menu
KÜLTÜREL YOZLAŞMANIN TAHRİBATI: YILBAŞI
KÜLTÜREL YOZLAŞMANIN TAHRİBATI: YILBAŞI
Haftanın vaazı.. 29.12.2023 tarihli "Kültürel Yozlaşmanın Tahribatı: Yılbaşı" konulu haftanın vaazı sitemize yüklenmiştir.

Kültürel Yozlaşmanın Tahribatı: Yılbaşı

KÜLTÜREL YOZLAŞMA

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۢ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ

Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Maide, 51)

Muhterem Müslümanlar!

Toplumları millet yapan önemli etkenlerden birisi de kültürdür.

Kültür, bir toplumu diğer toplumlardan farklı kılan, geçmişten beri değişerek devam eden, kendine özgü, sanatı, inançları, örf ve adetleri, anlayış ve davranışları ile onun kimliğini oluşturan yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Topluma bir kimlik kazandıran, dayanışma ve birlik duygusu verdiği toplumda düzeni de sağlayan maddi ve manevi değerlerin bütünüdür.

Kültürel yozlaşma ise Türkçe sözlüklerde; doğasındaki iyi nitelikleri sonradan yitirmek, orijinalliğin bozulması ve bir şeyin manevi niteliklerden uzaklaşması şeklinde tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle kültürel yozlaşma; toplumu ayakta tutan ahlaki, manevi ve insani değerlerin yabancı kültürlerin etkisinde kalarak tahrip olması bir bakıma aşınmaya uğramasıdır.

Kıymetli müminler!

Gelin hep beraber şu soruları soralım ve cevapları üzerine düşünelim.

Bizim kültürümüz hangi temel üzerine kurulmuştur?

Bizi biz yapan ve diğer toplumlardan farklılaştıran kültürümüz yüzyıllardır aynı mıdır?

Kültürümüze sahip çıkabiliyor muyuz? Yoksa çoktan semtimizden ayrıldı mı?

Diğer milletlerin ve dinlerin kültürünü kendi kültürümüz mü edindik?

Bu sorulara vereceğimiz cevaplar bizim toplum olarak kendi özümüz olan kültürümüzle irtibatımızı ortaya koyacaktır.

Bizim kültürümüz, binlerce yıllık geçmişiyle, dünyanın bir ucundan çağlayıp dünyanın dört bir tarafına uzanan, son olarak Anadolu’nun münbit topraklarında karar kılan eşsiz bir kültürdür.

Bizim kültürümüz “insanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen insan merkezli bir kültürdür.

Bizim kültürümüz ilimde, irfanda, sanatta; kısaca hayatın her alanında mensubu olduğu İslam Medeniyetini zirvelere taşıyan muazzam bir kültürdür.

Bizim kültürümüz düğünüyle yasıyla, bayramıyla savaşıyla; sazıyla sözüyle, türküsüyle şarkısıyla nevi şahsına münhasır bir kültürdür.

Bizim kültürümüz sofrasında açların doyduğu, evlerinde yolda kalmışların konakladığı, komşuyla her şeyini paylaşmayı görev sayan engin manevi hazlara eriştiren bir kültürdür.

Değerli kardeşlerim!

Bizi biz yapan, bizi özel kılan şey; milli ve manevi değerlerimizin şekillendirdiği kültürümüzdür. Bu kültürden uzaklaşmak kendimizden uzaklaşmamız anlamına gelir ki bunun diğer bir ifadesi kültürel yozlaşmadır.

Bugün kültürel yozlaşma öyle bir boyuta ulaşmıştır ki günlük hayatımızın her alanında bizi kuşatmıştır. Evlatlarımıza koyduğumuz isimlerden tutun, Dükkânlarımıza verdiğimiz isimlere varıncaya kadar yabancı kelimelerden seçmişiz. Öyle ki özellikle büyük kentlerimizde işyerlerinin yoğunlukta olduğu bir caddeden geçerken adeta kendimizi yabancı bir ülkedeymişiz hissini vermektedir. Yüce Allah (cc) şöyle buyuruyor:

إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ وَإِذَا أَرَادَ اللّهُ بِقَوْمٍ سُوءاً فَلاَ مَرَدَّ لَهُ وَمَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَالٍ

Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.” (Ra’d 11)

Ünlü düşünür Aristo’nun söylediği ifade edilen şu söz kültürel ve ahlaki bozulmayı işaret etmektedir: ‘En bedbaht millet, kaleleri ayakta iken kültürü ve ahlakı harabe olan millettir.

