menu
HZ. EBU BEKİR ÖZELİNDE SIDK, SADAKAT VE DOĞRULUK
HZ. EBU BEKİR ÖZELİNDE SIDK, SADAKAT VE DOĞRULUK
Haftanın Vaazı.. "Hz. Ebu Bekir Özelinde Sıdk, Sadakat ve Doğruluk" konulu 14.01.2022 tarihli Cuma Vaazı sitemize eklenmiştir.

Hz. Ebu Bekir Özelinde Sıdk, Sadakat ve Doğruluk

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ 

“O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir,” (Hud 112) ayeti inince Peygamber Efendimiz (sav) Hud suresi hakkında:

 شيبتنى هودٌ واخواتها  “Beni, Hud suresi ve kardeşleri (Vâkıa, Mürselât, Nebe, Tekvir) ihtiyarlattı.” (Tirmizi, Tefsir, 57) buyurmuştur: Çünkü bu surede önceki kavimlerin helak kıssaları anlatılmış ve akabinde “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” buyrulmuştur.

  Öyleyse doğruluk nedir? Doğruluk; hakikati konuşmak, gerçeğe uygun bilgi vermek, dürüst ve güvenilir olmak, vaadine sadâkat göstermek anlamlarına gelir. (Sıdk Maddesi. TDV İslam Ansiklopedisi.) 

Kısacası her şeyden önce doğruluk Kur’an ve sünnete uygunluk demektir. Doğruluk insanın kendi arzusuna göre değil, Allah ve Rasulünün ölçülerine göre olmalıdır. Doğruluk, Mü’minin temel vasfıdır. İman pusulası doğruluğu gösterir. Bundan dolayı Hz. Ebu Bekir misali mü’minin özü sözüne, eylemleri de imanına uygun olmalıdır.

İslam dini doğru insanlar yetiştirmek için gönderilmiştir. İslam bu konuda bizlere örnek şahsiyet olarak Ebu Bekir (ra) efendimizi vermektedir.

Biz bu vaazımızda imanıyla, sadakatiyle, cesaretiyle ve cömertliğiyle asırlardır gönlümüzde yatan Hz. Ebu Bekir (ra) efendimizden bahsedeceğiz.

Ebu Bekir (ra) Efendimizi Kısaca Tanıyalım:

Ebu Bekir (ra), Kureyş kabilesinin Teym oğullarına mensuptur. Asıl adı Abdullah’tır. Ancak Bekir adında çocuğu olmamasına rağmen, ahlaki meziyetleri kendisinde topladığı için bu künyeyle yani Ebu Bekir künyesiyle şöhret bulmuştur. (Muhammed Rıza Ebu Bekris Sıddik Beyrut 1983, 9.)

Dünyadayken cennetle müjdelendiği için Atik lakabıyla da anılmaktadır. Sevgili Peygamberimiz ona hitaben: “Sen cehennemden Atik’sin (azatsın)” buyurmuştur. (İbnül Esir Üsdül Ğabe Fi Ma’rifetis Sahabe Kahire 1970)

Asıl olarak sadakatiyle bilinmekte olan Ebu Bekir efendimize, bir de Sıddık ünvanı verilince artık bu isimle anılır olmuştur.

Sadakati Semada Tescil Olunan Sahabi:

Hz. Ebu Bekir’in (ra) İslam ile tanışması aslında onun Mekke ufuklarından doğması beklenen bir Peygamberin geleceğini beklemesiyle başlamıştır. Bekleyiş içerisinde olması onu, Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliğine iman etmeye hazır hale getirmişti. 

Neticede İslam ile şereflenen ilkler arasında yerini almış ve birçok sahabenin Müslüman olmasına vesile olmuştur. Malıyla, canıyla ve bütün kalbiyle Allah Rasulünün (sav) yanında olmuştur. Ebu Bekir (ra) ile Sevgili Peygamberimiz’in dostlukları İslam’dan öncesine dayanmaktadır. Hz. Peygamber (sav) gibi Ebu Bekir’de (ra), Mekke sokaklarında küfrün ve cehaletin kol gezdiği, insanların haksız yere başkalarına zulmetmelerine gönlü razı değildi. O, Peygamberlikten önce olduğu gibi Peygamberlikten sonra da Muhammed-ül Emin’in yanında duracak, ona dava arkadaşlığı yapacak, canını ve malını onun izine feda edecekti.

