menu
ÖZ VATANINDA VATANSIZ YAŞAYAN UYGURLAR
ÖZ VATANINDA VATANSIZ YAŞAYAN UYGURLAR
Haftanın Vaazı.. 06.12.2024 tarihli "Öz Vatanında Vatansız Yaşayan Uygurlar" konulu Haftanın Vaazı sitemize yüklenmiştir.

Öz Vatanında Vatansız Yaşayan Uygurlar

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَظَلَمُواْ لَمْ يَكُنِ اللّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلاَ لِيَهْدِيَهُمْ طَرِيقاً ، إِلاَّ طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللّهِ يَسِيرًا

İnkâr edenleri ve zulmedenleri Allah asla affetmeyecek ve onlara hak ve hakikatle ilgili hiçbir yol da göstermeyecektir. Dahası Allah’ın böylelerine göstereceği tek yol, içinde temelli kalacakları cehennemin yolu olacaktır. Bu da Allah için çok basit bir iştir. (Nisâ, 4/168-169)

Yaratan, yaşatan, ortağı, dengi ve benzeri olmayan, bütün güç ve kudretin gerçek sahibi, kâinatın yegâne hâkimi Allah’a sonsuz hamd olsun. Kendisinden sonra başka bir peygamber gelmeyecek olan âlemlere rahmet son Nebi’ye salât ve selam olsun.

Değerli Müslümanlar!

Yaşadığımız çağda nice savaşlara, zulümlere, katliamlara ve vahşetlere tanık oluyoruz.  Zulüm ne din tanıyor, ne renk, ne coğrafya, ne de kadın ve çocuk! 

Dünyanın neresinde Müslüman varsa orada mutlaka İslam’a ve Müslümanlara yönelik saldırılar var. Sözde uygar Avrupa’nın göbeğinde henüz yeni yaşanan Bosna vahşetini unutmadık.  Müslüman Arakan halkına yönelik Budist çetelerin yaptığı katliamları unutmadık. Milyonlarca Arakanlı Müslüman göçe zorlandı, bebekler bile katledildi. Toplu tecavüzler, ev, okul ve işyerlerinin kundaklanması hadiseleri yaşandı. 

Hindistan’da Müslümanlara yönelik saldırıların ardı arkası hâlâ kesilmiyor. Saldırıların geldiği seviyeyi anlamak için şu habere bakınız: “Bir Hindu satıcı, Müslüman çocuklara fare zehiriyle karıştırılmış meyve suyu satarken yakalandı.” Yani Budist, Hindu, Hristiyan, Yahudi fark etmiyor; küfrün tek millet olduğu öylesine aşikar ki!..

Dünyanın dört bir yanında mazlumların inleyişleri ve feryatları yankılanıyor. Dünyadaki bunca acı, zulüm ve gözyaşı karşısında Müslümanlar olarak bizim tavrımız, duruşumuz nedir ve nasıl olmalıdır? İşte bugün Doğu Türkistan özelinde bundan bahsetmek istiyorum.  

Peygamberimiz (s) muhtelif zamanlarda ve muhtelif vesilelerle mümin/müslüman tanımı yapıyor; Müslüman bir kişinin nasıl olması gerektiğini çok veciz ifadelerle dile getiriyor. Bununla ilgili literatürümüzde birçok hadis var. Bunlardan birkaç tanesini zikredelim. Mesela diyor ki peygamberimiz (s):  

المُسْلِمُ مَن سَلِمَ المُسْلِمُونَ مِن لِسانِهِ ويَدِهِ

“Müslüman elinden ve dilinden Müslümanların güvende olduğu kimsedir.” (Buhârî, Îmân, 4)

Müslüman adını hak edebilmek için nasıl olmamız gerektiğini ifade eden bu hadisi vaazlarda hutbelerde, sohbetlerde sıklıkla duyarız. Evet, duyuyoruz fakat bu hadisin ne dediği üzerinde yeterince tefekkür edip gereğini yaptığımız pek söylenemez! 

Hadisin bir başka varyantı şöyledir “Müslüman elinden ve dilinden insanların güvende olduğu kimsedir.” Evet, Müslüman o kimsedir ki, etrafına zarar değil; güven verir. Müslümanlar güvenli bir liman gibi olmalıdır. Haksızlığa uğrayan, zulme maruz kalan insanlar Müslümanları güvenli bir sığınak olarak görmelidir. 

