menu
Hz. PEYGAMBER’İN (s.a.v.) HATALAR KARŞISINDAKİ TAVRI
Hz. PEYGAMBER’İN (s.a.v.) HATALAR KARŞISINDAKİ TAVRI
Haftanın Vaazı.. 11.10.2024 tarihli; "Hz. peygamber'in (s.a.v.) Hatalar Karşısındaki Tavrı" konulu Haftanın vaazı sitemize yüklenmiştir.

Hz. peygamber'in (s.a.v.) Hatalar Karşısındaki Tavrı

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ

Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Ali İmran, 3/159)

Muhterem Kardeşlerim!

İnsanoğlunun hem bu dünyada hem de ahirette güzel olana, özel olana ulaşabilmesi için Rabbi’nin “Rahman ve Rahim” isimlerinin tecellisine ihtiyacı vardır. O’nun Rahmeti olması iki cihan saadeti mümkün değildir.

Rahmet; Sözlükte masdar olarak “merhamet etmek, severek ve acıyarak korumak”, isim olarak “şefkat, merhamet” anlamına gelir. Rahmet kavramının temel mânasının “acınacak durumda bulunan kimseye yönelik yufka yüreklilik ve şefkat” olduğunu, Allah’a nisbet edildiğinde merhametin ürünü olan “lutufta bulunma” mânasına gelmektedir.

Rahmet kavramına genel olarak baktığımız zaman aslında Allah’ın insanların önündeki engelleri kaldırmasıdır. Hidayetin önündeki engelleri kaldırarak hidayet yollarını kolaylaştırması, rızkın önündeki engelleri kaldırarak rızk elde etmeyi kolay kılması, ilim talebesinin önündeki engelleri kaldırarak ilme giden yolu kolaylaştırması Rahmetinin tezahürüdür.

Değerli Kardeşlerim!

Alemlere Rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimizin de hayatının her alanında etrafındaki insanları Merhameti ile ısıttığını görmekteyiz. Sahabi Efendilerimizle ikili ilişkilerinde daima onların önündeki engelleri kaldırarak yardımcı olmaya çalışmıştır. Fakat bunu yaparken insan olması hasebiyle bazı ufak uyarılar ile karşılaşmıştır. Bu olayların en ciddisi şöyle yaşanmıştır;

Hz. Peygamber putperest önderlerin ikna edilmesi halinde onları izleyen halkın İslâm’ı daha kolay benimseyecekleri düşüncesiyle onlarla da meşgul oluyordu. Böyle biriyle yaptığı görüşmenin ortasında yanlarına gelen görme engelli sahâbî Abdullah İbn Ümmü Mektûm’un kendisine yönelttiği sorudan rahatsız olarak yüzünü ekşitmiş, ona cevap vermemişti. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Resulünü şu ayetler ile uyardı;

عَبَسَ وَتَوَلَّى أَن جَاءهُ الْأَعْمَى  وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى  أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنفَعَهُ الذِّكْرَى  أَمَّا مَنِ اسْتَغْنَى  

فَأَنتَ لَهُ تَصَدَّى  وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّى  وَأَمَّا مَن جَاءكَ يَسْعَى  وَهُوَ يَخْشَى

Görme engelli o kişi geldi diye yüzünü ekşitip başını çevirdi. Ama (ey Peygamber!) Sen nereden bileceksin, belki o kendini arındıracaktı. Yahut o bir öğüt alacak, bu öğüt kendisine fayda verecekti. Sen ise kendini her bakımdan ihtiyaçsız görenle ilgileniyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu tutulmayacaksın ki! Gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana geleni umursamıyorsun!” (Abese, 1-10)

Bu uyarıdan sonra Hz. Peygamber zaman zaman Abdullah’ı gördüğünde, “Kendisinden dolayı rabbimin beni azarladığı şahsa merhaba!” diyerek ona iltifatta bulunduğu rivayet edilir (Hattâbî, Me‘âlimü’s-Sünen, III, 3; Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, X, 131; Begavî, Tefsîru’l-Beğavî, V, 210).

