menu
GENÇLİĞİ DİNİ DEĞERLERDEN UZAKLAŞTIRAN BATIL AKIMLAR
GENÇLİĞİ DİNİ DEĞERLERDEN UZAKLAŞTIRAN BATIL AKIMLAR
Haftanın Vaazı.. " Gençliği Dini Değerlerden Uzaklaştıran Batıl Akımlar" konulu 24.09.2021 tarihli Cuma vaazı sitemize eklenmiştir.

Gençliği Dini Değerlerden Uzaklaştıran Batıl Akımlar

İslâm dini kategorik olarak inanç, ibadet, ahlak ve muamelat olmak üzere dört alandan oluşur. İman alanı temel alan olup, diğerleri bunun üzerine kurulur. Sorunlu bir iman alanı sağlıklı bir ibadet ve ahlak hayatı ortaya koyamaz. Kur’ân-ı Kerim’in sıklıkla imana vurgu yapması, hemen her vesile ile ulûhiyete dikkat çekmesi; kıyamet, ahiret, hesap, cennet ve cehennem gibi konulara göndermede bulunması bundan dolayıdır. Yüce Allah’ın iman edenlere seslenerek, “Ey müminler, iman ediniz” diye başlayan şu ayeti, iman alanının müminler için her zaman canlı tutulması gerektiğine işaret eder: “Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Kuran, Nisâ, 136).

Yaratıcı, yarattığı, akıl ve sorumluluk verdiği insanlar için bir yaşam tarzı seçmiş ve bu hayat tarzına da Din-i Mübin-i İslam denilmiştir.

Bu konuda Yaratan şöyle buyurur:

اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتٖي وَرَضٖيتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ دٖيناًؕ

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim.” (Kuran, Maide, 3)

İnsanların inancı; ibadetler, haram ve helalleriyle günlük hayatlarına şekil verir.  İnancın kişiye yüklediği ahlak tarzı, yaşanılan hayatla uyumlu olmadığında ise kişilerin ruh hallerinde; yıpranmalar, dalgalanmalar, bunalımlar, öfke ve huzursuzlukların görünmesi kaçınılmaz bir hal alacaktır. Zira bu durumda kişi inandığı yaratıcının kendisinden istediği davranışlardan uzak kaldığından vicdanen rahatsızlık hissedecek ve onun bu hali onu inanç ve hayat tarzı arasında gidip gelmesine sebep olacaktır. Bu ruh hali yaratan tarafından şöyle hatırlatılmıştır.

وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْرٖي فَاِنَّ لَهُ مَعٖيشَةً ضَنْكاً

“Kim beni anmaktan yüz çevirirse mutlaka sıkıntılı bir dünya hayatı olacaktır.” (Kuran, Taha, 124)

İnancın köklerinden beslenmeyen yaşam, iş, eş, aş vb. konularla kişileri sarstığında sığınacak dini limanı olmayan birey, dünyevi dertlerle savrulacak, iç dünyasında yaşadığı sorgulamalarla beraber haktan uzaklaşarak, rahatlayacağım umuduyla sebepler dünyasını Hakkın, hakikatin yerine koyacak, hakkı batıl ile karıştıracak ve yaratıcısı ile kendi arasına mesafe koymaya yoluna girecektir. Bu durum eski ümmetlerde de yaşanmış, insanlar inandıkları dini yaşamaz hale geldiğinde Allah (cc),

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَࣖ

“Ey Ehl-i kitap! Neden hakkı bâtıl ile karıştırıyor ve bile bile gerçeklerin üzerini örtüyorsunuz?” (Kuran, Al-i İmran, 71) buyurarak, onları uyarmış, iman ve hayatlarının uyumlu olmasını talep etmiştir. Zikredilen ayeti kerimenin bizim kitabımız Kuran’da olması ise hıristiyan ve yahudilerin, kitap ehli diyerek anılarak zikredilmesi, aynı zamanda bizlere de yapılan bir uyarı niteliğinde kabul edilebilir. Zira Allah ayeti kerimede;

اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ

“İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?” (Kuran, Ankebut, 2) buyurarak, inandığımız hakikatlere teslim olmamızı bizlerden istemiştir.

