menu
SAFFAT SURESİ
SAFFAT SURESİ
Saffat süresinin; nüzül sebebi, konusu, fazileti, okunuşu ve meali..

Saffat Suresi Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 182 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “es-Sâffât” kelimesinden almıştır. Sâffât, sıra sıra dizilenler, saf saf duranlar demektir. Sûrede başlıca, meleklerden, cinlerden, kıyamet ve ahiret olaylarından söz edilmekte; Nûh, İbrahim, İsmail, İshak, Mûsâ, Hârun, İlyas, Lût ve Yûnus Peygamberlerin kıssalarına yer verilmektedir.

Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri

Saffat Suresinin Nüzülü

Mushaftaki sıralamada otuz yedinci, iniş sırasına göre elli altıncı sûredir. En‘âm sûresinden sonra, Lokman sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri

Saffat suresinin Konusu

 Sâffât sûresinde Allah’ın birliği, âhiret hayatının gerçekliği, o hayatta neler olacağı, inkârcıların âhiretteki pişmanlıkları ve birbirlerini suçlamaları, ayrıca Allah’ın samimi kullarının cennetteki mutlu yaşayışları hakkında bilgi verildikten sonra Nûh, İbrâhim, İsmâil, İshak, Mûsâ ve Hârûn, İlyâs, Lût ve Yûnus peygamberlerin hayat hikâyelerinin ibretli yanları ve Allah’ın onları yardımıyla desteklemesi anlatılmakta; putperestlerin bâtıl inançları eleştirilmektedir. Sûre, genellikle Kur’an tilâveti ve duaların sonunda okunması âdet haline gelen ve “Sübhâne rabbike...” diye başlayıp “ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn” diye biten âyetlerle son bulmaktadır.

Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri

Saffat Suresinin Özeti

4. Saffat; sıraya geçmiş melekler demektir. Bununla Allah'ın emrini yerine getirmek içinhazırda bekleyen melekler kast edilmiştir. Mekke'de nazil olmuş ve ana konusupeygamberlerin faziletli kimseler oldukları ile tevhiddir.5. 1-74 ayetler arasında şu konular geçer. Rabbinin emrini yerine getirmek için meleklersıralar halinde beklerler. Rabbinin gönderdiği vahiy her türlü şeytandan korunmuştur.Müşrikler uyarı alınca uyarıya kulak vermezler. Kıyamet koptuktan sonra ah vah etmekfayda vermeyecek. Zalimler ile destekçileri birlikte hesap verecek. Allah'ın İhlaslı kulları hariçherkes ceza görecek. Cennette türlü türlü nimetler vardır. Orada boş söz ve sarhoş olmakyoktur. Cehennemin yiyecek bitkisi zıkkımdır. Üzerine su olarak da kaynar su verilecektir.(Allah bizi muhafaza etsin)6. 75-83 ayetler arasında Hazreti Nuh'un dua etmesinden, onun kurtulmasından ve onunSalih mümin kullardan biri olduğundan bahsedilir.7. 84-113 ayetler arasında Hazreti İbrahim'den bahsedilir. Putları kırması, putperestlerinonu cezalandırmak için ateş yakmaları, Hazreti İbrahim'in rüyasında oğlu İsmail'i kestiğinigörmesi ve Rabbinin onu bununla imtihan etmesi, İbrahim'in Allah'tan aldığı tüm emirlerikoşulsuz yerine getirdiği ve Salih bir kul olduğu anlatılır.8. 114-122 ayetler arasında Hazreti Musa ve Harun'un da Salihlerden olduğu, Allah'ınemirlerini yerine getirdikleri anlatılır.9. 123-138 ayetler arasında İlyas peygamberin ve Lut peygamberin de Allah katında değerlive ihlaslı insanlar oldukları vurgulanır.10. 139-148 ayetler arasında Hazreti Yunus'un, kavmini bırakması, bir gemiye binmesi,balinanın karnından karaya çıkması ve balinanın karnında bile zikir etmekten geridurmaması anlatılır.11. 149-182 ayetler arası Sûrenin sonuç kısmıdır. Melekler Allah'ın kızları değildir. Bu büyükbir iftiradır. Allah noksanlıktan münezzehtir. Melekler onun için sıra halinde bekleyenlerdir.Peygamberlere selam olsun. Âlemlerin Rabbine de hamd olsun.

