okunma
Dille İşlenen Cinayet ; Gıybet | Salih SAYIN [Haftanın Sohbeti]
Dille İşlenen Cinayet: Gıybet
Yüce dinimiz İslam, insanlar için en güzel ahlâki ilkeleri getirmiştir. Bununla beraber her türlü çirkin ahlâki davranışları da yasaklamıştır. İnsan güzel ahlâki ilkelere uyduğunda dünya ve ahirette huzuru elde eder, kötü ahlâklı olunduğunda ise Allah’ın ve insanların hoşnutluğunu kaybeder.
Kur'an’ı Kerimde, Rabbimiz Peygamberimiz (sav)’in ahlakını biz müminlere şöyle anlatır:
وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
“Sen yüce bir ahlâk üzeresin.’’ (Kalem,68/4)
Peygamberimiz (sav) de bir hadislerinde şöyle buyurur:
بُعِثْتُ لاِتَمِّمَ مَكَارِمَ الاخْلاَقِ
“Ben ahlâkî prensipleri tamamlamak üzere gönderildim.’’ (Müsned, II, 381)
Yüce dinimiz, kötü bir ahlaki özellik ve dilin afeti olan gıybet etmeyi yasaklamış ve haram kılmıştır.
Mevla’mız bu hususta Kur'an’ı Kerimde bizlere şöyle buyurur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 49/12)
Sevgili Peygamberimiz, ayıpları dile getirmek yerine örtmeyi emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
يَا مَعْشَرَ مَنْ آمَنَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يَدْخُلِ الإِيمَانُ قَلْبَهُ لاَ تَغْتَابُوا الْمُسْلِمِينَ وَلاَ تَتَّبِعُوا عَوْرَاتِهِمْ فَإِنَّهُ مَنِ اتَّبَعَ عَوْرَاتِهِمْ يَتَّبِعِ اللَّهُ عَوْرَتَهُ وَمَنْ يَتَّبِعِ اللَّهُ عَوْرَتَهُ يَفْضَحْهُ فِى بَيْتِهِ
“Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayınız ve onların gizli hâllerini araştırmayınız. Çünkü her kim onların gizliliklerini araştırırsa Allah da onunkileri araştırır. Allah kimin gizli hâllerini araştırırsa onu (kendisini güvende hissettiği) evinde bile rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35)
Ayet ve hadislerde yasaklanan üç davranış sûizan, tecessüs ve gıybet aralarındaki irtibattan dolayı peş peşe zikredilmiştir. Çünkü kesin bilgiye dayanmayan sûizan, insanı tecessüse, tecessüs de gıybete götürür. Bir kimse hakkında sûizan besleyen birisi bu kötü düşüncesini temellendirmek için o kimsenin gizli hallerini araştırmaya başlar. Kusur arayan mutlaka bulur. Daha sonra öğrendiği olumsuz durumları sağda solda paylaşıp gıybet etmeye başlar. Bu davranışının ne kendisine ne de gıybetini yaptığı kimseye faydası olmaz.
Gıybet, insanoğlunun dilinden çıkan, kendisine dünya ve ahirette sıkıntı veren zararlı bir hastalıktır.
Gıybet kelimesi, sözlükte "uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak” gibi anlamlara gelir.
Dinî bir terim olarak ise bir kimsenin gıyabında, duyduğu zaman hoşlanmayacağı şeyleri incitici, küçük düşürücü söz ve davranışlarla anlatmak demektir.
Peygamberimiz (sav) gıybeti bizlere şöyle tarif eder:
“Gıybet nedir, bilir misiniz?” Allah ve Resulü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber (sav): "Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır” buyurdu. Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu. "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa o zaman ona iftira ettin demektir” buyurdu. (Müslim, Birr, 70)
İslâm’da, insan haklarının en önemlilerinden biriside kişiliğin dokunulmazlığı ilkesidir.
Bir kimsenin gıyabında gerek şahsıyla ilgili maddî, mânevî, dünyevî, uhrevî, ahlâkî ve dinî kusurlarından söz edilmesi gerekse çocukları, ebeveyni ve diğer yakınlarının kusurlarının anlatılması gıybettir.
Konuşulanların gıybet olarak değerlendirilmesinde esas olan; hakkında konuşulan kişinin o vasıfları taşıyıp taşımaması değil, hoş olmayan bir şekilde insanın arkasından konuşulup faydasızca çekiştirilmesidir.
