menu
ÇANAKKALE ZAFERİ
ÇANAKKALE ZAFERİ
Haftanın Vaazı.. 17.03.2023 Tarihli "Çanakkale Zaferi" konulu Haftanın Vaazı sitemize yüklenmiştir.

Çanakkale Zaferi

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلٖيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثٖيرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِؕ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِرٖينَ

 “Nice az birlik vardır ki, Allah’ın izniyle sayıca çok birliği yenmişlerdir, Allah sabredenlerle beraberdir” dediler. (Bakara,2/249)  

Milletlerin tarihlerinde savaşlar, barışlar, zaferler, felaketler ve mutluluklar gibi o tarihi şekillendiren çok önemli olaylar vardır. Meydana gelen bu olayların çapı, büyüklüğü de o milletlerin büyüklüğüyle doğru orantılıdır. Büyük milletlerin felaketleri de saadetleri de büyüktür. Çanakkale muharebeleri ve Kurtuluş Savaşı da, tarihi şan ve şerefle dolu olan milletimizin en önemli zaferlerinden biridir.

I. Dünya Savaşı’nın bir cephesi olarak 1915 Çanakkale Savaşları, ülkemizde ve gönül coğrafyamızda yaşayan herkesin zihninde özel çağrışımlar yapar. Zira bu cephe gerek savaş sırasında yaşananlar gerekse savaşın sonuçları itibarıyla Türk ve Dünya tarihinde iz bırakmış olayların başında gelir.

Dünyadaki beş önemli boğazdan iki tanesi ülkemizdedir. İstanbul ve Çanakkale boğazları. Tarih boyunca boğazlar, ticari, siyasi ve askeri bakımdan stratejik öneme haiz olan yerler olmuştur.

Çanakkale Boğazı o gün neden bu kadar önemli idi? Çünkü Çanakkale Boğazı’nı geçmek, İstanbul'u ele geçirmek, Osmanlı Devleti'ni savaş içinde çökertmek İtilaf Devletleri'nin ilk amaçları idi. Diğer amaçları ise müttefikleri Rusya'ya yardımda bulunmak, silah ve cephane sağlamak, bunlara karşılık, Rusya'dan da gıda maddesi temin etmekti. Ayrıca, Boğazların ele geçirilmesi ile Süveyş Kanalı ve Hint yolu üzerindeki Osmanlı Devleti'nin baskısı kalkacak, Balkan Devletlerinin İtilaf Devletleri yanında yer almaları da böylece mümkün olacaktı.

Çanakkale kolayca geçilince hem Osmanlı İmparatorluğu'nun işi bitecek ve "Doğu Sorunu" çözümlenecek, hem de Boğazlar üzerinden Rusya'ya ihtiyacı olan silah, cephane, malzeme gönderilerek, Almanya iki ateş arasına alınacak ve savaş kısa zamanda Almanya’nın tarafında olanlar için yenilgisiyle sonuçlanacaktı. Gerekirse Ruslar'ın da Karadeniz kıyılarına asker çıkartması sağlanarak İstanbul teslim alınacaktı.

Atalarımız Çanakkalede ,altı yüz yıldır yaşadıkları bu topraklardan kendilerini atmak ve Anadolu’dan söküp çıkarmak isteyen, dünyanın en güçlü devletlerinin donanmalarına ve Akif’in de “ Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela…” diyerek veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, dünyanın dört bir tarafından bu amaçla toplayıp getirdikleri ordularına karşı, insanlık tarihinde eşi benzeri az bulunur bir mücadele sergilemişlerdir.

Bundan dolayıdır ki, Çanakkale’yi bizzat yaşayarak harbin destanını yazan ve bu destanla o büyük zaferi, gelecek nesillerin zihinlerinde ölümsüzleştiren İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale’de çarpışarak şehit düşen Mehmetçiklerimizin kahramanlıklarını dile getirirken onlara şöyle seslenmekten kendini alamamıştır: …

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak anlı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîdi.

Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.