Kıymetli kardeşlerim;

Allah (cc), Firavun gibi azılı bir düşmana giderken Musa (as) ile Harun (as)’ a şöyle buyurdu; 

اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى  فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى

“İkiniz beraber Firavun’a gidin, çünkü o sınırı çok aştı. Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.” (Taha, 43-44).

Rabbimiz, kendisini ilah ilan edip azgınlık ve sapkınlığın zirvesindeki birisine “Yumuşak bir üslup” kullanılması gerektiğini beyan ediyor. Çünkü Firavun ne kadar azmış olup, kendini ilah olarak ifade etse de onun da bir Rabbi vardır ve uyarılması yumuşak olmalıdır. Bu duruma baktığımızda insanlar ne kadar hata ederse etsin yumuşak davranılmaya, latif bir şekilde uyarılmaya ihtiyaç duyarlar.

Değerli Müminler!

Hz. Peygamberin hayatına baktığımız zaman onun her zaman yumuşak huylu olduğunu, hatalar karşısında sakin kaldığını, ashabın kendi hatalarını kendilerinin fark edip düzeltmelerini beklediğini görmekteyiz. Bir gün Hz. Aişe şöyle hitap etmiştir; “Ey Aişe. Allah Rafik (yumuşak huylu)tir. Bütün işlerde güzel, yumuşak davranmayı ister”. Rıfk, bedenin ve hitabetin güzel olması demektir. Allah, Tebbet Suresinde kendisinin ve Peygamberin en azılı düşmanı olan Ebu Leheb’in durumunu anlatırken bile hakaret etmemiştir. Hz. Peygamberde bu üslubu ilk başta ailesine aşılamıştır. Çünkü ailede yumuşak davranma, Güleryüz olursa toplumda bundan nasiplenir.

Hz. Peygamberin hatalar karşısındaki tavrını birkaç maddede sıralayabiliriz;

  1. Hata yapana karşı şefkatli davranır, azarlamazdı.

O (sav), hata yapanların hatalarına karşı latif, ince davranırdı. Hatanın doğrusunu öğretirken de aynı üslubu kullanırdı. Çünkü O, onların durumlarını takip eder, hallerini incelerdi. Bundan dolayı da ashabın kalbi onun sevgisiyle doluydu. Muaviye b. el-Hakem es-Sülemi şöyle anlatıyor; Bir gün Peygamber ile birlikte namaz kılarken cemaatten birisi hapşurdu. Bende ona “Yerhamukellah” dedim. Namazda bulunan herkes bana bakmaya başladı. Bende “Anneniz sizi kaybetsin. Niye öyle bakıyorsunuz.?” Ellerini baldırlarına vurmaya başladılar ve bana sus işareti yaptılar. Bende sustum. (Namazda iken konuşulmaz emrinden daha haberi yokmuş.) Rasulullah namazı bitirdikten sonra – Anam, Babam ona feda olsun. Ondan öncesinde ve sonrasında, ondan daha güzel bir öğretmen görmedim. Ne bana kızdı ne vurdu ne de aşağıladı. Şunu söyledi; “Bu namaz, Dünya kelamı konuşulduğu zaman sahih olmaz, bozulur. Namaz tesbih, tekbir ve Kuran kıraatinden ibarettir.”

  1. Hata yapan kişiyi hoş bir şekilde karşılardı.

Hatayı olağan karşılar, hata yapanı güler yüzle karşılardı. Peygamberimiz savaşa çıktığında yaralananları tedavi etsinler, yemek işlerini yapsınlar diye kadınlardan da bir grup yanında götürürdü. Erkeklerin obasını bir tarafa kadınların obasını bir tarafa kurardı. Aralarına da develerin, malzemelerin olduğu bir alan bırakırdı ki aralarında bir engel olsun. Yine bu savaşlardan birinde genç bir sahabi develerin yanına gitmiş fakat fazla oyalanıp birkaç kadın sahabinin olduğu yeri görmüş ve onları izlemeye dalmış. Peygamber efendimiz de teftiş için çıktığında bu genç sahabiyi görmüş ve burada ne yaptığını sorunca “Develer huysuzlanmıştı onlara bakmaya geldim” demiş. 3 4 ay kadar namazlarda utancından Peygamber Efendimiz başladıktan sonra mescide girmiş. Selam verdikten sonra o dönmeden çıkmış gitmiş ki Peygamberimizle karşılaşmasın. Bir gün Peygamber onu sokakta görmüş. Utanan sahabiye tebessüm ederek şöyle demiş; “Develerin huysuzluğu geçti mi?”