Bu ayet-i kerime; heykellere tapanların, başta Bilâl-i Habeşî, Ammâr ve Yâsir gibi kimsesizler olmak üzere, Müslümanlara uyguladıkları baskı ve zulümlerin dayanılmaz noktalara ulaştığı Mekke döneminin sonlarında inmiş, gerçek Mümin ve Müslüman olmanın anlamını ve şartlarını ana çizgileriyle ortaya koyması bakımından büyük önem taşımaktadır. Buna göre insanların sorumluluklarını yerine getirmiş sayılmaları, dolayısıyla gerçek mânada Müslüman olmaları için yalnızca “inandık” diyerek sözlü bir iman ikrarında bulunmaları yeterli değildir. Asıl dindarlık, Allah’ın insanları inançları uğrunda bazı güçlüklerle imtihan ettiğinde ortaya çıkar.

İbn Atıyye’nin de ifade ettiği gibi her ne kadar bu âyetlerin, belirtilen tarihsel bağlamla ilgili olarak indiği kabul edilirse de içerdiği anlam ve mesaj süreklidir, evrenseldir; kapsamı da insanoğlunun karşılaşabileceği yoksulluk, hastalık, ölüm, savaş gibi bütün acı olayları, hatta yerine getirmek zorunda olduğu ödev ve sorumluluklara katlanmayı da içine alacak kadar geniştir.

وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذٖينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبٖينَ

“Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” (Kuran, Ankebut, 2)

Zikredilen âyette, geçmiş çağlardaki toplulukların da türlü fitnelerle imtihan edildikleri göz önünde bulundurulursa  âyetlerin evrenselliği de daha net görülmüş olacaktır. Buna göre iyilikle kötülük, iyilerle kötüler, müminlerle münkirler arasındaki çatışma insanlık tarihinin sadece bir döneminde yaşanıp bitmiş bir olgu değildir; aksine bu “sünnetullah”tır, yani Allah’ın sürüp giden şaşmaz bir yasasıdır. Başlangıcından sonuna kadar dünya hayatı bireyler için olduğu kadar topluluklar için de bir imtihan alanıdır. Nitekim Müslümanlar, ilk zamanlarda olduğu gibi tarihin sonraki dönemlerinde de sıkıntılar yaşamışlar, inançlarını ve kutsal değerlerini yok etme hareketleriyle karşılaşmışlardır. Günümüz Müslümanları da aynı durumu ağır bir şekilde yaşamaktadırlar; tarihin gelecek dönemlerinde de bu tür tehlikelerle karşı karşıya kalabileceklerdir. Şu halde bu âyetler sadece ilk Müslümanları değil, her dönemdeki bütün inançlı insanları, –sadece “inandım” demekle yetinmeyip– kişisel ve toplumsal varlıklarına, değerlerine, hak ve özgürlüklerine, ülkelerine ve bağımsızlıklarına sahip çıkmaya; bu uğurda özveride bulunmaya, zorluklara ve acılara katlanmaya çağırmakta; doğrularla yalancıların, yani gerçekten mümin ve Müslüman olanlarla sözde Müslümanların bu şekilde ortaya çıkacağını, bunların Allah katındaki değerlerinin de bu imtihandaki başarı derecelerine göre belli olacağını ifade etmektedir.

Günümüzde iletişim vasıtalarının gelişerek yayılması farklı inanç ve kültüre sahip toplum ve bireyleri, cep telefonu ve bilgisayarlar vasıtasıyla bir aile yakınlığının ötesine taşımıştır. İnandığı değerlere paralel bir hayat tarzına sahip olmayan ya da dindar olduğunu düşünen ama günlük hayatında, evinde, işinde, dostları arasında Peygamberi ahlaktan uzak olduğu halde kendisinin doğru dürüst, Allah’a sevgili bir kul olduğunu düşünen insanların ve çocuklarının, farklı inanç ve düşünce sistemleri ile karşı karşıya geldiğinde zihnen yıprandıklarını görmekteyiz.