Bugün bizler, etrafımıza ne kadar güven verebiliyoruz? Dünyada yaşanan zulümlere karşı mazlumlara sığınak olabiliyor muyuz? Dünya nüfusunun neredeyse dörtte biri Müslümandır. Yani yaklaşık 2 milyar Müslüman var. 

Peki, nasıl oldu da bu sayımıza rağmen Bosna’da zulme uğrayan bir avuç Müslümana sahip çıkamadık!

Nasıl oldu da Arakan’da/Miyanmar’da bir avuç Müslümana sahip çıkamadık! Mısır’da, Cezayir’de, Tunus’ta, Moro’da, Çeçenistan’da Müslümanlara arka çıkamadık.

Nasıl oluyor da 2 milyarlık bu koskoca Müslüman kitle, mesela Gazze’deki bir avuç Müslümana hâlâ sahip çıkamıyor, onlara liman olamıyor, sığınak olamıyor?

Nasıl oluyor da bu koskoca 2 milyarlık Müslüman kitle, Doğu Türkistan’daki bir avuç Müslümana yapılan zulme hâlâ seyirci kalıyor?

Nasıl oluyor da 2 milyar Müslüman, eliyle ve diliyle mazlum Müslüman kardeşlerine güven veremiyor? 

Biz Rasulullah’ın Müslüman tanımına uyuyor muyuz? Denilebilir ki; “işte…efendim…elimizle onlara zarar vermiyoruz, dilimizle zarar vermiyoruz, dolayısıyla hadisteki tanıma uygun davranmış oluyoruz… falan…filan… yani içi boş bir yığın laf salatası!…”

Bunların hepsi boş laf! Bunların hepsi sadece kendimizi kandırmak! Bu sözler, zalimin zulmüne seyirci kalmanın bir çeşit itirafı gibi… Sakın kendimizi kandırmayalım!

Sen bana şundan haber ver: Mazlum Müslümanlar için elinle onlara güven verici bir şey yapıyor musun? Hayır! Dilinle onlara güven verici bir şey yapıyor musun? Hayır! Fikrinle ve zikrinle onların yanında yer aldığını hissettiriyor musun? Hayır! Onların derdiyle dertleniyor musun? Hayır! Onların çektiği acıları düşünüp uykun kaçıyor mu? Hayır!

Yani kısaca biz, elimizle ve dilimizle mazlum Müslümanlara güven veremeyen bir kitle olmuşuz.

Artık şunu anlayalım: Biz elimizle destek vermediğimiz için sahipsiz kalan Müslümanlar zulme uğramaktadır. Biz aklımızla, fikrimizle, dilimizle, yüreğimizle, bilgimizle ve becerimizle destek vermediğimiz için elin gâvuru meydanı boş bulup Müslümanlar üzerinde istediği vahşeti sergilemektedir.

Peki, soruyorum size: İslam kardeşliği böyle mi olur? Böyle mi ümmet olunur? Böyle mi Müslüman olunur?

Oysa bütün bu yaşananlara karşı Müslümanların duruşu, düşüncesi ve tavrı çok farklı olmalıydı. Her birimiz düşünüp kendine şunu sormalıydı: “Eğer elimle bu zulmü engellemeye çalışmıyorsam benim diğer insanlardan ne farkım var? Eğer dilimle bile olsa bu zulme karşı koyamıyorsam diğer insanlardan ne farkım var? Mazlum Müslüman kardeşlerim yüreğimin bir köşesinde yer almıyorsa benim diğer insanlardan ne farkım var?

Mesela Gazze’deki vahşete karşı dünyanın birçok yerinde gösterilen büyük tepkilerin onda biri sözde İslam ülkelerinde gösterilmedi. Oysa en büyük tepkiyi bizim göstermemiz gerekmez miydi? Şu geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Yapılan zulme Müslümanlardan daha çok gayri Müslimler tepki gösteriyor!!! Bu nasıl bir zillet, bu nasıl bir gaflet, bu nasıl bir atalet ve uyuşukluk! 

Biz bunun hesabını ahirette veremeyiz! 

Doğu Türkistan ve Müslüman Uygurlar için de durum aynen böyle. Doğu Türkistan derken; birçoğumuzun yerini harita üzerinde bile göstermekten aciz olduğu Doğu Türkistan’ı kastediyorum!!

