menu
ALLAH BENİ YARATIRKEN BANA SORDU MU?
ALLAH BENİ YARATIRKEN BANA SORDU MU?
Zihinlerin meşgul ettirilmeye çalıştırıldığı soruya 4 başlık altında cevap..

'Allah beni yaratırken bana sordu mu?

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

      ‘Allah beni yaratırken bana sordu mu’ sorusu, son dönemlerde dindarları köşeye sıkıştırdığı düşünülen bir argüman olarak sık sık kullanılıyor. 

Soruya, soranların durum ve niyetleri doğrultusunda cevaplar verilebilir. 

Biz de bu videoda zihinlerde meydana gelebilecek muhtemel şüpheleri ortadan kaldırmaya ve akleden kalplerde bir sorgulama oluşturmaya çalışacağız.

 Amacımız ‘Ateizmi bitiren video’ gibi sivri bir iddiada bulunmak değil. Zaten ‘İman’ dediğimiz şey, bilgi ve delillerden öte, bir tercihtir. Bakmamayı tercih eden birine bir şey gösteremezsiniz. Ne açıklama yaparsanız yapın meseleye ideolojik yaklaşan birisi kendi gerekçesini üretecektir.  

Bu soruyu 4 başlık altında inceleyeceğiz. 

1-) Bu soruyu kim sorar ve hangi nedenle sorar

2-) Sorunun kendi içinde Mantıki değerlendirmesi

3-) Sorunun Kul açısından değerlendirmesi

4-) Sorunun Uluhiyet açısından değerlendirmesi

Başlayalım. 

Soru kendi içinde kabullenmeme yada isyan barındırıyor. Sorunun akışına göre muhtemel devamları şöyle olurdu. ‘Allah benim irademe değer veren birisi olsaydı bana sorardı, sormadığına göre demek ki Allah yok, bu bir. İkinci eğer Allah bana sorsaydı ben var olmayı istemezdim. 

Öncelikle şunu söyleyelim, işini bilen ateistler böyle soru sormaz. Çünkü sorunun kendi içinde anlamsız ve mantıksız olduğunu bilir. Bu soruyu soranlar acemi ateistler. Amaçları ise dünyada hesap vermeksizin yaşamalarını makul kılacak bir savunma geliştirmek. Bu tayfa, yasalarda boşluk yakaladığını düşünen avukat gibi yarım yamalak edindiği bilgi ve felsefeyle karşı tarafı köşeye sıkıştırdığı zannederler. ‘Hadi bakalım dindarlar buna cevap versin’ çıkışında bulunur, kof kabadayılık yaparlar. Ayrıca bir netice elde edemeseler bile inanç konusunda böyle sisli bir hava oluşturarak, zihinleri bulandırmaya ve sağlam imanı olmayan insanlarda şüphe meydana getirmeye çalışırlar. Muhtemelen bunlar küçükken ‘söyle bakalım Allah taşıyamacağı kadar büyük taş yaratabilir mi’ sorusunu soranların büyümüş hali. 

Bu soruyu soran ikinci muhtemel grup ise özgürlükçü ideolojilere kapılmış, hayatın zorunlu gerçeklerinden uzak, Allah tasavvuru bozuk olan insanlar. Bu tarz insanlar her şeyin ölçüsü olarak kendini gören, her şeyin kendi istediği gibi olmasını isteyen, muhadil olmadığı şeylere isyan eden tiplerdir. Dünyadaki sorumluluklarını üzerlerinden atmak için kullandıkları kaçamak bir sorudur bu. Benzeri soruları da dillendiriyorlar. İşte en temelde Allah insanı, varlığı neden yarattı, madem beni tek taraflı yarattı o zaman neden sorumlu tutuyor, neden imtihana tabi tutuluyorum, madem beni istemeden oyuna soktu neden oyundan çıkmama yani kendimi öldürmeme müsaade etmiyor gibi sorular. 

