okunma
Hür Yaşadım Hür Yaşarım; Bağımsızlık Mücadelesi
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لاَ يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّواْ مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاء مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الآيَاتِ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ هَاأَنتُمْ أُوْلاء تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık. (Âl-i İmrân Sûresi ,118)
İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz halde sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizden ölün!" Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir. (Âl-i İmrân Sûresi , 119)
Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır. (Âl-i İmrân Sûresi, 120)
Kıymetli Kardeşlerim..
Yeryüzünde Hak ile Batılın mücadelesi insanlık tarihiyle başlamıştır. Hz. Adem (a.s.)’ın Şeytanla mücadelesi, Hz. Nuh (a.s.)’ın inkarcılarla mücadelesi, Hz. İbrahim (a.s.)’ın Nemrutla mücadelesi, Hz. Musa (a.s.)’ın Firavunla mücadelesi ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Müşriklerle ve diğer din mensuplarıyla mücadelesi; batılın yok edilmesi ve Hakkın başarısını sağlamak için olmuştur.
Peygamber efendimiz İslamı tebliğle görevlendirildikten sonra 610-622 yılları arasında Mekke’de insanları islama davet etmiştir. Mekkede bu davete az sayıda insan icabet emiştir. Hatta Müslümanlar büyük işkenceler ve sıkıntılarla karşılaşmışlardır.
622 yılında Müslümanların Medineye hicret etmeye başlamasıyla beraber Müslümanlar daha rahat bir ortamda yaşamaya başlamışlardır. Müslümanlar Medinede İslamın devletini kurmuşlardır.
Mekkeli müşrikler, kurulan bu devleti yaşatmak istemediler. 624 yılında bedir savaşıyla Medine İslam devletini yok etmek istediler. Savaşın sonunda Allah’ın yardımıyla Müslümanlar galip geldi, müşrikler mağlup oldular.
Mekkeli Müşrikler, 625 yılında Medine’nin yakınına, Uhuda kadar geldiler. Oradan da yenilerek ayrıldılar.
627 yılında müşriklerle beraber bütün farklı guruplar, hizipler bir araya geldiler ve Medineye saldırarak islam devletini yıkmak istediler. Hendek veya ahzab savaşı diye isimlendirilen bu savaşı, Allahın yardımı ve Müslümanların da cihad şuuruyla hareket etmeleri neticesinde Müslümanlar kazandı.
Daha ileriki zamanlarda Müslüman Mücahitler tarafından fetihlere devam edilmiş; Arabistan Yarımadası, Yemen, Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs, Irak, Şam, İran, Azarbaycan, Hindistan bölgeleri fethedilmiştir.
Müslümanlar fethettikleri her yerde milli ve dini duygularla hareket etmişlerdir. Anadolunun ve Rumelinin fethedilmesi de aynı duygular ile olmuştur. Anadolu’nun fethedilmesinde Malazgirt meydan muharebesinin ayrı bir önemi vardır.
Malazgirt Meydan Muharebesi:
27 Zilkade 463 (26 Ağustos 1071) Cuma günü yapılan Malazgirt Savaşı, Müslüman Türklerin bütün dünyaya güçlerini göstermeleri açısından çok önemlidir. Savaş, 26 Ağustos 1071’de Büyük Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında yapılmıştır. Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Sultan Muhammed Alpaslan komutasındaki 50 bin kişilik İslam ordusu, Bizans İmparatoru Romanos Diogenes (Roman Diyojen) komutasındaki 200 bin kişilik Bizans ordusunu Malazgirt Ovası’nda yenmiştir. Böylece Anadolu Müslüman Türklerin vatanı haline gelmiştir.
Selçuklulardan sonra kurulan Osmanlılar zamanında Anadolu’nun tamamı Müslümanların hakimiyeti altına girmiştir. Bilahere Balkanlar fethedilmiştir. 29 Mayıs 1453 yılında İstanbulun fethi ile Anadolu ve Rumelinin tamamı Osmanlıların hakimiyeti altına girmiştir. Osmanlılar zaman içerisinde Anadolu ve rumelinin yanısıra; Kırım, Kafkasya, Irak, Suriye, Arabistan yarımadası, Mısır ve Kuzey Afrikayı da yönetimleri altına almışlardır. Böylece Osmanlı Devleti, üç kıtada hüküm süren bir devlet haline gelmişlerdir.