Evet, Akif Çanakkale’de çarpışan askerleri, İslam tarihinin en güzîde, en seçkin, en fedakâr askerleri olan Bedir ashabına benzetmiştir. Çünkü o gün Bedir’de Hz. Peygamber’in yanında bulunan bir avuç Ashâb-ı kirâm, kendilerinden, maddi yönden mukayese edilemeyecek ölçüde, kat kat daha güçlü, mağrur düşman karşısında kahramanca savaşmış, İslam’ı ve yeni oluşmaya başlayan İslam devletini korumuşlardır. Böylece Cenab-ı Hakkın;

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ بِبَدْرٍ وَأَنتُم أَذِلَّةٌ فَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Andolsun ki Allah size, zayıf ve çaresiz iken Bedir’de de yardım etmişti. Allah’a isyandan sakının ki şükretmiş olasınız.” (Al-i İmran,3/123) ayetine muhatap olmuşlardır.

Çanakkale’de çarpışan atalarımız, maddi açıdan kendilerinden kat kat üstün ve güçlü düşman ordularına karşı, mukaddes toprakları düşmanlara çiğnetmemiştir. İmanlı ellerde heybetle duran sancak ve göklerde şerefle dalgalanan al bayrak inmemiş, şahadetleri dinin temeli olan Ezan-ı Muhammed-i dinmemiştir. Bedir ruhuyla mücadele eden kahraman mücahitler İslam’ı ve onun izzetini yere düşürmemişlerdir.

Zira o gün düşman orduları Çanakkale’yi geçebilselerdi bu gün bizler, değil İstanbul’da belki Anadolu’da da olmayacaktık. Ecdadımız Çanakkale’de verdikleri mücadeleyle sadece İstanbul’u değil Kudüs’ü, Medine’yi, Mekke’yi hatta bütün İslam dünyasını korumuşlardır.

Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen, tesirleri halâ devam etmekte ve tazeliğini korumakta olan bu savaşlar, asil milletimizin ruhunda, her Müslüman Türk ailesinde ve ocağında ulvî duygular uyandırmıştır.

Çanakkale Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında 18 Mart 1915 tarihinde başlamış, 9 Ocak 1916 yılında büyük bir zaferle sonuçlanmıştır. Nedenleri ve sonuçları ile Çanakkale Savaşı dünya tarihine adını altın harflerle yazdırmış en önemli muharebelerden biridir.

1914 yılına gelindiğinde İngiltere için Osmanlı yıkılması gereken bir devlet, varlığı paylaşılması gereken bir ganimet, Müslüman Türk Milleti de yok edilmesi gereken zararlı bir millettir. İşte bu niyet için İngiltere 1915 Şubatında Çanakkale'ye gelmiştir. Bir solukta Boğazı geçerek, Balkanlarda Türk varlığını silecek, devleti sükût ettirecek, gerekirse Türk başkenti İstanbul' u tarumar edecekti. Fakat tasarlanan olmadı. Dünyanın en büyük donanması, Çanakkale' de hayalinden geçirmediği bir mukavemetle karşılaştı. İnanılmaz şeyler oldu, hesap bozuldu. İngiliz gücü Çanakkale'den geri döndü. Akan şehit kanlarıyla koca bir milletin bekası sağlandı.

Başka bir ifade ile iman ve vatan sevgisi dolu göğüslerini düşmanın güçlü askerlerine karşı siper edip; "Buradan geçemezsiniz!" diye kükreyen Mehmetçik, fennin ve tekniğin en son buluşlarından dev gülleleri, havadan yağan kızgın çelik ve ateş sağanağını iman ve cesaret dolu göğsünde söndürmüştür. Çanakkale'de Doğulusu ve Batılısıyla düşmana karşı el ve gönül birliği içerisinde karşı koyan bu millet, aziz ülkemiz için geçmişte olduğu gibi bugün de planlanan oyunların farkındadır.

Dünyayı yenenlerin ve yenilmez sanılanların yenildiği Çanakkale, dünya tarihinde Türk Milletinin hafızasında abideleşen, efsaneleşen ve destanlaşan bir büyük zaferdir. Dünya tarihinde hiçbir savaş gösterilemez ki, metre karesine 6000 mermi düşmüş ve hakkında en çok kitap yazılmış olsun.

Çanakkale’de dünyanın devleri, Türk’ün iman ve azim barajına toslayıp alabora olunca, bütün Avrupa kamuoyu ve dolayısıyla tüm dünya adeta şok olacaktır.