İnsanların dinin inanç ve emirlerinden uzaklaşma sebeplerine baktığımızda;

1. Dünyevileşmenin,

2. Bilim ve Dinin Karşıtlığı Algısının,

3. Temel Dini Bilgilerin Yüzeysel Verilmesinin,

4. Sapkın İnançlara sahip kimselerin propagandalarının bulunduğunu görmekteyiz.

Bu sebeplerle doğru bilgi ve sağlam bir imândan yoksun olan bazı gençlerimiz, inanç konularında gelgitler yaşayabilmektedir.  Bunlar sebepler arasında iç ve dış etkenlerin etkisiyle dini duyarsızlığa sevk eden “Dünyevileşme”, Batı’nın dünyevileşmiş Hristiyanlığa karşı oluşturduğu bir akım olan ve gençlerimizi de etkileyen “Bilim ve Dinin Karşıt Olduğu Algısı” gibi konular ön plana çıkmaktadır. Dini inanç ve değerlerin içselleştirilmesinde ikna etmenin ötelenmesiyle ortaya çıkan “Baskıya Dayalı Din Eğitimi”, Kur’ân Kurslarında ve diğer ilk derece dini eğitim basamaklarında dini inançların temellendirilmesinde eksikliği ifade eden “Temel Dini Bilgilerin Yüzeysel Verilmesi” ve küçük yaşlarda yaşanmış ve çözülememiş travmaların sonraki yıllarda farklı arayışlara sebep olmasıyla ortaya çıkan “Çocukluk Çağı Travmaları” önemli sebepler arasındadır. Kişinin etrafında gelişen ve anlamlandırmada problem yaşadığı “Kötülük Problemi” ile bağlam ve gayesinden uzak değerlendirmeler sonucu ortaya çıkan “Kadının Konumuna Dair Yanlış Değerlendirmeler” özellikle gençlerimizin, camiden, cemaatten, Kuran ve Sünnetten uzaklaşmasına sebep olmaktadır.

Geleneğimizde mükemmel eserler veren Kelâm ilminin bir gayesi de imân etrafındaki şüphelerin giderilmesi olduğundan farklı konulardan mütevellit inanç problemlerinin kaynağının bilinmesi ve bunların giderilmesi bu gayeye mâtuftur.

Bu sohbet konumuzun amaçlarından biri de gençlerimizin köklü bir imanı muhafaza etmede inanç engellerine karşı farkındalıklarının arttırılması, eğitimci ve ebeveynlerin dikkatinin çekilmesidir.

Bilgiye, farklı inanç ve kültürlere erişimin son derece kolay olduğu günümüzde geleceğimiz olan gençlerimizi dini inanç ve değerlerden uzaklaştıran birçok sebep bulunmaktadır. Gençliğimizin karşı karşıya kaldığı inanç problemlerinin tespitinin yanında onların sahip oldukları inanç ve değerlere zarar veren nedenlerin ortaya konarak çözüm yollarının aranması, bu nedenlere karşı farkındalığın oluşturulması önemlidir.

Son dönemde gençlerimizin farklı sebeplerle deist fikirlere sahip olduğunun zikredilmesi ve toplumda deist fikirlere sahip gençlerimizin farkında olmadan bu fikirlere sahip olmaları görülmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de;

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَالْكِتَابِ الَّذٖي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِهٖ وَالْكِتَابِ الَّـذٖٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُؕ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِهٖ وَكُتُبِهٖ وَرُسُلِهٖ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَعٖيداً ﴿١٣٦﴾

“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.” (Kuran, Nisa, 136) buyrularak “imân edenlere” hitaben Allah’a, Peygamberine, Kur’ân’a ve daha önce indirdiği kitaplara iman edin! şeklindeki buyruk, sahip olunan imanın güçlü olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Dünyevileşme Sorunu:

Kur’ân, doğumla başlayıp ölümle sona eren dünya hayatının amacını insanın sınanması olarak bildirir.

اَلَّذٖي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّـكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًؕ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْغَفُورُۙ

“Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.” (Kuran, Mülk, 2)

Yaratıcıyı hatırlamak, Allah’ı unutmamak Kur’ân’dan öğüt almak;

هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِهٖ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

“İşte bu (Kuran), bütün insanlara, hem uyarılsınlar hem Allah’ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler, hem de akıl sahipleri öğüt alsınlar diye yapılmış bir bildirimdir.” (Kuran, İbrâhim 52), buyrularak müminlerin hayatının merkezde olması gerektiği hatırlatılmış;

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَطٖيعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ

“Ey iman edenler! Allah ve resulüne itaat edin, söylediklerini işittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyin.” (Kuran, Enfal, 20) buyrularak da inanılan hakikatlere teslim olunması gerektiği vurgulanmıştır.

Eski ümmetlerin içinde olduğu gibi bu ümmetin içinde de, gerçekleri duyduğu, bildiği, inandığı halde sanki bunları hiç bilmiyormuş gibi davranmanın yanlış olduğu bildirilmiştir.