Zaman içerisinde devlet için gerekli olan değişim ve dönüşümler zamanında yapılamadığından devletin genişlemesi durmuştur. Daha sonraki zamanlarda devletin sahip olduğu topraklarda azalmalar olmaya başlamıştır. 18. Ve 19. Yüzyılda devlet sahip olduğu toprakları muhafaza edebilmek için çok zorlanmıştır.
Sultan 2.Abdulhamit Han, 1876 yılında tahta geçtiğinde Osmanlı Devletinin düşmanlar tarafından nasıl kuşatılmış olduğunu gördüğünden bazı önlemler almaya çalışmıştır. Alınan bu önlemlerden razı olmayan Osmanlı devletinin düşmanları ve içerideki mankurtlaşmış olan işbirlikçileri Sultan 2. Abdülhamit Hana kızılsultan dediler ve birçok iftiralar attılar. Sultanın almış olduğu bu önlemler sayesinde devlet 33 yıl fazla zarar görmeden devam edebilmiştir.
1908 yılında Sultanın yetkileri elinden alınmıştır. 1909 yılında da İttihatçılar tarafından tahttan indirilmiştir. İttihatçılar tarafından Sultan Abdülhamit Han tahttan indirildikten sonra Osmanlı Devleti çok zor günler yaşamıştır. 1911 yılında Trablusgarb savaşı,1912-1913 yıllarında Balkan savaşları olmuştur.
19 Şubat 1915 – 9 Ocak 1916 tarihlerinde Çanakkale savaşları yapıldı. Osmanlı Devletini parçalamak isteyen devletler boş durmadılar. İtilaf Devletlerini oluşturan İngiltere, Fransa, Sırbistan, Rusya İmparatorluğu, İtalya, Yunanistan, Portekiz, Romanya, ABD…. gibi daha nice devletler ve devletçikler Osmanlı devletine saldırdılar. İstiklal marşı şairimiz Mehmet Akif bunu şöyle dile getiriyor:
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
1914-1918 yılları arasında Birinci dünya savaşı olmuştur. Osmanlı devleti savaş sonunda müttefikleri ile beraber yenilmiştir. Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasından Limni Adası’nın Mondros Limanında 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması, iki taraf arasındaki savaşı sona erdirdi. Ateşkes, stratejik nokta ve bölgelerin işgaline zemin hazırlarken; boğazlar, demir yolları ve limanların kontrolünün İtilaf Devletleri denetimine verilmesine yol açmıştır. Mondros Ateşkes Antlaşması; içerdiği hükümler itibariyle bir ateşkes antlaşmasından ziyade; Osmanlı Devletinin siyasi egemenliğini sınırlandıran maddeler içeriyordu. Anlaşmaya göre Düşman (itilaf) devletleri istedikleri zaman istedikleri herşeyi yapabilmeyi kendilerine bir hak olarak görüyorlardı.
18 Ocak 1919’da Osmanlı Devletinin de içerisinde bulunduğu İttifak devletlerine karşı savaşmış veya savaş ilân etmiş otuz iki devletin katıldığı Paris Barış Konferansı toplandı. Bu toplantıda Osmanlı Devletinin parçalanması amaçlanıyordu. Sömürgecilerin amaçlarına hizmet edecek devletçiklerin kurulması isteniyordu. O plan çerçevesinde kurulan veya kurulması amaçlanan devletçiklerin bugün kimlere hizmet ettiğini daha iyi görmekteyiz.
Mondros Mütarekesinden sonra İngilizler 5 Kasım’da Musul’u işgal etmiş, Fransızlar Trakya’ya girmişti. Çanakkale Boğazı işgal edildikten sonra 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelen müttefik donanması Osmanlı yönetimini kontrol altına aldı. İngilizler’le Fransızlar, Güneydoğu Anadolu’yu ve Çukurova’yı ele geçirirken; İtalyanlar Antalya’ya girdi. Mütareke hükümlerini istedikleri şekilde yorumlayan müttefiklerden yardım ve destek alan gayri müslimler de müslümanlara saldırıyordu. 11 Aralık 1918’de Dörtyol’u işgal eden Fransız ordusu içindeki Ermeniler’in tecavüze başlaması Karakese köyü halkının silâhlı direnişiyle karşılaştı. İngilizler de halkın direnişi karşısında Maraş, Urfa ve Antep’i Fransızlar’a devretti.
