menu
KAMER SURESİ
KAMER SURESİ
Kamer süresinin; nüzül sebebi, konusu, fazileti, okunuşu ve meali..

Kamer Suresi Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 55 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “el-Kamer” kelimesinden almıştır. Kamer, ay demektir. Sûre de ana fikir olarak, Kur’an’ı yalanlayanlar, çeşitli azap ve helâk örnekleri de verilerek uyarılmaktadır.

Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri

Kamer Suresinin Nüzülü

  Mushaftaki sıralamada elli dördüncü, iniş sırasına göre otuz yedinci sûredir. Târık sûresinden sonra, Sâd sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur.

Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri

Kamer suresinin Konusu

  Kıyametin yaklaştığı uyarısını takiben müşriklerin inkârcılıktaki inat ve taassupları eleştirilmekte, kıyamet koptuğunda içine düşecekleri perişan hal tasvir edilmekte, ardından hakikatleri yalan saymada ısrarcı davranan geçmiş toplumların başına gelen felâketlerden örnekler verilmekte, suçluların ve takvâ sahiplerinin âhirette karşılaşacakları muameleyle ilgili uyarı ve müjdelere yer verilmektedir.

Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri

Kamer Suresinin Özeti

11. Mekke'de nazil olmuş ve ana konusu tevhid ve peygamberlerin mücadelesi vekavimlerinin helak edilmesidir.12. 1-8 ayetler arasında ayın yarıldığı, kıyametin yaklaştığı, müşriklerin bunda şüpheduyduğu, kıyamet koptuktan sonra ise gözlerin dehşetle açılacağı ve herkesin boynunubükerek o gün çağıranın peşinden gideceği anlatılır.13. 9-42 ayetler arasında Nuh kavmi, Âd kavmi, Semud Kavmi, Lut kavmi, Firavun vekavminin helak edilme gerekçeleri anlatılır.14. 43-55 ayetler arasında ise mekkeli müşriklere uyarılar yapılır. Bu kadar kavim helakedilmişken sizi helak olmaktan kim kurtaracak? Hepiniz hezimete uğrayacaksınız.Günâhkârların sapmış olduğu ve alevli ateşe girecekleri anlatılır. Son iki âyette demüttakilerin cennete girecekleri anlatılır ve Sûre biter. 

Kaynak: Murat PADAK / Şanlıurfa İbrahim Halilullah Diyanet Eğitim Merkezi Eğitim Görevlisi

Kamer Suresinin Meali, Arapça okunuşu, Türkçe Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bismillahir rahmanir rahim.

1.

Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ

İkterebetis saatu ven şakkal kamer.

2.

Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve "Süregelen bir sihirdir" derler.

وَإِن يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُّسْتَمِرٌّ

Ve in yerev ayeten yu'ridu ve yekulu sihrun mustemirr.

3.

Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir.

وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ

Ve kezzebu vettebeu ehvaehum ve kullu emrin mustekırr.

4.

Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi.

وَلَقَدْ جَاءهُم مِّنَ الْأَنبَاء مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ

Ve lekad caehum minel enbai ma fihi muzdecer.

5.

Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor!

حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ

Hikmetun baligatun fe ma tugnin nuzur.

6.

(6-7) O halde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil'in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir halde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَى شَيْءٍ نُّكُرٍ

Fe tevelle anhum, yevme yed'ud dai ila şey'in nukur.

7.

(6-7) O halde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil'in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir halde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.

خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُّنتَشِرٌ

Huşşe'an ebsaruhum yahrucune minel ecdasi keennehum ceradun munteşir.

8.

Davetçiye doğru koşarlarken kafirler, "Bu zor bir gün" derler.

مُّهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَذَا يَوْمٌ عَسِرٌ

Muhtıine iled dai, yekulul kafirune haza yevmun asir.

9.

Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp "Bu bir delidir" dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu.

كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ

Kezzebet kablehum kavmu nuhın fe kezzebu abdena ve kalu mecnunun vezducir.

10.

O da Rabbine, "Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et" diye dua etti.

فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانتَصِرْ

Fe dea rabbehu enni maglubun fentasır.

11.

Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık.

فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاء بِمَاء مُّنْهَمِرٍ

Fe fetahna ebvabes semai bi main munhemir.

12.

Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.

وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاء عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ

Ve feccernel arda uyunen feltekalmau ala emrin kad kudir.

13.

Biz Nuh'u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.

وَحَمَلْنَاهُ عَلَى ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ

Ve hamelnahu ala zati elvahın ve dusur.

14.

Gemi, inkar edilen kimseye (Nuh'a) bir mükafat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu.

تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاء لِّمَن كَانَ كُفِرَ

Tecri bi a'yunina, cezaen li men kane kufir.

15.

Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?

وَلَقَد تَّرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ

Ve lekad tereknaha ayeten fe hel min muddekir.

16.

Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ

Fe keyfe kane azabi ve nuzur.

17.

Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ

Ve lekad yessernel kur'ane liz zikri fe hel min muddekir.

18.

Ad kavmi de (Hud'u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış!

كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ

Kezzebet adun fe keyfe kane azabi ve nuzur.

19.

Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgar gönderdik.

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُّسْتَمِرٍّ

İnna erselna aleyhim rihan sarsaren fi yevmi nahsin mustemirr.

