okunma
Müslüman Alimlerin Bilim Dünyasına Katkısı
Değerli kardeşlerim,
“Okumadığınızda neler kaybettiğinizi ancak okuduğunuzda anlarsınız” demiş büyüklerimiz!
Yüce Rabbimiz ferman buyurmuş:
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akl-ı selim sahipleri, sağ duyulu olanlar düşünüp ibret alır.” (Zümer 39/9)
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” cümlesi, daha genel olarak –hangi konuda olursa olsun– ilmin yani doğru bilginin Allah katında mutlak bir değer olduğuna işaret eder. Esasen iman da ilim sayesinde kazanılır. Nitekim kaynaklarda ilim, “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen inanç (itikad)” şeklinde tanımlanır. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “İlm” md.; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, “el-İlm” md.)
Kendisini Allah’tan gelmiş bir bilgi olarak tanıtan Kur’an (Bakara 2/120),
رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
“Rabbim, ilmimi arttır!” diye Allah’a dua etmemizi öğütler.
Hz. Peygamber (Sav) ilmi övmüş ve teşvik etmiş ve ilmin nâfile ibadetten daha üstün olduğunu söylemiştir:
منْ سَلَكَ طَريقًا يَبْتَغِي فِيهِ علْمًا سهَّل اللَّه لَه طَريقًا إِلَى الجنةِ، وَإنَّ الملائِكَةَ لَتَضَعُ أجْنِحَتَهَا لِطالب الْعِلْمِ رِضًا بِما يَصْنَعُ، وَإنَّ الْعالِم لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ منْ في السَّمَواتِ ومنْ فِي الأرْضِ حتَّى الحِيتانُ في الماءِ، وفَضْلُ الْعَالِم عَلَى الْعابِدِ كَفَضْلِ الْقَمر عَلى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ، وإنَّ الْعُلَماءَ وَرَثَةُ الأنْبِياءِ وإنَّ الأنْبِياءَ لَمْ يُورِّثُوا دِينَارًا وَلا دِرْهَمًا وإنَّما ورَّثُوا الْعِلْمَ، فَمنْ أَخَذَهُ أَخَذَ بِحظٍّ وَافِرٍ
“Kim ilim öğrenmek için bir yol tutarsa, Allah da onu cennete giden yollardan birine dahil eder. Melekler, ilim öğrenmesinden hoşnut olarak o kimseyi korurlar. İlim öğrenen için göklerde ve yerde olanlar, hatta denizdeki canlılar bile istiğfar ederler. Âlimin ibadet edene üstünlüğü, dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne de dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim ilme sahip çıkarsa, büyük bir nasip elde etmiş olur.” (Tirmîzî, “İlim”, 19).
Âlimleri peygamberlerin vârisleri olarak gösteren hadis, bilginin değeri yanında; ilim adamlarının, bilgilerini insanlığın hayrına kullanmakla sorumlu olduklarına işaret eder.
Âlimler, bildiklerini, hem kendileri hem de insanlar için İslâmî ölçüler içinde yararlı kıldıkları oranda ilim onlar için bir üstünlük kabul edilir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) bilgi edinmenin, edinilmiş bilgileri öğretmenin ve aktarmanın taşıdığı önemi ısrarla belirtmiştir. (Müsned, V, 269; Ebû Dâvûd, “ʿİlim”, 9, 12; Tirmizî, “ʿİlim”, 3, 19)
İslam’ın İlme Verdiği Önemin Pratik Hayattaki Tezahürleri
İşte İslam’ın ilme, bilime, öğrenmeye, öğretmeye ve bilimle insanlığa katkı sağlamaya bu derece önem vermesi İslam dünyasında birçok bilim insanının yetişmesini teşvik etmiştir.
İslam aleminde Orta Çağ karanlığı yoktur. Batı dünyası, skolastik düşünce bataklığında iken, yani kilise ve din adamları hegemonyasının amansız bataklığında debelenirken İslam dünyası tüm insanlığa yön verecek bilim insanları yetiştiriyordu.
İslam dünyasının yetiştirdiği bilim insanları aydınlanmanın ve modern düşüncenin yolunu açmıştır. Dünyanın Orta Çağ karanlığından kurtulması Müslüman bilginlerin eserlerinin diğer dillere tercüme edilmesiyle birlikte başlamıştır.
İslam ve bilim, tarih boyunca iç içe olmuşlardır. İslam’ın yoğun bir şekilde yayıldığı ve İslam devletlerinin yükselişte olduğu Orta Çağ’da ve sonraki asırlarda İslam topraklarında birçok bilim insanı yetişmiştir. Pek çok bilimsel faaliyetler yapılmıştır. İslam dünyası bilim, teknoloji, kültür ve sanat gibi birçok alanda dünyanın diğer devletlerini ve bölgelerini geride bırakmıştır.
Günümüzde Batılı bilim adamları insanları bile şu gerçeği ikrar ediyorlar:
Eğer Endülüs ve Endülüs’teki Müslüman bilginlerin ilmî çalışmaları olmasaydı Avrupa’daki bilim ve gelişmeler asla bugünkü seviyeye gelemezdi.