Müslümanların batı kültürüne özenmesi neticesinde yardımlaşmanın yerini çıkarcılık ve duyarsızlık almış, anadil yabancı kelimelerle yozlaşmış ve dini bayramlar özünden uzaklaştırılarak tatile dönüştürülmüştür.

Kardeşlerim!

Biz demiyoruz ki kendimizi kapatalım, dünya ile irtibatımızı keselim. Kültürümüzün dünyaya kapatılması, durağan hale getirilmesi elbette söz konusu olamaz. Bunu istesek de yapamayız. Çünkü internet çağında yaşıyoruz. Kitle iletişim araçlarının baş döndürücü bir hızla geliştiği dünyamızda, özü korumak şartıyla değişim, çağdaş dünyayla rekabet etmenin vazgeçilmez şartı olmuştur.

Hal böyleyken “Batının bilim ve teknolojisini alalım ama kültüründen uzak duralım” düşüncesi geçerliliğini yitirmiş olsa gerek. Burada yapılması gereken şey, çok iyi bir şekilde seçmeci, ayıklamacı olmayı başarabilmektir.

Bal arısının, bal gibi bir gıdayı üretebilme özelliği ile birlikte, zehir üretme özelliği de vardır. Arıya yaklaşmasını bilen akıllı insan, balından yararlanır. Arıya nasıl yaklaşacağını bilemeyenler ise zehirinden nasibini alır.

Hikmet mü’minin yitiğidir ve onu nerede bulursa almalıdır, ilkesinden hareketle meşru ölçüler dahilinde Batının zararlı kültürü değil de bilim ve teknolojisi örnek alınabilir.

Ancak hemen belirtelim ki Müslümanlar olarak bizler, dün olduğu gibi bugün de insanlığın istifadesi için yeni icat ve buluşlara imza atmalıyız ki böylelikle Batının teknolojisinin esiri olmaktan kurtulmuş olabilelim.

Aziz kardeşlerim!

Bununla beraber Müslümanın kendine has bir duruşu olmalıdır. İslam, ilk vahiyden itibaren kendisine has bir kültür oluşturmak için ölçüler koymaktadır. Bu ölçülerden birisine şu hadis-i şerifi misal olarak verebiliriz. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiklerinde, Medinelilerin eğlendikleri iki günleri vardı. Peygamberimiz (sav); "Bu günler nedir?” diye sordu ve bunun üzerine Medineliler; "Biz câhiliye döneminden beri bu günlerde eğleniriz” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz; "Allah size, o iki gün yerine daha hayırlı iki bayram vermiştir. Bunlar Ramazan ve Kurban Bayramlarıdır” (Ebû Dâvûd, Salât, 245.) buyurmak suretiyle insanın en doğal hakkı olan eğlenceye İslami bir motif getirmiş, Medinelileri eğlencelerinde ve bayramlarında kendi hallerine bırakmamış ve böylelikle de eğlence kültürünün İslami hassasiyetler içerisinde kalmasını sağlamıştır.

Dini ve kültürel kimliğin korunmasında her milletin ve inanç grubunun elbette kendisine has davranış biçimleri, örf ve adetleri olacaktır. Bu gayet doğal bir durumdur. Bunların en tabii, en güzel ve doğal olanları insanın yaratılışına en uygun düşenleridir. İlke ve uygulama olarak insanın doğasına en uygun ve uyumlu bir din olan İslam, bu ilke ve uyumun günlük hayata yansımasını istemektedir. Kültürel kimlik ve kişiliğin, başka kültür odaklarından farklı olmasını gerektirmesi, yeni bir kimlik ve toplum inşa etme amacına matuftur.

Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygambere (sav): "Atalarının dinine dön, elbette onlar senden daha faziletli ve senden daha yaşlıdırlar." demişlerdi de bunun üzerine Allah Tealâ insanlığa örnek olarak gönderdiği Habibine:

ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ

Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” (Casiye 18) âyet-i kerimesini indirmiştir.

İslam; Yüce Allah’ın (cc) razı olduğu bir din, Müslüman ise bu dinin ilkelerini hayat prensibi haline getiren kimsedir. Bu nedenledir ki Müslümanın kendisine has bir duruşu olmalıdır. İslam, inananları giyimden tutunuz da yemeye içmeye varıncaya kadar, hayatın her aşamasında gayri Müslimlere benzemekten alıkoyan bir dindir. Müslüman, bir kimliğe mensubiyetten öte, bununla beraber İslam’ın istediği duruşu sergileyen kişidir. İman etmek suretiyle izzeti kuşanmış bir Müslümanın, münkir sahibi olmakla zillet içerisinde kalmış bir kafiri taklit etmesi doğru bir şey değildir.

Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: “İslam yücedir, hiçbir şey onun önüne geçirilemez.” (Buhari Cenaiz 79, Darekutni Sünen 3:525) Bizatihi yüce olan İslam’ın inşa ettiği kültür de ve o kültürün mensupları da yüce olmalıdır.

Kıymetli müminler!

Kültürel yozlaşma ve yılbaşı bugün adeta ayrılmaz bir bütün haline gelmiştir. Neden böyle olmuştur? Çünkü Müslümanlar kültürlerinde olmayan bir meseleyi getirmiş kendi kültürlerinin tam ortasına koymuşlardır maalesef.

Peki Yılbaşı Müslüman için ne ifade etmeli?

Yaşadığımız hayatı yıl adını verdiğimiz bir takvim üzerinden yaşıyor ve bu ömre “70-80 yıllık bir ömür” diyoruz. Bu yılların sayısının artması mesela 30 iken 31. yılda olmak, 53'ten 54'e geçmek insanın kabire bir yıl daha yaklaşması demektir. 40 yıl yaşamış ve 41. Yılına girmiş bir adam düşünelim. Bu adam 40 yaşamış ve ne kadarı kaldığı belli olmayan bir hayatın 41. yılına geçmiştir. Dolayısıyla hesap açıktır: kesinlikle geçmiş yıl gelecek yıldan daha fazladır. Çünkü gelecek meçhuldür.

Önü mezarlık olan bir hayata gitmektir bir yıl daha ilerlemek. Bir insan ne kadar akıl nimetinden yoksun olmalı ki o insan mezara bir yıl daha yaklaştığı için şenlikler yapıp eğlenceler düzenlemeli?!

Ölen birisine matem töreni yapılıyor. Eceli bir yıl daha kendisine yaklaşan birisi ise kutlamaya yapıyor. Bu Müslüman kafası olamaz. Bu olsa olsa yaşamayı bu dünyadan ibaret kabul eden, cennetten hiçbir umudu olmayan bir insanın aklı olabilir. Yani kapitalist liberalist Avrupalının aklı olur. Müslüman dünyayı bir ağacın altında gölgelenen yolcu gibi kabul ettikten sonra gölgelendiği ağacın altında mezara biraz daha yaklaştığı için törenler yapan bir insan olarak yaşayamaz.

Müslümanların arasında yılbaşına dair kutlamalar ister adına Miladi denen Avrupa takviminin yılı için olsun batıldır. Mezarı ebedi istirahatgah zanneden anlayışın ürünüdür bu. Hesap vermeye ömrün muhasebesine doğru gittiğini düşünenlerin aklı değildir bu. Nerede kaldı ki kafirin din olarak kutladığı şarap içtiği eğlendiği haram gayyalarına battığı bir işi Müslümanlar ne kadar taklit edebilirler?!