İngilizler, Kars’ta oluşturulan geçici millî hükümeti dağıtarak 12 Nisan 1919’da meclis üyelerini Malta’ya sürüp Kars’ı Ermeniler’e ve Ardahan’ı Gürcüler’e verdi. Bu durum Anadolu’da millî galeyanı arttırdı. Halk namusunu ve vatanını savunmak amacıyla Müdâfaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetleri kurarak mücadeleye başladı. Böylece milli mücadele de başlamış oldu.
Millî Mücadele, İstiklâl Harbi, Bağımsızlık Savaşı veya Kurtuluş Savaşı olarak da anılır. Millî Mücadele, Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) ardından başlayıp askerî bakımdan Mudanya Mütarekesi ile (11 Ekim 1922), siyasî bakımdan ise Lozan Antlaşması ile (24 Temmuz 1923) son bulur.
İngilizler’in 21 Nisan 1919’da Anadolu’da baş gösteren karışıklıkların önlenmesi için nota vermeleri İstanbul’daki kumandanların Anadolu’da görev almaları için bir fırsat doğurdu. Asayişin ancak orduyla sağlanabileceğini müttefiklere kabul ettiren hükümet, tecrübeli subayları askerî birliklerin başına gönderdi. Samsun ve yöresinde asayişi temin için 30 Nisan’da Dokuzuncu Ordu müfettişliğine tayin edilen Mustafa Kemal Paşa’ya geniş yetkiler verildi. Mustafa Kemal Paşa, Yunanlılar’ın İzmir’e çıktığı 15 Mayıs’ta padişahla görüşüp ertesi günü Samsun’a hareket etti. 19 mayıs 1919’da Samsuna çıktı.
Bu sıralarda Anadolunun her yanında işgallere karşı mitingler ve teşkilatlanmalar başladı. Bilhassa 16 Mayıs 1919’da kurulan Balıkesir Müdâfaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyeti düzenlediği kongrelerle bütün bölgeyi kapsayan bir teşkilât olduğunu ortaya koydu ve Millî Mücadele’nin meşalesi oldu.
22 Haziran’da Amasya Tamimi yayımlandı. 23 Temmuz’da Erzurum Kongresi çalışmalarına başladı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında doğu vilâyetlerinin haklarını savunmak üzere Erzurum kongresi yapıldı.
4-11 Eylül tarihlerinde toplanan Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi kararlarını bölgesellikten millî düzeye yükseltti. Temsil Heyeti’ni (Hey’et-i Temsîliyye) oluşturup ilk defa mevcut devlet yönetimine alternatif olabilecek yeni bir siyasî iktidarın temellerini attı. Bütün direniş örgütlerini Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti çatısı altında birleştirdi. Millî kuvvetleri de Batı Anadolu Umum Kuvâ-yi Milliye Komutanlığı’na bağlayarak ülkeyi yönetmeye yetkili bir organ olduğunu ortaya koydu.
Sivas Kongresi kararları gereğince serbest seçimler yapılarak Meclis-i Meb‘ûsan 12 Ocak 1920’de İstanbul’da açıldı.
Mebusan Meclisi, Millî Mücadele’nin siyasî programı sayılan Mîsâk-ı Millî’yi 28 Ocak’ta imzaya açtı. Millî hareketi destekleyen mebuslar 6 Şubat’ta Felâh-ı Vatan adıyla mecliste bir grup oluşturdu.
Maraş’ta Sütçü İmam liderliğindeki millî kuvvetlerin 21 Ocak’ta başlattığı hareket 12 Şubat’ta zaferle sonuçlanırken 7 Şubat’ta Urfa’da Ali Sâib Bey başkanlığındaki milis güçlerinin direnişi ortaya çıktı.
Mebusan Meclisi, 17 Şubat’ta Mîsâk-ı Millî’yi onayladı.
İşgalciler 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal ederek bütün kurumları ele geçirdiler.
Ayrıca İngilizlerin kışkırtmasıyla bir çok yerde isyanlar başladı.
23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarına başladı.
İtilâf devletleri, 18-27 Nisan’da San Remo Konferansı’nda aldıkları kararları 11 Mayıs’ta Osmanlı hükümetine tebliğ ettiler. Kararda Trakya ve İzmir Yunanlılar’a, Doğu Anadolu’nun bir kısmı Ermeniler’e bırakılırken bir kısmında da İngilizler’in himayesinde Kürdistan Devleti kuruluyordu. Irak ve Filistin’de İngiliz, Suriye’de Fransız mandası, Anadolu’da İtalyan ve Fransız nüfuz bölgeleri oluşturuluyordu. Boğazlar’ın yönetimi uluslararası bir komisyona verilirken her türlü ayrıcalığın ve kapitülasyonların sürdürülmesi öngörülüyordu.
