menu
RAMAZAN; İFTAR ve İSRAF
RAMAZAN; İFTAR ve İSRAF
Haftanın Vaazı.. 08.03.2024 tarihli; "Ramazan; İftar ve İsraf" isimli haftanın vaazı sitemize yüklenmiştir.

Ramazan; İftar ve İsraf

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ 

Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise, sizden ramazan ayına ulaşanlar idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kazâ etsin. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir." (2/Bakara, 185.) 

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “أَتَاكُمْ رَمَضَانُ شَهْرٌ مُبَارَكٌ، فَرَضَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَيْكُمْ صِيَامَهُ، تُفْتَحُ فِيهِ أَبْوَابُ السَّمَاءِ، وَتُغْلَقُ فِيهِ أَبْوَابُ الْجَحِيمِ، وَتُغَلُّ فِيهِ مَرَدَةُ الشَّيَاطِينِ.” 

Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Mübarek Ramazan ayı size geldi. Yüce Allah bu ayda size oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda sema (cennet) kapıları açılır, cehennem kapıları ise kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır.” (Nesâî, Sıyâm, 5.)

Mübarek Ramazan ayı, Müslümanlara Allah'ın emirleri karşısında sorumluluk bilincine yani takvaya erişme fırsatı sunar. Böylece toplumsal dayanışma ve paylaşma şuurunu aşılayarak, bir anlamda “irade eğitimi” vermek suretiyle, müminlere kişilik kazandırır, “kâmil bir mümin” olmanın yollarını gösterir.

“Ramazan”, sözcük olarak “yaz sonunda yağıp yeryüzünü tozlardan temizleyen yağmur” mânâsında “er-ramzâ” kelimesinden veya “Güneş ışınlarından taşların yanıp kızması” anlamında olan “er-ramaz” kelimesinden alınmıştır. Bu yağmur, yeryüzünü nasıl temizleyip yıkarsa; kızgın yer, orada yürüyenlerin ayaklarını nasıl yakarsa, Ramazan ayı da müminleri günah kirlerinden öylece temizler, yakar, yok eder.

İslâm ile yepyeni anlamlara kavuşan Ramazan kelimesi, bize mübarek bir zaman dilimini, tam bir huzur iklimini çağrıştırır. Kamerî aylardan dokuzuncusu olan Ramazan ayı boyunca Müslümanlar, toplum olarak ibadet yoğunluğu ve heyecanı içinde olurlar. Çünkü Ramazan, ilmin, inancın, ibadetin, ahlâkın, dayanışmanın, kardeşliğin daha da olgunlaştırılabilmesi için Müslümanlara ikram edilmiş bereketli bir eğitim mevsimidir. Müslüman bu zaman diliminde Rabbiyle, kardeşleriyle, nefsiyle ve şeytanla olan ilişkilerini gözden geçirir, gece gündüz tam bir ay süren yoğun bir eğitim faaliyetinden güçlenerek, arınarak çıkar.

  Allah Resûlü, Ramazan ayına kavuşma arzusunu dualarında açığa vururdu. Enes b. Mâlik'in naklettiğine göre, Receb ayı girdiği zaman Peygamber Efendimiz şöyle dua ederlerdi: “Allah'ım! Receb ve Şâban aylarını hakkımızda mübarek eyle, bizi Ramazan ayına ulaştır!”(Taberani, el Mucemü’l-evsat, 15,189.)

Ayrıca Sevgili Peygamberimiz, Ramazan öncesinde yaptığı sohbetlerle, ashâbının zihinlerini ve gönüllerini bu mübarek aya hazırlardı. Nitekim Ramazan ayının bu niteliklerini şu sözleriyle özetlemişlerdi:

 “Mübarek Ramazan ayı size geldi. Yüce Allah bu ayda size oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda sema (cennet) kapıları açılır, cehennem kapıları ise kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır...” (Nesa-i sıyam, 5.) 

“Ramazan ayının ilk gecesi olunca, şeytanlar ve azgın cinler zincire vurulur, cehennem kapıları kapatılır ve hiçbiri açılmaz. Cennetin kapıları açılır ve hiçbiri kapanmaz. Sonra bir (melek) şöyle seslenir: Ey hayır dileyen, ibadet ve kulluğa gel! Ey şer isteyen günahlarından vazgeç! Allah'ın bu ayda ateşten azat ettiği nice kimseler vardır ve bu Ramazan boyunca her gece böyledir.” (Tirmizi, Savm, 1.)

Ramazan ayı, kötü alışkanlıklara son verme, iyiden, güzelden yana yeni sayfalar açma fırsatıdır. İşte bu bilinç içerisinde dolu dolu yaşanan Ramazan, sonrasında gelen ayların hatta bütün bir yılın verimli geçirilmesini sağlayacaktır. 

Allah Resûlü'nün,"Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, beş vakit namaz ile Cuma, bir sonraki cumaya kadar ve Ramazan diğer Ramazan’a kadar, aralarında işlenen günahların bağışlanmasına vesiledir.(Müslim, Tahâret, 16) hadisi, sadece geçmişte işlenmiş günahların kefareti olarak değil, aynı zamanda Ramazan'ın verdiği bilinç ile bir sonraki Ramazan'a kadar açılmış olan beyaz sayfayı temiz tutma gayreti olarak anlaşılmalıdır. Ramazan ayı, dinimizce yüce ve kutsal kabul edilmiş mübarek bir aydır. Kutsiyeti ve fazileti Kur’an ve sünnetle sabit olan Ramazan ayı milletimizin tarafından “on bir ayın sultanı” olarak isimlendirilmiştir

Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın toplum hayatında yoğunluk kazandığı, ibadet hayatımızın zenginleştiği feyiz ve bereketlerle, af ve mağfiretlerle dolu olan Ramazan ayı, peygamber efendimizin ifadesi ile “evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş” olan bir aydır.

