menu
DİNİ DEĞERLERE HÜRMET
DİNİ DEĞERLERE HÜRMET
Haftanın Vaazı.. "Dini Değerlere Hürmet" konulu, 06.01.2023 tarihli Cuma vaazı sitemize eklenmiştir.

Dini Değerlere Hürmet

"Allah katında din İslâmdır." 

اِنَّ الدّينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ سَريعُ الْحِسَابِ﴿١٩﴾ 

19﴿  Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki hak tanımazlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur. (Ali imran - 19)

 

Din, ferdin de toplumun da vaz geçemeyeceği bir kurumdur. Çünkü din insanla beraber doğmuş ve onunla beraber yaşayan bir duygudur. İlkel insandan tutun da günümüz insanına varıncaya kadar tarihin hiçbir devrinde insan toplulukları bu duygudan uzak yaşayamamıştır. Allah katında geçerli olan din İslamdır. (Ali imran - 19) İslamın dışındaki dinlerin herhangi bir geçerliliği yoktur. (Âl-i İmrân; 85)

İslam alimleri dinin tariflerini şöyle  yapmışlar:  Din, akıl sahibi insanları kendi tercihleri ile bizzat hayırlı olan şeylere götüren ve peygamberlerin bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilahî bir kanundur. (Yazır, Elmalılı M.Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, c.1.s.62. ; Tahanevî (ö.1158/1745) ; yada din, “akıl sahiplerini kendi iradeleri ile şimdiki hâlde (dünyada) salâha, gelecekte (ahirette) felâha sevk eden, Allah tarafından konulmuş bir kanundur.”.( Taharevî, Muhammed Ali b.Ali. Keşşaf, C.II,s.305; Tümer, Günay. “Din” mad, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), IX. s.312-320. ) 

İslâm inancına göre dinin kurucusu Allah’tır; bütün sahih dinler Allah’tan gelmiş ve safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmışlardır. Allah’ın varlığı, birliği, zât ve sıfatları açısından O’nun mükemmelliğiyle nübüvvet ve âhiret inancı gibi temel itikadî prensipler (zarûrât-ı dîniyye), bütün ilâhî dinlerde değişmez ilkeler olarak yer almıştır. Bundan dolayı İslâmî inanışa göre Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak adı İslâm’dır. (TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 9. cildinde, s.312-320.)

İslâm’ın prensipleri, aynı zamanda “fıtratı korumaya” yöneliktir. Fıtrat, yani doğuştan kazanılan temel haklar; kişiye mahsustur; devredilemez ve dokunulmazlığa sahiptir. İslâm; bu temel hakları; can, mal, akıl, din ve nesil olarak sıralamış ve bütün prensiplerini bu beş temel esası korumaya mâtuf kılmıştır. Bu haklar, İslâm hukuk doktrininde zarûrât-ı diniyye (Dinin vazgeçilmez temel değerleri) şeklinde nitelendirilmiştir. Bunlar: 

1- Dinin korunması. 

2- Canın korunması. 

3- Aklın korunması. 

4- Neslin korunması. 

5- Malın korunması. 

Zarûriyyât; onsuz olmayan, din ve dünya işlerinin ayakta durması kendilerine bağlı bulunan temel değerler olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca yok olmasıyla toplumda düzeninin sağlanamayacağı, İslam toplumunun bozulma ve dağılmaya yüz tutacağı değerler olarak kabul edilmektedir. (Temel Dinî Değerler Ve Değerler Eğitimi ; Mustafa Önder / Hüseyin Bulut ; İbn Âşûr, a.g.e.,s. 139  ) Zarurat-ı Diniyyenin hepsi önemli olmakla birlikte biz burada dinin korunması ve dini değerlere saygı konusunda açıklamalarda bulunacağız.

Din’in Korunması 

İslam hukukçuları, “Zarûriyyât” denen, İslâm'ın korumayı amaçladığı, beş temel değerden en önemlisinin “Din‟in korunması” olduğunu görüşündedirler. (Temel Dinî Değerler Ve Değerler Eğitimi ; Mustafa Önder / Hüseyin Bulut ; Pekcan, a.g.e. )

İnsanın yaratılıştan getirdiği özellikler vardır. Bu özelliklerden bir tanesi de Peygamber Efendimizin Hadisi şeriflerinde belirttikleri gibi İslam fıtratı üzerine doğmasıdır:

«كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ حَتَّى يَكُونَ أَبَوَاهُ يُهَوِّدَانِهِ أَوْ يُنَصِّرَانِهِ أَوْ يُمَجِّسَانِهِ»

“Her doğan (çocuk, İslâm)fıtratı üzerine doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…”  (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5) 