Acaba kaçımız Doğu Türkistan’dan haberdarız? Kaçımız orada neler olup bittiği konusunda merak içindeyiz? Ya da şöyle sorayım: Müslüman Uygurların içinde bulunduğu durumu merak eden, endişeyle takip eden, onlar için üzülen, kaygı duyan, uykusu kaçan ve “acaba ben ne yapabilirim?” diye dertlenen var mı? Yok! Zaten var olsaydı mazlum Uygurlu Müslümanlar perişan bir halde olmazdı! 

Doğu Türkistan neresi? Uygurlar kimlerdir? Ben söyleyeyim:

“Müslümanım” ve “Türküm” demenin yasak olduğu toprakların adıdır Doğu Türkistan!

Ailelerinden zorla alınan Müslüman çocukların ya Budist yapıldığı ya da öldürülüp organlarının pazarlandığı yerin adıdır Doğu Türkistan!

Erkeklerin Çinli kâfirler tarafından sorgusuz sualsiz hapse atıldığı ve erkekleri hapishanede işkence altında inletilirken sahipsiz kalan Müslüman Uygur kadınının ırzına, namusuna, iffetine saldırılan yerin adıdır Doğu Türkistan!

Toplama kamplarında tepki gösterenlerin cayır cayır yakıldığı, insanlık dışı tecridin uygulandığı, sistematik soykırımın yapıldığı, İslam’ın ve Müslüman adının silinmeye çalışıldığı yerin adıdır Türkistan!

Çinli zalimler Kaşgarlı Mahmud’un memleketinde bir camiyi zorla alıp lokantaya, eğlence kulübüne çeviriyorlar. Çinli alçaklar eğlence mekânı haline getirdikleri o camide kendilerini eğlendirmek için babaları, kocaları ve abileri toplama kamplarında tutsak edilen Uygurlu Müslüman kadınları kullanıyorlar. 

Avrupa’da veya dünyanın her hangi bir ülkesinde Kur’an’ı Kerim yakıldığında ayağa kalkan, tepki gösteren, boykot çağrısı yapan Müslümanlar, hafız-ı Kur’an olan Uygurlar, yani canlı Kur’anlar öldürülürken neden sessiz kalıyorlar? 

Böyle bir zulmün kendi başımıza gelmesini ister miyiz? Elbette istemeyiz. O halde Allah Rasulüne (s) kulak verelim. O, mümini şöyle tanımlıyordu:

لا يُؤْمِنُ أحدُكُم حتى يُحِبَّ لِأَخِيهِ ما يُحِبُّ لنفسِهِ

“Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemediği sürece iman etmiş/mümin olmaz.” (Buhârî, Îmân 7)

Kendimiz için istediğimizi Müslüman Uygurlar için de istiyor ve bunun için bir şeyler yapıyor muyuz? Hayır! Peki, nerede kaldı Müslümanlığımız? Değil onların derdiyle dertlenmek, nasıl bir zulme uğradıklarından bile haberdar değiliz. Böyle Müslümanlık mı olur, böyle kardeşlik mi olur?

Zalim Çin hükümeti Uygurların ülke dışına çıkmasına izin vermiyor. Neden? Çünkü bedava iş gücünü kaybetmek istemiyor. Çünkü canını çıkarana kadar sadece karın tokluğuna çalıştırdığı Uygurları kaybetmek istemiyor. Çünkü dünyanın farklı ülkelerinde mazlum Uygurların hakları için ses çıkarıp özgürce mücadele etmelerini istemiyor. Uygurların okumalarını, yükselmelerini ve aydınlanıp zalim Çin aleyhine propaganda yapmalarını istemiyor.

Zulümler, haksızlıklar ve hukuksuzluklar o kadar çok ki hangi birini söyleyelim? Mesela, anneve babası toplama kampında işkence altındaki bir öğrenciye sadece “bu günler de geçecek, sabret” diyen Uygurlu öğretmeni bu sözünden dolayı 7 yıl hapisle cezalandırılıyor. Şu zulme bakar mısınız?!  

Uygurlara yönelik yapılan zulümler sadece Çin Devleti sınırları içinde de olmuyor. Uygurlu Müslümanlar Avrupa ve Amerika gibi gayri İslami devletlerde yaşamadıkları zulmü sözde İslam ülkelerinde yaşıyorlar. Nasıl mı? Mesela, 2018 yılında Mısır’da birçoğu el-Ezher Üniversitesi’nde İslam ilimleri tedris eden Müslüman Uygur genci Mısır hükümeti tarafından tek tek adreslerinden alınıp ve başlarına siyah torbalar geçirilip Çin’in gönderdiği uçaklara dolduruluyor! Bırakın tepki göstermeyi, bu olaydan bizim haberimiz bile olmuyor! Çünkü bizim birbirimizden haberimiz yok, bizde birlik beraberlik ruhu yok, ümmet bilinci yok! Kısaca, bizde samimi bir İslam kardeşliği yok!