Ramazan ayı, kalplerin dirildiği, gönüllerin aydınlanıp coştuğu, nefislerin kırıldığı, insani vasıfların tekrar hatırlandığı manevi yaşamı dolu olan bir aydır. Bu anlamda Ramazan ayı Allah’ın biz müminlere sunduğu büyük bir ihsanı ve nimetidir.

İnsanlığı, içine düştüğü vahşet karanlıklarından çıkarıp aydınlığa kavuşturan, Hz. Peygamberin en büyük mucizesi, dünya ve ahiret saadetine götüren, en güvenilir kılavuz olan Kerim kitabımız Kur’an bu ayda indirilmeye başlanmıştır.

Yüce Mevla’mız kalplere nur, gönüllere şifa, müminlere rahmet ve bütün insanlığa hidayet olan Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirildiğini şöyle beyan eder:

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذٖٓي اُنْزِلَ فٖيهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُؕ

O, doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur’an’ın indirildiği ramazan ayıdır. Artık içinizden kim bu aya yetişirse onu oruçlu geçirsin.  (Bakara suresi 2/185). 

Ayetten de anlaşılacağı gibi kalplere nur, gönüllere şifa, müminlere rahmet ve bütün insanlığa hidayet olan Kur’an bu ay içerisinde indirilmiştir. İslam’ın beş temel taşından biri olan oruç, bu ayda tutulmaktadır.

Bu ay içerisinde bir ömre bedel, bin aydan daha hayırlı olan “Kadir gecesini” barındırır. 

اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ فٖي لَيْلَةِ الْقَدْرِۚ  ﴾  وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِؕ ﴾ لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍؕ ﴾ تَنَزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ فٖيهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ مِنْ كُلِّ اَمْرٍۙ  ﴾  سَلَامٌࣞۛ هِيَ حَتّٰى مَطْلَعِ الْفَجْرِ ﴾ 

 “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir Kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece melekler ve ruh, rablerinin izniyle her bir iş için iner dururlar. O gece tan yeri ağarıncaya kadar esenlik doludur.”

Yüce Rabbimizin insanlığa rehber olarak gönderdiği Kuran’ın indirilmeye başlandığı, Kuranın ifadesiyle esenlik ve güvenliğin her tarafa yayıldığı, sema kapılarının ardına kadar açıldığı, bütün dua ve tövbelerin kabul edildiği mübarek bir gece. Değerli, kıymetli ve ömre bedel bir gecedir. Kadir-kıymet bilme, Rabbimiz tarafından bizlere sunulan sayısız nimetin farkında olma zamanıdır.

Allah’ın insanlara peygamberler vasıtasıyla son vahyi, son hitabı ve son mesajı Kuranın indirildiği gecedir. İnsanlığın hidayetinde bir dönüm noktası, özel bir gecedir.

Önceki ümmetlerin uzun ömürlü olmaları sebebiyle fazla sevap kazanma imkânına sahip bulunmalarına karşılık Müslümanlara lütfedilen, bir ömre bedel gecedir (el-Muvaṭṭaʾ, “İʿtikâf”, 15)

Ramazan ayı, rahmeti ve bereketi bol bir aydır. Bu ayın gelmesi ile iyilikler çoğalır, kötülükler azalır, yoksullara ve düşenlere yardım elleri uzanır. Bu ayda yapılan hayır ve hasenatın diğer aylara nazaran kat kat sevabı ve mükâfatı söz konusudur.

Ramazan ayı, her yönüyle birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularının düşünceden fiiliyata döküldüğü ve daha da güçlenerek pekiştiği bir aydır.

Bu ayda farz namazlara ilaveten kılınan teravih namazlarında, dünyevi makam, mevki ve maddi farklılıklar cami dışında bırakılarak zengin- fakir, amir-memur, işçi- işveren, hoca- talebe, ihtiyar-genç… Bütün insanlar aynı safta omuz omuza dururlar. İbadetlerdeki bu yakınlık, farklı toplum katmanlarını birbirine daha da yaklaştırır. Onlar arasında bulunan kin, husumet ve dargınlıkları izale eder. Aralarında sevgi ve saygı bağlarını güçlendirir.

İFTAR

İftar vakti, müminler için sevinç ve huzur vaktidir. Bu vaktin girmesiyle Allah"ın rızası için açlığa, susuzluğa, orucun sıhhatine zarar verecek tutum ve davranışlara karşı sabreden, oruca özel yasaklardan uzak durmayı başaran ihlâslı gönüller için bütün bu yasaklar kalkar. 

Bu vakit, Resûlullah"ın (sav), “Şüphesiz her iftar vaktinde Allah tarafından (cehennem ateşinden) azat edilenler vardır. Bu (azat etme işlemi Ramazan"da) her gece olur.” (İbn Mâce, Sıyâm, 2.)sözleriyle ifade ettiği üzere, bağışlanma vaktidir. 