İşte Çanakkale’nin ihtişamı da bu noktada düğümlüdür. (M.Turan, Destanlaşan Çanakkale, s.161.)

Her karış toprağı şehit kanıyla sulanan Çanakkale Savaşı, sıradan bir savaş değildir. Nice erlerin din, vatan, namus ve bütün mukaddesat uğruna, ezan dinmesin, bayrak inmesin, vatan bölünmesin diyerek canını seve seve feda ettiği yerdir. Akif’in ifadesiyle;

Âsım’ın nesli... diyordum ya.. nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi vatanını çiğnetmeyecek

Şühada gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

O, Rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,

Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor;

Bir hilal uğruna, Yâ Rab ne güneşler batıyor!

Ölümün Allah’a kavuşmak olduğuna inanan bir milleti, hiçbir güç durduramazdı. Şehit olma uğruna anadan, yardan ve serden geçen ecdadımız, nice ulvi makamlara ereceğinin müjdesiyle muştulanmıştı. Nitekim şehitlik konusunda Rabbimiz şöyle buyurmuştu;

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتاً بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler. (Şehitler) Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın, mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler. (Ali-İmran,3/169-171) ayetin tefsirinde Peygamberimiz (s.a.v) şu hadisi şerifle konuyu açıklamıştır;

Şehitlerin ruhları, yeşil kuşlar şeklinde cennette diledikleri gibi dolaşırlar. Daha sonra, Allah’ın arşına bağlı kandillere konarlar. Onlar bu durumda iken Allah onlara, “Dileyin benden ne dilerseniz!’ der. Şehitler, 'Rabbimiz! Ne isteyebiliriz ki, cennetin her yerini dilediğimiz gibi dolaşıyoruz!' derler. Mutlaka bir şeyler istemeleri konusunda teklif gelince onlar söyle derler. 'Ruhlarımızı cesetlerimize tekrar geri gönder. Senin yolunda ölelim.' Bunun dışında bir şey istemedikleri görülünce artık onlara bir şey sorulmaz.” (İbn Mace, Cihad, 16;. Müslim, İmare, 121)

Şehitlik makamının ne kadar ulvi bir makam olduğunu bildiren Allah Resulü bir başka hadislerinde ise şehitlerin cennetteki durumlarını şöyle tasvir etmiştir;

ما أَحدٌ يدْخُلُ الجنَّة يُحِبُّ أنْ يرْجِعَ إلى الدُّنْيَا ولَه ما على الأرْضِ منْ شَيءٍ إلاَّ الشَّهيدُ ، يتمَنَّى أنْ يَرْجِع إلى الدُّنْيَا ، فَيُقْتَلَ عشْرَ مَرَّاتٍ ، لِما يرى مِنَ الكرامةِ

"Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister. (Buhari, Cihad, 21; Müslim, İmaret, 109-1877)

Düşmanlarımızın da itiraf etmek mecbûriyetinde kaldığı üzere, Çanakkale muharebelerinde akılla izah edilemeyen pek çok olay vukû bulmuştur. Mâna âlemindeki yardım ve ihsanların da devreye girdiği, müslim ve gayrimüslim pek çok insanın tanıklıklarıyla ortaya çıkmıştır.

Nitekim Koca Seyit’in yaşadıkları, Çanakkale savaşlarının en ibret verici hatıralarından birisi olarak tarih kitaplarına geçmiştir. Hadise kısaca şöyle anlatılmaktadır;

Rumeli Mecidiye Tabyası, korkunç bir düşman saldırısı neticesinde neredeyse tamamen imha edilmişti. Cephaneliğin büyük kısmı havaya uçmuş, on altı topçumuz şehit olmuştu. Koca tabyadan ayakta kalabilen bir yüzbaşı, iki nefer, bir de vinci kırılmış, ağzına mermi alamayan tek bir top idi.

Yüzbaşı, etraftaki birliklere durumu haber vermek için uzaklaşmıştı ki, erlerden Koca Seyyid, denizin üzerinde ateş ve ölüm püskürerek ilerleyen düşman gemilerine bakarak derin derin içini çekti. Ellerini yüce Allah’a kaldırdı ve:

Ya Rab! Ey kudret sahibi Allah’ım! Bana şu an öyle bir kuvvet ver ki, hiçbir kulun benden daha güçlü olmasın!” diyerek Rabbine sığındı, O’ndan yardım istedi.