Kaynak: Murat PADAK / Şanlıurfa İbrahim Halilullah Diyanet Eğitim Merkezi Eğitim Görevlisi

Saffat Suresinin Meali, Arapça okunuşu, Türkçe Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bismillahir rahmanir rahim.

1.

(1-4) Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelamını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.

وَالصَّافَّاتِ صَفًّا

Ves saffati saffa.

2.

(1-4) Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelamını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.

فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا

Fez zacirati zecra.

3.

(1-4) Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelamını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.

فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا

Fet taliyati zikra.

4.

(1-4) Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelamını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.

إِنَّ إِلَهَكُمْ لَوَاحِدٌ

İnne ilahekum le vahıd.

5.

O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da (Batıların da) Rabbidir.

رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ

Rabbus semavati vel ardı ve ma beynehuma ve rabbul meşarık.

6.

Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.

إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ

İnna zeyyennes semaed dunya bi ziynetinil kevakib.

7.

Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk.

وَحِفْظًا مِّن كُلِّ شَيْطَانٍ مَّارِدٍ

Ve hıfzan min kulli şeytanin marid.

8.

(8-9) Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.

لَا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَى وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ

La yessemmeune ilel meleil a'la ve yukzefune minkulli canib.

9.

(8-9) Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.

دُحُورًا وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ

Duhuran ve lehum azabun vasib.

10.

Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).

إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ

İlla men hatıfel hatfete fe etbeahu şihabun sakib.

11.

(Ey Muhammed!) Şimdi sen onlara sor: "Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı?" Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.

فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَا إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ

Festeftihim e hum eşeddu halkan em men halakna, inna halaknahum min tinin lazib.

12.

Hayır, sen (onların haline) şaştın, onlar ise alay ediyorlar.

بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ

Bel acibte ve yesharun.

13.

Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt almıyorlar.

وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ

Ve iza zukkiru la yezkurun.

14.

Bir mucize gördükleri zaman onu alaya alıyorlar.

وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ

Ve iza raev ayeten yesteshırun.

15.

(Dediler ki:) "Bu bir büyüden başka bir şey değildir."

وَقَالُوا إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ

Ve kalu in haza illa sihrun mubin.

16.

"Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi tekrar diriltileceğiz?"

أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ

E iza mitna ve kunna turaben ve izamen e inna le meb'usun.

17.

"Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?"

أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ

E ve abaunel evvelun.

18.

De ki: "Evet, hem de siz aşağılanmış kimseler olarak (diriltileceksiniz)."

قُلْ نَعَمْ وَأَنتُمْ دَاخِرُونَ

Kul neam ve entum dahırun.

19.

O ancak şiddetli bir sesten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar (diriltilmiş hazır) beklemektedirler.

فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ

Fe innema hiye zecretun vahıdetun fe iza hum yenzurun.

20.

Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Bu beklenen ceza günüdür."

وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَذَا يَوْمُ الدِّينِ

Ve kalu ya veylena haza yevmud din.

21.

Onlara, "İşte bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm ve ayırım günüdür" denilir.

هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ

Haza yevmul faslillezi kuntum bihi tukezzibun.

22.

(22-24) Allah, meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir."

احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ

Uhşurullezine zalemu ve ezvacehum ve ma kanu ya'budun.

23.

(22-24) Allah, meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir."

مِن دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَى صِرَاطِ الْجَحِيمِ

Min dunillahi fehduhum ila sıratıl cahim.

24.

(22-24) Allah, meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir."

وَقِفُوهُمْ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ

Vakıfuhum innehum mes'ulun.

25.

Onlara, "Ne diye yardımlaşmıyorsunuz?" denir.

مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ

Ma lekum la tenasarun.

26.

Hayır, onlar bugün teslim olmuş kimselerdir.

بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ

Bel humul yevme musteslimun.

27.