İnsanoğlunun yaratılıştan getirdiği özelliklerinin yanında ; sonradan aileden , çevreden, okuldan, camiden kazandığı özellikleri de vardır. Bunlar insanın değerlerini oluşturuyor:

Değerler, insanın en iyi tarafını ortaya çıkarmayı ve onun kişiliğini bütünüyle geliştirerek, insani mükemmelliğe erişmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Değerlerde inançlar ön plandadır. İnsanın iç dünyasının zengin ve derin bir kişilik haline ulaşması, ancak dayandığı değerlerle ölçülebilir. Bu anlamda, insanı insan yapan değerleridir. (Aydın M.Z. –Güler, ġ. Okullarda Değerler Eğitimi, s.3.  )

Herhangi bir Müslüman açısından ise en önemli değer ; dini inançlarıdır. Dini inançlarla bağlantılı ahlaki özelliklerdir. Dini değerlere hürmet ; dindar olmamızın da gereğidir. Dindar insan; dini değerlere saygılı olan ve  dini değerlere uyumlu yaşıyan insandır. Şimdi dini değerlerimizin bazılarını izah etmeye çalışalım: 

KORUMAMIZ GEREKEN DİNİ DEĞERLERİMİZ:

1. İnanç Esaslarına Saygı:

İman genellikle “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” diye tanımlanır. Bu inanca sahip bulunan kimseye mü’min, inancının gereğini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişiye de müslim (müslümân) denir. (DİA; İman maddesi) İman, hem dünya, hem de ahiret  saadetini sağlayan en değerli manevi sermayemizdir. Her Müslümanın inanması gereken inanç esaslarının neler olduğunu aşağı ayeti celile ve hadisi şerif bizlere öğretmektedir:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ...﴿١٣٦﴾  

"Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin (imanınızda sebat edin). ."  (Nisâ; 136)

قَالَ: فَأَخْبِرْنِي عَنِ الْإِيمَانِ، قَالَ: «أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ، وَمَلَائِكَتِهِ، وَكُتُبِهِ، وَرُسُلِهِ، وَالْيَوْمِ الْآخِرِ، وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ» قَالَ: صَدَقْتَ،

"Bana imandan haber ver?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): Âllah'a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır." buyurdu. O zât yine: "Doğru söyledin." dedi. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1).

İslam dininde inanç esasları Allah’a imanla başlar. Hz. Adem’den itibaren bütün peygamberler, insanları, Allahın bildirdiği inaç esaslarına inanmaya davet etmişlerdir.

İnanç esaslarından bir diğeri de Meleklere imandır. Melekler, Allah'ın emriyle çeşitli görevleri yerine getiren, yemeyen, içmeyen, evlenmeyen, doğurmayan, çeşitli şekillere girebilen, gözle görülmeyen nuranî ve ruhanî varlıklardır.  Meleklerin varlığını inkâr etmek insanı küfre götürür. (Bakara, 2/98). (Nisâ; 136) Meleklere inanmamak, dolaylı olarak vahyi, peygamberi, peygamberin getirdiği kitabı ve tebliğ ettiği dini de inkar etmek anlamına gelir. Çünkü dinî hükümler, peygamberlere melek aracılığıyla indirilmiştir.  (Meleklere İman konulu vaaz, Din İşleri Yüksek Kurulu uzmanı Hüseyin YILMAZ )

İslâm'da iman esasları birbiriyle bağlantılı ve birbirinden ayrılmaz olduğu için kitaplara iman diğer esaslardan ayrılmaz. Allah'a inanmak, bizi O'nun birer yol gösterici olan peygamberler gönderdiğini kabul etme sonucuna götürür. Peygamberlere iman da onların Allah'tan getirip tebliğ ettiklerini tasdik etmeyi gerektirir. Peygamberlerin tebliğ ettikleri şeyler de Allah'ın kitaplarıdır.

Allahü Teala insanlar arasından seçtiği kişileri Peygamber olarak görevlendirmiştir. Peygamberler Allahtan aldıkları vahyi insanlara eksiksiz ulaştırmışlardır. Peygamberlerin muhatab olduğu insanların birkısmı inanmış, birkısmı inkar etmiş , bir kısmı da alaya almıştır.

Îmân esaslarının en önemli esaslarından biri de âhirete îmandır. Ahiret, ölümden sonra insanların tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebediyen devam edecek olan bir hayatın adıdır.  Pek çok âyet ve hadiste âhirete îmân detaylı olarak anlatılmaktadır.  