Allah Rasûlü, gıybet konusunda oldukça titiz davranmış ve ismini zikrederek kimse hakkında kötü konuşmamıştır. Bunun yerine, insanların olumsuz davranışlarını gördüğü zaman onları düzeltmek için “İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle yapıyorlar?” gibi genel ifadeler kullanmıştır. (Ebû Dâvûd, Edeb, 5)
Peygamberimiz (sav) insanların arkalarından konuşarak gıybet etmeyi yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Ashâbımdan birisi, bir kimseden bana (beni rahatsız edecek) bir şey iletmesin. Zira ben sizin karşınıza (hakkınızda her türlü güvensizlikten) salim olan bir kalple çıkmayı arzu ediyorum.”
(Ebû Dâvûd, Edeb, 28)
Koğuculuk ise birkaç kişi arasında gerçekleşebilen gıybet fiilinin sınırlarını genişletme ve daha fazla kişiyi gıybete ortak etme faaliyetidir. Bu yönüyle gıybetten daha tehlikeli bir davranıştır.
Peygamberimiz (sav) laf taşıyanlar hususunda bizleri şöyle uyarmıştır:
لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ نَـمَّامٌ لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّة َقتات
“Nemmâm cennete girmeyecektir” “Kattât cennete giremeyecektir.” (Buhari, Edeb 50)
Bu hadisi şerifte geçen “kattât” ve “nemmam” kişiler arasında söz taşıyan kimseler demektir.
Koğuculuk yapan, insanların arasını bozmak ve aralarında düşmanlık yaratmak için doğru veya yanlış olan her sözü taşır ve hoş olmayan durumları açıklar. İnsanın ruhuna işleyen, vicdanını körelten bu davranış, alışkanlık hâline getirildiğinde artık kişi bundan rahatsızlık da duymaz ve dedikodudan zevk almaya başlar.
Rabbimiz bu hususta Tebbet süresinde şöyle buyuruyor:
وَامْرَأَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ
“Dedikodu yapıp söz taşıyan karısı da (ateşe girecek) (Tebbet,111/4)”
Burada sözü edilen kadın; Ebû Leheb’in karısı, Harb’ın kızı ve Ebû Süfyân’ın kız kardeşi Ümmü Cemîl Avrâ’dır. Bu kadına, insanların arasını bozmak amacıyla laf götürüp getirdiği ve Hz. Peygamber’i maddî sıkıntısı sebebiyle aşağıladığı için mecazi anlamda hammâlete’l-hatab “Dedikodu yapıp söz taşıyan...” denmiştir. Çünkü Araplar laf taşıyanlara hammâlete’l-hatab derlerdi. (Kur'an Yolu Tefsiri C:5 S: 710-712)
GIYBET ÇEŞİTLERİ
Gıybetin en önemli özelliği; bir kişinin, hakkında bilgi sahibi olmadığı bir konuda ileri geri konuşmasıdır. Bir insanın bilgisi tam olmayan bir konuda konuşması ise onu hataya ve günaha sürükler.
Allah’ü Teâlâ bir ayette bizlere şu tavsiyede bulunmaktadır:
وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, hepsi, yaptıklarından sorumludur.” (İsra,17,36)
Rasûlullah (sav) da bu hususta şöyle buyurmuştur:
كَفَى بِالْمَرْءِ إِثْمًا أَنْ يُحَدِّثَ بِكُلِّ مَا سَمِعَ
“Kişiye günah olarak her duyduğunu söylemesi yeter.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80)
1-Dil ile gıybet
Bir kimsenin kusur ve noksanını dil ile söylemektir. Meselâ; Falanca çokça zayıftır, şişmandır, uzundur, kısadır, gururludur, kibirlidir, yalancıdır, faizcidir, kumarcıdır, tembeldir ve beceriksizdir vb. demektir.
Kuran-ı Kerimde Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur:
وَقُل لِّعِبَادِي يَقُولُواْ الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ الشَّيْطَانَ يَنزَغُ بَيْنَهُمْ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلإِنْسَانِ عَدُوًّا مُّبِينًا
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra, 17/53)
Dil, yapmış olduğu işler bakımından bedenimizdeki çok önemli organlarımızdan biridir. Nitekim iyi bir şeyin veya kötü bir şeyin ifade edilmesi dil iledir. Sevgi sözcükleri de nefret sözcükleri de hep dilden dökülür. İnsanların gönlünü almanın da onların gönlünü yıkmanın en kolay yolu dil ile yapılır.