Yine Hz. Peygamber, “...Müminin iki sevinci vardır: Birisi iftar vaktinde orucunu açtığı andaki sevinci, diğeri Rabbine kavuştuğu zaman orucunun (mükâfatından kaynaklanan) sevincidir.”( Müslim, Sıyâm, 163) buyurmuştur.

“Gecenin son üçte biri” için kullanılan “seher” kökünden gelen “sahur”, oruç tutmak üzere fecrin doğuşundan önce yenen yemeğe verilen isimdir. Hz. Peygamber"in, bazı hadislerinde “ekletü"s-sahûr”  ( Ebû Dâvûd, Sıyâm, 15)bazılarında ise “taâmü"s-sahûr” (İbn Mâce, Sıyâm, 22.)yani “sahur yemeği” olarak ifade ettiği, gecenin yarısından sonra yenen bu yemek için genellikle “sahur” kelimesi kullanılmıştır.

Gündüz oruç tutabilmek için sahur yemeğinden istifade edilmesini tavsiye eden (İbn Mâce, Sıyâm, 22.)Peygamber Efendimiz, “Bizim orucumuzla Ehl-i kitabın orucunu ayıran (şey), sahur yemeğidir.”  (Müslim, Sıyâm, 46.)diyerek sahur yapmanın oruç ibadetinde Müslümanların ayırt edici bir vasfı olduğunu bildirmiştir. 

Sahura kalkmayı son derece önemsediğinden, “Sahur yemeği yiyin. Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.”  (Müslim, Sıyâm, 45)buyurarak Müslümanlardan bir yudum su ile olsa da mutlaka sahur yapmalarını istemiştir. (İbn Hanbel, III, 44)Resûl-i Ekrem, sahurun bereketinden sık sık bahsetmiş, sahâbeden Irbâd b. Sâriye"yi (ra) sahura davet ederken de, “Mübarek yemeğe gel!” diyerek bu yemeğin hayırlı ve bereketli olduğunu farklı bir şekilde ifade etmiştir. (Ebû Dâvûd, Sıyâm, 16)Ayrıca sahur yapanlara Allah Teâlâ"nın merhamet, meleklerin de hayır dua edeceği müjdesini vermiştir. (İbn Hanbel, III, 44.)

Bu bereketli gece yemeği, imsak vaktiyle sona erer. “Bir şeyden el çekmek, kendini tutmak” mânâsına gelen “imsak”, oruç tutmak üzere belirlenen vakitte kişinin kendisini yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak tutmasını ifade eden bir terimdir. Dar anlamda ise günün aydınlanmaya başladığı ve böylece sahurun sona erip orucun başladığı vakit için kullanılır. “İmsak” kelimesi daha ziyade bu dar anlamıyla meşhur olmuştur. Güneşin batışıyla oruç yasaklarının kalktığı zamana ise “iftar” denilmiştir.

Sahâbe-i kirâm Hz. Peygamber"in emrini yerine getirmek, onun sünnetini takip etmek üzere sahura büyük heyecanla kalkıyorlardı. Ne var ki, ilk zamanlarda, saat gibi zamanı gösteren belirli bir araç olmadığı için, oruca başlama vaktinin tesbiti konusunda ashâb arasında bir tereddüt hâsıl olmuştu. Her ne kadar Yüce Rabbimiz bunu Kur"an âyetiyle, “siyah iplik ile beyaz iplik birbirinden ayırt edilecek zamana kadar”  (Bakara, 2/187.)şeklinde bildirmiş ise de bu mecâzî ifadeyi bazı sahâbîler anlayamamıştı. İmsak vaktini tayinde zorlananlardan biri de Tay kabilesinden cömertliğiyle meşhur sahâbî Adî b. Hâtim (ra) idi. Oruca başlama vaktini belirleyen âyet indiğinde Adî, bir siyah bir de beyaz ip alıp bunları yastığının altına koymuştu. Gece bunlara bakıp aralarında bir fark tespit edemeyince oruca ne zaman başlayacağına bir türlü karar verememişti. Sabah olunca hemen Resûlullah"a gelerek bu durumu anlattı. Allah Resûlü, “Öyleyse senin yastığın enli ve uzunmuş.” sözleriyle onun âyette kastedileni anlamadığını ima ederek gülümsedi (Müslim, Sıyâm, 33)ve şu açıklamayı yaptı:“Âyette bahsi geçen siyah ve beyaz iplik, gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığından ibarettir.” (Buhârî, Savm, 16.)

Gerek Sevgili Peygamberimizin bu beyanıyla, gerekse sonradan âyette geçen “tan yeri ağarıncaya kadar” ifadesinin nâzil olmasıyla âyetin mânâsı iyice anlaşılmış, Adî b. Hâtim gibi siyah ve beyaz iplerle kafası karışan diğer kimselerin de(Buhârî, Savm, 16.)zihinleri aydınlanmıştı. Ancak imsak vaktinin tayini hususundaki ihtilâflar devam etmekteydi. Ashâbın çoğunluğu imsak ve iftar vakitlerinde ezana göre hareket ediyordu. 