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذٖينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ

“Duymadıkları halde “duyduk” diyenler gibi de olmayın.” (Kuran, Enfal, 21) buyruğu da Tek bir Allah’ın varlığına inandığı halde, duyduğu gerçeklere gönlünü kapatan, Yaratıcının istediği hayat tarzına sırtını dönen insanlara manidar bir hatırlatmadır. Zikrettiğimiz bu ayeti kerimeler, Hz. Peygamber’e itaat etmek ve ahiretin varlığından tüm kalbiyle emin olmak, insanın dünyevileşmesinin önündeki başlıca direnç noktalarıdır. Bir taraftan “Allah’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu kazanmaya bak, bu arada dünyadan da nasibini unutma!” (Kuran, Kasas, 77) buyrulurken diğer taraftan, “bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir” (Kuran, Hadîd, 20) buyrulması dünya ve ahiret arasında dengenin gözetilerek dünyevileşmeye karşı insanın uyarılmasıdır. Zira “Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de iyilik ver” (Kuran, Bakara, 201) âyeti İslâm'ın dünya-ahiret dengesini ifade eder.

Dünya ve ukbâ dengesinin dünya lehine yitirilmesi, Müslüman bireyi derin dindarlıktan uzaklaştırarak yüzeysel ve şekli bir dindarlığa doğru itmektedir. Bireyin kendi menfaatlerini merkeze aldığı bir mantalite de yerilmiştir. Bu tutum, “Sen kendi hevâ ve hevesini tanrılaştıran birini gördün mü” (Kuran, Furkân, 43) buyrularak yerilmiştir.

İnsanlık tarihi, bencil, sınırsız ve sorumsuz algı ve davranışların yaşattığı acılarla doludur. Bu travmalar, birey ve toplumları derûnî dindarlıktan uzaklaştırarak yüzeysel ve şekilci bir dindarlığa doğru itebilmektedir.

Dünyevileşme, monoteist evrensel din açısından insanlık tarihi kadar eski ahlaki bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Hz. Mûsâ'nın ve diğer Yahudi peygamberlerin bütün çabalarına rağmen, Yahudiler âhirete iltifat etmedikleri gibi peygamberlerini de dinlememişlerdir. Dolayısıyla, Yahudiler inandıkları Tanrı'yı ve dini kendi dünyevi haz ve hedefleri için kurgulamışlardır.  Müntesiplerince Yahudilik, bu şekilde dünyevi bir dine dönüştürülmüştür.

Hıristiyanlık da aynı şekilde insanların Allah ve ahiret ile irtibatın kopması ile dünyevileşmiş ve sekülerizmin doğmasına, zemin hazırlamıştır. Dünyevileşme, en genel anlamıyla dini ana kaynaklarından bağımsız olaran anlayış biçimidir. Dini, ilahi ve uhrevi sorumluluğu 'unutturma' onun en önemli işlerinden biridir. Dünyevileşme, Allah'ı tanımama, ona karşı istiğna, tekebbür, O’nu unutma, nimetlerini ve âyetlerini görmezlikten gelme ve nankörlük halidir.

Bu, birçok ahlaksızlığın da nedenidir.

اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِ كْرَ اللّٰهِؕ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِؕ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ

“Şeytan onları istila etmiş, onlara Allah'ı anmayı unutturmuştur. Onlar şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki, şeytanın taraftarları kaybedeceklerdir” (Kuran, Mücadele, 19). Dünyevileşme, dinsizleşmeyi içermemesine karşın, dine karşı bir kayıtsızlık halidir. Allah’a, ahirete ve dinin emirlerine inandığını diliyle söylemesine rağmen, yaşamında, ruhunda, bilincinde bunları terk etmek de dünyevileşmek demektir.

Dinin sürekli gündemde olduğu, dini değerlere sürekli atıfta bulunularak dinin daha bir görünür olduğu İslâm toplumlarında kötü ahlakın ve erdemsizliğin tavan yapması son derece düşündürücüdür. Bu sonuç dünyevileşmenin de boyutlarını göstermesi bakımından düşündürücüdür.

