. Öyleyse zamanda geriye doğru gittiğimizde mutlaka bu maddenin yok iken sonradan yaratıldığı bir döneme varırız. Maddeyi yaratan varlığın kendisi de madde olamaz. Zira o zaman o maddeyi de bir var edin, onu da var eden olacak ve bu zincir böylece gidecektir. Oysa biz kısır döngünün olamayacağını belirtmiştik.

b) Evrendeki tek tek maddelere baktığımızda bunların hiçbirinin kalıcı olmadığını, her birinin bir zaman sonra yok olduğunu görüyoruz. Geleceğe doğru ebedî olmayan bir şeyin geçmişe doğru sonsuz ve ezelî olması mümkün değildir. Evren dediğimiz şey maddelerin toplamından oluştuğuna göre tek tek parçaları ezelî ve ebedî olmayan evrenin bütünü de ezelî ve ebedî olamaz.

c) Günümüzde modern bilimin bulguları da evrenin bir başlangıcının olduğunu ortaya koymaktadır. Maddî âlemin nasıl meydana geldiği ile ilgili hal-i hazırda bilim dünyasında geçerli kabul edilen “Big Bang (Büyük Patlama)” adı verilen teori, evrenin yaklaşık 13 milyar yıl önce bir sıfır noktasından büyük bir patlama sonucu başladığını ve gittikçe genişleyerek büyüdüğünü ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu teori doğru da olabilir yanlış da. İmana ilişkin hususları, her an yanlışlanması mümkün olan bu tip teorilere dayandırmak doğru değildir. Bununla birlikte bu husus, bilimi sıklıkla kendi tarafında göstererek ateizme araç kılmaya çalışan kötü niyetli kimselerin yaklaşımlarının dürüst olmadığını göstermesi bakımından önemlidir.

Geçmiş zamanlarda İslam inancını savunan kelam âlimleri kozmolojik delili “hudûs” adıyla, Müslüman filozoflar ise “imkân” adlı adıyla ortaya koymuşlardır.

Hudûs delilinin mantığını şöyle izah etmek mümkündür: Âlemdeki her varlık ya kendi başına bulunan cevherlerden ya da kendi başına bulunmayıp bir başka varlığa özellik olarak bağlı bulunan renk, koku, ağırlık, şekil vb. arazlardan oluşur. Söz gelimi ağaç bir cevherdir. Ağacın yaprakları, rengi, uzunluğu, dallarının sayısı ise ağacın arazlarıdır. İnsan bir cevherdir. İnsanın uzun-kısa, yaşlı-genç, kadın-erkek, sağlıklı-hasta oluşu ise arazlardır. Arazlar sürekli değişim gösterir. Mesela ağacın yaprakları ilk baharda açar, yazın sararmaya başlar, sonbaharda dökülür. Ağacın dalları kuruyabilir. İnsan hasta olur, iyileşir, zengin olur, fakir olur, hayatta kalır, ölür. Arazların değişmesi, o arazlara sahip olan cevherlerin de değişime uğraması anlamına gelir. Zira bünyesinde daha önceden yokken sonradan var olan ve ardından tekrar yok olan arazları barındıran bir cevherin kendisi kalıcı olamaz. O halde cevher ve arazlardan oluşan maddî âlem de ezelî olmadığı gibi ebedî de olamaz. Hâdis (sonradan meydana gelmiş) olan âlemin bir muhdisi (var edicisi) olmalıdır. O da kendisi hâdis olmayan Allah’tır.

İmkân delilinin mantığını da şu şekilde ortaya koyabiliriz: Âlem, tek tek bakıldığında varlığı zorunlu olmayan maddelerden oluşmaktadır. Mesela bu dünyanın, ayın, Marsın, güneşin varlığı zorunlu değildir. Var olmayabilirdi de. Bir zaman sonra yok da olabilir. Var olması da yok olması da imkân dahilinde olan varlıklar şu anda mevcut olduğuna göre onların varlığını yokluğuna tercih eden bir tercih edicinin bulunması gerekir. O tercih edicinin kendisi ise “varlığı mümkün” bir varlık olamaz, ancak ve ancak “varlığı zorunlu (vâcibü’l-vücud)” bir varlık olabilir. İşte o varlık Allah’tır.