Ancak imsak vaktinde  Hz. Peygamber"in müezzinlerinden Bilâl (ra) ezanı daha önce okurken İbn Ümmü Mektûm (ra) ise geciktiriyordu. Gecenin farklı vakitlerinde okunan bu ezanlar, sahâbenin imsak vaktini karıştırmalarına neden olmuştu. Allah Resûlü"nün, “Bilâl ezanı geceleyin okur. Siz, İbn Ümmü Mektûm"un ezanını işitinceye kadar yiyin, için.” (Buhârî, Ezân, 12.)sözleriyle bu karışıklık da ortadan kalkmış oldu. Zira Hz. Bilâl"in okuduğu ezan, uyuyanları uyandırmak, gece kalkıp namaz kılanlara da sahur vaktinin bitmek üzere olduğunu haber vermek içindi, imsak vaktinin girdiğini göstermiyordu.(Buhârî, Ezân, 13)İbn Ümmü Mektûm"un okuduğu ezan ise Müslümanlara oruç ibadetinin başladığını ilân ediyordu. Zira o, âmâ olduğundan çevresindeki insanların sabah namazı vaktinin girdiğini söylemesiyle ezan okumaktaydı.( Buhârî, Ezân, 11.)

İmsak vakti, sabah namazının vaktinin girdiği, gecenin bittiği, gündüzün başladığı andır. İmsakla birlikte mümin, sevabını Allah Teâlâ"nın takdir edeceği çok özel bir ibadete başlar. Zira Yüce Allah kutsî bir hadiste şöyle buyurmuştur: 

عَنْ أَبِى صَالِحٍ الزَّيَّاتِ أَنَّهُ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ كُلُّ عَمَلِ ابْنِ آدَمَ لَهُ إِلاَّ الصِّيَامَ فَإِنَّهُ لِى وَأَنَا أَجْزِى بِهِ 

“...Oruç benim içindir, onun ecrini ben vereceğim...” (Buhârî, Savm, 9)

Gün ilerledikçe, oruç tutmanın kazandırdığı mânevî haz ve heyecanla birlikte açlık ve susuzluk hissi de artar. Fakat oruç tutan Müslüman,

…  وَالَّذِى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَخُلُوفُ فَمِ الصَّائِمِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللَّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ رِيحِ الْمِسْكِ

“Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.” (Müslim, Sıyâm, 164.) diyen Allah Resûlü"nün bu övgüsüne mazhar olabilmek için sabreder. Ve yalnızca Allah için türlü zorluklara katlanılarak eda edilen bir günlük oruç iftar vaktinin girmesiyle sona erer.

Kur"ân-ı Kerîm"de “akşama kadar” oruç tutulması emredildiği ve “iftar vaktinin” tam olarak ne zaman girdiği açıklanmadığı için sahâbe, konuyu Peygamber Efendimize danışmıştır. Hz. Ömer"in, “İftar vakti ne zamandır?” sorusu üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Gece gelip gündüz gidince ve güneş kaybolunca oruçlu iftar eder.”( Müslim, Sıyâm, 51.) diyerek güneşin batışıyla iftar vaktinin girdiğini bildirmiştir.

Visal orucunu yani iki gün peş peşe iftar etmeden oruç tutmayı yasaklayan (Buhârî, Savm, 48.) Allah Resûlü, iftar vakti gelince, oruç açmada acele edilmesini tavsiye etmiştir. “İnsanlar vakti girince iftar etmekte acele ettikleri sürece hayır üzere olurlar.”   (Buhârî, Savm, 45)buyurmuş ve Allah"ın en sevdiği kullarının iftar yapmada acele edenler olduğunu bildirmiştir.  (Tirmizî, Savm, 13) Nitekim bir gün, tâbiînden Ebû Atıyye ile Mesrûk, müminleri annesi Hz. Âişe"nin yanına gelerek sahâbeden bir kişinin iftar yapmada ve akşam namazını kılmada acele ettiğini, diğer bir kimsenin ise bunları geciktirdiğini söylemiş, hangisinin daha doğru olduğunu öğrenmek istemişlerdi. Hz. Âişe iftarda ve namazda acele edenin kim olduğunu merak etmiş ve onun Abdullah b. Mes"ûd olduğunu öğrendikten sonra şöyle demişti: “Allah Resûlü de böyle yapardı.”  (Müslim, Sıyâm, 49.)

Peygamber Efendimiz, iftar edeceği zaman özel yiyecekler aramaz, yemek ayrımı yapmaz, sofrada ne bulursa onunla iftar ederdi. Onun iftar sofrası, lüks ve israftan uzak, son derece sade idi. Medine"de Efendimizin yanında büyüyen Enes b. Mâlik (ra), Resûlullah"ın iftarını şöyle anlatmıştır: “Resûlullah (sav) akşam namazını kılmadan önce birkaç taze hurma ile, eğer yoksa kuru hurma ile iftar ederdi, o da yoksa birkaç yudum suyla orucunu açardı.”  (Ebû Dâvûd, Sıyâm, 21) Peygamberimiz, Allah rızasını kazanmak için oruç tutar, O"nun rızkıyla iftar eder, iftar ederken de ellerini açarak şöyle dua ederdi

 « اللَّهُمَّ لَكَ صُمْتُ وَعَلَى رِزْقِكَ أَفْطَرْتُ »

(Allah"ım! Senin rızan için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açtım.)”  ( Ebû Dâvûd, Sıyâm, 22)

Allah Resûlü, “Her oruçlunun iftarını açtığında reddedilmeyen bir duası vardır.” diyerek müminlere bu sevinç ve bağışlanma vaktinde dua etmelerini öğütlemiştir. Bu hadisi Peygamberimizden nakleden sahâbî Abdullah b. Amr"ın (ra) iftar vaktinde,“Allah"ım! Senden herşeyi kuşatan rahmetin ile beni bağışlamanı dilerim.” diyerek dua ettiği bilinmektedir. (İbn Mâce, Sıyâm, 48.)