Yine mesela, sözde bir İslam ülkesinde; Dubai sokaklarında Uygur avına çıkılıyor. Hem de çıkan kim biliyor musunuz? Dubaili polisler değil; Çin tarafından gönderilen bir uçak dolusu Çin polisi. Yani gâvurlar Müslüman memleketinde Müslüman avlıyorlar. Toplayıp derdest edip cezalandırmak üzere Çin’e götürüyorlar. Buna karşı kimsenin çıtı çıkmıyor! 

Üç kuruşluk ticari menfaat için böylesi bir zulme izin veren, rıza gösteren, göz yuman sözde Müslüman devlet adamlarına yazıklar olsun! Bu zulme seyirci kalanlara da yazıklar olsun!

Hani Müslümanlar kardeş idi? Hani Allah Rasulü’nün sözleri bizim için emirdi? Ne demişti Allah Rasulü:

المسلمُ أخو المسلمِ لا يظلِمُه ولا يُسلِمُه

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu düşmana teslim etmez.” (Müslim, Birr, 58)

Allah Rasulü böyle diyordu fakat biz, Müslümanları kendi ellerimizle düşmana teslim eder olduk. Nerede kaldı Müslümanlığımız?

Değerli Kardeşlerim, muhterem Müslümanlar!

Uygurlar kimdir, necidir? Bunun tarihi geçmişini anlatacak değilim. Fakat şu kadarını söyleyeyim:

Öncelikle tescilli bir zulmün kurbanıdır Uygurlar! Aslen Türk’tür ve Müslümandır fakat en önemlisi de mazlum insanlardır Uygurlar!

“Şu çığlığımızı duyacak Müslüman kardeşlerimiz nerede?” diye feryat edenlerdir Uygurlar!

“Biz ümmetin bir parçası değil miyiz, bizim şu halimizi gören yok mu?” diye sitem üstüne sitem edenlerdir Uygurlar!

Kısaca, ümmetin unutulan evlatlarıdır Uygurlar! 

Öz vatanlarında vatansız yaşayanlardır Uygurlar!

İsrail ve Siyonist Yahudilerden hiçbir farkı olmayan zalim Çin hükümetinin akla hayale gelmedik yöntemlerle yok etmeye çalıştığı, güçsüz ve savunmasız Müslümanlardır Uygurlar!

Maalesef bugün bizler Doğu Türkistan’da neler yaşandığını bilmiyoruz, merak etmiyoruz, araştırmıyoruz, gündemimize almıyoruz. 

Biz Müslümanlar için zulmün hangi coğrafyada olduğunun bir önemi yoktur. Zulme uğrayanların nereli oldukları, hangi ırktan oldukları hatta hangi dinden olduklarının bir önemi yok ve olmamalıdır. 

Bu meyanda özellikle ve önemle şunu söylemeliyim: Doğu Türkistan veya Filistin veya herhangi diğer bir Müslüman topluluk birbirinin rakibi değildir, birbirine rakip yapılmamalıdır. 

Dünyanın neresinde olursa olsun “Lâ ilâhe illallah” diyen herkes bizim kardeşimizdir. Kardeşlerimizin yanında olmalı ve yanında durmalıyız.

Dünyanın neresinde olursa olsun “zulme uğrayan herkes” bizim ilgi alanımıza girmelidir. Mazlum insanların yanında olmalı ve yanında durmalıyız. Müslüman olmak bunu gerektirir.

Irk ayrımı bizim dinimizde haramdır, yasaktır. Nerede bir Müslüman varsa ve zulme uğruyorsa, bu bizim derdimiz olmalıdır. Hatta nerede zulme uğrayan bir insan varsa, o bizim gündemimiz olmalıdır.

Uygurlar öncelikle zulme uğrayan insanlardır. Sonra hem dindaşımız hem de soydaşımızdır. Buna rağmen Doğu Türkistan’a ve Uygurlara karşı bu ilgisizliğimiz nedendir?

Bırakın fiili olarak yardım etmeyi ve yanlarında olmayı; maalesef aklımızda, fikrimizde yoklar,  kalbimizde bile yoklar. 