Kur’an, bir yaratıcının varlığını kabul etmeyenler hakkında şöyle buyurur:

“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar.” (Tûr, 35-36)

2. Evrenin yasaları

Evrende varlığını hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir takım yasalar bulunmaktadır. Nitekim fizik, kimya, biyoloji gibi tabiat bilimleri bu yasaları ortaya koyan bilim dallarıdır. Yasalar olmasaydı bu bilimler olmayacağı gibi bu bilimlerin verilerini kullanarak pratik ihtiyaçlarımıza cevap veren âletleri üreten teknoloji de olmazdı.

Evrendeki yasalara örnek olarak yer çekimi kanunu, suyun kaldırma kuvveti, merkez kaç kuvveti, suyun donma ve kaynama dereceleri, sürtünme kuvveti, ısınan havanın yükselmesi, gel-git olayı gibi hususları örnek olarak zikredebiliriz.

Şayet evrenin bir yaratıcısı yoksa her bir noktada var olan bu yasaların kimin tarafından konulduğu sorusu cevapsız kalır. Bunların kendiliğinden oluşması mümkün değildir. Zira bu yasalardaki en ufak bir sapma evrenin yok olması sonucunu doğurabilecek bir süreci başlatır. Bu yasaların her biri kendi içinde hassas bir ayarı barındırdığı gibi söz gelimi dünya üzerinde binlerce yasanın bir arada ve uyum içinde bulunması da bütün bunların ilim, irade, kudret sahibi bir yaratcı tarafından konulduğunu ve sürdürüldüğünü gösterir.

Allah evrene koyduğu yasaların sağlamlığını ve değişmezliğini şu şekilde belirtir:

“Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah’ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.” (Fâtır, 43)

Evrendeki varlıklar birbiriyle mükemmel bir düzen ve uyum içinde varlıklarını devam ettirir. Kur’an da bu hususa pek çok âyette dikkatleri çeker ve evrendeki yasaların işleyişinde, varlıkların birbiriyle uyum içinde varlıklarını devam ettirmesinde kendisinin varlığını, birliğini, sıfatlarını gösteren deliller bulunduğunu belirtir. Buna ilişkin şu âyetleri örnek olarak zikredebiliriz:

“O ki, birbiri ile uyumlu yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.” (Mülk, 3-4)

“Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir. Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.” (Yasin, 38-40)

3. Evrendeki Hassas Ayarlar

Bugün modern bilimin yaptığı ölçü ve değerlendirmelere göre evrende öyle bir takım hassas ayarlar bulunmaktadır ki bu ayarlardaki en ufak bir değişim evrenin varlığını, dünya gezegenindeki milyonlarca canlı türünü yok olmaya mahkum edebilir. Meseleye dünyadaki canlılık açısından bakacak olduğumuzda dünyanın güneşe olan mesafesi, dünya atmosferindeki oksijen ve hidrojen oranı, dünyadaki su oranı, insan vücudundaki su oranı gibi yüzlerce hassas ayar ve oran söz konusudur. Bütün bu dengeler ve hassas ayarların kendiliğinden oluşması, hiçbir akıl ve bilince sahip olmayan “madde”, “doğa” gibi varlıklara yüklenmesi mümkün değildir.. Bütün bunlar sonsuz bilgi, kuvvet, hikmet sahibi üstün bir yaratcının yani Allah’ın varlığını gösterir. Nitekim Rabbimiz evrendeki her şeyi hassas bir takım denge ve ölçülere bağladığını Kur’an’da şöyle belirtir:

“Onun katında her şey ölçü iledir.” (Ra’d, 8)