«لَاحَوْلَ وَلَاقُوَّةَ اِلَّا بِاللهِّٰ» dedi.

Sonra birden “Yâ Allah!” diye haykırdı ve arkadaşının hayret ve şaşkınlık dolu bakışları arasında 215 okkalık (yaklaşık 276 kiloluk) mermiyi kavrayıp kaldırdı. Demir basamakları üç kez inip çıktı. Göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtıları duyuluyordu.

Allâh’ım! Benden kuvvetini esirgeme!” duasına devam ediyordu.

Nihâyet topun ağzına sürdüğü meşhur üçüncü mermiyle savaşın kaderi değişti. İngilizler’in “Oşin” isimli zırhlı gemisi vurulmuş ve denizin üzeri cehennemî bir aleve bürünmüştü.

Hadiseyi öğrenip Cenâb-ı Hakk’a şükreden Cevat Paşa, Koca Seyyid’i tebrik ederken ondan aynı ağırlıkta bir başka mermiyi tekrar kaldırmasını istediğinde Koca Seyyid, şu cevabı verdi:

Paşam! Ben bu mermiyi kaldırırken gönlüm Allah’ın feyziyle dopdolu ve te’yîd-i ilâhîye mazhar idi. Kendimde bir başkalık hissetmekteydim. Bu ağırlığı kaldıracak bir makama ulaşmışsam, Cenab-ı Hakk’a yaptığım duaların mukabilinde O’nun nusret ve inâyetinin tecellîsi idi ki bu, o âna mahsustur. Şimdi kaldıramam kumandanım; mâzur görün!..”

Seyyid’in bu sözleri üzerine Cevat Paşa:

Evlâdım! Büyük bir iş başardın. Bir mükafat iste benden?” dedi.

“–Kumandanım! Hiçbir talebim yoktur; lakin ben pehlivan yapılı olduğumdan dolayı günde bir somun yetmiyor. Düşman karşısında daha güçlü olmam için emretseniz de bana iki somun verseler!..”

Bu isteğe tebessüm eden Cevat Paşa, onu onbaşılıkla mükâfatlandırdı.

Koca Seyyid’in bu hâli, kalbinin samîmiyet ve saflığını ne güzel bir ifadesidir.

 Çanakkale muharebelerine gönül gözüyle bakıldığı zaman; Mehmetçiklerimizin her türlü menfî şartlara ve maddî yokluğa rağmen, Tevbe sûresi 40. ayette ifade buyrulan, لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ.” (Üzülme, şüphesiz ki Allah bizimle beraberdir.) ilahi fermanından destek alarak bir diriliş mucizesini gerçekleştirmişlerdir.

Nitekim bir âilenin son erkeğini cepheye yollarken; “Oğlum babanı Dimetoka’da, dayını Şipka’da, ağabeylerini Çanakkale’de kaybettim!.. Sen benim son yongamsın, sen de dönmezsen ben artık Allah’a emanetim!.. Eğer minarelerimiz ezansız, camilerimiz Kur’an’sız,  bu millet vatansız ve gök kubbemiz Al-Bayraksız  kalacaksa, git evlâdım  sen de git!..” demiş,  mübarek analar, çilekeş nineler, cephe gerisindeki yetim kızlar, öksüz  çocuklar, dul kalan gelinler ve beli bükülmüş dedeler; bu din ve bu  vatan uğrunda tarifsiz ne büyük acılarla büyük bir imtihandan geçmişlerdir.

Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmuştur;

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ

“ Ey iman edenler! Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.”(Muhammed, 47/7) Ayet-i Kerime’de açıkça vadedilen müjdenin ilahi nusret olarak Çanakkale Savaşında tecelli ettiği görülmüştür.