Sevr’de antlaşması,10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in banliyösü Sevr’de imzalandı. Ancak Ankara hükümetinin kabul etmediği Sevr Antlaşması ölü doğmuş bir belge olarak kalmıştır. (Dia. Sevr Antlaşması maddesi)
İç isyanlarla düşmanın askerî harekâtı arasında sıkı bir bağlantı vardı; Yunan saldırılarıyla iç isyanlar âdeta bir merkezden yönetiliyordu. 1920 yılı sonuna kadar Yunan kuvvetleri bir yerde saldırıya geçtiklerinde başka bir yerde de isyan çıkartılıyordu.
Sakarya Meydan Muharebesi, 23 Ağustos 1921-13 Eylül 1921 tarihleri arasında yirmi iki gün süren ve TBMM ordusunun zaferiyle, düşmanın da ağır yenilgisiyle sonuçlandı. Yunan birlikleri Eskişehir-Afyon hattına çekildi. Fransa, Yunanlılar’ın ağır yenilgisiyle sonuçlanan Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra 20 Ekim 1921’de Ankara hükümetiyle Ankara Antlaşması’nı imzalayarak yeni Türk devletini tanıdı.
Millî Mücadele’yi sonuçlandıran Büyük Taarruz ise 26 Ağustos 1922 günü başladı. İki günde kuvvetlerinin yarısı savaş dışı bırakılan Yunan ordusu kuşatma altına alındı. Kuşatma harekâtı, 30 Ağustos’ta bizzat Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği, Başkumandanlık Muharebesi adı verilen meydan savaşıyla tamamlandı. (Dia. Milli Mücadele Maddesi)
Ankara hükümeti, 30 Ağustos 1922’de düşmana son darbeyi vurarak 11 Ekim 1922’de müttefiklerle Mudanya Mütarekesi’ni imzaladı. (Dia. Sevr Antlaşması maddesi) Böylece savaşılmadan Doğu Trakya ve İstanbul tekrar Türk topraklarına katılmış oldu.
Milli Mücalede İslam Alimleri ve Mütefekkirler:
Anadoluda milli mücadele başlayınca vatanperver olan birçok bir çok insan gibi bazı aydınlar ve bir çok İslam alimi anadoluda bağımsızlık meşalesine katkı sunmuşlardır. Bazıları yaşadıkları şehirlerde bu mücadeleyi yürütmüş, Mehmet Akif gibi bazıları da Anadolu’yu şehir şehir dolaşarak halkı milli mücadeleye katılmaya teşvik etmişlerdir.
Denizli’de Müftü Ahmet Hulusi Efendi, İzmir'in işgalinden sadece dört saat gibi kısa bir süre sonra düzenlediği mitingde "işgal edilen memleket halkının silaha sarılması dini bir görevdir." diyen milli kahramandır.
Manisa'da Manisa Müftüsü Alim Efendi, Cemiyet-i İslamiyye adıyla bir örgüt kurarak faaliyete geçmiştir.
Sütçü İmam, Maraşta 31 Ekim 1919 tarihi’nde bir Ermeni askerinin bir Müslüman kadının peçesini yırtması üzerine Fransız ve Ermenilere karşı ilk kurşunu atarak Millî Mücade direnişini başlatmıştır.
Anadolunun her şehrinde Müftüler, İmamlar, ilim adamları milli mücadelenin başarılı olması için ya konuşarak yada savaşarak milli mücadeleye katkı sunmuşlardır. İslam ve istiklal şairi olan Mehmet Akif te Anadolu şehirlerini dolaşarak sömürgeleştirilmiş Müslümanların hangi sıkıntıları çektiğini, bağımsızlığın ne kadar önemli olduğunu, Avrupalıların ise ne kadar iki yüzlü olduğunu Anadolu halkına anlatmaya çalışmıştır.