Çünkü Avrupa’daki aydınlanma, Endülüs’lü Müslüman bilginlerin eserlerinin Batı dillerine tercüme edilmesiyle başlamıştır. Dolayısıyla bugün Batı’daki veya dünyanın farklı milletlerindeki bilim, sadece onların malı değildir. Bilimin bugünkü geldiği noktada Müslüman bilginlerin çok büyük payı vardır ve tüm insanlığın ortak mirasıdır.
İslam Dünyasındaki Bilimsel Çalışmalara Örnekler
Abbasiler döneminde Harun Reşid tarafından Bağdat’ta Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi) adında bir bilim merkezi kurulmuş; burada dönemin en ünlü bilim adamları bir araya getirilerek düzenli bilimsel toplantılar yapılmıştır. Kindî, Farâbî, Harizmî, İbn-i Sîna, İbn Heysem, Birûnî, İmam Gazali, İbn Batuta, İbn Haldun, Uluğ Bey gibi birçok ünlü İslam bilgini yetişmiştir.
Asırlar boyu İslam topraklarında Hindistan'dan Endülüs'e kadar geniş coğrafyada bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Temel İslami bilimlerle birlikte; tıp, felsefe, matematik, astronomi, gibi geniş yelpazede pek çok bilimsel faaliyetler icra edilmiştir.
Tıp Alanındaki Çalışmalara Örnekler
Şam, Kahire, Bağdat gibi merkezlerde birçok hastaneler kurulmuş ve günümüzdeki modern tıbbın uyguladığı prensipler ta o zamanlarda bu hastanelerde uygulanmıştır.
Mesela bu hastanelerde odalar hastalıklara göre ayrılmış, hastalar odalara alınmadan önce kıyafetleri değiştirilmiştir. Böylelikle dışarıdan gelmesi muhtemel mikropların etkisi kırılmıştır.
İslam dünyasının en büyük filozof ve bilim adamlarından kabul edilen, tıp alanında yazdığı kitapları vefatından sonra 600 yıl boyunca Avrupa’da ve dünyanın birçok yerlerinde ders kitabı olarak okutulan İbn-i Sina, ilk defa mikrobun hastalıklara sebep olduğunu ifade etmiştir.
Mikrop, bilimsel olarak son asırlarda keşfedilmekle birlikte, Akşemseddin ve İbn-i Sina gibi birçok İslam bilgininin eserlerinde mikroptan bahsettiğini kaynaklardan öğrenmekteyiz.
İbni Sina, ameliyatlarında anestezi yapan ilk doktordur.
Ruh ve sinir hastalarının Avrupa’da karanlık odalara konulup zincire vurulduğu dönemlerde, İslam âlimleri müzik ve su şırıltısı gibi rahatlatıcı seslerle bu hastaların tedavi edilebileceğini göstermişlerdir.
Günümüzde hâlâ ayakta olan Osmanlı darüşşifalarının mimari özelliklerine baktığımızda revaklı bir avluyu çevreleyen kubbe ile örtülü hasta odaları ve avlunun ortasında mutlaka havuz vardır. Suyun fıskiye aracılığıyla durmaksızın akabilmesi için özel olarak tasarlanmıştır.
Günümüzün hastanelerinin stresli ortamına bedel, tedaviye katkı veren huzurlu bir ortam tasarlanmıştır.
Matematik, Astronomi ve Coğrafya
Bîrûnî, ilgilendiği başlıca bilim dalları olan matematik, astronomi ve coğrafyanın dışında da birçok bilim dalında çığır açıcı araştırma ve incelemeler yapmıştır. Bîrûnî’nin eserlerini tetkik eden bütün ilim adamları, tarihçiler, onun ilim ve kültür dünyasına katkısını göz ardı etmemişler, yaşadığı 11. asra “Bîrûnî Asrı” demekten kendilerini alamamışlardır.
Harezmî, yapmış olduğu seyahatler, incelemeler ve tercümelerle matematik ilmini halka anlatabilecek durumda düzenleyerek cebir ilmini kurmuştur. Dünya, sıfır rakamını ilk defa Harezmî’nin Kitâbü’l-Muhtasar fî Hisâbi’l-Cebr ve’l-Mukâbele kitabıyla tanımıştır.
Uluğ Bey’e Batılı bilim insanları, “15. asrın astronomu” unvanını vermişlerdir. Ayrıca Milletlerarası Astronomi Derneği tarafından Ay’ın görünen yüzeyinde bir bölgeye “Uluğ Bey Krateri” adı verilmiştir. Bu müstesna âlim, matematikçi, astronom, edip ve şair olmasının yanı sıra Kur’ân-ı Kerîm’i 7 kıraat üzere okuyacak kadar kıraat ilmine sahip bir şahsiyetti.
Fizik, Kimya, Sibernetik ve Robotik
Câbir bin Hayyân, birçok bilim adamı tarafından modern kimyanın kurucusu olarak kabul edilir. Bir eczacının oğlu olan Câbir bin Hayyân’ın kimyaya en büyük katkıları arasında metallerin yapısı konusundaki tespitleri yer almaktadır. Bunlar, çok az değişiklikle modern kimyanın başlangıcı sayılan 18. yüzyıla kadar ulaşmıştır.