Sahabeden Süfyân b. Abdullah (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Elçisi! Bana sımsıkı sarılacağım bir amel söyle" dedim. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol.”
“Ey Allah'ın Elçisi! Hakkımda korkacağın şeyin en tehlikelisi nedir?” dedim.
“Mübarek dilini (eliyle) tuttu sonra “İşte budur” dedi. (Tirimizî, Zühd, 60)
2-Kalp ile gıybet
Gözüyle görmediği, kulağıyla duymadığı ve kesin olarak bilmediği bir konuda bir kimse hakkında sûizan beslemek ve kötü düşüncelere sahip olmaktır. Kalp ve dilin önemini şu kıssa çok güzel bir şekilde anlatıyor.
HZ. LOKMAN, hikmet sahibi büyük bir hakîm ve tıbbın inceliklerini çok iyi bilen mahir bir hekim olduğu için ona, Lokman Hakîm ya da Lokman Hekim derlerdi. Günlerden bir gün efendisi bir koyun getirdi ve ona, “Şu koyunu kesiver” dedi. Hz. Lokman (a.s.) da koyunu kesti. Efendisi, “Şimdi o koyunun en iyi iki organını getir” dedi. Hz. Lokman gitti ve dil ile kalbi çıkarıp getirdi. Efendisi, “Bu koyun etinin içinde bunlardan daha iyi parçası olan yok mu?” diye sordu. Lokman (a.s.): “Hayır” diye cevap verdi. Efendisi bir müddet sustuktan sonra yine bir koyun getirdi ve “Şu koyunu bizim için kesiver” dedi. Hz. Lokman o koyunu da kesti. Efendisi bu kez, “Şimdi de ondaki en kötü, en işe yaramaz iki organı getir” diye emretti. Hz. Lokman yine dil ve kalbi çıkarıp getirdi. Bu duruma şaşıran efendisi merakla sordu: “Sana, ondaki en iyi iki organı getir diye emrettim. Sen bana dili ve kalbi getirdin. Onun en kötü, en işe yaramaz iki organını getir diye emrettim. Yine bu ikisini getirdin. Bunun anlamı nedir?” Lokman Hekim şu hikmet dolu cevabı verdi: “İyi oldukları zaman onlardan daha iyisi, kötü oldukları zaman onlardan daha kötüsü yoktur.”
3-Göz, el ve işaretle gıybet
Bir kimsenin kötülenmesinde vücut azalarını kullanarak yapılan gıybettir.
Meselâ; el ile kısalığını göstererek, topal topal yürüyerek, gözünü şaşı ederek ve ağzı yüzü eğmek vb. şeylerle başka bir kimsenin taklidini yaparak gıyabında o kişinin onurunu yaralamaktır.
Rabbimiz bu hususta bir ayetinde bizlere şöyle buyurur:
وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ
" Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline! " (Hümeze, 104/1)
Hümeze: İnsanların arkalarından şahsiyet ve namuslarına dil uzatmak, onlarla alay ederek incitmektir.
Lümeze: Yüzlerine karşı insanlara lakap takmak, kaş göz hareketiyle birini hakir görme ve kusur aramaktır.
Kişiyi kızdıran, onun onurunu ve gururunu inciten lakap takmak ve taklit yapmak da gıybettir.
Rabbimiz bu hususta Kur’an’ı Kerimde şöyle buyuruyor:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍ عَسَى أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Ey müminler! bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. Imandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” (Hucurât, 49/11)
Hz. Aişe Validemiz: “Ey Allah’ın Resulü, sana Safiye’deki şu hal (boy) yeter” demiştim.
Bundan memnun kalmadı ve bana şöyle dedi: “Öyle bir kelime sarf ettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı, onu ifsat eder, bozardı.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35)
Hz. Aişe validemiz der ki: “Ben tahkir maksadıyla birinin taklidini yapmıştım. Bana şunu söyledi: “Ben bir başkasını, kusuru sebebiyle, hatta bana karşılık olarak çok dünyalık verilse bile söz ve fiille taklit asla etmem.” (Ebû Dâvud, Edeb,40)
GIYBETİN SEBEPLERİ VE RUHSAT YERLERİ
İnsan, nefsine sahte bir rahatlık ve haz verdiği için gıybet eder ve kalbini bu kötü davranışla kirletir.
Kin ve nefret, sohbet ve yarenlik, itibar yükseltme düşüncesi ve kıskançlık gıybetin sebepleri arasındadır.