Dikkat etiyseniz bu soruların temelinde hep imtihan olmama, sorumluluk altına girmeme isteği var. Yani Allah yaratsaydı ama imtihana tabi tutmasaydı buna itirazları olmayacaktı. Var olmaktan değil sorumlu olmaktan şikayetçiler.

Muhtemel üçüncü grup ise herhangi bir ideolojik saplantısı olmayan ancak imtihan şartlarını iyi kullanamadığı için sorumluluk altında kendini ezilmiş hisseden insanlar. Genelde intihar vakaları da bunlar arasından çıkıyor. Hayatın kendilerine ağır geldiğini düşünüyorlar ve var olmak istemiyorlar. Tabi bu da bir bakış açısı yanlışlığı. İlerleyen dakikalarda buna değineceğiz. 

2-) Şimdi sorunun Mantıki değerlendirmesine geçelim.

   Öncelikle ‘Allah yaratırken kuluna sormadı’ önermesini inceleyim. Yani ‘yok deve böyle soru mu olur’ demeden önce bize her yeri doğruymuş gibi sunulan devenin eğri taraflarını ortaya koyalım.  

Bu önerme olabilirlik açısından imkansızdır ve mantıksızdır. Bu soruyu sormayı gerektiren akıl ve benlik duygusu ancak var olabilmekle yani yaratılmakla mümkündür. Yani sen, sen olmadan önce sen değildin. Allah kime soracaktı. Yine kişi işi inada bindirip doğmadan öncesine görürse yine başka bir mantıksızlık ortaya çıkıyor. Seni biyolojik olarak sen yapan moleküller, tabiatta serpiştirilmiş olarak bulunuyordu. Allah bilinci, akıl, iradesi olmayan maddeye mi senden bir insan yaratmak istiyorum diye soracak. Bunun mantıksızlığını kendi yaşamımızda da görebiliriz. Gerçekçi olalım. Bir inşaat ustasının bir taşın yanına gelip ‘ey taş senden bir ev yapmak istiyorum, ister misin’ diye sorduğunu duysanız, o usta hakkında ne düşünürsünüz? 

    Yine şunu da kabul etmek zorundayız hiçbir şey kendi tercihiyle meydana gelmemiştir. Bunu bir bitki tohumu, bir hayvan yavrusu yahut bir bebek için de düşünebiliriz. Bu soruyu soranlar acaba anne-babalarına beni dünyaya getirmek için bana sordunuz mu diye soruyorlar mıdır? ‘Bu ne biçim soru yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmiyor, nankör evlat’ tepkisiyle karşılaşması muhtemel olurdu. 

    Yine sorunun içeriğine baktığımızda Yaratıcı ve yaratılanın kabulünün olduğu görülür. Kim sormadı mu? Allah. Kime sormadı ? Bana. Sorunun kendisi aslında Allah’ın yaratırken kuluna sormadığının delilidir. Yani Yaratıcı Allah’sa yaratırken sana sormaması gerekir zaten. Ama mesele kuluna irade vermesi ve kulun iradesine saygı göstermesiyle, senin bu soruyu sorabilmen bizatihi Allah’ın senin iradene saygı gösterdiğinin delilidir. 

     Birde şöyle bir mantıksız yönü var sorunun. Diyor ki belki ben var olmak istemeyecektim. İnsan bilgi sahibi olmadığı hatta tahayyül dahi edemediği şey hakkında yorum yapamaz, tercihte bulunamaz. Yokluk hakkında. Kurgu üretmede mahir olan insan en uçuk, en absürt şeyleri düşünür ama yokluğu düşünemez. Kısmen bunu hafızasını kaybetmiş birinin durumuna benzetebiliriz. Yokluk, boşluk ürkütücüdür. İnsanın yokluğu tercih etmek istediğini söylemesi edebiyat parçalamaktan öteye geçmez. Ki zaten soruyu soran kişinin ‘Ben’ demekle alakalı bir itirazı yok. 