Ben, namaz kılan, oruç tutan, Allah’a ibadet eden bir Müslümana “kardeşim yılbaşı kutlama!” dememeliyim. Çünkü bir Müslüman, Hristiyanlara ve Yahudilere özenmemesi, onları taklit etmemesi gerektiğini artık bilmelidir. Yılbaşı gecesi onlar gibi Noel Baba kostümü veya sembolleri takan, onlar gibi kafayı çeken, onlar gibi sarhoş olan, onlar gibi tepinen bir Müslüman görmek ne kadar acı değil mi?

Yanlış her zaman yanlıştır, haram her zaman haramdır. Yılda veya ömürde bir gün veya bir gece yapılacak olması bunu değiştirmez… vay efendim neymiş “insan ömründe bir kez evlenirmiş” diyerek düğünlerde işlenen haramlar… yılda bir kez diyerek doğum günlerinde, yılbaşlarında işlenen haramlar… Bunlar Müslümana yakışmaz. Müslüman Kardeşim, kendine bunları layık görme! Müslüman temiz olmalı ve temiz kalmalı. Kendini bu haramlarla kirletme!

Değerli müminler!

Yüce dinimiz İslam, gayri Müslimlerle alışverişin yasak olmadığını, hatta İslamı tebliğ için onlarla ölçülü olmak kaydıyla dostane ilişkiler içerisinde bulunmayı teşvik etmektedir. Yasak olan dostluk ise Müslümanların, kimliklerinin zayıflamasına hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmalarına sebep olan, ölçüsünü kaybetmiş ve hayranlık noktasına ulaşmış olan dostluklardır.

İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre: Ubâde ibnu's-Sâmit Bedr gazvesinde bulunmuş müttakî bir sahabî idi. Onun yahudilerden anlaşmalı oldukları dostları vardı. Türlü sıkıntılara rağmen birazcık rahatlama olabilir düşüncesiyle Hendek savaşı günü: "Ey Allah'ın elçisi, yanımda beş yüz yahudi var. Benimle beraber çıkmalarını düşünüyorum. Böylece düşmana karşı onlarla daha bir güçleniriz,” dedi. Bunun üzerine Allah Tealâ Maide Suresinin 51. âyet-i kerimesini indirerek, bir Müslümanın Ehl-i Kitaba karşı tutumunun nasıl olması gerektiğini haber vermiştir. (Vâhıdî, Esbab-ı Nuzül s. 72-73) İnzal olunan ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmaktadır.

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰى اَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ

Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Maide 51)

Abdullah İbni Mes’ûd (ra) şöyle dedi: Resûlullah (sav)’e bir adam geldi ve: Ey Allahın Resûlü, bir topluluğu seven fakat onların işlediği amelleri işleyemeyen bir insan hakkında ne buyurursunuz? dedi. Hz. Peygamber de: المَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّKişi, sevdiği ile beraberdir” cevabını verdi. (Buhârî, Edeb 96)

Kişi sevdiği ile beraberdir” beyânında iyilik-kötülük ayırımı yapılmamış, genel bir kaide olarak durum ortaya konulmuştur. Bundan iyileri seven iyilerle, kötüleri seven de kötülerle beraberdir, anlamı çıkar. Zaten insan, sevdiği kimselerle olmayı onların yakınında bulunmayı ister. Sevmediği kimselerle birlikte vakit geçirmek, başlı başına azap vesilesidir. Kimse de böyle bir beraberliğin peşinde olmaz. Birlikte olma arzusunun temelinde sevgi yatar. Sevgi beraber olmanın temel şartıdır. Müslüman, kimlere karşı sevgi duyduğuna dikkat etmelidir. Çünkü işin sonunda onlarla beraber olmak vardır.

Nitekim meselenin vahametini ortaya koyan bir hadis-i şeriflerinde sevgili Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: من تشبّه بقومٍ فهو منهمKim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır.”

Rabbim bizleri kendi kültürümüze bağlı, emirlerine ittibada kusursuz, yasaklarına karşı da korkulu eylesin.

VAAZI İNDİR

Bilal Polat / Adapazarı Uzman Vaiz

Facebook Yorumları