“Biz her şeyi bir ölçü ile yarattık.” (Kamer, 49)

“Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.” (Hicr, 21)

4. Varlıklardaki Tasarım

Çevremizde algıladığımız tüm varlıklarda akıllara durgunluk verecek derecede üstün bir tasarımın olduğunu görüyoruz. Maddenin yapı taşı olan atomdan galaksilere, canlıların en küçük birimi olan hücrelerden her bir canlıdaki organ ve sistemlere varıncaya kadar her biri mükemmel bir tasarımın olduğunu göstermektedir. Her bir canlı, yaşadığı fiziksel ortama uygun bir şekilde dizayn edilmiş, yaşadığı bölgeye uyum sağlayacak organlarla donatılmıştır. Söz gelimi çöllerin vazgeçilmez hayvanlarından olan deve uzun süre susuzluğa dayanabilecek bir yapıya sahip kılınırken penguenler ve kutup ayıları, aylar sürecek karlı ve soğuk havalara dayanıklı bir şekilde yaratılmışlardır. Her bir canlının kendisine has besin türleri, beslenme biçimleri, savunma ve saldırı sistemleri bulunmaktadır.

İnsan için düşünüldüğünde ise bu tasarım onun varlığının başlangıcını oluşturan embriyo hücresinden başlamaktadır. İnsan hücresindeki DNA moleküllerinin dizilimi, insan vücudundaki dolaşım, sindirim, solunum, sinir sistemleri, kemik ve kasların yapısı onun vücudunun her bir detayının en ince ayrıntısına kadar dizayn edildiğini gözler önüne sermektedir.

Kur’an, canlı varlıkların olağanüstü tasarımlarına sıklıkla dikkatleri çeker. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Nur, 45)

“Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz.” (Nahl, 66)

5. Varlıklardaki Estetik ve Sanatlı Tasarım

Evrendeki bütün varlıklarda estetik bir yapı ve görünümün olduğu tarafsız bir şekilde varlıkları inceleyen herkes tarafından kabul edilir. Farklı renk ve simetrik tasarımlara sahip binlerce bitki ve meyve türü, hayvanların simetrik ve sanatlı olan renkleri, gökyüzünün yıldızlarla donatılması, güneşin doğuş ve batışı, ağaçların her mevsim farklı bir renk tonuna bürünmesi, kuşların çıkardıkları sesler evrendeki binlerce sanatlı tasarım örneklerinden yalnızca birkaçıdır.

Bütün bu estetik ve sanatlı tasarımların bizzat o varlıkların kendileri tarafından yapılmadığı akıl sahibi herkes tarafından bilinmektedir. Söz gelimi kelebeğin kendi kanatlarını, yılanın kendi derisini, tavus kuşunun kendi tüy ve kuyruğunu süslemediği bilinmektedir. Bu sanatlı tasarımın “doğa” gibi herhangi bir akıl ve şuura sahip olmayan madde bütünü tarafından yapılamayacağı da açıktır. Şu halde bu varlıkların görüntü ve seslerindeki sanatlı ve estetik tasarımın bütün bunlara gücü yeten, her şeyi bilen bir varlık tarafından yapılmış olması gerekir. İşte o varlık âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Rabbimiz Kur’an’da varlıklardaki estetik ve sanatsal tasarım özelliklerine şu şekilde dikkatlerimizi çeker:

“Yeryüzünde sizin için rengârenk yarattıklarında da öğüt alan bir toplum için gerçek bir ibret vardır.” (Nahl, 13)

“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl süslemişiz! Onda hiçbir çatlak da yok. Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik. Allah’a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık). (Kaf, 6-8)

“Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz. Sizin için onlardan ayrıca akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken bir güzellik (bir zevk) vardır.” (Nahl, 5-6)

“Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyr edenler için onu süsledik.” (Hicr, 16)