İngiliz Ordu Kumandanı Orgeneral Hamilton, acziyetini ifade ederken: “Çanakkale’de bizi Türklerin maddi gücü değil, manevi gücü mağlup etmiştir. Çünkü Onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz gökten inen güçleri müşahede ettik!” demiştir. (Mustafa Turan, Destanlaşan Çanakkale, 9)

Bu İlâhî yardıma bizzat şahit olanlardan birisi de İngiliz Denizcilik Bakanı Winston Churcill’dir. Churcill, savaş sonrası, Çanakkale’de  niçin mağlup oldukları hakkında “Bunca teknolojiye rağmen Türklere nasıl yenilirsiniz?” diye sorguya çekildiğinde mahkeme heyetine;  “Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türklerle değil, Allah ile savaştık!.. Tabiî ki yenildik!”demiştir. (Vehbi Vakkasoğlu, Bir Destandır Çanakkale, 8)

Düşman kumandanlarının bu itirafları yapmalarına sebep olan, Çanakkale harbinde yaşanan, Cenab-ı Hakkın nusret ve inayetiyle açıklanabilecek ulvi hadiselerdir.

Çanakkale Savaşındaki mücahitler, ön siperlerdeki bütün askerlerin şehit olduklarını gördükleri halde, az sonra kendilerinin de hayatını kaybedip şehit olacaklarını bildikleri halde dualar okuyarak şehadete yürümüşlerdir. Öyle ki askerlerimizin, ölmeden kendi cenaze namazlarını kıldırma sahnesi, Çanakkale Harbi dışında, İslâm’ın hiçbir cihadında ve Türk tarihinin hiçbir muharebesinde görülmemiştir.(Mustafa Turan, Destanlaşan Çanakkale, s.120) Onun için Akif, Çanakkale şehitlerini; şühedaya emsalsiz bir makam olan Peygamberimiz (s.a.v.)’in şefaatine layık görerek;

 “Ey şehîd oğlu şehîd isteme benden makber,

  Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber!” demiştir.

 Öyleyse millet olarak yapmamız gereken en önemli husus; “Çanakkale rûhunu yaşamak, yaşatmak ve geleceğe taşımak”tır. Öyleyse Çanakkale'yi tarihi arka planıyla idrak etmeliyiz. Güç ve kuvvet kaynağımızın neler olduğunu, cihâna nasıl hükmettiğimizi, doğru bir bakış açısıyla değerlendirmeliyiz. Mü’mine has bir ferâset ve millî tarih şuuruyla hayatımıza son vermeliyiz.

Milletlerin bekası açısından milli tarih şuuruna sahip olmanın, ne kadar elzem olduğunu, Turgut Özal döneminde yaşanan bir hâtıradan öğrenmekteyiz.

Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde bir grup Japon Eğitim Uzmanının Türk Eğitim Sistemini inceleyerek bir rapor sunması istenir. Eğitim sistemimizi inceleyen Japon Uzmanlar, Özal’ın bürokratlarının da hazır bulunduğu bir ortamda raporlarını sunar ve sonuç olarak şunu söylerler: “Sizin eğitim sisteminizde milli ruh yok!

Turgut Özal’ın “Nasıl?”sorusu üzerine şu açıklamayı yaparlar:

Biz Japonya’da okula başlayacak çocuklarımıza milli ruh şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir, ülkemizin gücünü gösteririz. Sonra da bu yavrularımızı alır Hiroşima ve Nagazagi’ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir ve deriz ki: “Eğer siz çalışmaz, bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmazsanız, sonunuz böyle olur.”

Özal’ın bürokratlarından biri atılır: “Ama bizim Hiroşima’mız yok ki!” der.

Japon Uzmanın cevabı tokat gibidir: “Sizin Çanakkale’niz on Hiroşima eder!

Çünkü Japon Eğitim Uzmanları Çanakkale gerçeğini biliyorlardı.

Çünkü Çanakkale, ölüm ilanı verilen bir milletin, bu ilanı sahipleriyle birlikte denizin derinliklerine gömdüğü yerdir.

Çünkü Çanakkale, kendisine kurşun sıkan ve orada ölen düşman askerlerini bile bağrına basan bir yiğitliğin, hiçbir yerde eşi ve benzeri olmayan tek örneğidir.

Nitekim Yıl 1957’de Çanakkale harbine katılan Josef Miller isimli bir Anzak, yakalandığı kanser hastalığı sebebiyle Amerika’da hastanede bir Türk doktoru tarafından tedavi edilmekteydi. Bunu öğrenen yaşlı Anzak, Türk doktora:

Tarihin cilvesine bakın ki, Çanakkale’de ölmek üzereyken beni tedavi edenler Türkler idi. Şimdi de yıllar sonra bir Türk’ün elinde tedavi görüyorum...” dedi.