Akıllılık, üstün ve faydalı olanı tercih etmektir değil mi . Bir tarafta çürümeye yüz tutmuş bir elma, diğer tarafta canlı bir elma, bir tarafta topraktan yeni çıkarılmış ham maden diğer tarafta son model bir araba var. Hangisini tercih edersiniz? Canlı ve gelişmiş olanı. İşte Allah seni var ederek senin için üstün ve hayırlı olanı tercih etmiş. 

    Velev ki zırvanın tevili olmaz ama birinin kuyuya attığı taşı çıkarmaya çalışalım. Bütün bu mantıksızları doğru kabul edelim. Beynimize ihanet ederek, varlık ve yokluk arasında bir konumda olduğumuzu düşünelim. Bize varlık ve yokluk arasında tercih yapma hakkı verilsin. Kendini bilerek zarara uğratmaktan zevk alan mazoşist biri gibi yokluğu tercih edelim. Peki böyle bir senaryoda bile tercihi biz mi yapmış oluyoruz? Varlık ve yoklukla ilgili seçenekler oluşturulurken, bize yine sorulmadı. Biz sadece seçenekler arasında tercih yapmış olacaktık. Yani her halükarda bir şeyin var edilmesiyle alakalı tercih hakkımız ve danışmanlık konumumuz yok. İlla var olurken kendisine sorulmasını inatla savunan kişi ya bu varlık aleminden çıkacak, kendini yok edecek yada Allah’ın mülkü dışında kendi keyfine göre yeni bir varlık alanı oluşturacak. Ki bütün bu seçenekler de imkansız ve mantıksızdır.

3-) Kul açısından değerlendirmesi

   Yanlış soruya doğru cevap verilmez. Biz de bu hataya düşmeyeceğiz. Soruyu önce cevaplanabilir hale getirmek gerek. Bu soruyu soranlar, aslında kendi tercihleri olmadan imtihana tabi tutulduklarını sorguluyorlar. Hemen şunu belirteyim, bu kabullenmeyişin altında hayatın zorlukları var. Dünyanın tatlarından yararlanırken bu soruları dillendirmiyorlar. İnsan kendi varlığına baktığında hayatını çevreleyen her şeyin belki % 99 nun kendi tercihiyle olmadığını görecektir. Biyoljik yapısından, uymak zorunda olduğun fizik kanunlarını, hangi anne babadan dünyaya geldiğine kadar. 

    Eğer iradesi dışındaki şeyleri oluşturmak insana verilseydi, kendisi için bundan daha güzelini oluşturamazdı. Mesela elimiz, sana bir el oluşturma tercihi verilseydi. Budan daha güzel ve kullanışlı bir el oluşturabilir miydin? (Tabi bunu düşünürken yaşadığımız dünyadaki fizik şartlarını da düşünmen gerekir.) Allah her takdirinde insan için üstün ve hayırlı olanı tercih etmiştir. Bu tercih insana bırakılsaydı kendisi için zararlı olanı tercih edebilirdi ki. Tıpkı kendisi için faydalı süt varken, zararlı olan içkiyi tercih etmesi gibi. Yani Allah’ın kula var olma konusunda tercih hakkı vermemesi de kul için hayırlıdır. Aslında neden beni yarattı sorusunun altında neden benim istediğim gibi yaratmadı düşüncesi yatar. İşte bunun cevabı; Allah seni sana karşı korudu. Allah kulun hakkını kula arşı korurken, Kul Allah’tan hak dava eder. 

       Meseleyi anlamakta güçlük çeken zihinlerde başka bir soru ortaya çıkıyor bu sefer.  Neden Allah benim için şu anki konumumdan daha iyi olanı tercih etmedi Adam diyor ki, ben fakir bir köylü çocuğuyum neden Bill Geyts gibi varlıklı bir adamın oğlu olarak dünyaya gelmedim. Yine Afrika’da doğdum da neden Amerika’da doğmadım, neden daha yakışıklı değilim gibi sorular uzayıp gider. Burada bir adaletsizliğin olduğu varsayılıyor. Bu bizim bakış açımızın yanlışlığından kaynaklanıyor. Şöyle düşünelim cömert sahibi birisi hiç çalışmadan aynı şartlara sahip üç kişiden birine 20 ikincisine 50 üçüncüsüne 100 tl para veriyor olsun, 20 tl alan bu adam bana adaletsiz davrandı diyebilir mi? Bu para o kişiye karşılıksız verildi. Ona düşen parayı verene teşekkür etmesidir.  