Her fırsatta ağzımızı doldura doldura ümmet edebiyatı yapıyoruz. Çünkü işin edebiyatını yapmak çok kolay ve üstelik bedava! Artık edebiyattan öte bir şeyler yapmanın vakti gelmedi mi? 

E hocam ne yapalım, elimizden ne gelir ki? 

Değerli Müslümanlar! İmanın olduğu yerde imkân vardır. Bir şey yapmak için önce ümmet bilincine sahip olmamız gerekir. Önce ümmet bilinci olacak. Önce kardeş olduğumuz bilinci olacak. Önce ümmet diye bir derdimiz olacak. 

Peygamberlerin mücadelesi örnek alınacak; siz “ben tek başıma ne yapabilirim ki?”  diyen bir peygamber duydunuz mu? Duyamazsınız, çünkü yok!

Siz peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s) haksızlığa ve zulme karşı sustuğunu hiç duydunuz mu? Duyamazsınız, çünkü böyle bir şey yok! 

Peki, susmayan ve susturulamayan bir peygamberin ümmeti olarak bizler nasıl oluyor da susuyor ve susturuluyoruz? Son peygambere uymamız gerekirken nasıl oluyor da uyukluyor ve uyutuluyoruz! Nasıl oluyor da sesimiz çıkmıyor? Nasıl oluyor da Müslümanlara yönelik haksızlığa, adaletsizliğe, zulme, katliama, tecavüze, işkenceye karşı gıkımız çıkmıyor?

Bunların hepsini geçtim, biz henüz Müslümanların çektiği acıdan bile haberdar değiliz. Ahirette bunun hesabını nasıl vereceğiz?   

Peki, ne yapmalıyız?

Değerli Müslümanlar!  Öyle güçlü olalım ki dünyada hiçbir ülke bir başka ülkeye haksızlık yapamasın; buna izin vermeyeceğimizi bilsin. Böyle bir güce ulaşmak için de önce birlik ve beraberlik ruhuna sahip olmalıyız. Birbirimizle uğraşmayı bırakmalıyız. Ülkemizin güçlenmesi için çok ama çok çalışmalıyız. Her ne iş yapıyorsak hakkını vererek yapmalıyız. Bu bilinç ve hedefle yapılacak çalışmaların ibadet hükmünde olacağını iyice kavramalıyız. 

Öyle güçlü olalım ki hiçbir zalim haksızlık ve zulüm yapmaya yeltenemesin.

Öyle güçlü olalım ki, yeryüzünde İslam’a ve Müslümanlara savaş açanlar, başlarına nasıl bir dert açacaklarını bilsinler. Müslümanlara yaşam hakkı vermeyen zalimler başlarına nasıl bir bela aldıklarını görsünler.

Lafla değil, yürekten samimi Müslümanlar olmalıyız. Ne kadar Müslümanız?

Müslüman kardeşimizin derdiyle dertlendiğimiz oranda Müslümanız!

Mazluma elimizi uzattığımız, yüreğimizi açtığımız oranda Müslümanız!

Allah Rasulü’nün şu sözünü ne zaman can kulağıyla dinlersek işte o zaman mazlumların sesini yürekten duyacağız. Lafla değil; ümmetin gerçek bir evladı olmayı Rasulullah’ın (s) şu sözüne kulak verdiğimiz zaman hak etmiş olacağız. Diyor ki Allah Rasulü:

مَن كان في حاجةِ أخيه كان اللهُ في حاجتِه ومَن فرَّج عن مسلمٍ كُربةً فرَّج اللهُ بها عنه كربةً مِن كُرَبِ يومِ القيامةِ ومَن ستَر مسلمًا ستَره اللهُ يومَ القيامةِ

Kim kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim bir Müslümanın (kusurunu) örterse Allah da kıyamet günü onun kusurunu örter.” (Müslim, Birr, 58)

Hangimizin ayıbı ve kusuru yok ki! Kendimiz için bir iyilik yapalım; ahirette perişan olmamak için mazlumların ve Müslümanların sesine kulak verelim. Ahirette perişan olmamak için kendimize çekidüzen verelim. 