  1. Hatayı, günahı zemmeder, yapan kişiyi zikretmezdi.

Hz. Peygamber hatayı teşhir eder, yapan kişiyi gizli tutardı. Bundan dolayı hiçbir sahabeyi insanların önünde uyarmazdı. Çünkü bu hata yapanın kendisini aşağılamak olurdu. Enes b. Malik şöyle rivayet etmektedir. Bir gün birkaç kişi Peygamber’in eşlerine, O’nun evdeki ibadetleri hakkında bilgi almaya geldiler. Bu bilgiler sonucunda birisi “Ben evlenmeyeceğim”; birisi “Ben oruçsuz bir gün geçirmeyeceğim”; diğeri de “Ben geceleri uyumayacağım” diyerek ayrıldı. Peygamberimiz bu sahabilerin söylediklerini duyunca ashaba şöyle Hitab etti; bazılarınıza ne oluyor da bunları, bunları demişler. Fakat ben namaz da kılarım, uyurum da. Oruç tutarım, tutmam da. Kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden kim yüz çevirirse benden değildir.”

  1. Hatada ısrar eden kişiyi, güzel bir şekilde ikna ederdi.

Peygamberimiz (sav) ashabıyla beraber hasbihal ederken bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:

"Ya Resulallah! Ben bir kadın ile arkadaş olmak istiyorum, onunla zina yapmak istiyorum." dedi. Ashab, bu durumdan dolayı çok öfkelendiler. İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve huzuru Resulullah’tan çıkarmak isteyenler oldu. Bazıları bağırıştılar. Çünkü genç çok hayasız konuşmuştu.

Sevgili Peygamberimiz (asm) "Bırakın o genci buyurdu." Resulullah (asm), genci yanına çağırdı, dizinin dibine oturttu. Gencin dizlerini kendi mübarek dizine değdirecek bir şekilde oturttu ve:

"Ey genç, birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi?" diye sordu. Genç hiddetle: "Hayır Ya Resulallah." diye cevab verdi. Resulallah:

"Öyle ise o çirkin işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan hoşlanmazlar." Sonra: "Peki, bu çirkin işi senin kız kardeşinle yapmak isteseler, sever misin?" diye sorduklarında genç: "Hayır, asla!" diyerek hiddetleniyordu.

"Şu halde insanlardan hiç kimse bu işi sevmez buyurdu." Sonra Hz. Peygamber (sav) mübarek elini bu gencin göğsüne/omuzuna koyarak şöyle dua etti: "Allah'ım! Sen bu gencin kalbini temiz kıl. Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da bağışla."

 Genç, Resulallah (sav)'ın huzurundan ayrıldı. Bir daha günah işlemediği gibi böyle bir kötü düşünce aklından bile geçmeden yaşamış!

  1. Hata karşısında bazen bir şey söylemez, yüzünden anlaşılırdı.

Bir gün Hz. Aişe odasının kapısına resimli bir perde asmıştı. Peygamber efendimiz onu görünce yüzünün rengi değişti ve içeriye girmedi. Aişe annemiz bir şey olduğunu anlayınca “Ya Rasulallah, ne oldu, ne günah işledim” diye sordu. O da bu perde nedir diye sordu ve rahatsızlığını ifade etti.