Ramazan ayında, diğer zamanlara göre daha cömert olan Sevgili Peygamberimiz,  (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.)iftar sofralarını başkalarıyla paylaşmaya büyük önem vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Her kim bir oruçluya iftar yemeği yedirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap verilir; oruçlunun ecrinden de hiçbir şey eksiltilmez.”  (Tirmizî, Savm, 82.)Kendisi de iftar davetlerine icabet etmiş, davet sahiplerine övgüde bulunmuştur. Nitekim Sa"d b. Ubâde"nin (ra) iftar davetine icabet ettiğinde, iftarda kendisine ikram edilen ekmek ile zeytinyağını yedikten sonra, genellikle başkalarıyla iftar ederken okuduğu şu duayı okumuştur: « أَفْطَرَ عِنْدَكُمُ الصَّائِمُونَ وَأَكَلَ طَعَامَكُمُ الأَبْرَارُ وَصَلَّتْ عَلَيْكُمُ الْمَلاَئِكَةُ » (Yanınızda oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyiler yesin ve melekler size rahmet dilesin.)”  (Ebû Dâvûd, Et’ıme, 54)

İslâm ümmeti, Allah Resûlü"nün diğer sünnetlerine karşı gösterdiği hassasiyeti sahur, iftar, iftarda acele etme, iftar sofralarına ihtiyaç sahiplerini çağırma gibi konulardaki sünnetinde de göstermiş, tarih boyunca bu heyecan artarak devam etmiştir.

Hz. Bilâl"in oruç tutacak olanları sahura kaldırmak için okuduğu ezandan hareketle Osmanlı döneminde sahur vaktini duyurmak için Allah"a hamd ve övgü, Peygamberine salât ve selâm okunmuştur. “Temcit” adı verilen bu uygulamaya atfen dilimizde “temcit pilavı” şeklinde bir tabir oluşmuştur. Zira o günlerde akşamdan hazırlanmış pilavlar, sahur vaktinde temcidler okunurken çıkarılır, ısıtılır ve sahur yapılırdı. Osmanlı"daki bu geleneğin yerini daha sonraları, oruç tutanları uyarmak üzere caddelerde mâniler eşliğinde davullar çalan Ramazan davulcuları almıştır. Hayat şartlarıyla değişen ve günümüzde giderek azalan bu uygulamalar, toplumda canlı olarak yaşanan Ramazan sevincinin birer göstergesidir.

Sahurlardaki coşku iftarlarda zirveye çıkmış, öyle zamanlar olmuş ki, iftar sofraları törenle kurulur ve ikram edilen yemekler, belli bir düzen içinde yenilir hâle gelmiştir. İftar vakti top atışlarıyla ilân edilmiş, bu uygulama çeşitli hediyeler dağıtılarak devam etmiştir.

Günümüzde de gerek Mekke ve Medine"de saflar hâlinde oluşturulan uzun, geniş, mütevazı sofralarla gerekse ülkemizde kurulan küçük büyük iftar çadırlarıyla toplumun her kesiminden insan bir araya gelerek iftar sevincini paylaşmakta, farklı şekillerde de olsa iftar ve Ramazan coşkusu bütün İslâm âleminde yaşanmaktadır.

Sahur, sevabını Yüce Allah"ın vereceği önemli bir ibadete başlamanın heyecanı, iftar ise nimetlere kavuşmanın sevinci ile geçen bereketli zaman dilimleridir. Allah"ın sevgisine ve rızasına kavuşabilmek için sahurdan iftara kadar günlerini oruçlu geçirenler, hem bu dünyada huzuru hem de âhirette mutluluğu kazanırlar. Bu güzel anlarını yakınlarla, dostlarla ve muhtaçlarla paylaşanlar ise birlikteliğin coşkusu ve yardımlaşmanın bereketiyle bu mutluluklarını bir kat daha artırırlar.

İftar davetlerini verirken akrabaların, dostların, komşuların dikkate alınması güzeldir. Fakat bu daireyi genişleterek, iftar sofralarına ihtiyaç sahibi insanları buyur etmek Allah"ın rızasına çok daha uygun bir davranış olacaktır. İftar davetleri belli bir zümrenin bir araya gelerek lüks mekânlarda, zengin sofralarda yemek yemelerinin ötesine geçmeli; sofralara dâhil edilen yetimler, yaşlılar ve muhtaçlarla Halil İbrâhim bereketinin arandığı salih amellere dönüşmelidir.

İSRAF

İsraf, maalesef Ramazan ayında orucun faziletini gideren en kötü amellerin başında gelmektedir. Rahmet, mağfiret ve bereket ayı olan ramazan ayının İsraf ayına dönüştürülmesi oruç ibadetinin hikmetiyle örtüşmeyen bir durum olup, bu kutlu zaman dilimine haramın karıştırılması demektir. 

«İsraf» sözlükte; aşırı gitmek, haddi aşmak, malı-mülkü saçıp savurmak anlamlarına gelir.