Cezerî, dünya tarihinde bilgisayarın temeli olan sibernetiğin kurucusu olarak tanınır. Bilindiği üzere sibernetik; haberleşme, kontrol, denge kurma ve ayarlama ilmidir. Bu ilim gerek insanlarda, gerekse makinelerde karşılıklı bilgi alışverişi, kontrol ve denge durumunu incelemekte ve bu sistemi geliştirmeye çalışmaktadır. Bu ilmin gelişmesiyle bugün elektronik beyinler ve otomasyon denilen sistemler ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda fizikçi ve robot ustası olan Cezerî, yaklaşık 50 mekanik cihazı ve bunların nasıl inşa edileceğine dair talimatları tanımlamıştır.
Felsefe
Farabî, antik felsefenin en büyük otoritesi kabul edilip “Muallimü’l-Evvel (Birinci Öğretmen)” adıyla anılan Aristoteles’ten sonra, felsefe ve çeşitli bilimlerdeki bilgisinin ve görüşlerinin derinliği sebebiyle “Muallimü’s-Sânî (İkinci Öğretmen)” unvanını almıştır. Bugün felsefe denince ilk akla gelen en önemli isimlerden biridir.
Endülüs’te Yetişen Bilim İnsanları
Günümüz İspanya’sında yaklaşık 700 yıl varlığını sürdüren ve bir İslam Devleti olan Endülüs, yetiştirdiği alimlerle bilim tarihine yön verdi. Bu Müslüman alimler, yeni cerrahi aletleri bulup günümüzde dahi kullanılabilecek bilimsel yeniliklere imza attı. Uçan bir makine keşfeden Abbâs İbn Firnâs’tan ilk ecza kitabını yazan İbnü'l Baytar'a, ilk cerrahi aletleri icat eden Zehrâvî’den göz hastalıkları hakkında önemli bilgiler veren el-Gâfikî’ye kadar pek çok Endülüslü Müslüman bilim insanı çalışmalarıyla Batı'yı etkiledi.
Abbas İbn Firnâs, tarihte uçan bir makine yapan ve uçma konusunda gerçek bir girişimde bulunan ilk kişidir. 9. yüzyılda yaşayan bu Müslüman âlim, imza attığı birçok keşfin de etkisiyle döneminde önemli bir yere sahipti. Devrin hükümdarı tarafından Hakîmü’l-Endelüs unvanı verilen Müslüman bilim adamı aynı zamanda ünlü bir şair, astrolog, müzisyen, astronom ve mühendisti.
Abbas ibn Firnas, uzayı temsil eden bir gök küresi kurdu ve sonraları Avrupa'da astronominin gelişmesinde önemli tesiri olan Sindhind tablolarının çizimlerini yaptı.
Tıp dünyasındaki birçok ilke imza atan Zehrâvî, cerrahinin atası olarak kabul edilir. Zehrâvî sayesinde cerrahi müstakil bir bilim dalı haline geldi. Kendi dönemine kadar başarılamamış ameliyatları yaptı. Yeni metotlar ve yaklaşık 200 kadar yeni cerrahi aletler keşfetti.
Yazdığı et-Tasrîf adlı otuz bölümden oluşan tıp kitabı 17. yüzyılda Avrupa'daki tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutuldu. Bu kitapta cerrahide kullandığı aletlerin tariflerinin yanında resimleri de bulunur.
İdrîsî dönemin en kapsamlı Dünya atlasını hazırladı. Avrupa ve Asya kıtalarıyla Afrika kıtasının ekvatorun kuzeyinde kalan bölümlerini Marco Polo'dan tam iki yüzyıl önce haritaya aktardı.
Değerli kardeşlerim,
Konu Endülüs’e gelince söylemeden geçemeyeceğim. Günümüz İspanya’sındaki Endülüs, 700 seneye yakın İslam yurdu iken, zamanının en büyük bilim-kültür merkeziydi. Haçlılar tarafından geri alınınca hiçbir Müslüman kalmayana dek soykırım uygulandı.
Endülüs kaybedildiğinde aslında bütün insanlık kaybetmişti. Evet, katliamlara uğrayanlar Müslümanlardı. Fakat kendi zamanının en büyük bilim ve kültür merkezlerinden biri yok olduğu için, en önemlisi de insanlık yok olduğu için; aynı zamanda bütün insanlık kaybetmişti. Maalesef Endülüs’ü kaybetmemizin faturasını hâlâ ödüyoruz.
Endülüs’ün, Müslümanların elinden çıkmasının sebebi; haçlı birliğinin çok güçlü olduğundan değildi. Müslümanların birlik ve beraberlik içinde hareket edememesi sebebiyle idi.
Bu yönüyle Endülüs’ün akıbeti Gazze ile benzerlik arz etmektedir.
Sözlerimi, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un şu dizeleri ile bitirmek istiyorum:
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Hazırlayan: Muhammed BAKA / Serdivan Vaizi
Facebook Yorumları