20.

İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.

تَنزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُّنقَعِرٍ

Tenziun nase ke ennehum a'cazu nahlin munkair.

21.

Azabım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)!

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ

Fe keyfe kane azabi ve nuzur.

22.

Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ

Ve lekad yessernel kur'ane liz zikri fe hel min muddekir.

23.

(23-24) Semud kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz."

كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ

Kezzebet semudu bin nuzur.

24.

(23-24) Semud kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz."

فَقَالُوا أَبَشَرًا مِّنَّا وَاحِدًا نَّتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَّفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ

Fe kalu ebeşeren minna vahiden nettebiuhu inna izen lefi dalalin ve suur.

25.

"Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi? Hayır o, yalancının, şımarığın biridir."

أَؤُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِن بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ

E ulkıyez zikru aleyhi min beynina bel huve kezzabun eşir.

26.

Onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık!

سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَّنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ

Se ya'lemune gaden menil kezzabul eşir.

27.

(Salih'e şöyle demiştik:) "Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret."

إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَّهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ

İnna mursilun nakati fitneten lehum fertekıbhum vestabir.

28.

"Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun."

وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاء قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ كُلُّ شِرْبٍ مُّحْتَضَرٌ

Ve nebbi'hum ennel mae kısmetun beynehum, kullu şirbin muhtedar.

29.

Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti.

فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَى فَعَقَرَ

Fe nadev sahıbehum fe teata fe akar.

30.

Fakat azabım ve uyarılarım nasılmış!

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ

Fe keyfe kane azabi ve nuzur.

31.

Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ

İnna erselna aleyhim sayhaten vahıdeten fe kanu ke heşimil muhtezir.

32.

Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ

Ve lekad yessernel kur'ane liz zikri fe hel min muddekir.

33.

Lut kavmi de uyarıcıları yalanladı.

كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ

Kezzebet kavmu lutın bin nuzur.

34.

(34-35) Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgar gönderdik. Yalnız Lut'un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükafatlandırırız.

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ نَّجَّيْنَاهُم بِسَحَرٍ

İnna erselna aleyhim hasiben illa ale lut, necceynahum bi sehar.

35.

(34-35) Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgar gönderdik. Yalnız Lut'un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükafatlandırırız.

نِعْمَةً مِّنْ عِندِنَا كَذَلِكَ نَجْزِي مَن شَكَرَ

Ni'meten min indina, kezalike neczi men şeker.

36.

Andolsun, Lut onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşıladılar.

وَلَقَدْ أَنذَرَهُم بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ

Ve lekad enzerehum batşetena fe temarev bin nuzur.

37.

Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.

وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَن ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ

Ve lekad raveduhu an dayfihi fe tamesna a'yunehum fe zuku azabi ve nuzur.

38.

Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.

وَلَقَدْ صَبَّحَهُم بُكْرَةً عَذَابٌ مُّسْتَقِرٌّ

Ve lekad sabbehahum bukreten azabun mustekırr.

39.

"Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.

فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ

Fe zuku azabi ve nuzur.

40.

Andolsun, biz Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ

Ve lekad yessernel kur'ane liz zikri fe hel min muddekir.

41.

Andolsun, Firavun'un ailesine de uyarıcılar gelmişti.

وَلَقَدْ جَاء آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ

Ve lekad cae ale fir'avnen nuzur.

42.

Bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık.

كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُّقْتَدِرٍ

Kezzebu bi ayatina kulliha fe ehaznahum ahze azizin muktedir.

43.

(Ey Mekkeliler!) Sizin kafirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?

أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِّنْ أُوْلَئِكُمْ أَمْ لَكُم بَرَاءةٌ فِي الزُّبُرِ

E kuffarukum hayrun min ulaikum em lekum beraetun fiz zubur.

44.

Yoksa onlar, "Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz" mu diyorlar?

أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُّنتَصِرٌ

Em yekulune nahnu cemiun muntesir.

45.

O topluluk yakında (Bedir'de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.

سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ

Se yuhzemul cem'u ve yuvelluned dubur.

46.

Hayır, kıyamet, onların (görecekleri asıl azabın) vaktidir. Kıyamet (azabı) ise daha müthiş ve daha acıdır.

بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ

Belis saatu mev'ıduhum ves sa'atu edha ve emerr.

47.

Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapıklık ve ateşler içindedirler.

إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ

İnnel mucrimine fi dalalin ve suur.

48.

Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, "Cehennemin dokunuşunu tadın!" denecek.

يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ

Yevme yushabune fin nari ala vucuhihim, zuku messe sekar.

49.

Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ

İnna kulle şey'in halaknahu bi kader.

50.

Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)

وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ

Ve ma emruna illa vahıdetun ke lemhın bil basar.

51.

Andolsun, biz sizin gibileri hep helak ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?

وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ

Ve lekad ehlekna eşyaakum fe hel min muddekir.

52.

İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır.

وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ

Ve kullu şey'in fe aluhu fiz zubur.

53.

Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.

وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ

Ve kullu sagirin ve kebirin mustetar.

54.ayete git

Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ

İnnel muttekine fi cennatin ve neher.

55.

Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.

فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍ مُّقْتَدِرٍ

Fi mak'adi sıdkın inde melikin muktedir.

Kaynak: Diyanet İşleri  Başkanlığı / Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali

Facebook Yorumları