        İman    ile sıdk   arasında sıkı   bir   bağ   vardır. Çünkü mümin kişi   aynı    zamanda musaddiktir. Yani, Rabbinin varlığını, birliğini, onun eşi   ve benzeri olmadığını, peygamberi vasıtasıyla bildirdiklerinin hak   olduğunu tasdik edicidir. İnanan kişi öncelikle Hakkı tasdik eder, sonra da tasdik ettiği    doğrulara “sadık” kalır. Sadakat gösterir; hâl   ve hareketlerinde, söz   ve amellerinde, iç ve dış   âleminde bu sadakati yani    Allah’a olan   imanını yansıtır. 

Hz. Ebû   Bekir’in (ra) Peygamber Efendimize (sav) sadakati her zaman örnek alınacak bir güven örneğidir. Hz.  Peygamber’in (sav), Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidip sonra da göklere mi’rac ettiğini söylediğinde, isrâ    ve   mi’rac tecrübesi bu sadakatin test   edilmesi için insanlara iyi bir   fırsat    olmuştur.  

Mi’rac hadisesi yeni İslam ile müşerref olan gönüllerde şüpheyle karşılanmıştı. Bu durumu fırsata çevirmek isteyen Ebu Cehil ve avanesi İslam’dan kaçışı başlatmak için Mekke sokaklarında yaygara çıkarıp Mirac hadisesinin sihir ya da büyüden başka bir şey olamayacağını haykırmaya başladılar. Çünkü böyle bir şeyin olmuş olması mümkün değildi onlara göre.

Müşrikler de böyle bir   fırsat    arıyorlardı. Ebu Bekir (ra) İslam’dan uzaklaşırsa yaprak dökümü hızlanır ve böylece Muhammed-ül Emin yalnız kalır. Ölümüyle de bu iş biter diye düşünüyorlardı. İlk fırsatta Ebu Bekir’i aradılar ve buldular.  Hesapları Hz. Ebû    (ra) pişman olması ve eski    dinine geri   dönmesi üzerine kurulu idi. Halbuki Ebu Bekir cahiliye döneminde putlara tapınmamış, içki de içmemişti.  Ama    onlar yanlış hesap yaptıklarının farkında değillerdi. Çünkü karşılarında Ebû Bekir Sıddîk (ra) vardı. Resûlullah’ın (sav) Hakk’a davetine icabet eden ilk erkek olan, girdiği hak yolda dosdoğru ilerleyen, her   zaman hakkı gözeten bir   mümindi o. Onlar onun şirk    bataklığına dönmesini beklerken onun verdiği cevap bütün   inananlar için   Allah Resûlü’ne sadakatin simgesi olacaktı. Ve şu sözcükleri gayet net bir şekilde dile getirdi: “Bunları eğer o söylüyorsa muhakkak doğrudur.” Kutlu Elçi’nin doğruluğunu tereddütsüz tasdik eden Hz. Ebû Bekir’e bu olaydan sonra Hakk katından ve Müslümanlar tarafından “Sıddîk” lakabı verildi. (İbn Hişâm, Sîret, II, 244-245)

Aslında Peygamberimizin çok çaresiz kaldığı, alaya alındığı bir zamanda ona sadakat elinin uzanıvermesiyle İslam davası yeniden bir güç kazanmış, dinin sahibi ve Nebisi bu tasdikten çok fazla memnun kalmıştı. Daha önce vahiy için yeryüzüne inen Cebrail (as), yüce Allah’ın emriyle bu defa da Habibinin Emin olma vasfını tutup yerden kaldıran Ebu Bekir’e (ra), “sıddık” sıfatının verildiğini haber vermek için gönderilmiştir. 

Bugün bizlere düşen görev, nasıl ki Cahiliye bataklığından İslam çiçeği çıktıysa, yozlaşmış, pörsümüş zihin dünyamızda ve gönlümüzde yeniden   İslam’ın güzelliklerini yeniden açtırabilmektir. Güzel dinimizi kendi heva ve heveslerimize alet etmemektir. Biz anlayamadıysak bile dinimizin bütün hükümleri mükemmeldir. İdrakimizin dışında kalan dini konulara hemen ret cevabı yerine sadakat timsali Ebu Bekir (ra) gibi tam teslimiyet içerisinde olmalıyız. 

Bir Müslüman, Hz. Ebu Bekir (ra) gibi önce kendisini yaratan, yaşatan ve her türlü nimetle donatan Rabbine karşı sadakat göstermelidir. İnsan, Bezm-i Elestte Rabbine vermiş olduğu söze, hayatının sonuna kadar bağlı kalmalı, O’na iman ve ibadetini severek yapmalıdır. O’nun gönderdiği Peygamberine ve Habibinin en büyük mu’cizesi Kur’an’a ve sünnet-i seniyyesine sadık kalmalıdır. Ferdi hayattan tutunuz da ictimai hayatın tüm aşamasına, kısacası İslam’ı evimize, camimize, okulumuza, çarşıya, pazara, caddeye ve olması gereken her yere yansıtabilmek sadakatin bir tezahürü olsa gerektir.