    Dünyadaki farklılıkların hepsi bir imtihan aracıdır. Bu aracı kendisi için iyi yada kötü kullanma iradesi insana verilmiştir. Yine kendisine 100 tl verilen fakir de parayla kumar oynuyor, suça bulaşıyor başına olmadık belalar geliyor. O adam cömert adama gelip, sen bana zulmettin bu parayı bana vermeseydin başıma bunlar gelmezdi deme hakkı olur mu? Paranın verilmesi hayırdı, sen o hayrı şerre dönüştürdün. Bu açıdan bakıldığında fakir biri olarak var olmakla, zengin olarak var olma arasında fark yoktur. 

   İşi biraz daha derine indirelim. Adam diyor ki ‘Allah benim iyiliğim için beni var etti, bana nimetler verdi ben nimetleri kötüye kullandım neticede cehenneme gideceğim.’ Peki, bu benim için zulüm olmaz mı? Madem Allah benim cehenneme gideceğimi biliyordu o zaman niye yarattı? Az önceki örnekteki cömert adama dönelim. Bu adam geleceği biliyor olsun. Herkese para dağıtıyor, para dağıttıkları mutlu oluyorlar. Sen de onların ne kadar keyif ve mutluluk içinde olduğunu görüyorsun. O zenginin yanına geldin ‘bana da para verebilir misin’ dedin.  O da ‘sana para verirsem iyi kullanmazsın, başına belalar gelir, o yüzden vermiyorum dese’ ne cevap veririsin. Niye öyle düşünüyorsun belki ben iyi kullanacağım. Ben de o insanlar gibi mutlu olmak istiyorum. Hem bana bu fırsatı vermeden nerden bileceğim’ deriz değil mi? Hatta hayatta kazanama ihtimalimiz düşük olan girişimlerde bulunmak için bile can atmıyor muyuz? İmtihana sokulmayan bir insan, cennet nimetlerini görmüş olsa ‘Ya rabbi neden bana bu fırsatı vermedin, verseydin beni imtihan etseydin de ben de bu nimetlere ulaşsaydım’ diyeceğini Allah bildiği için onu var etti ve imtihana tabi tuttu. Yani insanın imtihana tabi tutmasında bir zulüm yoktur.

Mesela düşünsenize dünyanın en iyi takımının teknik direktörü sizi maça alıyor. Siz maçta kötü oynuyorsunuz. Keşke beni maça almasaydı, maça alırken bana mı zordu, rezil olmama neden oldu bana zulmetti diyorsunuz? Bu nankörlük olmaz mı? 

   Bazı insanlar dünyadaki kötü durumu, meşakkati, dünyanın yükünü nazara verip isyan içinde ‘Neden ben, niye dünyaya geldim ki’ gibi isyan cümleleri söyleyebiliyorlar. Ölmeyi temenni edebiliyorlar. Hiçbir dünyevi dert varlık nimetinin aydınlığını karartacak kadar büyük değildir. İnsan bunu dert edip sabır gösteremediği için böyle düşünüyor.  Bir temsil verelim. Çok uzun bir yolculuktasın, gideceğin yer mutlu mesut sıkıntısız yaşayacağın bir belde. Yol üzerinde bir gecelik bir handa konaklamak durumundasın. Ancak handa sana ayrılan oda rahat değil. İşte elektrikler yok, bazanın aşağı kırık, tahta kurtlarının sesi duyuluyor, yan odada uyuyan adamın horultusu seni uyutmuyor. Böyle bir durumda ‘Ne işim var benim burada, ben bunlara katlanamam, geri dönüyorum’ mu dersin yoksa bir geceliğine geldiğin oteldeki bu duruma sabredip Mutluluk diyarına ulaşmanın arzusuyla bu olumsuzlukları görmezden mi gelirsin? İşte dünya da, içinde türlü dertlerin olduğu o bir gecelik han odası gibi. 