İnsan, bazen kasıtlı veya kasıtsız olarak karşısındaki insanı aşağılamak, kötülemek, küçük düşürmek, gösteriş ve büyüklük taslamak maksadıyla onu acıtan sözler söyleyebilir. Sözlerinin muhatabını ne kadar inciteceğini hesaplamaksızın sadece hoşça vakit geçirmek ve güldürmek için onun arkasından konuşabilir.
Gıybete bazı istisnai durumlarda ise ruhsat verilmiştir. Niyetin iyi olması koşuluyla, bazı meşru mazeretler gözetilerek ferde ve topluma fayda sağlayacak ise aleyhte konuşulduğunda bu gıybet sayılmaz.
Mesela: Bir suçluyu ilgili makamlara şikâyet etmek, çevresine zarar veren bir insandan korunmak, birinin yapacağı kötülüğe engel olmak, kötü davranışları ıslah etmek, lakabıyla meşhur olmuş bir insanı tanıtmak, zulüm, haksızlık, fesatçılık, ahlâksızlık gibi tutum ve davranışları hayat tarzı haline getirmiş, günahı alenen işleyen ve bundan utanmayan bir insanı kınamak veya bununla ilgili fetva sormak gıybet olmamaktadır.
GIYBETİN ZARARLARI
Gıybetten korunmak için öncelikle kişinin kendi kusurlarıyla uğraşması gerekir.
Gıybet, kolaylıkla yapılan, zamanla sıradanlaşarak kişiyi rahatsız etmeyen kötü bir hastalıktır.
Gıybet eden kişi söylediği söze pek dikkat etmez. Çok söze yalan karışabilir, çok konuşma kalbe kasvet verebilir, zihni yorabilir, tefekküre mâni olabilir, dinleyenleri usandırabilir. Çok konuşan çok hata eder ve sözün tesirini azaltır. Bu itibarla az, öz, doğru ve yararlı şeyler konuşmak müminin şiarı olmalıdır.
Gıybet, öncelikle kişinin kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapması demektir ve bu durum asla bir Müslüman’a yakışmaz. Hiçbir insan da kendisi aleyhine bir konuşmanın yapılmasına, arkasından çekiştirilmesine, hakkında suizan beslenmesine de asla razı olmaz.
Peygamberimiz (sav) bu hususu bizlere şöyle açıklar:
لا يُؤْمِنُ أَحدُكُمْ حتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
“Kendisi için istediğini mümin kardeşi için istemeyen iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 7)
Gıybet, toplumun huzur ve güvenini zedeler. İnsanlar arasında bulunması gereken en önemli ilke olan birlik ve beraberliğe sekte vurur. Çünkü fertlerin birbirlerinin arkalarından konuşmaları, laf getirip-götürmeleri sebebiyle toplumda güven ve huzur ortadan kalkar. Nasıl ki bir ölü kendini savunamazsa bir insan da arkadan çekiştirildiği zaman, orada olmadığından dolayı kendisini savunamaz.
Gıybet, bizim imanımıza ve ibadetlerimize de zarar verir.
Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde şöyle buyuruyor:
المسلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ، وَالْمُؤمِنُ مَنْ أمِنهُ الناسُ على دمائهم وأمْوَالِهِمْ .
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir.
Mü'min, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.” (Tirmizi, İman 12)
Müslüman, ister diliyle isterse davranışlarıyla hiçbir insana zarar vermeyen kimsedir. Müslüman, laf olsun torba dolsun diye konuşmaz. Kimseye fayda sağlamayacak bir kelama kadir olmaz. Çünkü Peygamberimiz (sav), bizlere ya hayır söylemeyi ya da susmayı (Buhârî, Edeb, 85) emretmiştir.
Müslüman, kalbiyle sû-i zan beslemez, diliyle gıybet etmez, insanları arkalarından çekiştirmez, onların kusurlarını araştırmaz, ayıplarını ortaya dökmez, sözleriyle kardeşini yaralamaz.
Müslüman, imanı gereği, güzel ahlâkın erdemlerini kuşanır ve kardeşinin mahremiyetine dil uzatarak onun şerefini, haysiyetini asla incitmez. Hakkı olmadan onun hakkına asla girmez. Ancak günümüzde bir eğlence olarak gösterilen dedikodu faaliyetleri, özellikle kitle iletişim araçları ile merak ve ilgi uyandıracak tarzda sunulup bu şekilde âdeta bir gıybet sektörü meydana getirilmiştir. (Kim, kiminle, nerede, nasıl?)