"Malı israf etmek", “onu yerli yerinde harcamamak, faydasız yere harcamak, gerektiğinden çok harcamak anlamına geldiği gibi, Allah’ın uygun görmediği yerlere harcamak” anlamına da gelir.

İhtiyacı gidermeyen, güzel olmayan, yararsız, boş yere ve gayri meşru harcamalar, ihtiyacın ötesinde, hakkı olmayanlara nimetlerin aktarılması birer israftır.

Peygamberimiz (asm)'in ailesinde israf yapmamaya özen gösterilirdi. Çünkü israf gereksiz yere harcamak, saçıp savurmaktır; bu nedenle Allah tarafından yasaklanmıştır. Allah’ın verdiği nimetlerden ihtiyacı kadar faydalanmak gerekir.

 Peygamberimize (asm) göre, hangi konu olursa olsun, sınırı aşmak, ölçüsüz hareket etmek israftır. 

Yüce Allah da “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz...” buyurarak israfı yasaklamıştır.(A'râf suresi - 31.)

Peygamberimiz (asm) çok sade bir hayat sürdürmüştür. O gençliğinde ve Hz. Hatice (r.anha) ile evlendikten sonra, ticaret yapmış ve varlıklı bir aile hâline gelmiştir. Buna rağmen o hiçbir zaman sade yaşantısını terk etmemiştir. Onun kıyafetleri, sade ve gösterişten uzaktı. Ev eşyaları konusunda da israftan sakınırdı. Onun evine, ihtiyaç olmayacak eşyalar satın alınmaz, ihtiyaç olan eşyalar kullanılırdı. 

Yiyecekler konusunda da israftan sakınılırdı. Evdeki ekmek artıkları atılmaz, mutlaka değerlendirilirdi. Yemekler israf edilmez, sofrada fazla çeşit bulundurulmazdı. Kızı Fatma (r.anha)'nın düğünü çok sade olmuş, lüks ve israftan kaçınılmıştır.

Hz. Peygamber (asm),“Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, giyiniz ve sadaka veriniz.”( Tirmizî, Bir 41, .IV, .343.) sözü ile israfın yasaklığını ifade buyurmuştur. Dikkat çekici bulduğumuz şu olay İslâm’ın israf konusunda ne denli titiz olduğu hususunda bize yeterli fikir vermektedir:

Bir defasında Hz. Peygamber (asm) Sa’d’e uğradı. Sa’d bu esnada abdest alıyordu. Resûlullah (asm), (onun suyu aşırı kullandığını görünce); "Bu israf nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Sa’d de, "Abdestte de israf olur mu?" dediğinde Hz. Peygamber (asm) de  “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile...( normal bir miktarın üzerinde su kullanman israf olur.)” şeklinde cevap verdi.( İbn Mace, Taharet, 48)

Varlığımız (bedenimiz) ve iş yapma gücümüzün devamı için gerekli gıdaları almak, insanî olduğu kadar dinî bir görevdir. İnsan bu görevi yerine getirirken yeteri kadar gıdayı almak mecburiyetindedir. Yüce Dinimiz, ihtiyacımız olan gıdayı azaltıp iş gücümüzü kaybetmeyi tasvip etmediği gibi, gereğinden fazla yiyip içmeyi de yasaklamıştır. (A’râf, 7/31).

İnsan karnını tıka basa, ölçüsüzce doldurmayacak, ama güç ve takatten düşecek derecede de aç durmayacaktır. Hz. Peygamber (asm),

“Âdemoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Yemek yediği zaman, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içmeğe, üçte birini de nefes almaya ayırsın.”( Tirmizî, Zühd, 47. .V, .590. Bazı lafız farklılıklarıyla İbnu Mâce, Et'ime 50, II, 1111;  Ahmed, IV, 132.) sözüyle haddinden fazla yemenin insanı sürükleyeceği zarara dikkat çekmektedir.

Aziz Müminler!

Yüce Rabbimiz aşağıdaki ayet meallerinde İsrafın bireysel ve toplumsal açıdan ne kadar bir kötü amel olduğuna dikkat çekmektedir.

 “Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allah israf edenleri sevmez. (A’raf Suresi 7/31)

 “Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma. Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür. (İsra; 26, 27.) 

 “Onlar (Mü’minler),harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de kısarlar; harcamaları ikisi arasında orta bir yoldadırlar.” (Furkan, 67)

 Onların mallarında yardım isteyenlerin de, iffetinden dolayı isteyemeyen yoksulların da hakkı vardır. (Zariyat,19)

 “Tâki’ (bu mallar) içinizden (yalnız) zenginler arasında dolaşan bir devlet (meta’) olmasın. (Haşr;7)

Zikredilen ayetlerde yemede içmede, giyinmede, harcamada israfın haram olduğu ve israf edenleri Allah’ın sevmediği, israf edenlerin şeytanın kardeşleri olduğu, haddi aşmaları ve yaptıkları israf sebebiyle hesaba çekilecekleri, zenginlerin malında fakirlerin de hakkının bulunduğu ve malların zenginler arasında dolaşan bir meta olmaktan çıkarılması gerektiği açıkça ifade edilmektedir.