  1. O, hatanın büyüklüğüne göre tepki verirdi. Pire için yorgan yakmaz, tepkide dahi israfta bulunmazdı.

Muâz bin Cebel [ra] kavmine imamlık yapardı. Bir gece namaz kıldırırken Kur’ân’ın en uzun sûresi olan Bakara Sûresi’ni okumaya başladı. Arkasında cemâat olarak kendisine tâbi olan bir kişi, Muaz’ın bu uzun okuyuşuna canı sıkılıp selam vererek cemaatten ayrıldı ve sonra da namazını tek başına kılarak çekip gitti. Adama; “Ey filan, nifak mı çıkarıyorsun? dediler. O: “Vallâhi hayır, Resûlullâh ’e gidip (Muâz’ın yaptığını) haber vereceğim, dedi. Efendimiz’in yanına vardığında: Ey Allâh’ın Resûlü, biz develerle su taşıyan insanlarız. Gündüzleri çalışıyoruz. Mescidimizde imamlık yapan Muâz da bize gelip Bakara Sûresi ile namaz kıldırıyor, dedi. Resûlullâh Efendimiz, Hz. Muâz’a yöneldi ve: “Ey Muâz, sen fitneci misin? Veşşemsi’yi, Vedduhâ’yı, Velleyli izâ yeğşa’yı, Sebbihisme Rabbikel-a’lâ’yı oku!” buyurarak ona kısa sûreleri okumasını tavsiye etti.

Değerli kardeşlerim!

Hatalara karşı yumuşak olmanın en fazla önemli olduğu yer ailedir. Eşlerimize, çocuklarımıza, torunlarımıza şefkatle yaklaşmalıyız. Bu şefkat ve olgunluğun en güzel örneği de bizler için Rasulullah (as)dır. Hz. Peygamber (s.a.v.) ile eşi Hz. Aişe bir konuda ihtilaf yaşarlar. Hz. Aişe efendimizin kendisine anlattığı bir hadiseyi sonradan yanlış hatırlıyordu. Karşılıklı konuşurlarken eve Hz. Aişe'nin babası olan Hz. Ebu Bekir geldi.
Peygamberimiz Hz. Ebu Bekir'i görünce şöyle buyurdu: 
Baban geldi. Şimdi ikimiz de olayı anlatalım. Baban da hakemlik yapsın. Kararı o versin. Sen mi haklısın, ben mi?
Hz. Aişe anlattı, Efendimiz sabırla dinledi. Sonra kendisi anlatmaya başladı. Sözünün bittiği yere gelince, Hz. Aişe biraz da tecrübesizliğin ve genç olmanın ve de Hz. Peygamberce çok sevilmesinin etkisiyle olacak ki 'itiraz ederek''Bu nokta böyle değildi' diye itiraz etti.
Kızının Hz. Peygamber'e itirazını gören Hz. Ebu Bekir yerinden hışımla kalktı ve 'Sen kiminle böyle konuşuyorsun' diye bağırarak kızına tokat indirdi. Ama eli Hz. Aişe'ye değmeden Hz. Peygamber elini tuttu. Böylece Hz. Aişe tokattan kurtuldu. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: 
Ebu Bekir! Biz seni hakem diye seçtik. Ama sen taraf tuttun. Seni hakemlikten aldık. Biz aramızdaki meseleyi kendimiz çözeriz.
Hz. Ebu Bekir gidince de Efendimiz Hz. Aişe'ye şöyle buyurdu: 'Seni adamdan kurtardım.' İşte o aile içindeki ilişkilerinde eşlerini asla üzmemiş ve onların ince ruhlu, kırılgan, aceleci olduklarını bildiğinden onlara iyi davranıyordu.

Aziz Müminler!

Kendimize örnek aldığımızı ifade ettiğimiz Rasulullah’ın aile içinde, toplumda yapılan yanlışlar, hatalar karşısında nasıl bir tavır takındığını görmekteyiz. Peki bizim tutum ve davranışlarımız nasıl? Eşlerimiz için iyi bir eş, çocuklarımız için eğitici bir ebeveyn, iş yerimizde çalışanlarımızın hatalarına karşı şefkatli bir işveren, toplumda ıslah edici bir birey olabildik mi?

Artık bir yerden başlamamız gerekmektedir. Aile reisi olarak bizlere, abilerimize, amcalarımıza, dedelerimize çok işler düşmektedir. Rabbim işlerimizi kolaylaştırsın. Rabbim hatalar karşısında Hz. Peygamber gibi olmayı bizlere nasip eylesin.

VAAZI İNDİR

Hazırlayan: Furkan CURA / Söğütlü Vaizi

Facebook Yorumları