Böylece yaygınlığından dolayı ayıp ve günah sayılmayan gıybetin yol açtığı olumsuzluklar görmezden geliniyor ve dahası insanlara da bu yanlış davranış teşvik edilip gıybet günahına ortak ediliyor.
GIYBETİN SONUÇLARI
Gıybet yapıldığı ve dinlenildiği zaman azabı gerektiren kötü bir ahlaki davranıştır ve haramdır.
Gıybet yapan kimsenin âhirette cezasız bırakılmayacağını Allah Resûlü şu şekilde haber vermektedir:
“Her kim Müslüman bir adam (ın gıybetini etmesi) sebebiyle (onun ölü etinden) bir lokma yiyecek olursa, Allah ona o yediği et kadar cehennem (ateşin)den yedirecektir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35)
Hz. Peygamber, bir kabristana uğradığı sırada orada yatanlardan iki kişinin azap gördüğünü söylemiş ve bunun sebebine şöyle işaret etmiştir: “Onların azapları öyle büyük bir şeyden dolayı değil. Biri idrarın (üzerine sıçramasından) sakınmazdı, diğeri de koğuculuk yapardı.” (Buhârî, Vudû, 55)
Allah Rasûlü, (sav) Miraç’ta gördüklerinden şöyle bahseder:
“Miraca çıkarıldığım zaman bakırdan tırnakları olan bir topluluğa uğradım. Onlar, tırnaklarıyla yüzlerini ve bağırlarını tırmalıyorlardı. ‘Bunlar kimlerdir?’ diye sordum. Cebrail, ‘(Gıybet ederek) insanların etlerinden yiyen ve onların şereflerine saldıranlardır. dedi.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35)
Gıybet eden kimse, kul hakkına girmiş ve büyük günah işlemiştir. Tövbe ve istiğfar etmesi gerekir. Bu günahından kurtulması için tövbe etmesi yeterli olmaz. Eğer yaşıyorlarsa, maddi ve manevi hakkını gasp ettiği kimselerle helalleşmenin bir yolunu aramalı ve ayrıca gıybetini yaptığı kişilere dua etmelidir. Eğer helallik alınmazsa kul hakkına girileceğinden, gıybet eden kimsenin ahirette Peygamberimizin bizlere bildirmiş olduğu “Müflis”lerden olacağı unutulmamalıdır. Ahirette kul hakkının karşılığı ise ya sevapla hakkın ödenmesi ya da sevap yoksa hakkı yenilen insanın günahını almakla olacaktır. (Müslim, Birr, 59)
Gıybeti yapılan kimse gıybet sebebiyle zarara uğramış ise duruma müdahale edebilir, ilgili mercilere şikâyet edebilir. Gıybetler bir şekilde gıybeti edilene ulaşır. Şayet gıybet yapana küfür ve hakaret edilirse, gıybetin karşılığı büyük ölçüde dünyada alınmış olur. Ancak, bunun yerine kişi kendini savunmaz, gıybetle mücadele eder ve gıybetçinin bu işten kurtulmasına uğraşırsa çok daha büyük bir mükâfat kazanmış olur.
HZ. MEVLÂNA, kendisinin gıybetini yapan kişiye şöyle der: Duydum ki benim gıybetimi yapmışsın. Benim yüzüme söylemekten kaçmışsın. Benim gibi bir acizden korkmuşsun ama Allah’tan korkmamışsın.
HASAN-I BASRÎ, kendisine gıybet edene bir tabak taze hurma göndermiş ve şöyle demiştir:
“Duydum ki sen ibadetini bana hediye göndermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Kusura bakma, tam karşılığını veremedim.”
Gıybet yapılan yerdeki kişi ise müminin iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevi olduğundan ya fiili ya da sözlü olarak müdahale eder; bunun doğru olmadığını, gıybet etmenin haram ve büyük günah olduğunu söyler. Gıybetin yapılmasına engel olamayacaksa yapılan gıybete ortak olmamak için gıybet yapılan ortamı terk eder. Bu da mümkün değilse gıybete hoşnutsuzluk duygusu içinde başka şeylerle uğraşır.
Rabbimiz bu konuda Kur’an da şöyle buyurur:
وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ
“Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler.” (Kasas,28/55)
Allah Resûlü de bu tavrın imanla olan sıkı ilişkisini vurgulamış ve şöyle buyurmuştur:
مَنْ رأى مِنْكُمْ مُنْكراً فلْيُغيرْهُ بيدِه، فإن لم يستطعْ فبلسانهِ، فإن لم يستطعْ فبقَلْبِهِ، وذلك أضْعَفُ الايمانِ
“Sizden biriniz çirkin bir iş görürse, onu eliyle değiştirsin; eğer buna gücü yetmezse, diliyle uyarsın; buna da gücü yetmezse, kalbiyle nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 20.)