Muhterem Din Kardeşlerim! Doğruluk kalbin konuşmasıdır, denilmiş. Her kap içinde olandan sızdırır. Hz. Ebu Bekir’de (ra) olduğu gibi insanın içinde doğruluk varsa bu, dil aracılığıyla dışarı sızar ve davranış olarak kendisini belli eder. Hz. Ali (kv) ne güzel ifade etmiş: Özü doğru olanın sözü de doğru olur. Bu nedenle Müslüman, düşündüğü gibi konuşmalı, konuştuğu gibi olmalıdır. Müslüman özünde, sözünde ve işinde dürüst olmalıdır. Velev ki aleyhine dahi olsa doğruluktan şaşmamalıdır. Ne de doğru söylenmiş; Müstagîm ol, Allah utandırmaz seni.    

Hicret Yolundaki Yâr-ı Ğâr (Mağara Arkadaşı):

Allah (cc) Mekke’de akla ve hayale gelmedik baskı ve inatlara rağmen kuluna vahyetmiş olduğu vahyini korumak için Habibinin Medine’ye hicret etmesine müsaade etmiş ve bu zorlu yolculukta ona yol arkadaşı olarak, imanı ümmetin imanına denk bulunan Ebu Bekir’i (ra) seçmiştir. Ebu Bekir, hicret için müsaade isteyince Allah Rasulü kendisine beklemesini söylemiş ve “Belki Allah, sana bir yol arkadaşı verir” buyurmuş. Bu müjde üzerine Ebu Bekir (ra), gizlice yol hazırlıklarına başlamıştı. Hicret vakti gelince Peygamber Efendimiz ve Ebu Bekir (ra) Mekke’den ayrılarak beraberce Sevr Mağarasına sığınmışlardı.

Mekke’de Peygamberi bulamayan İslam düşmanları araştırmalarını sahrada yoğunlaştırmışlardı. Bir ara müşrikler Sevr ağzına kadar gelmişlerdi. Hz. Ebu Bekir (ra) bir ara arkadaşına “Ya Rasulellah, müşrikler biraz eğilip baksalar neredeyse bizi görecekler,” dediğinde, Allah Rasulü (sav) işaret ederek ona: “Sus Ya Eba Bekir! İki yoldaşın üçüncüsü Allah olunca hiç endişe edilir mi?   (Tecridi Sarih Tercemesi x,115-116) buyurduktan sonra sözlerine şöyle devam etti:

لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا    “..Üzülme.! Allah bizimle beraberdir,” (Tevbe 40) buyurmuştur. Evet Allah bizimledir. O, dinine hâdim olmayı şeref sayan kullarını hiç yalnız bırakır mı? İslam’ın sancaktarlığını yapmak, tek gayesi ilây-i kelimetullah olan, davasına kayıtsız, şartsız teslimiyet gösteren mü’minleri hiç yalnız bırakır mı? Elbette bırakmaz. Saadet asrında Habîbi’ni perdelemesi için örümceğe ne yapması gerektiğini sezdiren, onu yakalamak ve katletmek için dolu dizgin giderken atının ayaklarını kuma gömdüren yüce Allah, elbette sözüne sadık kalmayı murâd edenler için bir çıkış yolu bulacak, kuluna sekinet indirecektir. 

Rasulüllahın Mihrabına Kimse Onun Kadar Yakışmamıştı:

Sadece Allah Rasulü (sav) değil onun ashabı da Ebu Bekir’i (ra) Rasulüllahın mihrabına yakıştırmışlardı. Onu mihraba ehil kılan tabi ki de imanı ve imani değerlere tam teslimiyetidir.

 Resûlullah (sav)’in hastalığı ağırlaşınca kendisine, namazı kimin kıldırmasını istediği sorulduğunda Peygamber Efendimiz: « مُرُوا أَبا بَكْرِ فَلْيُصَلِّ بالنَّاسِ »  “Ebû Bekir’e söyleyin, namazı kıldırsın!” buyurdu.  Bunun üzerine Âişe (ra): Ebû Bekir yufka yüreklidir. Kur’an okurken kendisini tutamaz,ağlar. (Başkasına emretseniz). dedi. Resûlullah (sav): « مُرُوهُ فَلْيُصَلِّ » Söyleyin Ebû Bekir’e, namazı kıldırsın!” buyurdu. (Müslim, Salât 94) Rasülullah’ın mescidinde, onun mihrabına en çok yakışan Ebu Bekir (ra) idi. Resülullah’ın mihrabında rivayet olunduğuna göre17 vakitten fazla namaz kıldırmıştır.