Bilim ve Dinin Karşıtlığı Algısı

Bilim ve dinin karşıtlığı algısının temelinde dinin dogmatik; bilimin ise gelişime ve yeniliğe kapı aralayan bir yapıya sahip olduğu düşüncesi yatmaktadır. Din-bilim çatışması öncelikle Batı’nın karanlık Ortaçağı’nda gündeme gelmiş, sorumlu olarak da Hristiyan din adamlarının tavrı gösterilmiştir. Hristiyanlık dininin Roma tarafından benimsenmesinin ardından Kilise adı altında kurumsallaşması ve Hz. İsa’ya ilahlık atfedilmesi Tanrının yerini alan bir din adamları zümresinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Kilise ve temsilcileri sahip oldukları nüfuz ve gücü muhafaza etme adına zamanla toplum üzerinde baskı oluşturmaya başlamışlardır. Tevrat'tan ve Yunan filozoflarının eserlerinden hareketle dünyanın kendi etrafında dönmeyip tepsi gibi düz olduğu ve dünyanın evrenin merkezinde bulunduğu Hristiyanlara dini inanç olarak kabul ettirilmişti.  Dünyanın düz olduğunu dikte eden Kilise ile yuvarlak ve kendi etrafında döndüğünü savunan Galileo arasındaki tartışmada Kilisenin onu idam etmesi, tabi ki İslâm dinine mal edilebilecek bir şey değildir.

Kilise ve Galileo arasında yaşanan hadisenin din ve bilim ilişkisine bakan yönünün yanlış din ve yanlış bilim algısından kaynaklı tartışma olduğu açıktır. Hristiyanlığın söz konusu bilim karşıtlığı, batıda ciddi bir tepkiye yol açmıştır. Bu düşünürlere göre din, insanı uyuşturan bir afyondur.

Batı’nın yaşadığı bu sürecin bir benzeri bizde de yaşanmaya başlamış ve batılı bazı bilim adamlarının Hristiyanlığa karşı yaptıkları manifesto ve reddiyeleri okuyan bir kısım genç, söz konusu dine yapılan eleştirilerin, aynı zamanda İslâm’a da yönelik olduğu algısına kapılarak, dini eleştirmeye başlamışlardır. Burada en büyük sorun, İslâmiyet’in, Hristiyanlık ile eş tutulması olmuştur. Oysaki Kur’ân, bilgiye erişmeyi, aklı kullanmayı ve düşünmeyi pek çok âyette emreder.

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فٖٓي اَصْحَابِ السَّعٖيرِ

“Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şimdi şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!” derler.”  (Kuran, Mülk,10).

Kuran aklı kullanmamanın cehenneme gitmeye bir sebep olduğunu haber verir.

Yeryüzünde dolaşmayı ve yaratılışın nasıl olduğuna bakılmasını emreden âyet bilgiyi oluşturmayı ve onun verilerini kullanmayı salıklar. Yine Kur’ân’daki birçok âyet, dikkatlerimizi Evren'e ve onun

yaratılışına çekmektedir.

قُلْ سٖيرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللّٰهُ يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الْاٰخِرَةَؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌۚ “

“(Resulüm!) De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kādirdir.” (Kuran, Ankebût, 20)

Bilim, dış dünyanın yani evrenin incelenmesi ise, en başta inanan insanların Allah'ın indirdiği âyetlerden hareketle bilim ile ilgilenmesi gerekir. İslam tarihinde birçok bilim insanının varlığı, İslâm’ın bilim ile çatışmadığının bir göstergesi olmuştur.

Dine karşı tavır alan Ateizm ise bilimsel bir sistem olmadığı gibi felsefî bir sistem de değildir. Çünkü hiçbir felsefî sistem, ilk sebebi ve bütün mevcudatın sebepsiz ilkesini inkâr edememiş, aksine onu maddî temelde açıklamayı tercih etmiştir.

Bunun ötesinde, ateizmin, Hıristiyanlığın ve özellikle kilisenin bilime ve bilim adamına yönelik ortaya koyduğu baskıcı tutuma karşı tepkisel bir hareket olarak ortaya çıktığı dikkate alınırsa, “sanki Tanrı yokmuş gibi” sürdürülen bir hayat tarzını benimseyenlerin tutunduğu zayıf bir dal gibidir. İnsan ön yargılarından uzak bir şekilde çevresine baktığında ve eşyanın arkasındaki düzeni, intizamı ve hikmeti tefekkür ettiğinde yaratıcı bir Tanrı’ya inancı güçlenmekte ve O’nu inkâr neredeyse imkânsız hale gelmektedir.