SONUÇ
Dinî ve ahlâkî boyutunun yanında psikolojik ve sosyolojik açıdan da birey ve topluma çeşitli zararlar veren gıybet ve dedikoduyla başa çıkmada öncelikle İslâm’ın ahlâk değerlerine bağlılık gösterilmelidir. Rabbimizin ayetleri ve Peygamberimizin hadisleri incelendiği zaman, sözün doğru zamanda doğru bir şekilde kullanıldığında değer kazanan, kişiye dünya ve ahiret mutluluğunu getiren bir unsur olduğu görülür.
İslâm ahlâkında asla yeri olmayan gıybet, Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyan Müslümanların değil, basit insanların işidir. Müslüman, Rabbinin insanların aralarındaki gizli fısıldaşmalardan bile haberdar olduğunu ve günü geldiğinde yaptıklarını bildireceğini bilir ve ona göre bir hayat sürer. (Kâf, 50/16)
Müslümanın, gıybetle, laf götürüp getirmekle, boşboğazlık ve gevezelikle yapmakla kazanacağı hiçbir şey yoktur. Bu çirkin davranışlar ferde ve topluma fayda değil zarar verir. Müslüman, bu gibi söz ve davranışların topluma olan zararlarının ne kadar büyük ve tamirinin ise çok zor olduğunun bilincindedir.
İnsan, gıybetle başkasını küçültmeye çalışırken kendisinin hem kullar hem de Allah nezdinde ne kadar küçüldüğünü düşünmeli, kendisi için söylendiğinde hoşlanmayacağı sözleri başkaları için söylememelidir. Kusursuz ve mükemmel olmayan insan, kendi günahlarını telafi etmek yerine, başkalarının günahını diline dolayarak kendi günahlarına bir yenisini eklememelidir. Kardeşinin gıybetini yaparak günahkâr olan insan, onun ayıbını ortaya çıkararak veya onu kötüleyerek iyi bir insan olamayacağı gibi, kardeşini küçülterek de kendisini asla yüceltemez. Herkese sadece kendi günahından sorulacağını da unutmamalıdır. (Fatır, 35/18)
İnsan, Rabbimizin ve insanların razı olmayacağı kötü sözleri asla söylememeli, gıybetin konuşulduğu ortamlarda bulunmamaya özen göstermeli, gıybeti dinleyerek teşvik etmemeli ve gıybet eden insanlardan da yüz çevirip onları ikaz ederek bu tür davranışları da engellemelidir. Ayrıca kişi gıybet ederek kul hakkına girmiş ise hakkını yediği kimselerle bu dünyada tez elden helalleşmelidir.
Kısacası Müslüman, çok kıymetli olan ömür sermayesini Allah’ın rızası doğrultusunda harcamalı, kötü ahlaki vasıfları terk etmeli, nefis muhasebesi yaparak kusurlarından dolayı da samimi bir tövbe etmelidir.
Sohbetimizi şu dizelerle tamamlayalım:
Gıybet âdet olmuş dilde geziyor.
Çarşı pazar dolaşarak kuyu kazıyor.
Bilinmez ki ne yürekler üzüyor.
Ölmüş kardeşinin etini yeme!
Bunların hesabı sorulmaz deme.
Yüce rabbim bizleri, gıybet gibi zararlı faaliyetlerde bulunmaktan muhafaza buyursun.
Bizleri birbirini seven, birbirine her zaman destek olan ve daima Müslüman ve kardeş olduğunun şuurunda bir hayat süren bahtiyar kullarından olmayı nasip eylesin.
Yüce rabbim bizleri, birbirimize karşı hüsnizan besleyen ve birbirimizin ayıp ve kusurlarını aramaktan ziyade bunları emri bil maruf ven-nehyi anil münker vazifesi çerçevesinde giderme gayreti içerisinde olan, her işinde de Allah’ın rızasını gözeten samimi Müslümanlardan eylesin.
Cumamız ve ibadetlerimiz kabul olsun. Rabbim hepimizin yar ve yardımcısı olsun.
ÂMİN! ÂMİN! ÂMİN! ÂMİN! ÂMİN!
SALİH SAYIN
Sakarya / Arifiye Uzman Vaizi
Facebook Yorumları