6. İnsanlık Tarihindeki Ortak Kabul

Gerek dinler tarihi gerekse arkeoloji alanında yapılan çalışmalar insanlık tarihi boyunca kurulan bütün şehir ve medeniyetlerde üstün bir varlığa inanma duygusunun insanlar tarafından ortak olarak paylaşıldığı sonucunu ortaya koymaktadır. İçinde bir tapınak bulunmayan hiçbir antik şehir yoktur. Şu halde insanlık tarihin kaydettiği ilk dönemlerden itibaren yüce bir yaratıcının varlığına inanmış, ona sığınmıştır. Bütün insanlığın bu ortak kabulünün bir yanılsama olduğunu iddia etmek akıl ve mantıkla izah edilebilecek bir durum değildir.

7. İnsanın Dünyadaki Üstün Konumu

İnsan, dış görünüşü itibarıyla zayıf ve âciz bir varlıktır. Yeryüzündeki canlıların pek çoğundan daha güçsüzdür. Hayvanlarla kıyaslandığında ne kuşlar gibi havada uçabilir, ne balıklar gibi suda yaşayabilir, ne karadaki pek çok hayvan kadar hızlı koşabilir. Hayvanların tümü doğuştan sahip oldukları özelliklerle doğaya hemen uyum sağlayacak bir vücut yapısına sahip kılınmışlardır. Doğuştan sahip oldukları yünler, tüyler ve deriler onları sıcak ve soğuğa karşı koruyabilir. İnsanlar ise doğuştan çıplak doğduğu gibi, yaklaşık bir yıl boyunca ayağa kalkamaz.

İnsan bütün bu âcizlik ve zayıflığına rağmen öyle üstün bir konumda bulunmaktadır ki yeryüzünün canlı ve cansız bütün unsurları âdeta insana hizmetçi kılınmıştır. Bütün bunlar insana verilen akıl sayesinde olmaktadır. İnsan aklı sayesinde yeryüzünün en vahşi hayvanlarını kendi hizmetinde kullanabilmekte, gökte uçan uçaklar ve uzay mekikleri, denizin üzerinde ve altında gidebilen gemiler ve denizaltıları yapabilmekte, dağları delip denizleri doldurabilmektedir.

Yeryüzündeki bütün imkân ve fırsatlar insanın hizmetine sunulmuştur. Diğer hiçbir varlık için böyle bir durum söz konusu değildir. Şu halde varlıklar arasında insan ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. İnsan, bu konumunu kendi güç ve kudretiyle kazanmış değildir. Şu halde bütün bunları insanın hizmetine veren, onu diğer varlıklardan üstün kılan bilinçli bir irade söz konusudur. O irade sahibi varlık Allah’tır. Rabbimiz insanın bu ayrıcalıklı konumunu şu şekilde bildiriyor:

“(O öyle lütufkâr) Allah’tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı. Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi.. O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu [bütün bunlara rağmen inkârcılıkta direten] insan çok zalim, çok nankördür!” (İbrahim, 32-34)

8. İnsanın Fıtrî Yapısı

İnsanın iç dünyası, ruhu ve fıtratı da onu ve evreni var eden yüce bir yaratıcının varlığını göstermektedir. İnsanın fıtratında hiç kimsenin varlığını inkâr edemeyeceği “üstün bir varlığa sığınma duygusu” vardır. Bu duygu sonradan edinilmiş, eğitim ve öğretim yoluyla kazandırılmış bir duygu olmayıp insanda doğuştan bulunmaktadır. Nasıl ki yeni doğan çocuk annesini emme bilgisiyle birlikte doğuyor ve bu bilgi sonradan ona eğitimle kazandırılmıyorsa aynı şekilde doğan her çocuk da Yüce bir yaratıcının varlığını kabul edip ona sığınma duygusuyla doğar. Bu duygu bastırılabilir ama yok edilemez. İnsanların büyük bir zorluk, hayatî bir tehlike yaşadığı anda üzeri örtülmüş ve bastırılmış olan bu fıtrî yön öne çıkar. Nitekim toplumsal gözlemler, kendileri veya yakınları büyük bir hayatî tehlike içinde bulunan ateist kimselerin pek çoğunun zorluk ve sıkıntı anlarında tanrıya sığınma duygusu hissettiklerini ortaya koymaktadır. Bu anlamda “uçak düşerken uçakta ateist kimse kalmaz” sözü meşhurdur. Kur’an, insanlardaki bu sığınma, yardım isteme duygusunun zorluk anında ortaya çıktığını, ama zorluk anında Allah’a sığınan pek çok kimsenin zorluk ortadan kalktığında yüz çevirdiğini belirterek bu çifte standartlı tavrı şu şekilde belirtir:

“Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah’a halis kılarak: “Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız” diye Allah’a yalvarırlar. Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar.” (Yunus, 22-23)

“De ki: Ne dersiniz; size Allah’ın azabı gelse veya o kıyamet gelip çatıverse size, Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım)!. Bilâkis yalnız Allah’a yalvarırsınız. O da (kaldırılması için) kendisine yalvardığınız belâyı dilerse kaldırır; ve siz ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.” (En’am, 40-41)

İnsan fıtratı Yüce Allah’a bağlanma, O’ndan yardım dileme, O’na dua etme, tevekkül etme, sığınma, O’ndan korkup ürperme, O’na ümitlerini bağlama özelliği ile yaratılmıştır. İnsandaki bu özelliği ondan söküp atmanın imkânı yoktur. Kendilerinin ateist olduğunu, bir tanrının varlığına inanmadıklarını söyleyen kimseler hakikatte kendi fıtratlarındaki bu duyguları bastırmaya, köreltmeye ve yok saymaya çalışan kimselerdir.

Fıtratımızda sadece sığınma duygusu yoktur, aynı zamanda “sonsuz bir hayat yaşama” duygusu da vardır. Her insan, sevdikleriyle, daha önce ölüp giden yakınlarıyla birlikte, mutlu olduğu bir hayatta sonsuza kadar yaşamak ister. Hiçbir insanın fıtratı ölümle birlikte sonsuz bir yokluğa mahkûm olma fikrini kabul etmez. Her insanda var olan bu fıtrî duygunun mutlaka dış dünyada bir karşılığı olmalıdır. Nitekim insandaki acıkma hissini giderecek dış dünyada yiyecekler bulunmaktadır. İnsanın susuzluğunu giderecek su bulunmaktadır. Aynı şekilde insandaki ölümsüzlük duygusunu karşılayacak bir âlemin de bulunması gerekir. Bu dünya şartlarında bu isteğimiz yerine gelmediğine göre bunun karşılanacağı bir başka âlemin varlığı zorunludur. O halde böyle bir âlemi yaratan bir varlık da olmalıdr.

Sonsöz

Bu evrenin bir yaratıcısı bulunduğuna dair deliller yalnızca yukarıdakilerden ibaret değildir. Evrendeki her şey, kendine mahsus dille Allah’ın varlığını, birliğini, üstün sıfatlarını yansıtmaktadır. Kur’an bu gerçeği şu şekilde belirtir: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır.” (Bakara, 164)

Bütün bunlara rağmen söz konusu deliller, imanın gaybî olma özelliğini ortadan kaldıran, herkesi imana zorlayan, bilimsel olarak ispat edilebilir, laboratuvar ortamında test edilebilir hususlar değildir. Zaten öyle olsaydı yeryüzünde inkârcılık diye bir şey olmaz, bu konu imtihan meselesi olmaktan çıkardı.

Rabbimiz bizleri dış dünyada ve fıtramızda görülen bu delilleri hakkıyla bilip görmeyi, kendisinin varlığına ve birliğine iman ederek teslim olmayı nasip eylesin.

https://gencdergisi.com/

Yazar: Prof. Dr. Soner DUMAN

Facebook Yorumları