Birbirlerine yönelip sorarlar (çekişirler).

وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ

Ve akbele ba'duhum ala ba'dın yetesaelun.

28.

Şöyle derler: "Siz bize sağdan gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz."

قَالُوا إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ

Kalu innekum kuntum te'tunena anil yemin.

29.

Diğerleri de onlara şöyle derler: "Hayır, siz zaten mü'min kimseler değildiniz."

قَالُوا بَل لَّمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ

Kalu bel lem tekunu mu'minin.

30.

"Bizim, sizin üzerinizde hiçbir hakimiyetimiz yoktu. Hatta siz azgın bir kavimdiniz."

وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ

Ve ma kane lena aleykum min sultan, bel kuntum kavmen tagin.

31.

"Artık Rabbimizin sözü (azap) bizim hakkımızda gerçekleşti. Biz onu mutlaka tadacağız."

فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا إِنَّا لَذَائِقُونَ

Fe hakka aleyna kavlu rabbina inna le zaıkun.

32.

"Evet, biz sizi saptırdık. Çünkü biz de sapkın kimselerdik."

فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ

Fe agveynakum inna kunna gavin.

33.

Artık onlar o gün azapta ortaktırlar.

فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ

Fe innehum yevme izin fil azabi muşterikun.

34.

İşte biz suçlulara böyle yaparız.

إِنَّا كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ

İnna kezalike nef'alu bil mucrimin.

35.

Çünkü onlar, kendilerine, "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" denildiği zaman, inanmayıp büyüklük taslıyorlardı.

إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ

İnnehum kanu iza kile lehum la ilahe illallahu yestekbirun.

36.

"Biz, deli bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz?" diyorlardı.

وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُوا آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍ

Ve yekulune e inna le tariku alihetina li şairin mecnun.

37.

Hayır, öyle değil. O, hakkı getirmiş, (önceki) peygamberleri de tasdik etmiştir.

بَلْ جَاء بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ

Bel cae bil hakkı ve saddakal murselin.

38.

Şüphesiz siz mutlaka elem dolu azabı tadacaksınız.

إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ

İnnekum le zaikul azabil elim.

39.

Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız.

وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

Ve ma tuczevne illa ma kuntum ta'melun.

40.

Ancak Allah'ın halis kulları başka.

إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ

İlla ibadallahil muhlesin.

41.

(41-42) İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir.

أُوْلَئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَّعْلُومٌ

Ulaike lehum rizkun ma'lum.

42.

(41-42) İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir.

فَوَاكِهُ وَهُم مُّكْرَمُونَ

Fevakih, ve hum mukremun.

43.

Onlar Naim cennetlerindedirler.

فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ

Fi cennatin naim.

44.

Koltuklar üzerinde karşılıklı olarak otururlar.

عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ

Ala sururin mutekabilin.

45.

(45-46) Onların etrafında cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır.

يُطَافُ عَلَيْهِم بِكَأْسٍ مِن مَّعِينٍ

Yutafu aleyhim bi ke'sin min main.

46.

(45-46) Onların etrafında cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır.

بَيْضَاء لَذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ

Beydae lezzetin liş şaribin.

47.

Onda baş döndürme özelliği yoktur. Onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar.

لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ

La fiha gavlun ve la hum anha yunzefun.

48.

Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır.

وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ

Ve indehum kasıratut tarfı in.

49.

Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır.

كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَّكْنُونٌ

Ke enne hunne beydun meknun.

50.

Derken birbirlerine yönelip sorarlar.

فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ

Fe akbele ba'duhum ala ba'dın yetesaelun.

51.

İçlerinden biri der ki: "Benim bir arkadaşım vardı."

قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ

Kale kailun minhum inni kane li karin.

52.

"Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?" derdi.

يَقُولُ أَئِنَّكَ لَمِنْ الْمُصَدِّقِينَ

Yekulu e inneke le minel musaddikin.

53.

"Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?"

أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَدِينُونَ

E iza mitna ve kunna turaben ve izamen e inna le medinun.

54.

Konuşan o kimse, yanındakilere, "Bakar mısınız, hali ne oldu?" der.