Bir gün Peygamberimiz öğle vaktine yakın hastalığının şiddeti hafifleyince Hz. Abbas ve Hz. Ali’nin yardımlarıyla mescide çıktı. Bunu fark eden Ebu Bekir (ra) mihrabı Rasulüllah’a devretmek istediyse de, Peygamberimiz kendisinden mihrabta kalması ve namazı kıldırmasını istedi. Hatta Rasulüllah niyet ederek Hz. Ebu Bekir’e uyarak o vakti kılmıştır. 

Azim Ve Kararlı Duruş Sahibi Ebu Bekir (ra):

Hz. Peygamberin vefatından sonra sahabe kendi aralarında İslam Devletini kimin idare edeceğini konuşurlarken, her kabile bu işe kendiler inin daha layık olduğunu söylemeleri üzerine, tartışmaların yapıldığı meclise  Hz Ebu Bekir (ra) girince bu işe en layık kişinin o olduğu, Rasülullah’ın (sav) hayattayken mihrabına geçirdiği ve arkasında namaz kıldığı, Mi’rac dönüşü sadakatin zirve noktasını göstererek Sıddık diye isimlendirildiği göz önüne alınarak hilafet görevini ondan başkasının yapamayacağı anlaşıldı ve herkes ona biat etti.  

İslam’dan önce temiz bir şahsiyete sahip olan Ebu Bekir (ra) efendimiz İslam ile Sıddıkiyete nail olmuş, devlet başkanı olunca da bu halini devam ettirmiştir. Öncesinde öyleydi şimdi ise böyle anlayışına, kibre ve gurura kapılmadan kendisine tevdi edilen ulvi vazifeyi bi hakkın yerine getirme telaşı içerisindeydi. 

Hz. Ebu Bekir (ra) halife seçilince şöyle bir konuşma yaptı: “Ey insanlar! En iyiniz olmadığım halde sizin başkanınız olarak seçildim. Bana görevimde yardımcı olunuz. Doğru yaptığımda elimi tutunuz. Yanlış yaptığımda ise karşımda durunuz. Güçsüz olanınız haklı olduğu müddetçe benim yanımda güçlü, güçlü olanınız haksız olduğu müddetçe benim yanımda güçsüzdür. Bir millet cihadı terk ederse o millet zillete düşer. Bir millet içinde kötülükler yaygın olursa Allah o millete umumi bir bela verir. Allah ve Rasulüne itaat ettiğim sürece bana itaat, asi olursam bana karşı durunuz.” (İbn Hibban  esSiretün Nebeviyye  s. 423)  

Sohbetten Öğrendiklerimizi Kısaca Özetleyelim:

1. Doğruluk; hakikati konuşmak, gerçeğe uygun bilgi vermek, dürüst ve güvenilir olmak, vaadine sadâkat göstermek anlamlarına gelmektedir. Doğruluk insanın arzusuna göre değil, Allah ve Rasulünün (sav) ölçülerine göre olmalıdır. Doğruluk, Mü’minin temel vasfıdır. İman pusulası doğruluğu gösterir. Bundan dolayı bir mü’minin Ebu Bekir misali özü sözüne, eylemleri de imanına uygun olmalıdır.

2. Dinimiz İslam, günümüze kadar günümüze kadar bozulmadan gelmişse bu sadakatıyla ümmete örnek olmuş Ebu Bekirler sayesinde olmuştur. Öyleyse; doğru yolun eğri yolcusu olmayalım. Unutmayalım ki doğru cetvelden doğru; eğri cetvelden ise eğri çizgi elde edilir. Aynı yamuk olanın gölgesi de yamuk olur.

3. Bir Müslüman, Hz. Ebu Bekir (ra) gibi önce kendisini yaratan, yaşatan ve her türlü nimetle donatan Rabbine karşı sadakat göstermelidir. İnsan, Bezm-i Elestte Rabbine vermiş olduğu söze, hayatının sonuna kadar bağlı kalmalı, O’na iman ve ibadetini severek yapmalıdır. O’nun gönderdiği Peygamberine ve Habibinin en büyük mu’cizesi Kur’an’a ve sünnet-i seniyyesine sadık kalmalıdır.

VAAZI İNDİR

 Hazırlayan: Mehmet KÜÇÜK Sapanca Vaizi

 

Facebook Yorumları