Diğer taraftan konumuz ile ilgili olarak Peygamberimiz ile bir sahabe arasında geçen ve yukarıda da bahsedilen diyalog dikkat çekicidir. Peygamberimiz abdest alırken bol su kullanan Sahabeye; “Bu israf nedir?” diye sorar. Bunun üzerine sahabe; “Abdestte israf olur mu?” diye karşılık verince; Peygamberimiz (s.a.v): “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile...( normal bir miktarın üzerinde su kullanman israf olur.)” Cevabını vermiştir. ( İbn Mace, Taharet, 48)

Bireyi ve toplumu yoksulluğa ve sefalete sürükleyen israf; sadece gösterişli iftar sofralarıyla sınırlı kalmayıp, giyim kuşamdan, modaya uymak amacıyla sürekli değiştirilen teknolojik aletler, beyhude geçirilen vakitler, ihtiyaç fazlası pişirilip dökülen, ihtiyaçtan fazla alınıp çöpe atılan ekmekler hakkında yapılan istatistiki rakamlar tüyleri ürpertecek niteliktedir. Yapılan araştırmalar en çok ekmek ve gıda israfının Ramazan ayında yapıldığına yüzce ton ekmek ve gıdanın çöpe atıldığına dikkat çekilmektedir.

İslâm İlahi bir hayat nizamı ve kurallar manzumesidir. Mülkün sahibi yegâne sahibi Allah’tır. Kullar elde ettiği mülkün emanetçisidir. Kişi helal ve meşru yollardan servet edinme hakkına sahip olduğu gibi, edindiği servetin tüketimini de tasarrufunu da meşru ölçüler doğrultusunda yapmak zorundadır. Kişi zengin olsa bile gereğinden fazla harcaması yasaklanmıştır. Ayette; “O gün size verilen bütün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz” (Tekasür, 8) buyrulurken, Hadisi şerifte ise; “Kıyamet gününde insanoğlu. Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve ilmiyle ne amal işlediğinden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yerden bir yere kımıldayamaz.” (Tirmizî, Sıfatü"l-kıyâme, 1) buyrulmaktadır.

Ramazan ayında İftar vermek, sair zamanlara göre iftar sofralarımızı biraz zenginleştirmek, dinen güzel bir davranıştır.  Ancak adı “iftar” bile olsa “iftar ile israfı buluşturmak”” helalle haramı” karıştırmaktan başka bir şey değildir. Çünkü iftarların hikmet ve gayesi; Allah’ın rızasına ve peygamberin sünnetine uygun olarak israfa ve gösterişe kaçmadan yoksulları, fakirleri ve muhtaçları doyurmak kardeşlik ilişkilerini pekiştirmektir. 

Kur’an’ı Kerim’de Salih kullar övülürken;

يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْماً كَانَ شَرُّهُ مُسْتَطٖيراً ﴿٧﴾ وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّهٖ مِسْكٖيناً وَيَتٖيماً وَاَسٖيراً ﴿٨﴾ اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُرٖيدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُوراً ﴿٩﴾ اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَرٖيراً ﴿١٠﴾

“O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Ve şöyle derler:) “Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. «Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız» (derler).(İnsan;7-10) Buyrulmuştur. Gerçekte oruç, riya ve gösterişin en uzak kalan ibadet şeklidir.

Elbette İslam’ın emirleri çerçevesinde sünnete uygun, israfa kaçmadan fakirlerin, yetimlerin ve ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçları gözetilerek imkân sahipleri tarafından kurulan iftar ve sahur sofraları her türlü takdire şayandır. Ancak, ne yazık ki, oruç ibadetiyle ve ramazan ayının maneviyatıyla bağdaşmayan iftar ve sahur sofraları; günümüzde zenginlik, makam, mevki, yetki, asalet, reklam gibi süfli arzuların yarıştırıldığı, fakirlerin, yetimlerin ve ihtiyaç sahiplerinin dışlandığı israf sofralarına dönüştürülebilmektedir.

Ramazan ayında evlerimizde, otellerde ve lokantalarda yapılan israf sebebiyle çöplere atılan ekmek ve yemek artıklarının 2-3 katına çıkması, ibadetlerimizin çığırından çıktığının, gayesinden uzaklaştığının, Müslümanlığımızın  ayarının kaçtığının açık göstergesidir. Diyanet İşleri başkanlığınca fitre fiyatları açıklanırken, iftar sofralarının kurulmasında haddin aşılmaması, ölçünün kaçırılmaması ve sofraların fakir ve ihtiyaç sahiplerine açılması konusunda  Müslüman’ların uyarılması büyük bir önem arz etmektedir.

Şunu iyi bilmemiz gerekir ki Zenginlik, Müminler arasında bir statü ve bir üstünlük sebebi değildir. Bilakis gereği yerine getirilmediği zaman hesabı ağır verilecek bir imtihan vesilesidir. Nitekim Yüce Rabbimiz;

ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ

“O gün size verilen bütün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz” buyurmaktadır.(Tekasür Suresi/8) 

Yine Peygamberimiz (s.a.v)bir hadis-i şeriflerinde:

حَدَّثَنَا عَطَاءُ بْنُ أَبِى رَبَاحٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « لاَ تَزُولُ قَدَمَا ابْنِ آدَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ عِنْدِ رَبِّهِ حَتَّى يُسْأَلَ عَنْ خَمْسٍ عَنْ عُمْرِهِ فِيمَا أَفْنَاهُ وَعَنْ شَبَابِهِ فِيمَا أَبْلاَهُ وَمَالِهِ مِنْ أَيْنَ اكْتَسَبَهُ وَفِيمَ أَنْفَقَهُ وَمَاذَا عَمِلَ فِيمَا عَلِمَ 

