menu
VAKIA SURESİ
VAKIA SURESİ
Vakıa süresinin; nüzül sebebi, konusu, fazileti, okunuşu ve meali..

Vakıa Suresi Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 96 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elvâkı’a” kelimesinden almıştır. Vâkı’a, gerçekleşen, meydana gelen olay demektir. Burada kıyameti ifade etmektedir. Sûrede başlıca, kıyametin kopmasından önceki ve sonraki dehşetli hâller ve insanların amellerine göre içinde yer alacağı gruplar konu edilmektedir.

Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri

Vakıa Suresinin Nüzülü

 Mushaftaki sıralamada elli altıncı, iniş sırasına göre kırk altıncı sûredir. Tâhâ sûresinden sonra, Şuarâ sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sadece 81-82. âyetlerinin Medine’de indiği rivayet edilmiştir; fakat bunların önceki ve sonraki âyetlerle konu ve üslûp açısından bir bütün oluşturması bu rivayetin gerçekliğinde tereddüt uyandırmaktadır (Derveze, III, 100). İbn Atıyye de bu sûredeki bazı âyetlerin Medine’de veya bir sefer sırasında indiğine dair rivayetlerin sağlam olmadığını belirtir (V, 238).

Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri

Vakıa suresinin Konusu

Kıyamet gününün gerçekliğinde asla kuşku duyulmaması gerektiği uyarısıyla başlayan sûrede geniş biçimde cennet ve cehennem tasvirleri yapılmakta; Allah Teâlâ’nın kudretinin kanıtlarından örnekler verilmekte, Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bulunduğuna ve bunun insanlar için büyük bir nimet olduğuna dikkat çekilmektedir.

 Mushaf sırasına göre bundan önce yer alan rahmân sûresiyle bu sûre arasında konu birliği açısından şöyle bağlar kurulmuştur: a) Önceki sûre Allah Teâlâ’nın celâl ve ikram (azamet ve kerem) sahibi olduğu belirtilerek sona ermiş, bu sûrede onun bu sıfatlarının tecellileri açıklanmıştır. b) Önceki sûrede Allah’ın nimetleri hatırlatılıp bunları yalan sayma tavrı ısrarla kınanmış, bu sûrede de kıyametin kopmasıyla artık bu gerçeğin inkâr edilemeyeceği bildirilip orada verilecek karşılıklardan söz edilmiş ve iş işten geçmeden bu gerçeğe uygun davranılması uyarısı yapılmıştır. c) Önceki sûrede yükümlüler inkârcılar ve müminler şeklinde iki ana gruba ayrıldıktan sonra müminlere de derecelerine göre farklı nimetler (cennetler) verileceği bildirilmiş, bu sûrede de buna paralel üçlü bir tasnif yapılmıştır. d) Önceki sûrede göğün yarılmasından söz edilerek kıyamet tasvirine başlanmış, bu sûrede yerin sarsılması ve dağların toz duman olması haline değinilerek bu anlatım sürdürülmüştür (Râzî, XXIX, 139; Elmalılı, VII, 4699).

Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri

Vakıa Suresinin Özeti

19. Mekke'de nazil olmuş ve ana konusu tevhid ve ahiret ahvalidir. Rahman Sûresi gibi hemdünya nimetlerinden hem de ahiret nimetlerinden bahseder.20. 1-74 ayetler arasında dört konu yer alır. Kıyametin kopması ve mahşer günü insanlarındurumu, cennete gireceklerin elde edeceği nimetler, cehenneme gireceklerin azapları vedünyada verilen bazı nimetlerden bahsedilir.21. 75-96 ayetler arasında Kuran'ın Allah tarafından indirilmiş olduğu ve ona sadecetemizlerin dokunduğu ve bu şekilde peygambere vahyedildiği, son olarak da cennet vecehennemin hak olduğu anlatılır ve Sûre biter.

Kaynak: Murat PADAK / Şanlıurfa İbrahim Halilullah Diyanet Eğitim Merkezi Eğitim Görevlisi

Vakıa Suresinin Meali, Arapça okunuşu, Türkçe Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bismillahir rahmanir rahim.

1.

(1-2) Kesin gerçekleşecek (olan Kıyamet) koptuğu zaman, onun kopuşunu yalanlayacak kimse olmayacaktır.

إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ

İza ve kaatil vakıah.

2.

(1-2) Kesin gerçekleşecek (olan Kıyamet) koptuğu zaman, onun kopuşunu yalanlayacak kimse olmayacaktır.

لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ

Leyse li vak'atiha kazibeh.

3.

(3-7) Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ

Hafidatun rafiah.

4.

(3-7) Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا

İza ruccetil ardu recca.

5.

(3-7) Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا

Ve bussetil cibalu bessa.

6.

(3-7) Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

فَكَانَتْ هَبَاء مُّنبَثًّا

Fe kanet hebaen mun bessa.

7.

(3-7) Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

وَكُنتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً

Ve kuntum ezvacen selaseh.

8.

Ahiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir!

فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ

Fe ashabul meymeneti ma ashabul meymeneti.

9.

Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir!

وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ

Ve ashabul meş'emeti ma ashabul meş'emeti.

10.

(10-11) (İman ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah'a) yaklaştırılmış kimselerdir.

وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ

Ves sabikunes sabikun.

11.

(10-11) (İman ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah'a) yaklaştırılmış kimselerdir.

أُوْلَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ

Ulaikel mukarrebun.

12.

Onlar, Naim cennetlerindedirler.

فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ

Fi cennatin naim.

13.

(13-14) Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.

ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ

Sulletun minel evvelin.

14.

(13-14) Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.

وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ

Ve kalilun minel ahirin.

15.

(15-16) Onlar, karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

عَلَى سُرُرٍ مَّوْضُونَةٍ

Ala sururin mevdunetin.

16.

(15-16) Onlar, karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ

Muttekiine aleyha mutekabilin.

17.

(17-21) Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ

Yetufu aleyhim vildanun muhalledun.

18.

(17-21) Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ

Bi ekvabin ve ebarika ve ke'sin min main.

19.

(17-21) Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ

La yusaddeune anha ve la yunzifun.

20.

(17-21) Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

وَفَاكِهَةٍ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ

Ve fakihetin mimma yetehayyerun.

21.

(17-21) Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

وَلَحْمِ طَيْرٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ

Ve lahmi tayrin mimma yeştehun.

22.

(22-23) Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır.

وَحُورٌ عِينٌ

Ve hurun inun.

23.

(22-23) Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır.

كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ

Ke emsalil lu'luil meknun.

24.

(Bütün bunlar) işledikleri amellere karşılık bir mükafat olarak (verilir.)

جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Cezaen bi ma kanu ya'melun.

25.

Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler.

لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا

La yesmeune fiha lagven ve la te'sima.

26.

Sadece "selam!", "selam!" sözünü işitirler.

إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا

İlla kilen selamen selama.

27.

Ahiret mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir!

وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ

Ve ashabul yemini ma ashabul yemin.

28.

(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

فِي سِدْرٍ مَّخْضُودٍ

Fi sidrin mahdud.

29.

(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ

Ve talhın mendud.

30.

(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ

Ve zıllin memdud.

31.

(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

وَمَاء مَّسْكُوبٍ

Ve main meskub.

32.

(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ

Ve fakihetin kesirah

33.

(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ

La maktuatin ve la memnuah.

34.

(28-34) (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

وَفُرُشٍ مَّرْفُوعَةٍ

Ve furuşin merfuah.

35.

Biz onları (hurileri) yepyeni bir yaratılışta yarattık.

إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاء

İnna enşe'na hunne inşaa.

36.

(36-38) Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.

فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا

Fe cealna hunne ebkaran.

37.

(36-38) Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.

عُرُبًا أَتْرَابًا

Uruben etraba.

38.

(36-38) Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.

لِّأَصْحَابِ الْيَمِينِ

Li ashabil yemin.

39.

(39-40) Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir.

ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ

Sulletun minel evvelin.

40.

(39-40) Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir.

وَثُلَّةٌ مِّنَ الْآخِرِينَ

Ve sulletun minel ahırin.

41.

Kötülüğe batanlar ise ne mutsuz kimselerdir!

وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ

Ve ashabuş şimali ma ashabuş şimal.

42.

(42-44) Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifiri bir gölge içinde!.

فِي سَمُومٍ وَحَمِيمٍ

Fi semumin ve hamim.

43.

(42-44) Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifiri bir gölge içinde!.

وَظِلٍّ مِّن يَحْمُومٍ

Ve zıllin min yahmum.

44.

(42-44) Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifiri bir gölge içinde!.

لَّا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ

La baridin ve la kerim.

45.

Çünkü onlar, bundan önce (dünyada varlık içinde) sefahata dalmış ve azgın kimselerdi.

إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُتْرَفِينَ

İnnehum kanu kable zalike mutrefin.

46.

Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنثِ الْعَظِيمِ

Ve kanu yusirrune alel hınsil azim.

47.

Diyorlardı ki: "Biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?"

وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ

Ve kanu yekulune e iza mitna ve kunna turaben ve iza men e inna le meb'usun.

48.

"Evvelki atalarımız da mı?"

أَوَ آبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ

E ve abaunel evvelun.

49.

(49-50) De ki: "Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır."

قُلْ إِنَّ الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ

Kul innel evveline vel ahirin.

50.

(49-50) De ki: "Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır."

لَمَجْمُوعُونَ إِلَى مِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ

Le mecmuune ila mikati yevmin ma'lum.

51.

(51-52) Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar! Mutlaka (cehennemde) bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.

ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ

Summe innekum eyyuhed dallunel mukezzibun.

52.

(51-52) Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar! Mutlaka (cehennemde) bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.

لَآكِلُونَ مِن شَجَرٍ مِّن زَقُّومٍ

Le akilune min şecerin min zakkumin.

53.

Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.

فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ

Fe ma liune minhel butun.

54.

Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.

فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ

Fe şaribune aleyhi minel hamim.