4-) Şimdi sorunun Uluhiyet açısından değerlendirilmesine geçelim. 

     Allah beni yaratırken neden bana sormadı, neden beni yarattı diyen kişinin Allah tasavvurunda problem var demektir. Allah’ın sıfatlarında yaratma vardır. Şöyle bir ön kabulümüz olmalı. Her cemal ve kemal sahibi kendi eserini görmek ve göstermek ister. Bunu, Allah’ın yaratmaya ihtiyacı vardı, -haşa- kendi egosunu tatmin etmek için yarattığını düşünmek meseleye beşeri ölçülerle bakma yanlışlığıdır. Bir ressam düşünün, karşılığında herhangi bir ücret almaksızın yada birileri tarafından takdir edilme düşüncesi olmaksızın bir resim yapsa ona sen ne kadar çıkarcı ve egoist birisisin mi deriz? Yoksa resim yapma ressamın fıtratındandır, kendi eserini görmek ve bununla manevi bir zevk mi alıyor deriz. İşte Allah da kendi zatına mahsus ‘manevi hoşnutluk duymak için’ eseri olan varlığı yarattı. Bu mesele çok ince, dünyevi kavramlarla ifade edilmesi imkansız. Bunu, Allah’ı tecelliye sevkeden mukaddes özellikler diye ifade etmiş alimler. Yani bir ressama neden resim yaptın, bir cömerte neden yardımda bulundun demekle Allah’a neden yarattın demek aynı şeydir.  Yaratılış Allah’ın ilah olmasının bir neticesidir. 

   Allah mutlak ilim, irade ve kudret sahibidir. Bir iş yaparken başkasından izin alması, yada fikir danışması diye bir şey bu özelliklere aykırıdır. Aslında Allah yaratırken bana sormadı sorusunun cevabı sorunun kendi içindedir. Allah olduğu için. O sorgulanma konumunda değildir. Yanlış yapma yada isabetli kararlar verememe konumunda olanlar sorgulanır. O yüzden Allah LA YÜSEL’dir. (En’an 23)

      Diğer durum Allah Malikul Mülktür. Ve Mülk sahibi mülkünde istediği tasarrufta bulunur. Bu kul tarafından anlaşılabilir bir şey, mesela kendi eşyalarımızı istediğimiz şekilde kullanırız. Kimse benim, elime aldığım testereyle ekmek kesmeme karışamaz. Testere benim değil mi ister ağaç keserim ister ekmek. Allah kendi mülkü olan varlık üzerinde istediği tasarrufu yapar. Bazı varlığı bitki olarak takdir etmiş bazısını hayvan, bazısını insan. Bir hayvanın sen beni neden insan yaratmadın deme yada insanın sen beni neden melek yaratmadın deme haddi yoktur. Hatta hayvan için kendi bulunduğu konum, bir lütuftur. İşte bak. Allah insanı diğer canlılardan üstün bir konumda takdir etmiş, insan bu sorularla buna itiraz etme cüretine girebiliyor. Allah insanı değerli kılmış, insan bu değeri sorgulama gafletine düşüyor. 

    Videoyu çok uzattık, şunu da ifade ederek bitirelim. Araştırma yaparken bazı açıklamalarda bu sorunun ciddiye alınıp aslında Allah’ın kulu yaratırken ona sorduğu dair delillendirmeler yapıldığına şahit oldum. İşte ‘Kalü bela, emanetin insana yüklenmesi ve ayetlerde Allah’ın insanlarla ahitleşmesi meselesi buna delil getiriliyor. Bu izahların isabetli olmadığını söyleyelim ve açıklamasını başka bir videoya bırakalım. ‘En doğrusunu Allah bilir.’ 

Hasan EFİLOĞLU /Sakarya İl Vaizi  

Facebook Yorumları