قَالَ هَلْ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ

Kale hel entum muttaliun.

55.

Kendisi de bakar ve onu cehennemin ortasında görür.

فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاء الْجَحِيمِ

Fettalea fe reahu fi sevail cahim.

56.

Ona şöyle der: "Allah'a andolsun, neredeyse beni de helak edecektin."

قَالَ تَاللَّهِ إِنْ كِدتَّ لَتُرْدِينِ

Kale tallahi in kidte le turdin.

57.

"Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka ben de cehenneme konulanlardan olmuştum."

وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ

Ve lev la ni'metu rabbi le kuntu minel muhdarin.

58.

(58-59) "Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?"

أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ

E fe ma nahnu bi meyyitin.

59.

(58-59) "Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?"

إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ

İlla mevtetenel ula ve ma nahnu bi muazzebin.

60.

Şüphesiz bu (cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır.

إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

İnne haza le huvel fevzul azim.

61.

Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!

لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ

Li misli haza fel ya'melil amilun.

62.

Ziyafet olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?

أَذَلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ

E zalike hayrun nuzulen em şeceretuz zakkum.

63.

Şüphesiz biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık.

إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ

İnna cealnaha fitneten liz zalimin.

64.

O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır.

إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ

İnneha şeceretun tahrucu fi aslil cahim.

65.

Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır.

طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُؤُوسُ الشَّيَاطِينِ

Tal'uha ke ennehu ruusuş şeyatin.

66.

Cehennemlikler ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır.

فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ

Fe innehum le akilune minha fe maliune min hel butun.

67.

Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır.

ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ

Summe inne lehum aleyha le şevben min hamim.

68.

Sonra onların dönüşleri mutlaka cehennemedir.

ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ

Summe inne merciahum le ilel cahim.

69.

Çünkü onlar babalarını sapık kimseler olarak buldular.

إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءهُمْ ضَالِّينَ

İnnehum elfev abaehum dalline.

70.

Kendileri de onların izinden koşa koşa gitmektedirler.

فَهُمْ عَلَى آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ

Fe hum ala asarihim yuhreun.

71.

Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı.

وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ

Ve lekad dalle kablehum ekserul evvelin.

72.

Andolsun, biz onlara da uyarıcılar göndermiştik.

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِم مُّنذِرِينَ

Ve lekad erselna fi him munzirin.

73.

Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu!

فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ

Fanzur keyfe kane akibetul munzerin.

74.

Ancak Allah'ın ihlaslı kulları başka.

إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ

İlla ibadallahil muhlasin.

75.

Andolsun, Nuh bize dua edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap vereniz!

وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ

Ve lekad nadana nuhun fe le ni'mel mucibun.

76.

Onu ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık.

وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ

Ve necceynahu ve ehlehu minel kerbil azim.

77.

Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık.

وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمْ الْبَاقِينَ

Ve cealna zurriyyetehu humul bakin.

78.

Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ

Ve terekna aleyhi fil ahirin.

79.

Alemler içinde Nuh'a selam olsun!

سَلَامٌ عَلَى نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ

Selamun ala nuhın fil alemin.

80.

İşte biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.

إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ

İnna kezalike neczil muhsinin.

81.

Çünkü o, bizim mü'min kullarımızdandı.

إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ

İnnehu min ibadinel mu'minin.

82.

Sonra biz, diğerlerini suda boğduk.

ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ

Summe agraknel aharin.

83.

Şüphesiz İbrahim de O'nun taraftarlarından idi.

وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ

Ve inne min şiatihi le ibrahim.

84.

Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti.

إِذْ جَاء رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

İz cae rabbehu bi kalbin selim.

85.

Hani babasına ve kavmine şöyle demişti: "Siz neye tapıyorsunuz?"

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ

İz kale li ebihi ve kavmihi maza ta'budun.

86.

"Allah'ı bırakıp da birtakım uydurma ilahlar mı istiyorsunuz?"

أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ

E ifken aliheten dunallahi turidun.

87.

"O halde, alemlerin Rabbi hakkında görüşünüz nedir?"

فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ

Fe ma zannukum bi rabbil alemin.

88.

(88-89) İbrahim, yıldızlara baktı ve "Ben hastayım" dedi.

فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ

Fe nazara nazraten fin nucum.

89.

(88-89) İbrahim, yıldızlara baktı ve "Ben hastayım" dedi.

فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ

Fe kale inni sakim.

90.

Bunun üzerine arkalarını dönüp ondan uzaklaştılar.

فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ

Fe tevellev anhu mudbirin.

91.

İbrahim, onların putlarının tarafına gizlice gitti ve şöyle dedi: "Yemez misiniz?"

فَرَاغَ إِلَى آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ

Feraga ila alihetihim fe kale e la te'kulun.

92.

"Ne diye konuşmuyorsunuz?"

مَا لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ

Ma lekum la tentıkun.

93.

Derken üzerlerine yürüyüp onlara güçlü bir darbe indirdi.

فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ

Feraga aleyhim darben bil yemin.

94.

Kavmi (telaş içinde) koşarak ona doğru geldi.

فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ

Fe akbelu ileyhi yeziffun.

95.

İbrahim, şöyle dedi: "Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz?"

قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ

Kale e ta'budune ma tenhıtun.

96.

"Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır."

وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ

Vallahu halakakum ve ma ta'melun.

97.

Kavmi, "Onun için bir bina yapın, (içinde ateş yakın) ve onu ateşe atın" dedi.

قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ

Kalubnu lehu bunyanen fe elkuhu fil cahim.

98.

Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları en alçak kimseler kıldık.

فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ

Fe eradu bihi keyden fe cealna humul esfelin.

99.

İbrahim, şöyle dedi: "Ben Rabbime (O'nun emrettiği yere) gideceğim. O, bana yol gösterecektir."

وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ

Ve kale inni zahibun ila rabbi seyehdin.

100.

"Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla."

رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ

Rabbi heb li mines salihin.

101.

Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik.

فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ

Fe beşşernahu bi gulamin halim.

102.

Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?" dedi. O da, "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.

فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ

Fe lemma belega meahus sa'ye kale ya buneyye inni era fil menami enni ezbehuke fanzur maza tera, kale ya ebetif'al ma tu'meru seteciduni inşaallahu mines sabirin.

103.

(103-104) Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: "Ey İbrahim!"

فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ

Fe lemma eslema ve tellehu lil cebin.

104.

(103-104) Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: "Ey İbrahim!"

وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ

Ve nadeynahu en ya ibrahim.

105.

"Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız."

قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ

Kad saddakter ru'ya, inna kezalike neczil muhsinin.

106.

"Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır."

إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاء الْمُبِينُ

İnne haza le huvel belaul mubin.

107.

Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail'i) kurtardık.

وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ

Ve fedeynahu bi zibhın azim.

108.

Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ

Ve terekna aleyhi fil ahirin.

109.

İbrahim'e selam olsun.

سَلَامٌ عَلَى إِبْرَاهِيمَ

Selamun ala ibrahim.

110.

İyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız.

كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ

Kezalike neczil muhsinin.

111.

Çünkü o mü'min kullarımızdandı.

إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ

İnnehu min ibadinel mu'minin.

112.

Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshak ile de müjdeledik.

وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَقَ نَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ

Ve beşşernahu bi ishaka nebiyyen mines salihin.

113.

Onu da İshak'ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de.

وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَى إِسْحَقَ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ

Ve barekna aleyhi ve ala ishak, ve min zurriyyetihima muhsinun ve zalimun li nefsihi mubin.

114.

Andolsun, biz Musa'ya ve Harun'a da lütufta bulunduk.

وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ

Ve lekad menenna ala musa ve harun.

115.

Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.

وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ

Ve necceyna huma ve kavme huma minel kerbil azim.

116.

Onlara yardım ettik de onlar galip gelenler oldular.

وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ

Ve nasarnahum fe kanu humul galibin.

117.

Biz onlara (hükümlerimizi) açıklayan Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik.

وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ

Ve ateyna humel kitabel mustebin.

118.

Onları doğru yola ilettik.

وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ

Ve hedeyna humes sıratal mustekim.

119.

Sonradan gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık.

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ

Ve terekna aleyhima fil ahirin.

120.

Musa'ya ve Harun'a selam olsun.

سَلَامٌ عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ

Selamun ala musa ve harun.

121.

Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.

إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ

İnna kezalike neczil muhsinin.

122.

Çünkü onlar mü'min kullarımızdan idiler.

إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ

İnne huma min ibadinel mu'minin.

123.

Şüphesiz İlyas da peygamberlerden idi.

وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنْ الْمُرْسَلِينَ

Ve inne ilyase le minel murselin.

124.

Hani kavmine şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ

İz kale li kavmihi e la tettekun.

125.

(125-126) "Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakarak "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?"

أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ

Eted'une ba'len ve tezerune ahsenel halikin.

126.

(125-126) "Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakarak "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?"

وَاللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ

Allahe rabbekum ve rabbe abaikumul evvelin.

127.

Onu yalanladılar. Bu sebeple onlar (cehenneme) götürüleceklerdir.

فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ

Fe kezzebuhu fe inne hum le muhdarun.

128.

Ancak Allah'ın ihlaslı kulları başka.

إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ

İlla ibadallahil muhlasin.

129.

Sonradan gelenler içerisinde ona güzel bir ad bıraktık.

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ

Ve terekna aleyhi fil ahirin.

130.

İlyas'a selam olsun.

سَلَامٌ عَلَى إِلْ يَاسِينَ

Selamun ala ilyasin.

131.

Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.

إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ

İnna kezalike neczil muhsinin.

132.

Çünkü o bizim mü'min kullarımızdandı.

إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ

İnnehu min ibadinel mu'minin.

133.

Şüphesiz Lut da peygamberlerdendi.

وَإِنَّ لُوطًا لَّمِنَ الْمُرْسَلِينَ

Ve inne lutan le minel murselin.

134.

(134-135) Hani biz onu ve geride kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın (kafir olan eşi) dışında bütün ailesini kurtarmıştık.

إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ

İz necceynahu ve ehlehu ecmain.

135.

(134-135) Hani biz onu ve geride kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın (kafir olan eşi) dışında bütün ailesini kurtarmıştık.

إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ

İlla acuzen fil gabirin.

136.

Sonra da diğerlerini yok ettik.

ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ

Summe demmernel aharin.

137.

(137-138) Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. Hala düşünmeyecek misiniz?

وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِم مُّصْبِحِينَ

Ve innekum le temurrune aleyhim musbihin.

138.

(137-138) Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. Hala düşünmeyecek misiniz?

وَبِاللَّيْلِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

Ve bil leyl, e fe la ta'kılun.

139.

Şüphesiz Yunus da peygamberlerdendi.

وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ

Ve inne yunuse le minel murselin.

140.

Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti.

إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ

İz ebeka ilel fulkil meşhun.

141.

Gemidekilerle kur'a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu.

فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنْ الْمُدْحَضِينَ

Fe saheme fe kane minel mudhadin.

142.

Böylece, Yunus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu.

فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ

Feltekamehul hutu ve huve mulim.

143.

(143-144) Eğer o, Allah'ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı.

فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنْ الْمُسَبِّحِينَ

Fe lev la ennehu kane minel musebbihin.

144.

(143-144) Eğer o, Allah'ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı.

لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

Le lebise fi batnihi ila yevmi yub'asun.

145.

Derken biz onu hasta bir halde sahile attık.

فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاء وَهُوَ سَقِيمٌ

Fe nebeznahu bil arai ve huve sakim.

146.

Üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik.

وَأَنبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِّن يَقْطِينٍ

Ve enbetna aleyhi şecereten min yaktin.

147.

Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik.

وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَى مِئَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ

Ve erselnahu ila mieti elfin ev yezidun.

148.

Nihayet onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.

فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ

Fe amenu fe metta'nahum ila hin.

149.

Ey Muhammed! Onlara sor: Kız çocukları Rabbinin de, erkek çocukları onların mı?

فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ

Festeftihim e li rabbikel benatu ve lehumul benun.