Ardından kendilerinin nasıl kandırılarak Çanakkale harbine getirildiklerini anlattı. Sonra gözleri doldu ve hiç unutamadığı bir hâdiseyi şöyle nakletti:

Sahip olduğumuz bütün teknolojik imkanlara ve sayı üstünlüğüne rağmen Türkler’in cesaret ve gayretleri karşısında durmadan geri püskürtülüyor, tekrar taarruz ediyorduk. Bu taarruzlardan birinde başımdan yediğim şiddetli bir dipçikle yaralanıp bayılmışım. Kendime geldiğimde Türkler’in arasında olduğumu anladım. Önce çok korktum. Çünkü İngilizler, bize Türkler’i çok vahşî ve barbar insanlar olarak tanıtmıştı. Fakat iyice kendime gelince gördüm ki, yaralarımı sarmış, beni tedavi etmişler. Hiç birinin yüzünde bana karşı öfke yoktu. Üstelik bana çantalarındaki yiyeceklerden ikram ettiler. İyi biliyordum ki, yiyecekleri yok denecek kadar azdı. Şok derecesinde bir şaşkınlık yaşadım. Burada adeta bir misafir gibiydim. Artık içimden «Yazıklar olsun bana! Yazıklar olsun yalancı İngilizler’e!» diyordum. Nihâyet serbest bırakıldım ve memleketime döndüm...”

Yaşlı Anzak ağlamaya başlamıştı. Türk doktorun adını sordu. “Ömer” cevabını alınca, yıllardır karar verdiği, fakat bir türlü bir vesile bulup da ortaya çıkaramadığı bir niyetle yatağından doğruldu. Bir müddet Doktor Ömer Bey’in yüzüne dalgın dalgın baktı. Sonra derin bir nefes alarak o âna kadar tadamadığı bir haz ve vecd içinde:

“–Evlâdım! Ne güzel bir ismin var! Şimdiden sonra benim adım da Ömer olsun; Anzaklı Ömer olsun!..” dedi.

Ardından, kendisini büyük bir şaşkınlık içerisinde dinleyen Ömer Bey’e tekrar seslendi:

“–Müslüman olmak istiyorum!..”

Doktor Ömer Bey’in yardımıyla kelime-i şehâdet getirdi. Sonra bir tesbih ve seccâde ricâ ederek şöyle dedi:

“–Evlâdım! Ben bunları sizin dedelerinizde görmüştüm. Onlar, harbin en zor anlarında iken, hatta ölüme adım atarlarken bile dillerinden Allâh’ın zikrini düşürmüyorlardı. Onlar, tesbihlerini çekerken, yüzlerinde bambaşka hâller ve güzellikler sezerdim. Ömrümün şu son günlerinde ben de o hâli yaşamak istiyorum...”

O, gücü yettiği kadar dinini de Doktor Ömer Bey’den öğrenme gayretiyle son günlerini manevî bir haz ve neşe içinde geçirdi. Yaklaşık bir-iki ay sonra da elinde tesbih Allâh’ın ismini zikrede ederek rûhunu Rabbine teslim etti. (Mustafa Turan, Destanlaşan Çanakkale, s.113)

Çanakkale rûhu, esaret nedir bilmeyen bir milletin destansı bir vatan savunmasıyla ölüm korkusunu öldüren gerçeği tüm dünyaya öğrettiği yerdir.

Çanakkale muharebelerinde kumandanlık yapmış ve yaralanmış olan emekli bir subay, hâtırâtında şöyle anlatıyor:

Çanakkale Harbi’nin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, yine zaferimiz ile neticelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muharebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum.

Bir aralık, yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ızdırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isabetle hemen hemen tamamen kopacak hale gelmişti ve elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası tutuyordu. Ali Çavuş dişlerini sıkarak acısını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:

Şunu kesiver kumandanım!” dedi.

Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki, gayr-i ihtiyari çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürpertici vazifeyi yaparken de:

Üzülme Ali Çavuş, Allah vucûduna sağlık versin!” diye moral vermeye çalışıyordum.