Mehmet Akif, bu milli hareketin büyümesi için Balıkesir, Ankara, İnebolu, Çankırı, Konya, Eskişehir, Afyon, Antalya gibi yerlerde halka vaazlar vermiştir. Mehmet Akif, Kastamonu’ya geldikten sonra 19 Kasım 1920’de vaazlarını vermeye başlamıştır. Vaazlarını dini temellere dayandıran Mehmet Akif, Nasrullah Paşa Camii vaazına Al-i İmran Suresi ile başlamıştır:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاًۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْـبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿١١٨﴾
Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık. (Âl-i İmrân Sûresi ,118)
Mehmet Akif, bu ayeti okuyup tefsirini yaptıktan sonra bu ayete bağlanmaktan başka bir selamet yolunun olmadığını ifade etmektedir.
Mehmet Akif, Avrupalıların sözleri ile özleri arasında münasebet olmadığının altını çizerken bunun bu zamana kadar düşünülmemesine üzüldüğünü ifade etmektedir. Bir zamanlar kendisinin de aynı hataya düştüğüne; ancak tecrübesinin artmasıyla birlikte bu hatadan kurtulduğuna değinmektedir. Mehmet Akif, vaazında Avrupalıların sömürgesi altında bulunan Asya ve Afrika’yı gezdikten sonra buradaki çaresiz insanların Avrupalıların zulmüne uğradıklarına şahit olduğunu ve ondan sonra aklını başına aldığını belirtmektedir (Sebilürreşad, 1920, S. 464: 250).
Gayr-i Müslimler farklı milletlere mensup oldukları halde Müslümanlara karşı nasıl birlik olabiliyorlarsa; Müslümanların da Gayr-i Müslimlere karşı aynı birliği ve beraberliği sağlamaları gerekir. Müslümanlar’ın birlik halinde hareket etmeleri gerektiği gibi; güçlü ordulara sahip olmaları da gerekir.
Mehmet Akif, bu konuda cemaati etkilemek için yine Kur’an ayetinden örnek vermektedir:
وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ ﴿٦٠﴾
“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”( Enfâl : 60)
Mehmet Akif, Müslümanlar arasında ne kadar ayrılık sebebi varsa, bunların hepsinin ortadan kaldırılması gerektiğinin altını çizerken birlik ve beraberlik içerisinde çalışmanın da öneminden bahsetmektedir. (Sebilürreşad, 1920, S. 464: 252).
Mehmet Akif Medinede Yahudilerle işbirliği yapan münafıklar hakkında inmiş bulunan şu ayeti okuyarak vaazlarına devam ediyor:
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعاً اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ ﴿١٤﴾
“Onlar müstahkem kaleler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Halbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır.” ( Haşr : 14)
Mehmet Akif, yukarıda geçen bu ayetin münafıkların vasfında olduğunu; ancak adeta Müslümanların halini gösterir hale geldiğini ve bu durumdan ne kadar sıkılmaları gerektiğini cemaate ifade etmektedir (Sebilürreşad, 1920, S. 464: 253).
Mehmet Akif, milletlerin topla, tüfekle, zırhlı ordularla ve tayyarelerle yıkılmadığına; milletlerin ancak herkesin kendi derdine kendi menfaatine düştüğü zaman yıkılabileceğine dikkat çekmektedir. Mehmet Akif, cemaate atalarımızın bir ifadesidir diyerek; “kale içinden alınır” sözünü işaret etmektedir. İslam tarihini gözden geçirdiklerinde kuzeyde, güneyde, doğuda ve batıda ne kadar İslam devleti varsa aralarında fitneler, fesatlar olduğu için istiklallerine veda ettiklerine veya başka devletlerin esareti altında yaşadıklarına değinmektedir. Emevilerin, Abbasilerin, Fatımilerin, Endülüslerin, Gaznelilerin, Moğolların, Selçukluların, Mağrıbilerin, İranlıların, Faslıların, Tunusluların ve Cezayirlilerin hep bu ayrılık hislerine kapıldıkları için saltanatlarını kaybettiklerini de cemaate hatırlatmaktadır (Sebilürreşad, 1920, S. 464: 253).
Mehmet Akif, cemaate; “size bir vakıa anlatayım” diyerek Mısır’da yaşadığı bir olayı anlatmaktadır:
“…Mısır-ı Alide dolaşıyordum. Orada aklı başında bir Müslümanla görüştüm. Bahsimiz İngiliz siyasetine intikal etti. Dedim ki: Şaşıyorum. On beş milyonluk koca Mısır’da İngiliz askeri olarak pek az kuvvet gördüm. Nasıl oluyor da bu kadarcık kuvvetle koca bir iklimi muhafaza edilebiliyor? ...” (Sebilürreşad, 1920, S. 464: 253-254).