Bir olmazsak, beraber olmazsak sonumuz hüsran olacak. Dünyada kaybettiğimiz gibi ahirette de kaybedenlerden olacağız. Allah korusun! Ne diyordu Allah Rasulü (s):

مثلُ المؤمنين في تَوادِّهم ، وتَرَاحُمِهِم ، وتعاطُفِهمْ  مثلُ الجسَدِ إذا اشتكَى منْهُ عضوٌ تدَاعَى لَهُ سائِرُ الجسَدِ بالسَّهَرِ والْحُمَّى 

“Mü’minler birbirlerini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler.” (Müslim, Birr, 66) 

Bu hadisi duyduğu halde, ümmetin evlatları zulüm altında inlerken, bundan hiçbir rahatsızlık duymayan, bunu önemsemeyen ve umursamayan bir kişi ümmetin bir ferdi olduğunu nasıl söyleyebilir?

Değerli Müslümanlar! Kendimizi kandırmayalım!

Dilimiz farklı söylese de esasında biz İslam’a değil Batı’ya ümmet olduk. Yaşantımız ve kültürel yozlaşmamız bunu gösteriyor. 

Kapitalizme ümmet olduk. Dünyevileşmemiz, mala, servete düşkünlüğümüz bunu gösteriyor. 

Şeklen İslam’a zihnen Batıya ümmet olduk. Fikir dünyamızın fakirleşmesi, medeniyet değerlerini hızla kaybediyor olmamız bunu gösteriyor.

Tez zamanda kendimize çekidüzen vermemiz gerekir. Aksi halde hem bu dünyada hem de ahirette kaybedenlerden olacağız. 

Peki, ne yapabiliriz? Mesela hiçbir şey yapamıyorsak Çin mallarını da boykot edelim. İsrail mallarını kısmen boykot ediyoruz fakat Çin mallarını boykot etmek aklımıza bile gelmiyor.

Şu bilinçte olmamız gerekiyor; her birimiz şunu demelidir: 

“Yahudi mallarını almazsam ölmem ama alırsam Filistinli kardeşlerim ölüyor.” 

“ Çin mallarını almazsam ölmem ama alırsam Müslüman Uygurlar ölüyor.”

Ama hocam, bütün piyasayı Yahudi ve Çin malları doldurmuş durumda; onlar olmazsa ticaret hayatı durur…

Varsın dursun kardeşim! Hatta varsın dünya dursun! Masum çocukların cesetleri üzerinden yapılan ticaret varsın dursun hatta yere batsın! 

Piyasayı dolduran Yahudi ve Çin mallarının yerine sen üreteceksin, hem de daha iyisini üreteceksin. Bu zalimlere muhtaç ve mecbur olmayacak kadar üreteceksin. Bu niyet ve hedefle yapılan çalışmaların bir çeşit ibadet olduğunu bileceksin.  Bu niyetle yapılan çalışmaların Allah yolunda bir çeşit cihat olduğunu bileceksin?

Zalimlere karşı gösteri ve faaliyetler yapıldığında ilgisiz kalmayacaksın. Vatanın ve Müslümanların zararına olduğuna inandığın konularda ses çıkaracaksın. Yanlış adım kimden gelirse gelsin karşı çıkacaksın. Mazlum insanlara destek olacaksın. Hakkın ve haklının yanında olacaksın. 

Şunu da asla unutmayalım. Bu bizim imtihanımız. Bütün yaşadıklarımız sünnetullah gereği bir imtihandan ibarettir. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَظَلَمُواْ لَمْ يَكُنِ اللّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلاَ لِيَهْدِيَهُمْ طَرِيقاً ، إِلاَّ طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللّهِ يَسِيرًا

İnkâr edenleri ve zulmedenleri Allah asla affetmeyecek ve onlara hak ve hakikatle ilgili hiçbir yol da göstermeyecektir. Dahası Allah’ın böylelerine göstereceği tek yol, içinde temelli kalacakları cehennemin yolu olacaktır. Bu da Allah için çok basit bir iştir. (Nisâ, 4/168-169)

İnkâr edenler ve zulmedenler bu imtihanı kaybedenlerdir. Orası muhakkak! 

Ya biz? Acaba bu imtihanı kazanabilecek miyiz? Bunu kendimize soralım ve düşünelim. Zira inkârcılara ve zalimlere karşı bir Müslüman duruşu sergilemeden, bir mümin tavrı göstermeden bu imtihanı kazanabilmemiz pek mümkün gözükmüyor. 

Rabbim bizlere İslam şuuru lütfetsin. Birlik ve beraberlik ruhu bahşetsin. Ümmet olma bilincimizi kuvvetlendirsin. Zalimin zulmüne karşı koyma gücü ve cesareti versin. 

واخر دعوانا أن الحمد لله رب العالمين

VAAZI İNDİR

Vahap BOYLU –Sapanca Vaizi

Facebook Yorumları