İman esaslarınınsonuncusu Kader ve kazaya inanmaktır. Allah'ın ezelden ebede kadar olacak şeylerin zaman ve mekanını, nitelik ve özelliklerini, kısaca ne şekil ve ne zamanda olacaklarsa onların hepsini ezelde daha bunlar yok iken bilip o suretle tahdit ve takdir etmesine "kader";  ezelde takdir ve irade buyurduğu şeylerin zamanı gelince  her birisinin ezeldeki ilim, irade ve takdirine uygun bir şekilde icat etmesine ve yaratmasına ise "kaza" denir. (D.i.a: Kaza- Kader Maddeleri)

İşte herhangi bir insanın Mü’minlik vasıflarını taşıması için  bu iman esaslarına inanması gerektiği gibi ; Müslümanların dışındaki insanlarında bu iman esaslarına saygılı olmaları gerekir.

2.İbadetlere Saygı:

Sözlükte “boyun eğme, alçak gönüllülük, itaat, kulluk, tapma, tapınma” anlamlarına gelen ibâdet dinî bir terim olarak “insanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışlar için kullanılmaktadır” . İslâmî literatürde ibadet ise “Kulun Allahın  razı olacağı işleri yapması”dır (Lisânü’l-ʿArab, “ʿabd” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “ʿabd” md.).( Dia. İbadet Maddesi) 

Kur’an-ı Kerimde dinin korunması için  iman edilmesinden sonra ibadet edilmesi ısrarla vurgulanmaktadır.  Allah’a iman edin, (Teğâbün, 64/8.) Allah’a itaat edin( Âl-i İmrân, 3/132). Ve  Rabbinize ibadet edin (Hac, 22/77)  gibi ayeti celileler; hem Allaha iman edilmesini, hem itaat edilmesini . hem de ibadet edilmesini emretmektedir. İnsanın yaratılış amacı da Allaha kullukta bulunmaktır. Ona ibadet etmektir. Şu ayeti Celile bu gerçeği ifade etmektedir.

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾   

Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.( Zâriyât : 56)

Kainattaki bütün varlıklar kendi halleriyle Allah‟a itaat ve ibadet içindedirler. Fakat irade ve tercih hakkı insanlara ve cinlere verilmiştir. 

İslâmî literatürde genel anlamda ibadet, Allahın rızasını kazanmak maksadıyla yapılan her davranıştır.

Özel anlamda ibadet ise, mükellefin yaratanına karşı saygı ve boyun eğmesini simgeleyen, Allah ve resulü tarafından yapılması istenen belirli davranış biçimlerdir. İslâm’ın temel şartlarını teşkil eden namaz, oruç, zekât ve haccın yanında kurban kesme, itikâf, dua, Kur’an okuma, hayır ve infakta bulunma gibi davranışlar terim anlamıyla ibadetin en meşhur örneklerini oluşturur. (D.İ.A.: İbadet maddesi)

İbadetlerin ana omurgasını Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bildiriyor:

" بُنِيَ الْإِسْلَامُ عَلَى خَمْسٍ: شَهَادَةِ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ، وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ، وَإِقَامِ الصَّلاةِ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ، وَالْحَجِّ(الْبَيْتِ)، وَصَوْمِ رَمَضَانَ"

"İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak." (Buhârî, Îmân 1, 2; Tefsîru sûre (2), 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, Îmân 13)

İman esaslarının tamanına inanan bir insana Mü’min denir. Mü’min olmanın gereklerinden biri de Allahın farz kıldığı ibadetleri yapmak ve yasakladığı şeylerden kaçınmaktır. İbadet, Allah'a karşı kulluk ve şükür borcudur. Allah'a kul olan insan, diğer bütün kulluklardan kurtulur ve gerçek özgürlüğü bulur.

Gayr-i Müslimlerin Müslümanların yapmış oldukları ibadetlere ve ibadet edenlere saygı göstermeleri gerekir. Müslümanların ibadete ve ibadet edenlere zaten saygı göstermesi gerekir.

3. Kutsal Mekanlara Saygı:

Sözlükte “yasaklanmış, korunmuş, dokunulmaz” mânasına gelen harem kelimesi harâm ile eş anlamlıdır. Terim olarak Mekke ve Medine’nin, sınırları Hz. Peygamber tarafından çizilen çevresi için kullanılır. Bu bölgelere harem adının verilmesi, zararlılar dışındaki canlılarının öldürülmesi ve bitki örtüsüne zarar verilmesinin haram kılınmış olmasındandır. Bundan dolayı Mekke’ye el-Beledü’l-harâm denildiği gibi Kâbe, el-Beytü’l-harâm, çevresindeki mescid de el-Mescidü’l-harâm diye anılmaktadır. Mekke hareminin dışında kalan bölgeye ise Harem’deki yasakların buralarda kalkması sebebiyle “Hil” denilmiştir.