Bu soru üzerine o zat dedi ki: “…İngiliz ricalinden biriyle samimi görüşürdük. Sizin aklınıza geleni bende düşünmüş de herife demiştim ki: Günün yahut senenin birinde Osmanlı hükümeti kırk elli bin kişilik bir ordu tertip ederek Mısıra sevk edecek olursa siz İngilizler ne yapacaksınız? ...” (Sebilürreşad, 1920, S. 464: 254).
Bu soruya karşılık alınan cevapta ise şunlar yer almaktadır: “…Hiç bir şey yapmayız. Müdafaa imkânı olmadığı için Mısırlıları kendilerine teslim eder çıkarız. Yalnız şurasını iyi bilesiniz ki biz İngilizler hiçbir zaman Osmanlıların Mısıra kırk bin kişi değil kırk kişi sevk edebilecek derecede yakalarını, paçalarını toplamalarına meydan bırakmayız. Memleketlerinde bitmez tükenmez meseleler çıkarırız. Onlar birbirleriyle uğraşmaktan göz açamazlar ki bir kere olsun Mısıra dönüp bakmağa vakit bulabilsinler…” (Sebilürreşad, 1920, S. 464: 254).
Mehmet Akif, yaşadığı bu olayı anlattıktan sonra Osmanlı’nın senelerden beri uğraştığı iç meseleleri bu konuyla ilişkilendirmektedir. Bu anlamda Havran, Yemen, Şam, Arnavutluk, Kürdistan meseleleri gibi meselelerin hepsinin düşman parmağıyla çıkarıldığına dikkat çekmektedir. Bunların dışında ise Adapazarı, Düzce, Yozgat, Bozkır, Biga, Gönen ve Konya isyanlarının da düşmanın etkisiyle çıkarıldığına işaret etmektedir.
Mehmet Akif, Endülüslülerin durumunu cemaate anlatarak bu durumu örneklendirmektedir. Vaktiyle o diyarlarda 15 milyon Müslümanın yaşadığını; ancak içinde bulundukları zamanda orada bir tek Müslümana rastlanılmayacağını belirtmektedir. Mehmet Akif, Endülüslülerin birbirlerine düştükleri için memleketlerini İspanyollara kaptırdıklarını vurgulamakta ve aynı duruma kendilerinin düşmemesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Mehmet Akif, vatan mücadelesinde ümitsizliğe düşülmemesi, azimli olunması ve mücadele edilmesi yönünde tavsiyelerde bulunmaktadır. Mehmet Akif, konuşmasının sonlarına doğru Allah’ın cihat yolunda olanlarla beraber olduğunu ifade eden aşağıdaki ayet- i kerimeye değinmektedir (Sebilürreşad, 1920, S. 464: 259).
وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٦٩﴾
“Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyi ve yararlı işleri en güzel şekilde yapanlarla beraberdir.” (Kur’an- Kerim, 29/69).
Mehmet Akif, Milli Mücadele döneminde Anadolu’nun çeşitli yerlerinde verdiği vaazlarıyla halkı birlik ve beraberliğe davet etti. Vaazlarında Kur’an-ı Kerim ayetlerine sıkça değinen Mehmet Akif, halkın bilinçlenmesinde dini faktörleri etkili bir şekilde kullandı. Nasrullah Paşa Camii’ndeki vaazında İtilaf Devletleri’nin amaçlarını ortaya koyarak onlara karşı birlik ve beraberlik içinde mücadele edilmesine yönelik tavsiyeleri halk üzerinde oldukça etkili oldu. Mehmet Akif, verdiği bu vaazında İtilaf Devletleri’nin Anadolu üzerindeki emellerini net bir şekilde ortaya koydu. İlimde ve teknolojide Avrupalıların seviyesine ulaşılması için çalışılması gerektiğine inanan Mehmet Akif, İtilaf Devletleri’ne teslim olunduğu takdirde ortaya çıkabilecek sıkıntıları geniş bir şekilde halka izah etti. Bu anlamda sömürge altında bulunan Hindistan ve Afrika’nın yaşadığı sıkıntıları anlattı ve aynı duruma düşülmemesi için mücadele edilmesi gerektiği yönünde halkı teşvik etti. Nasrullah Paşa Camii’nde Sevr Antlaşması’nı da izah eden Mehmet Akif, bu antlaşmanın kendilerine yaşam hakkı tanımadığı noktasında halkı bilinçlendirerek bu antlaşmaya karşı koymaya davet etti. … Bu vaazlar sayesinde bilinçlenen halk; mitingler, protestolar ve silahlı mücadeleler aracılığıyla Milli Mücadele’ye dâhil oldu ve savaşın kazanılmasında önemli rol oynadı. (Milli Mücadele Döneminde Mehmet Akif Ersoy’un Kastamonu Vaazı Üzerine Bir İnceleme/Sinan ŞAHİN)
Milletler kahramanlarıyla yaşarlar:
Müslüman Mücahitler islamı daha geniş coğrafyalara ulaştırmak için fetihler yapmışlardır. Bu fetihlerde iki şeyden birisini hedeflemişlerdir: Ya şehit olmayı; yada Gazi olarak dönmeyi…. Şair bu hususu ne güzel dile getirmiştir.