İbn Mes"ûd"dan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yerden bir yere kımıldayamaz. Tirmizî, Sıfatü"l-kıyâme, 1)

 Dinimizde, Allah yolunda infak yapılırken bile tüketim sınırının savurganlık ve gösterişe dönüştürülmesi kesin olarak yasaklanmaktadır. Nitekim İsra suresi ‘nde 

وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يرًا(26)اِنَّ الْمُبَذِّر۪ينَ كَانُٓوا اِخْوَانَ الشَّيَاط۪ينِۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه۪ كَفُورًا(27)

 “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir” (İsra, 17/26-27). Uyarısı yapılmaktadır.

Değerli Müminler!

Ramazan ayı İsrafın yasaklandığı, fitre, zekât, fidye, sadaka gibi paylaşımların ön plana çıkarıldığı, oruçla nefsi arzuların dizginlendiği bir aydır. Kitap ve sünnete uygun paylaşımın yerini, İsrafın ve gösterişin alması orucun ve ramazan ayının ruhuyla bağdaşmamaktadır.

En büyük örneğimiz olan Peygamberimiz (s.a.v) ve Onun ashabı oruçlarını namazdan önce birkaç yaş hurma ile yaş hurma bulamadıklarında kuru hurma ile onu da bulamazlar ise birkaç yudum su ile açtıkları rivayet edilmiştir. Ramazan ayı, enva-ı çeşit yemek menülerinin yarıştırıldığı, normal zamanda tüketilmesinin bile sakıncalı olduğu kola ve asitli içeceklerin iftar sofralarında yer aldığı, öğün sayısının ikiye indirilip, yemek miktarının iki, üç katına çıkarıldığı, diğer aylara nispetle daha fazla yemeklerin yendiği, daha fazla paraların harcanarak, daha fazla israfların yapıldığı bir ay değildir.

Yakın tarihte gerek ülkemizde gerekse gönül coğrafyamızda yaşadığımız türlü felaketler sebebiyle müslümanların mağdur ve muhtaç hale düştüğü, yine milyonlarca insanın başka bölgelere taşınmak zorunda kaldığı bir zaman diliminde mübarek ramazan ayına girmemiz   sorumluluklarımızı daha da artırmaktadır. Bu bölgelerde yağmurun, çamurun içinde yaşam mücadelesi veren veya memleketlerimize misafir olan kardeşlerimizin ihtiyaçlarını karşılamak çocuklarını sevindirmek, sofralarımızı paylaşmak hem insani hem de İslami sorumluluğumuzdur. 

Ramazan ayında Allah’ın rızasını kazanmak adına sofrasını  fakirlere, yoksullara, yetimlere ve muhtaçlara açan samimi birey, kurum ve kuruluş temsilcilerimize şahit olduğumuz gibi, ne yazık ki,  iftar sofralarının, zenginler sofrasına dönüştüğüne, yoksulluğun ve sefaletin pençesinde kıvranan; ekmek, su gibi en temel gıda maddelerinden bile mahrum bir şekilde hayatta kalma mücadelesi veren milyonlarca insana ulaştırılması gereken imkânların  lüks otellerde çılgınca israf ve gösterişe kurban eden gösteriş budalası birey, kurum ve kuruluşlar tarafından  dinimizin haram saydığı israfın mübarek ramazan ayının gölgesinde sıradanlaştırılması, hatta normal gösterilmesi  dinimize ve Ramazan ayının ruhuna uygun bir davranış değildir.

Bu söylenenler çerçevesinde Hz.Peygamberimizin (s.a.v)şu sözlerine dikkatle kulak verelim:

 “Yanı başında komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mümin değildir.” ( (Hakim, Müstedrek, 4/183, h. no: 7307))

“Bir mahallede bir kişi aç kalırsa o mahalle halkı Allah’ın korumasından çıkar.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/33.)

Yine Ebû Kerîme Mikdâd İbni Ma’dîkerib’den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 “İnsanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Aslında insanoğluna, onun sırtını dik tutan birkaç lokma yeterlidir. Mutlaka daha fazlasına ihtiyacı olursa, hiç olmazsa; midenin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye, üçte birini de nefes almaya ayırsın.” (bk. Ahmed b. Hanbel, IV/132; Tirmizî, Zühd, 47; İbn Mace, At’ıme, 50). Uyarıları bizim için yol gösterici olmalıdır. 

Sonuç itibariyle:  şuurlu müslümanlar olarak, Kur’an ve sünnet ekseninden savrulan ibadet anlayışımızı yeniden gözden geçirmek ve bu hususu Kur’an ve sünnetin ışığında yeniden değerlendirmek zorundayız. Yakında idrak edeceğimiz mübarek oruç ayında; Allah’a iman ettiğimizi ifade edip, emir ve yasaklarına uymamaktan, Peygamberi sevdiğimizi söyleyip sünnetini yerine getirmemekten, Kur’an’ı okuyup içindekilerle amel etmemekten, Oruç tutup orucun faziletini giderecek kötülüklerden vazgeçmemekten sakınmalıyız.

VAAZI İNDİR

Hazırlayan: Cihan ÖZEL- Adapazarı Uzman Vaizi

Facebook Yorumları