150.

Yoksa biz melekleri dişi olarak yaratmışız da onlar şahid mi bulunuyorlarmış?

أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ

Em halaknel melaikete inasen ve hum şahidun.

151.

(151-152) İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk sahibi oldu" diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar.

أَلَا إِنَّهُم مِّنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ

E la innehum min ifkihim le yekulun.

152.

(151-152) İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk sahibi oldu" diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar.

وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

Veledallahu ve innehum le kazibun.

153.

Yoksa Allah kızları erkeklere tercih mi etti?

أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ

Astafel benati alel benin.

154.

Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz!

مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ

Ma lekum, keyfe tahkumun.

155.

Hiç düşünmüyor musunuz?

أَفَلَا تَذَكَّرُونَ

E fe la tezekkerun.

156.

Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var?

أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُّبِينٌ

Em lekum sultanun mubin.

157.

Eğer doğru söyleyen kimseler iseniz getirin (bu delili içeren) kitabınızı!

فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

Fe'tu bi kitabikum in kuntum sadikin.

158.

Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah'ın huzuruna getirileceklerini bilirler.

وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ

Ve cealu beynehu ve beynel cinneti neseba, ve lekad alimetil cinnetu innehum le muhdarun.

159.

Allah, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir.

سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ

Subhanallahi amma yasifun.

160.

Ancak Allah'ın ihlaslı kulları bunlar gibi değildir.

إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ

İlla ibadallahil muhlasin.

161.

(161-163) (Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız, cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz.

فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ

Fe innekum ve ma ta'budun.

162.

(161-163) (Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız, cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz.

مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ

Ma entum aleyhi bi fatinin.

163.

(161-163) (Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız, cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz.

إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ

İlla men huve salil cahim.

164.

(Melekler derler ki:) "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır."

وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ

Ve ma minna illa lehu makamun ma'lum.

165.

"Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız."

وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ

Ve inna le nahnus saffun.

166.

"Şüphesiz biz (Allah'ı) tespih edip yüceltenleriz."

وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ

Ve inna le nahnul musebbihun.

167.

(167-169) Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: "Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlaslı kullar olurduk."

وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ

Ve in kanu le yekulun.

168.

(167-169) Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: "Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlaslı kullar olurduk."

لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًا مِّنْ الْأَوَّلِينَ

Lev enne indena zikren minel evvelin.

169.

(167-169) Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: "Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlaslı kullar olurduk."

لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ

Le kunna ibadallahil muhlasin.

170.

Fakat (kitap gelince) onu inkar ettiler. Yakında (sonlarının ne olacağını) bilecekler.

فَكَفَرُوا بِهِ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

Fe keferu bih, fe sevfe ya'lemun.

171.

Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti:

وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ

Ve lekad sebekat kelimetuna li ibadinel murselin.

172.

"Onlara mutlaka yardım edilecektir."

إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ

İnnehum le humul mensurun.

173.

"Şüphesiz ordularımız galip gelecektir."

وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ

Ve inne cundena le humul galibun.

174.

O halde, bir süreye kadar onlardan yüz çevir

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ

Fe tevelle anhum hatta hin.

175.

Gözetle onları, yakında onlar da görecekler.

وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ

Ve ebsirhum fe sevfe yubsirun.

176.

Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar?

أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ

E fe bi azabina yesta'cilun.

177.

Fakat azabımız onların yurtlarına indiğinde, o uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur!

فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاء صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ

Fe iza nezele bisahatihim fe sae sabahul munzerin.

178.

Ey Muhammed! Bir süreye kadar onlardan yüz çevir.

وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ

Ve tevelle anhum hatta hin.

179.

(Bekle ve) gör. Onlar da yakında görecekler.

وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ

Ve ebsir fe sevfe yubsirun.

180.

Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir.

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ

Subhane rabbike rabbil izzeti amma yasifun.

181.ayete git

Peygamberlere selam olsun.

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ

Ve selamun alel murselin.

182.

Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Vel hamdu lillahi rabbil alemin.

Kaynak: Diyanet İşleri  Başkanlığı / Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali

Facebook Yorumları