"Ecdadını zannetme asırlarca uyurdu,
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu.''
Ecdadımız asırlarca “Ölürsem Şehit, Kalırsam Gazi” olurum düsturuyla hareket etmiştir. Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızda bu hususa şöyle işaret etmektedir.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Dün Osmanlı’yı bölüp topraklarını ele geçirmek isteyenler bugünde aynı düşünceyle hareket etmektedirler. Türk-Kürt ayrımı yapılmak istenmekte, sanki Milletimiz birbirinden farklı birer milletmiş gibi gösterilmektedir. Oysaki Kurtuluş Savaşını kazandıran ruh, Müslüman Milletimizin birlik ve beraberlik içinde savaşmasıdır. Bu günde aynı anlayışla ayrılıklar bir kenara bırakılmalı, birlik ve beraberlik içerisinde aşağıdaki ayetler etrafında birleşmeliyiz.
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟ ﴿١٠﴾
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (el-Hucurat 49/10).
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Al-i İmran, 3/103)
Bu gün Müslümanlar olarak her zamankinden daha fazla birliğe ve beraberliğe ihtiyacımız var. Filistinde, Gazzede, Sican-Uygur bölgesinde, Mıyanmarda ve dünyanın başka bölgelerinde Müslümanlar zulüm altında bulunuyor. Her gün acılar çekiyorlar. Bombalanıyorlar. Şehit ediliyorlar. Sadece Gazzede son bir yılda 40.000’in üzerinde Müslüman şehit edildi. Yüzbinlerce yaralı var. Ama 2.000.000 .000 olduğu söylenen İslam dünyası herhangi bir önlem alamadı. Bir çare olamadı. Bir araya gelemedi.
Dahası Siyonist bir bakan Mescid-i Aksayı yıkıp, yerine sinagog yapmaktan bahsetti. İslam dünyasından sadece cılız tepkiler geldi. Müslümanların bir araya gelemeyeceğini düşünen Siyonistler ve destekçileri zulümlerini ve söylemlerini her gün artırıyorlar.
Bu gün bizlere düşen milli mücadelede olduğu gibi islam davasının etrafında birleşmek, yukarıdaki ayetlerin gereğini yerine getirmek, ayrılık fitnesinden uzak kalmaktır. Bizler birbirimize düştükçe İslam düşmanları hedeflerine aşama aşama ulaşmaktadırlar. İslam düşmanlarının planlarının bozulabilmesi için, Müslümanların ümmet şuuruyla hareket etmeleri gerekir. Vaktiyle edadımız bu anlayışla hareket ederek üç kıtaya hakim olmuştur.
Vaazımızı istiklal ve islam şairi Mehmet Akif Ersoy’un vatanı ve dini uğrunda şehit olanlara seslendiği mısralarla bitirelim:
“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı, değer.
……………………………………………….
Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber!” (Safahat )
(Not: Vaazın Hazılanmasında Yararlanılan Kaynaklar: Milli Mücadele Döneminde Mehmet Akif Ersoy’un Kastamonu Vaazı Üzerine Bir İnceleme/Sinan Şahin ; Dia. Milli Mücadele Maddesi; Dia. Sevr Antlaşması Maddesi; Dia. Malazgirt Muharebesi; Milli-Mücadelede-Din-Adamları)
Hazırlayan: Veysel ARAN / Geyve Vaizi
Facebook Yorumları