Saygısız davranışların menedildiği, daha çok ibadet amacıyla gidilen Mekke, Medine, Kudüs ve Halîl şehirleriyle buralardaki kutsal mekânlara da harem denilir. 

Kabetullah; yeryüzünde ilk inşa edilen Mekke-i Mükerremedeki binanın aynı zamanda mabedin adıdır. (Âl-i İmrân 3/96). İnananlar namaz kılarken Kabeye yöneldikleri gibi; Tavaf edenler de Kabetullahın etrafında tavaf ederler.  Kabetullahın birer şubesi derecesinde olan Câmi ve mescidler, İslam’ın temel müesseselerinden birisi hatta en başta gelenidir. Yüce Mevla’ya topluca ibadet etmek üzere yapılan bu mabetler birer “beytullah” yani Allah’ın evidir. 

Müslümanlar, tarih boyunca bu Allah evlerine büyük önem vermişlerdir. Fethettikleri, ulaşabildikleri yere mescid inşa etmişlerdir. İslam’da kurumlaşma câmilerle başlamıştır. Hz. Peygamber (sav) Mekke’den Medine’ye hicret ederken, Kuba köyünde, Kuba mescidi adıyla anılan mescidi inşa ettirmiş, hatta bizzat kendileri de inşasına yardım etmiştir. Medine’ye vardıklarında ise Mescid-i Nebevi’yi ashabıyla birlikte inşa etmiştir.  (Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, 56, 57)

Camilerimiz İslam’ın sembolü olmuşlardır. Bunun için Müslüman toplumlar câmi yapımına büyük önem vermişler ve câmi merkezli şehirler, beldeler oluşturmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (Tövbe, 9/18) 

Peygamber efendimiz de cami yaptırmakla ilgili olarak: “Kim Allah rızasını gözeterek, Allah için bir mescid yaptırırsa, Allah da onun için cennette bir köşk yaptırır.” (Müslim, Zühd, 3) buyurmuşlardır. 

Kabe merkez olmak üzere dünyanın herhangi bir yerinde bulunan cami ve mescitler Allaha kulluğun zirvesinin yaşandığı mekanlardır. Buralar Müslümanların ortak mekanlarıdır. Buralara yapılacak olan bir saygısızlık, Müslümanlara hatta Allah’a yapılmış demektir. Her insanın bu saygısızlıktan sakınması gerekir. Yine harem bölgesi olarak belirlenmiş olan mekanlara saygılı olmak gerekir.

4. Kur’an-ı Kerime Saygı:

İslam alimleri Kur’anın tarifini şöyle yapmışlar: “Kur’an, Allah tarafından Cebrâil vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, mushaflarda yazılan, tevâtürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fâtiha sûresiyle başlayıp Nâs sûresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır.”  (Şevkânî, s. 62).( TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 26. cildinde, s.383-388) .

Daha önceki kutsal kitaplardan farklı olarak Kur’an-ı Kerim tahrifata uğramadan orjinalliğini devam ettirmektedir. Allah’tan geldiği ve yazıya geçirildiği şekliyle korunabilmiş tek kutsal metin Kur’an’dır. Kur’anda eksilme, değişme, bozulma, kaybolma olmamıştır. Peygamber’in ağzından söz olarak dışa yansıdığı günden bugüne kadar bütün müslümanlar Kur’an’ı korumayı en kutsal görev bilmişler; başlangıçta daha çok ezberleyerek, sonraları da hem ezberleyip hem de yazıya geçirerek aslî şekliyle bugüne aktarılmasını sağlamışlardır. (Hicr , 9 ;Kuran yolu)

Allah tarafından gönderilmiş olan kitaplara inananlar olduğu gibi , alay eden , yalanlayan ve inkar edenler de olmuştur. Peygamber Efendimiz de İslamı tebliğle görevlendirildiğinde aynı durumla karşılaşmıştır. Mekke’de müşrikler, Medine’de münafıklar ve bazı Yahudiler, Allah ile peygamber Efendimizle ve inananlarla alay ettikleri gibi , Kur’an ve ayetlerle de alay ediyorlardı. Şu ayeti Celiler bu durumu açıkça ortaya koymaktadır:

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٦٥﴾ لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟ ﴿٦٦﴾  

65.Onlara soracak olsan mutlaka, "Biz lafa dalıyor eğleniyorduk, hepsi bu!" derler. De ki: "Siz Allah ile, O’nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz?" 66.Mazeret ileri sürmeye kalkmayın. İman ettiğinizi söyledikten sonra inkârcılığınızı açığa vurdunuz. İçinizden bir kısmını affetsek de, diğer bir kısmını günahta ısrarcı davranmış oldukları için azaba uğratacağız. (Tevbe, 65-66, bk. Şuara,5- 6; Rum, 10; Casiye, 9) 

Kâfirler, ayetleri yalanmakla kalmıyorlar aynı zamanda ayetleri, dinî hükümleri küçümsüyorlar ve alaya alıyorlardı. Günümüzde de aynı şekilde ayetlerin içerdiği hükümleri beğenmeyen, ayetleri eleştiri ve alay konusu yapanlar vardır. Hatta bazen müslümanların içerisinden bir kısım insanlar bu saygısızlığı  yapabiliyorlar.