55.

Kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.

فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ

Fe şaribune şurbel him.

56.

İşte bu hesap ve ceza gününde onlara ziyafetleridir.

هَذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ

Haza nuzuluhum yevmed din.

57.

Sizi biz yarattık. Hala tasdik etmeyecek misiniz?

نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ

Nahnu halaknakum fe lev la tusaddikun.

58.

Attığınız o meniye ne dersiniz?!

أَفَرَأَيْتُم مَّا تُمْنُونَ

E fe reeytum ma tumnun.

59.

Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?

أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ

E entum tahlukunehu em nahnul halikun.

60.

(60-61) Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ

Nahnu kadderna beynekumul mevte ve ma nahnu bi mes- bukin.

61.

(60-61) Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.

عَلَى أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ

Ala en nubeddile emsalekum ve nunşiekum fi ma la ta'lemun.

62.

Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O halde düşünseniz ya!

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَى فَلَوْلَا تَذكَّرُونَ

Ve lekad alimtumunneş etel ula fe lev la tezekkerun.

63.

Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?!

أَفَرَأَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ

E fe reeytum ma tahrusun.

64.

Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ

E entum tezre unehu em nahnuz zariun.

65.

Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz:

لَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ

Lev neşau le cealnahu hutamen fe zaltum tefekkehun.

66.

"Muhakkak biz çok ziyandayız!"

إِنَّا لَمُغْرَمُونَ

İnna le mugremun.

67.

"Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!"

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ

Bel nahnu mahrumun.

68.

İçtiğiniz suya ne dersiniz?!

أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاء الَّذِي تَشْرَبُونَ

E fe reeytumul maellezi teşrebun.

69.

Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ

E entum enzeltumuhu minel muzni em nahnul munzilun.

70.

Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya!.

لَوْ نَشَاء جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ

Lev neşau cealnahu ucacen fe levla teşkurun.

71.

Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?!

أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ

E fe reeytumun narelleti turun.

72.

Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِؤُونَ

E entum enşe'tum şecereteha em nahnul munşiun.

73.

Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık.

نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِّلْمُقْوِينَ

Nahnu cealnaha tezkireten ve metaan lil mukvin.

74.

O halde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt).

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ

Fe sebbih bismi rabbikel azim.

75.

(75-76) Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-

فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ

Fe la uksimu bi mevakiin nucum.

76.

(75-76) Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-

وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ

Ve innehu le kasemun lev ta'lemune azim.

77.

O, elbette değerli bir Kur'an'dır.

إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ

İnnehu le kur'anun kerim.

78.

Korunmuş bir kitaptadır.

فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ

Fi kitabin meknun.

79.

Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.

لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ

La yemessuhu illel mutahherun.

80.

Alemlerin Rabb'inden indirilmedir.

تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ

Tenzilun min rabbil alemin.

81.

(81-82) Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz ve Allah'ın verdiği rızka O'nu yalanlayarak mı şükrediyorsunuz?

أَفَبِهَذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ

E fe bi hazel hadisi entum mudhinun.

82.

(81-82) Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz ve Allah'ın verdiği rızka O'nu yalanlayarak mı şükrediyorsunuz?

وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ

Ve tec'alune rızkakum ennekum tukezzibun.

83.

Can boğaza geldiğinde, onu geri döndürsenize!

فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ

Fe lev la iza belegatil hulkume.

84.

Oysa siz o zaman bakıp durursunuz.

وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ

Ve entum hine izin tenzurun.

85.

Biz ise ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ

Ve nahnu akrabu ileyhi minkum ve lakin la tubsirun

86.

(86-87) Eğer hesaba çekilmeyecekseniz ve doğru söyleyenler iseniz, onu geri döndürsenize!

فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ

Fe lev la in kuntum gayre medinin.

87.

(86-87) Eğer hesaba çekilmeyecekseniz ve doğru söyleyenler iseniz, onu geri döndürsenize!

تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

Terciuneha in kuntum sadikin.

88.

(88-89) Fakat (ölen kişi) Allah'a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır.

فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ

Fe emma in kane minel mukarrebine.

89.

(88-89) Fakat (ölen kişi) Allah'a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır.

فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةُ نَعِيمٍ

Fe revhun ve reyhanun ve cennetu naim.

90.

(90-91) Eğer Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, "Selam sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!" denir.

وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ أَصْحَابِ الْيَمِينِ

Ve emma in kane min ashabil yemin.

91.

(90-91) Eğer Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, "Selam sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!" denir.

فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ

Fe selamun leke min ashabil yemin.

92.

(92-93) Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.

وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ

Ve emma in kane minel mukezzibined dallin.

93.

(92-93) Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.

فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ

Fe nuzulun min hamim.

94.

Bir de cehenneme atılma vardır.

وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ

Ve tasliyetu cahim.

95.

Şüphesiz bu, kesin gerçektir.

إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ

İnne haza le huve hakkul yakin.

96.

Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ

Fe sebbih bismi rabbikel azim.


Kaynak: Diyanet İşleri  Başkanlığı / Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali

Facebook Yorumları