Ateizmin ve Deizmin en yaygın biçimlerinden biri de “sanki Tanrı yokmuş gibi yaşama”yı dile getiren ve bunun bir yaşam tarzına dönüştürülmesiyle de pratik görünüm kazanan türüdür. Burada ateist ya da deist düşünce ve pratikte kendisini yaratanı hayatına sokmamaktadır. Bu tutumuyla kendini özgürleştirdiğini düşünmekte, Yaratıcıyı kendi dünyasından uzak tutarak bir anlamda dinin kendisine yüklemiş olduğu sorumluluklardan da kaçmaktadır.

Fakat pek çok ateist ve deist, belli bir zaman sonra savunduğu temel tezlerin yanlışlığının farkına varmakta bu düşüncelerini terketmekte ve yüce bir yaratıcının varlığı düşüncesine inanmakta ya da meyletmektedir. Diğer taraftan, inananların Allah’ın varlığı lehinde ortaya koyduğumuz deliller çok daha güçlü ve mantıklıdır.

Aklı, mantığı, düşünceyi önemseyen ve akletmeyi ibadet sayan İslam dünyasındaki ilim adamları, bilimle uğraştıkça dinden uzaklaşan batıdaki birçok bilginin tersine, Kur’an’a yüz çevirmemişler, aksine onu kendilerine referans almışlardır. Sözgelimi, astronomi, matematik, fizik, tıp, eczacılık, tarih, coğrafya, filoloji, botanik, mineraloji ve dinler tarihi gibi 30’a yakın ilim dalında çalışmalar yapan çağının en iyi bilim insanlarından biri olarak kabul edilen Biruni, benim bilimle uğraşma sebebim Âl-i İmrân Sûresinin 191. âyetidir, demiştir.

Ayeti kerime şöyledir:

اَلَّذٖينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فٖي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاًۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

“Aklını ve gönlünü işletenler o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı hatırlarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derinlemesine düşünürler: Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın, sen yücesin, bizi cehennemden koru!”. (Kuran, Ali İmran, 191)

Bu veriler doğrultusunda bilimin üstünlüğünü, güzelliğini göstermek için dini kötülemenin, onu “gerici”, “dogmacı”, “ilerlemenin ve aydınlığın önündeki engel”, “beyinleri uyuşturan afyon” vb. türden nitelemelerle etiketlemenin, tarihsel ve toplumsal gerçeklikler açısından “İslam” söz konusu olduğunda hiç de sağduyulu, nesnel ve bilimsel bir yaklaşım olmadığı görülmektedir.

İslâm, insanları gerçeğe, hakikate ve tevhide çağırmanın yanında tevhid inancının hayata yansımasını ve bu inancın muhafazasını gaye edinir.

İlk emri “oku” olan ve akletmeyi emreden bir dinin müntesiplerinden talebi nakle ve akla mutabık bütün yönleriyle hayatla iç içe olan ve içselleştirilmiş bir imâna sahip olmaktır. Bunun önündeki engellerin tespit edilmesi ve giderilmesi, her iki âlemde huzurlu birey ve toplumun oluşmasında gereklidir.

İslam dini, hükümlerin apaçık olması ile ortada iken, buna rağmen büyücü ve medyumların peşinden gitmek, fal baktırıp, geleceğin görünmeyen karanlık yüzüne taş atmak, sahte peygamberlerin sözlerine kanarak, güneş gibi hakikatlere arkasını dönerek, rüyalarla, hayali menkıbelerle kendini avutmak, bilimi oluşturan, “sünnetullah” dediğimiz, gerek evrende gerekse insanın kendi bedeninde sistematik İlahi kuralların bulunduğu bir kainatla beraber yaşadığımız halde, rastlantıdan, tesadüften bahsedecek kadar aklı ötelemek, bu toplumda yaşayan hiçbir ferde yakışmayacak inanç ve davranışlardır.

İnanmak nasıl fıtrî ise, insanı doğrudan uzaklaştıran hevâ, nefis ve kötü ortam da bir hakikattir. Bu da bir imtihanın bir gereğidir. Allah’ın ilk insan ile birlikte pek çok peygamber gönderip Hz. Muhammed ile bunu tamamlaması ve Kur’ân’ı kıyamete kadar baki kılması, bu imtihanda imanın zayi edilmemesi için ilâhi bir korumadır. Müslümana düşen zayıf noktaları tespit ederek şüphelerin giderilmesine gayret etmektir.

Mehmet Çatallar

Sakarya İl Vaizi

VAAZI İNDİR

Facebook Yorumları