5. Peygamberimize Saygı:

Peygamberlerin ve bu arada peygamberimizin gönderiliş amacı, kendilerine uyulmasıdır. (Nisa; 64-65) Peygamberler kendiliklerinden ortaya çıkmış insanlar değildirler. Onları Allah göndermiştir. Allah  (c.c.): 

وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يراً وَنَذ۪يراً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ﴿٢٨﴾

"Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler."  (Sebe'; 28) buyurmaktadır.

Peygamberimiz son ilâhî kitap olan Kur'ân'ı insanlara tebliğ etmiş, dinin hükümlerini sözlü ve uygulamalı olarak açıklamıştır. Diğer peygamberler, belli bir kavme ve topluluğa peygamber olarak gönderilmişlerdir. Hz. Muhammed (s.a.v.) ise bütün cinlere ve insanlara peygamberler halkasının sonuncusu olarak gönderilmiştir.  (Sebe', 28; Cin; 1-2, 14;Ahzâb; 40) 

Mümin ve müslüman olabilmek için Hz. Muhammed'in hak peygamber olduğunu kabul etmek şarttır. Onun peygamberliğini ve tebliğ ettiği Kur'ân'ı ve dinî esasları kabul etmeyen mümin olamaz. 

Mü’min; “inanıp tasdik eden; başkalarının güvenli olmasını sağlayan, vaadine güvenilen” insan demektir. Mümin, her şeyden önce Allah’ın birliğine, Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna iman eden, sonra imanın gereği olarak Allah’ın ve peygamberinin emir ve yasaklarına uyan, haram ve günahlardan sakınan kimsedir

En güzel bir şekilde yaratılmış olan insan saygın bir varlıktır. İnsanlar içerisindeki inanmış olanlar daha saygındırlar. Peygamberler, insanların içerisinden üstün kıldığı kimselerdir.  Peygamberlerin en üstünü bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) dir.

Gerek inananlara, gerek peygamberlere ve gerekse Peygamber efendimize saygılı olmamız gerekir. Saygısızlıktan sakınmamız gerekir.

6. Alimlere Saygı:

Peygamberimizin vefatından sonra kıyamet sabahına kadar başka bir peygamber gelmeyecektir. Ama insanların ihtiyaçları dinamik bir şekilde devam ediyor. Sonradan ortaya çıkan soru ve sorunların cevaplandırılması için dini bilimlerde derinlemesine bilgi sahibi olan alimlerin bulunması gerekir. Allah Teala, …… De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!" Doğrusu ancak akıl iz‘an sahipleri bunu anlar. ( Zümer : 9) buyurarak ilmin ve alimin değerini  çok daha iyi ortaya koymaktadır.

Âyet-i kerîme, insanlar arasındaki farkın ve saygının asıl sebebini ilim olarak tesbit ve ilân etmektedir. 

İlim ehlinin fazileti konusunda Ebu'd-Derda radıyallahu anh’tan rivayet edilen bir hadisi şerifte Resûlullah sallellahü aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:

«…، إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الْأَنْبِيَاءِ، إِنَّ الْأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلَا دِرْهَمًا، إِنَّمَا وَرَّثُوا الْعِلْمَ، فَمَنْ أَخَذَهُ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ»

“….. Âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır. Peygamberler altın gümüş değil, sadece ilmi miras bırakmışlardır. İşte bu ilim mirasına konan kimse, çok büyük bir kısmet kazanmış olur” (Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19.).

Peygamberlerin varisleri olan alimler; Peygamberlerden sonra Allahın dinini en doğru bir şekilde öğrenen ve sonrasında da diğer mü’minlere öğreten hatta mü’minleri eğiten insanlardır.

Nasıl ki Peygamberimiz yirmiüç yıllık peygamberlik zamanı içerisinde cahiliyye anlayışına sahip vahşi insanları Kur’an vahyi doğrultusunda ilmik ilmik dokuyarak eğittiyse ve merhamet timsali insanlar haline getirdiyse; gerçek manada islam alimleri de yaşadıkları zamandaki mü’mileri Peygamberi metodla eğitmektedirler. 