Çok geçmeden Ali Çavuş, yalnız elini değil, vatan uğruna fânî vücûdunu da feda etti. Gözlerini hayata yumarken de:

Vatan sağ olsun! Allah imandan ayırmasın!.. Canım vatana feda olsun!..” cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermişti.

Çanakkale harbindeki îman ordusunun erleri, Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in mânevî terbiyesinde yetişmiş bulunan ashâb-ı kirâmın ahlâkını kendilerine örnek almış ve onların maneviyatına gönül vermiş kimselerdi. Bunlardan biri olan er Hüseyin, çok ağır yaralanmış, tedâvi görmekteydi. Ancak durumu kötüye gidiyordu. O da bunun farkındaydı. Bunun için arkadaşlarının kendisine verdikleri ekmeği eline almış, tam ısırmak üzereydi ki, aniden durakladı.

Can dostlarım! Bu ekmeği benim yemem doğru değildir. Çünkü benim ölümüm iyice yaklaşmış bulunmaktadır. Alın bunu yaşayacak olan yiğitlere verin!..” dedi ve elindeki ekmeği silah arkadaşı Mustafa’ya uzattı.

Ne kadar ısrar ettilerse de, kabul ettiremediler. Nihayet bir müddet sonra bu iman ve ferâgat abidesi müstesnâ şahsiyet, şehitlik makamına erdi.

İşte Çanakkale harbindeki bu sahnede, ancak peygamberlere ve yüksek velilere ait bir keyfiyet olan infakın en üst noktasındaki îsar hali yaşanıyordu.

Tarihteki pek çok ilklerin yaşandığı Çanakkale muharebeleri;. “deniz, kara ve hava savaşları” ilk defa birlikte yapılmıştır. Birkaç yüz dönümlük çok dar bir alanda gerçekleşen cephe savaşlarında yüz binlerce asker göğüs göğüse çarpışmış, Türk Ordusu’nda üç nesil Mehmetçik “dede, oğul ve torun” omuz omuza beraber mücadele etmiştir. Anadolu’daki her üç evden birisinin en az bir şehit verdiği, bir metrekareye 6000 merminin, kilometrekareye 252 ölünün düştüğü kan deryâsı bir ummandır. (İsmail Bilgin, Çanakkale Destanı, 208)

 Öyleyse bizler ve bizden sonraki nesiller mazimizi daima kalbimizde canlı ve diri tutacağız. Şurası unutulmamalı ki mazinin bittiği yerde millet biter, insanlık biter. Millet tarihinden ibarettir. Onu tarihinden sıyırıp atarsanız, geriye sadece insan sürüsü kalır. Milletlerin bekası, hassas, duygulu nesiller yetiştirmekle mümkündür.

Üzerinde yaşadığımız vatan, dünyanın en müstesna ve en güzel toprak parçalarından biridir. Böyle güzel bir coğrafyada yaşamanın da bir bedeli vardır. Yurt edindiğimiz tarihten itibaren, atalarımız bu cennet vatanı müdafaa ve muhafaza etmek için asırlar boyu çok büyük mücadeleler etmiş, yüz binlerce şehit vermiştir.

Çanakkale’de kazanılan zafer, iman, vatan sevgisi, birlik ve beraberlik duyguları, zamanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı koymada en önemli faktörler olmuştur. Bugün de hangi etnik gruba mensup olursak olalım, Çanakkale’de gösterdiğimiz bu birlik, beraberlik ve dayanışmaya milletçe bugün her zamankinden daha çok muhtacız.

Çanakkale ruhu milletimizin mayasını oluşturan ruhtur. Bu ruh, dinin vatanın, namusun, bayrağın kısaca bizi biz yapan değerlerin en zor şartlarda bile feda edilmeyeceğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu ruhu yaşattığımız müddetçe ulaşamayacağımız hiçbir hedef, başaramayacağımız hiçbir iş, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir mesele kalmayacaktır.

Yüce Rabbimiz, canlarını ortaya koyarak bu cennet vatanı bizlere emanet eden bütün şehit ve gazilerimize rahmet eylesin. Ruhları şâd olsun..

VAAZI İNDİR

Hazırlayan

Abdullah YILMAZ / Erenler İlçesi Uzman Vaizi

Facebook Yorumları