İlim ve fazilet ehline, saygılı davranmak gerekir. Zira âlimler Allah Teâlâ’yı daha iyi tanır ve O’nun Peygamberleri aracılığı ile insanlara gönderdiği mesajları daha iyi kavrarlar. Alimlerin en belirgin özelliği Allaha duydukları derin saygıdır. (Fâtır; 28) Bundan  dolayı Allah’a derin bir saygı duyan alimlere peygamberlerin varisleri olmaları sebebiyle saygılı olmak gerekir. 

7.Mahremiyete Saygı:

İslam dininde Müslüman erkeklerin ve Müslüman hanımefendilerin uyması gereken kurallar var. Her iki cinste bu kurallara ve sınırlamalara uymak zorundadır. Burada iki kelimeyi açıklamak yerinde olacaktır . Bu iki kelime mahrem ve namahrem kelimeleridir.

Sözlükte “helâl olmayan, yasaklanan şey” mânasındaki mahrem kelimesi, fıkıh terimi olarak kendileriyle evlenilmesi dinen yasaklanmış bulunan belli derecelerdeki akrabaları ifade eder.  Farsça bir terkip olan nâmahrem ise “aralarında evlenme yasağı bulunmayan kişiler” demektir. (D.i.a.; Mahrem maddesi)

İslâm dini, karşı cinsler arasındaki ilişkilerde insanın tabiat ve eğilimlerini göz önünde bulundurarak hem fıtratı ve tabii olanı korumak hem de aşırılıkları önlemek amacıyla tarafları muhtemel sapmalardan koruyucu bazı sınırlamalar getirmiş, yakın hısımlar arasında belli ölçülere bağlı olarak evlenme yasağı koymuştur. 

Kur’ân-ı Kerîm’de kendileriyle evlenilmesi sürekli olarak yasaklanan akrabalardan bahseden âyetten hareketle (en-Nisâ 4/22-24) İslâm hukukunda kadın ve erkeğin birbiriyle evlenmesine engel teşkil eden sebepler; a) Kan (nesep) hısımlığı; b) Süt (radâ‘) hısımlığı; c) Kayın hısımlığı (sıhrî hısımlık, musâhere); olmak üzere üç grupta toplanmıştır. Aralarında bu tür hısımlıklar dolayısıyla evlenme engeli bulunan erkek ve kadınlar birbirlerinin mahremi sayılır. (TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 27. cildinde, 388-389. )

Evlilikle ilgili birtakım kayıt ve şartlara yer verilmesinin ve bazı kişiler arasında evlenme yasağı konmasının temel amacı ise; insan neslinin insan onuruna yaraşır bir mükemmellikte sürdürülmesine, kadın ve erkeklerin evlilikten doğan haklarının gözetilmesine ve çocukların sağlıklı bir aile eğitimi almasına imkân veren bir ortamın hazırlanması, mahremiyet telakkisinin dinî ve hukukî güvence altına alınmasıdır.

İslamın öngördüğü kutsal bir bağ olan evlilik, aile kurumunu oluşturan, karı-koca arasındaki hayat müşterekliğinin adıdır. Evlilik olmadan, evlilik sözleşmesi (nikah akdi) yapılmadan , aile kurulmaz.  Yüce Allah, insanın soyunun korunması ve devamı için, yeryüzünün imarı ve gelişimi için evliliği yasalaştırmıştır. Ayrıca aşağıdaki ayeti celilede ve hadisi şerifte görüldüğü gibi dinimiz evlenmeyi teşvik etmiştir. 

وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ اِنْ يَكُونُوا فُقَـرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ  وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٣٢﴾  

İçinizden evli olmayan(bekar) ları, köle ve câriyeleriniz arasından da elverişli olanları evlendirin. Yoksulluk içinde iseler Allah lutfu ile onları ihtiyaçtan kurtarır. Allah’ın hazinesi geniştir, her şeyi bilmektedir.( Nûr : 32)

Hz. Aişe radıyallahu anha’dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Resûlullah sallellahü aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:  “Nikah benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir. Evleniniz. Çünkü ben kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı sizin çoğunluğunuzla övüneceğim. Kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin evlenme gücü bulunmayan da oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için (harama karşı) bir kalkandır.” (İbn Mace, Nikah, 1/1919)

Ailenin sağlam bir temel üzerine kurulması gerekir. Bu da ancak nikahla olur. Nikahsız beraberlikler ve yaşantılar nesillerin bozulmasına , toplumların sarsılmasına ve büyük çalkantıların oluşmasına sebep olmaktadır. Sağlam aileden sağlam nesiller, sağlam nesillerden sağlam milletler, sağlam milletlerden sağlam devletler meydana gelir. Evliliğin devamı , ailenin huzuru için Nikahla kurulmuş bulunan aile mahremiyetine saygı göstermek gerekir.

8.Allahın Emri olan Tesettüre ve Tesettürlüye saygı:

Bir fıkıh terimi olarak tesettür, erkek ve kadının dînen örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demektir. (Döndüren, Hamdi, Delilleriyle Aile İlmihali, , I, 78-79. Erkam Yayınları, yer yok, tarihsiz)

Örtünme ile ilgili Kur'ân ve hadislerde Allah’ın ve Rasülünün emir ve tavsiyeleri vardır: Konu ile ilgili Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: 31.Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Açıkta kalanlardan başka süslerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları, hizmetlerinde bulunan köleleri ve câriyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz! (Nûr Sûresi¸ 30 - 31)

Hz. Âişe validemiz örtünme ile ilgili bu ayet geldikten sonraki ilk uygulamayı şöyle nakletmektedir: "Allah ilk muhâcir kadınlara rahmet etsin onlar"Baş örtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar..." (Nûr, 24/31) ayeti indiğinde,  etekliklerini kesip bunlardan örtü yaptılar". (Buharî, Tefsîru’l-Kur’ân, 24/12, VI, 13; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, VI, 46. .Riyad, 1997.)

Tesettürle ilgili ayetlerle, mümin kadınların belli kişiler dışındakilere zînetlerini göstermeleri açık bir dille yasaklanmış, başörtülerini örtmeleri ve ziynetlerini açığa vuracak davranışlardan kaçınmaları emredilmiştir. (Kurtubî, el-Câmi’ li  Ahkâmi’l-Kur’ân, , XII, 152-153. .Beyrut 1993.)  Ahzâb suresinin 59. ayetinde ise,

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً

"Ey peygamber! Eşlerine (hanımlarına), kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır. Allah ziyadesiyle bağışlamakta ve çok esirgemektedir."  (Ahzâb; 59)  buyurulmuştur.

Bu ayetle de müslüman kadınların evlerinden çıkarken üzerlerine vücut hatlarını belli etmeyecek dış elbise almaları ve ev kıyafetiyle sokağa çıkmamaları emredilmiştir. (Döndüren, I, 81-83. Aynı doğrultuda görüş ve açıklama için bkz: Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 30. 12.1980 tarih ve 77 sayılı kararı.)

Hz. Peygamberin sünnetinde giyimde; sadelik, tabiilik ve temizlik gibi hususların yanı sıra, örtünmenin dini boyutuna da vurgu yapıldığı ve elbisenin, vücudun hatlarını belli etmemesinin ve içini göstermemesinin yanında, cinsler arasındaki farklılık ve diğer din mensuplarına benzememe gibi unsurlar ilke olarak belirlenmiştir. (Heyet, İlmihal (İSAM), İstanbul 1999, II, 73.)

           Dini Değerlere Saygı Gösterilmeyen Mekanlarda Bulunmaktan Sakınmak:

Allah’ı (cc), Allah’ın Resûl’ünü (s.a.v.), Kur’ân’ı veya dinin herhangi bir şiarını alaya almak, imanı bozan ve kişiyi küfre sokan unsurlardandır. Geçmiş milletlerde dinle ve dini değerlerle alay edenler olduğu gibi; Mekke’de müşrikler, Medine’de münafıklar ve yahudiler  Peygamber Efendimizle, Kur’an Ayetleriyle ve müminlerle alay ediyorlardı. Böylece saygısız bir şekilde inkarcılıklarını ortaya koymuş oluyorlardı.

Onların Mü’minlerle alay edişini ve inkara savrulmalarını Allahü Teala şöyle bildiriyor: "İnsanlar arasında öyleleri vardır ki bilgisizlik yüzünden başkalarını Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlence vesilesi kılmak için eğlendirici sözleri alıp kullanırlar; işte bunları alçaltıcı bir azap bekliyor." (Lokman, 6; bk. Tevbe,64,79; Casiye, 9,33–35,; Bakara Sûresi ,14 – 15; 212)

  Günümüzde de dini ve dini değerleri alaya alan filmler, diziler, karikatürler, makaleler, televizyon ve internet yayınları, fıkralar ve dinin şiarları hakkında yapılan ölçüsüz şakalar bu  ayetin kapsamına girmektedir. Her Mümin, böylesi çirkin davranışlardan kaçınması gerektiği gibi bu davranışların sergilendiği ortamlardan da şiddetle kaçınmalıdır.

Din ve dini değerlerle alay eden ve saygısız davranan bir toplulukla karşılaştığında Müslümanın alacağı tavrı şu ayet net bir şekilde ortaya koymaktadır:

وَقَدْنَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِيُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوافي حَديثٍ غَيْرِهۘ اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِقينَوَالْكَافِرينَ في جَهَنَّمَ جَميعاًۙ ﴿١٤٠﴾ 

  140-O size kitapta şunu indirmiştir (bildirmiştir): Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onların alaya alındığını işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın; aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz. Allah elbette münafıkların ve kâfirlerin tamamını cehennemde bir araya getirecektir. (Nisâ; 140) (En'am, 6/68)

Din ve dini değerleri açık veya kapalı bir şekilde inkâr, hakaret  ve alay devam ettiği sürece müminlerin vazifesi sükût etmemek, buna rızâ göstermemek,  evrensel mânada ahlâkî olmayan bu davranışı engellemektir. Eğer müminlerin gücü böyle bir tepki göstermeye yetmiyorsa bulunduğu meclisi ve beraberliği  terk etme vazifesi vardır. Dinin inkâr edildiği, aleyhinde bulunulduğu ve alaya alındığı yerde –bunu engellemeye gücü yetmeyen mümin–  oturmayacak, bunları yapanlarla beraberliğini sürdürmeyecek, o yeri ve o kimseleri  terk edecek, onlardan uzaklaşacaktır.  (Karaman Hayrettin ve arkadaşları, Kur’an Yolu Türkçe Meal veTefsir, II.165, DİB Yayınları, Ankara, 2006)

Her şeye gücü yeten yüce Allah; elbette peygamberi, ayetleri, dini , dini değerlerini ve müminleri alaya alanları cezasız bırakmaz. Alaycılar tevbe etmedikleri takdirde, dünyada ve ahirette cezalandırır.

Alaycıları cezalandırmasına karşılık yüce Allah, alay edilen müminlere ahirette sabretmelerinin mükâfatını verecektir.  (Mü'minûnSûresi  ; 109-111)

Değerli Mü’minler!

Dinin korunması için insanlara dinin temel değerlerinin doğru olarak öğretilmesi gerekmektedir. Böylece insanlar, her türlü sapkın ve yanlış inanışlardan ve Allah’ın hoşnut olmadığı davranışlardan, bilinçsiz taklitçilikten, cehaletten, nefsine ve şeytana tapmaktan kurtarılabilir.  Gerçek anlamda dinin özünün kavratılması, değerler eğitimin temel konuları arasında yer alması gerekir. Din’in kişinin kimliğinin bir parçası olması, ona davranışlarında kaynaklık etmesi açısından dine sahip çıkılması, yaşanılmasına imkân hazırlanması ve korunması değerler eğitimiyle sağlanacak bir husustur.   (Temel Dinî Değerler Ve Değerler Eğitimi ; Mustafa Önder / Hüseyin Bulut ;1-11)

Bütün insanların  dini değerlere, islam inanç esaslarına; ibadetlerine; kutsal mekanlarına; kur’an-ı kerime; peygamberimize; alimlere; mahremiyete; Allahın emri olan tesettüre ve tesettürlüye saygı göstermesi gerekir.  Müslümanlar bu saydıklarımıza zaten saygı gösterecekler.  Bununla birlikte Müslümanların ahlaksızlıktan;  fuhşiyattan,  zararlı alışkanlıklardan; dini değerlere saygı gösterilmeyen mekanlarda bulunmaktan ; haksız kazanç ve hırsızlık gibi Allahın yasakladığı haramlardan sakınması gerekir.

O halde, Müslüman olmakla sorumlu insan olduğumuzun farkına varalım. Rabbimize, insanlığa ve gelecek nesillerimize karşı sorumluluğumuzun bilincinde olalım. Kur’an’a ve sünnete sımsıkı sarılalım. Hayatımızın her alanında İslam ahlakını ve terbiyesini kuşanalım. Yaratılış gayemizden uzaklaştıran, kültür ve medeniyetimizi yozlaştıran her türlü söz, anlayış ve davranıştan uzak duralım.

Unutmayalım ki Milletler, dini değerleriyle ve milli kahramanlarıyla yaşarlar. Toplumlar, dinî ve ahlaki değerleriyle ayakta durur ve bu değerlerden beslenen şuurla yaşarlar.

Rabbim cümlemizi göndermiş olduğu dini bu şuurla yaşayan, dini değerlere saygı duyan ve dinini muhafaza ederek bu dünyadan ayrılan kullarından eylesin… 

  VAAZI İNDİR

 Hazırlayan: Veysel ARAN  /  Geyve İlçe Vaizi

Facebook Yorumları